27 Nisan 2025 Pazar

Boykotlu pazar

Bugün ayın 27'si. Geçen ay her gün yazmanın ardından kendimi nadasa bırakmış gibiyim. Bu ara pek hevesim yok. Hemen hemen hiçbir şeye. Bıraksalar, gönlümün istediği saatte uyansam, otursam kalksam, yavaşlasam, öyle bir hâller. Hoş kendi hâlime bırakılsam, sabah güneşini üzerime gene çok yükseltmem. Geç de yatsam, uykum da bölünse, sabahları çok geç saatlere kadar uyumuyorum. Çocukluğumdan beri böyle, bu. Sabah saatlerinde pek çok işi halletmeyi de seviyorum dahası. Belki bu huy, ileride emeklilik yıllarımda işime yarar çünkü pek çok insanın geç yatacağım, öğlene kadar uyuyacağım, günüm geceme karışacak, ne yapacağım kaygılarıyla emeklilikten ürktüğünü biliyorum. 

Emeklilikle başa çıkmak kolay değil, elbette. Türkiye'de geçim gibi kocaman bir mesele var. Çocuklar büyümeden, üniversiteyi bitirip iş bulmadan emekli olmak öyle her yiğidin harcı değil. Hane gelirinin bir anda azalmasını dengeleyecek yan gelirlerin teminini önceden planlamak gerekiyor. Yabancıların pasive income dediği mevzu. Üniversiteye başladığım zaman, bir sınıf arkadaşım yalnız yaşayan emekli bir kadının evinde pansiyoner olarak kalıyordu. Bir akşam onu ziyarete gitmiştim. Evin içinin eski mobilyalarla döşeli olduğunu, banyo ve mutfağın hayli yıpranmış, arkadaşımın konaklama koşullarından mutsuz olduğunu hatırlıyorum. Yemeklerin içinden saç telleri çıktığı için yemek yemediğini, hemen her gün açma, poğaça ile beslendiği de hatırımda. Her ev sahibi Mary değil nihayetinde. Hangi Mary dediğinizi duyar gibiyim. 

Mary, adına kitap ithaf edilmiş, İrlandalı feminist, aktivist Mary. Meltem Gürle'nin İrlanda Defteri elimde şu sıra. Yavaş yavaş okuyorum. İçinden kitapların, yazarların, İrlanda'nın sosyal, kültürel ve siyasi tarihinin geçtiği, Mary'nin bir roman kahramanı gibi paragrafların içinden yükseldiği, ışıldadığı nefis denemeler. Okumaya, yazmaya özendiriyor insanı. 

Meltem Gürle'nin tarzına bayılıyorum. Hayata yazar gözüyle bakmasına, yaşam ve hikayelerin bağını incelikli bir yerden tutarak okura sunmasına hayranlık duyuyorum. Trinity College sonrası Almanya'da çalışıyormuş şimdi. Kim bilir belki ileride arka planda Alman edebiyatı ve Alman kültürünün aktığı yeni denemelerde çıkar karşımıza. 

İrlanda Defteri'ni yavaş yavaş okuyorum. Bugün dışarı çıkarken çantama attım. Kancalı iğne ve bir yumak iple beraber. Kitap okumaya da, makrome bileklik örmeye de zaman ayırmadım dışarıdayken. Dünden sözleştik kızımla. Sabah erken yollara revan olalım ve bahara koşalım diye. Boykot dedi. Para harcamadan günü dışarıda geçirmek mümkün değilmiş gibi. 

Sabah o uyurken kahvaltılıkları hazırladım. Paketledim. Peynirli gözleme bile yaptım. Termosa sıcak suyu koydum. Sallama çay, kahve... Her şey hazır olunca kızıma seslendim. Karnı acıkınca ilk molayı Güzelyalı'da deniz kenarında verdik. Piknikçiler çoğalmadan, mangala etler atılmadan kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Truva antik kentine gittik. Otoparka ücret ödememek için arabayı köyün merkezinde bırakıp yürüdük. Mobil müze kartımla ücretsiz içeri girdim. 18 yaş altı zaten ücretsiz. 



Doğu kapısından girdik içeriye. Yıllar içinde pek de değişiklik göstermeyen kazı alanını dolaştık. Bir incir ağacının altında soluklandık. 



Schliemann yarmasında iken onun bir arkeolog mu, define avcısı mı olduğuna dair konuştuk. Sincap görme umuduyla etrafa bakındık. Ören yerinden çıkınca görebildik ancak. 

Yeniden arabaya bindik. Achileus'un mezarına gitmek üzere yola koyulduk. Yanlış yola saptık, rotayı yeniden mezara, Yeniköy plaja doğru yönelttik. Yeniköy plaja ve Bozcaada'ya tepeden bakan seyir terasında durduk. Kamp sandalyelerimizi, sehpamızı açtık. Menüde kuruyemiş, meyve, kahve vardı bu defa. Atıştırdık. Tarihi kahramanları konuştuk ve gelinciklerle kaplı tarlalara doğru yürüdük. 




Bir kaplumbağa ile karşılaştık. O rotada sinek kuşu da çıkar belki karşımıza diye ummuştum. Ve fakat yoktu. Köylerin, tarlaların arasından eve döndük. Ben şarkılara eşlik ettim, kızım örgü ördü, yol boyu. Dörde doğru girdik eve. Keyifli ama yorgun... Banyo, ardından pratik bir öğle yemeği (şehriye çorbası, mevsim salata, patatesli omlet). Kızım ders çalışıyor, ben bu satırları yazıyorum. Günün fotoğraflarını da ekleyince yazıya, İrlanda Defteri'yle buluşacağım. Sonra belki bir kahve daha içerim. Belli mi olur. 

1 Nisan 2025 Salı

Mart Alfabesi

Ağzımızın tadı yokken ne anlatacağım geride kalan ayla ilgili. Toplumsal alana yurdun dört bir yanından destek bulan protestolar, hukuka aykırı tutuklamalar, gözaltılar damgasını vurdu, kişisel alana ameliyatım. İkisi de sancılı, ağrılı. 

Bayram, bayram neşesiyle gelmedi pek çok eve. Tuttuk ucundan yine de. Annemle yemek yedik. Bayramlaştık. Ben Bilirim, izledik. 

Can sıkıntısı. Bu ülkede yaşamanın özeti bu. Facebook anıları, hatırlatıyor arada, bilirsiniz. Pek çoğu ülkedeki haksızlıklarla, hukuksuzluklarla ilgili. Bu günlere dair hatırlatacağı bir şey yok, olmayacak. Yazmadım, paylaşmadım. Başım belaya girer korkusu değil. Vurdumduymazlık hiç değil. Sessizliğim yeni değil. Var bir üç, beş yılı. Tam olarak hatırlamıyorum. Nedenini de çok iyi hatırlamıyorum. Belki kutuplaşmadan yorulduğum, yıldığım için. Belki gerçek hayatta sokakta değilken, klavye kahramanlığını ayıp bulduğum için. Belki sosyal medya protestolarının bize sağladığı tatminden kaçmak için. Belki gerçek mağdurlar varken tarafımı gösterme çabasında ayıp, kusurlu bir yan bulduğum için. Kendimi ifade etme, üzülme, tüm bu olanlar karşısında yas tutma hakkımı kendi, kişisel alanımda yaşamak istediğim için. 

Çay demleyeceğim bu yazı biter bitmez. Bayramın son gününde, ağzımıza layık kahvaltıda bize eşlik etsin diye. 

Dayanışma sandığı kuruldu yurdun dört bir yanında. Parti üyesi olmayan bizler de sandık başındaydık, Ekrem Başkan'a destek için. 

Ekrem İmamoğlu, bu ay içinde, diploması iptal edildi, yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Ve tutuklandı, yolsuzluk davasından. 

Filiz Akın da vefat etti. Çocukluk, gençlik hatıraları gidiyor birer birer. Yeşilçam'ın en zarif kadınlarından biriydi. Geçmiş Bahar Mimozaları dizisinden anımsıyorum onu. Mehmet Günsur bir ergen oyuncu o günlerde. Biz de öyle. Beğeniyoruz, konuşuyoruz. 

Gerim gerim geriliyoruz. Aklımıza mukayyet olmak şart. 

Halk protestoları. Kendiliğinden gelişti. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasından sonra. İfade özgürlüğü için, medya sansürü için, otoriter rejime karşı çıkmak için, hukukun üstünlüğünü savunmak için, özgür ve adil seçimler için, seçilmiş siyasetçilerin, mesleğini yapan gazetecilerin serbest bırakılması için. 

Ikınma! Ne çok duydum bu sözü doktorumdan. Ikınma. Bol su iç. Yazıya birkaç yudum su molası. 

İncel Kültürü. Ergenlik (Adolescence) dizisiyle gündeme geldi. Alfa Males dizisinde de yer alıyordu. Oradaki değini çok daha eğlenceli ve komikti. 

Japonya, Çin... Bayram için o taraflara giden bir tanıdığım var. Sosyal medyayı aktif kullanan, gezmeyi çok seven ve değişik yerlere giden. Bir tarafı eskisi gibi videolar, fotoğraflar paylaşmak istiyor belli. Bir yanı linçten korkuyor. Ülkem, güzel ülkem diyor. 

Konca Kuriş, Müslüman, feminist yazar. İslam ve kadın haklarına ilişkin görüşleri nedeniyle akıl almaz işkencelerle öldürülen cesur kadın. Sessizce çıkan bir afla katili serbest, canım gençler içerideyken. 

Leylek Yaren geldi yine, on dördüncü kez. Adem amca ile kavuşması gecikince yüreğimiz ağzımıza gelmedi desek yalan olur. 

Mahir Polat. Kültürel mirasın korunması, müzecilik ve mimarlık tarihi alanında uzman bir isim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü mezunu. İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans programına kaydolmuş. Yüksek lisansı YTÜ'nden, müzecilik üzerine. İstanbul'daki tarihi ve kültürel değerlerin korunması üzerine sayısız projede çalışmış, katkı sunmuş değerli biri. Ve biz onu tutukluluğuyla, geçirdiği anjiyodan sonra sağlık hizmeti alması gerekirken hapishaneye geri gönderildiği haberleriyle anıyoruz. Ne acı! Ve Maltepe mitingi. Ne güzel, ne umutlu şey, alanları dolduran milyonları görmek.  

Nefes almak kolay değil bu şartlar altında. Ama bir yolunu bulmalı. Her zaman bulmalı. Benimki okumak (bunu sürdürmek daha güç) ve yazmak. Bir de dikkatimi nefesime vererek, sahiden fiziksel olarak nefes almak ve vermek. Ya seninki?

Ordu'da, köyde babamın mezarı. Ne zamandır gidemedim. Sanal Yazıevi'nden tanıdığım, Cem Şen eğitimleri eğitmenlik sürecini sürdüren Özlem Çetinkaya, şöyle yazmış İnstagram hesabında: 

"Mezarlığa gitmeme gerek yok, ben zaten sevgimi, özlemimi sunuyorum olduğum yerden. Çokça duydum, çokça zikrettim bu sözü. Ama bu sabah başka bir şey oldu fark ettiğim: mezarlık sevdiğindeki toprağın toprağa, suyun suya, havanın havaya dönüştüğüne tanıklık eden yer ve çok kıymetli. O şahitlik düşünülerek idrak edilmiyor." Özlem haklı. Hem de çok. 

Özgür Özel. Daha iyi konuşuyor artık meydanlarda. Topluyor, kapsıyor ve koşturuyor. 

Pikaçu! Eylemcilerin arasında koşarkenki videosu ne çok insanı gülümsetti, yok yahu güldürdü, bildiğin. 

Rahatlık, kolaylık, destek ihtiyaçlarımı sağlamakta zorlandığım bir ay oldu. Evde, yanımda kalınsın, iki öğün yemeğim hazırlansın, şefkatli bir ortam sağlansın diye hayal etmiştim. Bunları talep etmenin de bir zorluğu, kırılganlığı var. Mahrum kalmanın yarattığı konforsuz duygular, hayallerime kavuşamamanın yarattığı özlem de fiziksel acı kadar yaralayıcı. 

Saraçhane. Doldu, doldu taştı. 

Şeker ikram ettim, karşı komşumuzun oğluna, fıstıklı badem şekeri. Çok lezzetli dedi, kendinden memnun. Çocukların memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini doğrudan dile getirmesi yüzümüzü güldürüyor. Yalansız dolansız. Pat diye, dürüstçe. 

Temmuz, bir güzel çocuk. Bilgisayar mühendisi olacak. İsmi "bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter bir oğlum olacak adı temmuz  karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz" dizelerinden. Bir hekim arkadaşımızın oğlu. Demokratik haklarını kullanmak için gittiği protesto gösterilerinde önce gözaltına alındı. Sonra tutuklandı. Silivri'de şimdi. Babası gösterilerde kırılan gözlüğünü yaptırmış. Veremedi hâlâ. 

Uzak yerlere gitmek istiyorum bazen. Kafa dinlemek. Gerçekten sadece yaşadığım o anla ilgilenmek. Anın tadını çıkarmak. Geçmişin ağırlığından, geleceğin belirsizliğinden kurtulmak, her ikisiyle de dost olmak ama en çok ana odaklanmak. 

Üzüntü. Bu ay bize en çok kalan. Üzüntü ve muz kabuğu. Bu repliği hatırlayan var mı? Pepe'nin balonuyla nereye gitmek isterdiniz? Tam şu anda?

Volkan Konak. Kuzey'in oğlu. Sahnede fenalaşarak vefat etti. Sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun. Duruşuyla sevilen bir sanatçıydı. Giderken kalplerden uğurlanışı da bunu gösterdi. 

Yumurtaları bir arkadaşımdan alıyorum, yıllardır, kendi küçük işletmesinde üretiyor, haftada üç gün dağıtıyor. Yerel üreticiden alışveriş yapmak, az tüketmek, gönüllü sadelik. Boykot öncesi de hayatımdaydı, kalmaya da devam edecek. 

Zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, esmer ekmekle yapılan kahvaltılar. Bu ay da başımın tacıydı. Eh vakti geldi. Gidip hazırlamalı. 

31 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 31 Mart

Pilavdan dönmedim! Kaşığı kırmadım! 

Stefan Zweig'ın Satranç adlı novellasını okudum. Tuhaftır, Zweig'ı hiç okumadım ben. İki, üç yıl önce Mürebbiye'yi sesli olarak dinledim yalnızca. Kabaca konusunu biliyordum elbette. ABD'ye gitmeden New York'un ya da Los Angeles'ın ikonik binalarını bilmek gibi bir şey, bu. 

Zweig'ın hikayesini bilirsiniz. 1881 doğumlu yazar, Viyana'da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nazilerin iktidarda birinci yıllarında, artık tamamıyla totaliter rejime geçtiği zaman, henüz 53 yaşındayken şehrinden ayrılmak zorunda kaldı. Önce İngiltere'ye, ardından 1940'ta Brezilya'ya göç etti. Kıta Avrupası'nda yaşanan soykırım, acılar, zorunlu göçün yarattığı umutsuzluk nedeniyle 1942 yılında eşi Charlotte (Lotte) ile intihar etti. Satranç, yazarın ölümünden önce yayımlanan son kitabı. Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu derin ilgi nedeniyle derinlikli karakterler yaratmasıyla tanınan yazar, bu kısa ama yoğun novellada insanın faşizm karşısında uğradığı ağır yıkımı, Dr. B karakteri üzerinden gösteriyor. Dr. B Viyana'nın ileri gelen ailelerinden bir avukat. Naziler iktidara gelince iş bağlantıları nedeniyle gözaltına alınır. Aylar süren tecrit, tutukluluk süresinde sayısız kez sorgulanır. Neyle suçlandığını bilmeyen B. açık vermemek, psikolojik şiddete karşı direnmek için elinden geleni yapsa da, giderek zorlanmaktadır. Bir gün sorgu öncesi bekleme odasında bir askerin montunun cebinde gördüğü kitabı çalması onun için bir dönüm noktası olur. Şampiyonalarda oynanan satranç maçlarının hamlelerinden ibaret kitapçıkla zihnini meşgul tutmaya, psikolojik olarak direnmeye başlar. Ancak zihninde gerçekleşen yüzlerce maçtan sonra kendi kendine oynamaya başlar. Giderek sinirleri yıpranır. Akut bir sinir krizinden sonra hastaneye yatırılır. Doktor raporuyla serbest kalır. On dört gün içinde vatanı terk eder. Zihninde yarılmaya yol açan satrançla tekrar hemhal olmaz. Ta ki bir gemi yolculuğuna kadar. 

Amerika'dan Arjantin'e doğru yol alan gemide bir satranç şampiyonu vardır. Macar bir köylü olan Czentoviç, akademik olarak son derece başarısız olmasına karşın yanında büyüdüğü papazın satranç oyunlarını izleyerek kendiliğinden öğrenir. Giderek dikkat çeker, yıldızı parlar ve uluslararası arenada oynamaya başlar. Gemide onu tanıyan  bir grup yolcuyla ücret karşılığında oynar. Giderek artan seyirciler arasına dahil olan Dr. B satranç tahtasına çekilir. Karşısındaki oyunun, kitapçıkta yer alan bir maça çok benzediğini fark edince, kendini tutamaz ve oyuna dahil olur ve oyunun gidişatını değiştirir. Ertesi gün için şampiyon onunla maç yapmak için saat verir ve gider. Dr. B çekimserdir. Anlatının ilk yarısında gemi yolculuğunda gerçekleşen satranç maçı anlatır. Sonra anlatıcı kahraman, Dr. B ile uzun bir sohbette onun hikayesini öğrenir. Ertesi gün iki oyuncu karşı karşıya gelir. Dr. B için Nazilerin uyguladığı psikolojik şiddeti anımsatan oyun giderek yoğunlaşan bir içsel çatışmaya döner. Dr. B, artık kurtuluşun değil, çöküşün sembolü olan oyunu yarım bırakır. Neden bıraktığını biz biliriz, anlatıcı bilir ama entelektüel açıdan çok zayıf, satrancı mekanik olarak beceren şampiyon bilmez, bilemez. 


30 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 30 Mart

Sabah uyandım. Baktım ekmek yok. Eve en yakın markete gittim. Şansıma açık. Ekmek ve biraz kahvaltılık satın aldım. Aldıklarımın küçük boy olmasına dikkat ettim. Çok yük etmeden eve geri geldim. Kapıyı açarken karşı komşularımla karşılaştım. 3-4 yaşlarındaki oğlan, Sani'yi görünce heyecanlandı. "Anne onlarda da bir şey var," dedi. Bir şey dediği evcil hayvan. Çünkü onların da bir köpeği var. Sonra çok büyük, dedi, büyümüş dedi. Hatırladı muhtemelen. Fıstıklı badem şekeri ikram ettim. Afiyetle yedi. İlk bayramlaşmamı da onlarla yapmış oldum. 

Bugün pek iyi hissetmiyorum. Öldürmeyen ve dahi süründürmeyen ama varlığını hep hissettiren bir ağrı saplı. İçeride kim bilir neresi nereye dikili ve gerili. Normal biliyorum ama katlanamıyorum. Hava soğuk ve kapalı, ara ara da yağışlı. Çift çorap ancak kesti ayaklarımın üşümesini. Ki bir tanesi hayli kalın. Tek başına yetmeli normal koşullarda. Kahvaltının ardından uzandım. Telefonda reels videoları izleyerek zaman öldürdüm. Sonra epeyce süredir izlemediğim Muhteşem Yüzyıl'a döndüm. Nerede kaldığımı buldum ve bir bölüm daha izledim. Baktım yağmur şakır şakır yağıyor. Kızım da bayram ziyareti için anneannesinde, gidip onu aldım. Evde bir şeyler izleyelim, istedik. Netflix'i tavaf ettik. İlgimizi gerçekten çeken bir şey bulmakta zorlandık. Onca bolluğa karşın. Detektiflik hikâyeleri, İkinci Dünya Savaşı dönemi filmleri ortak ilgi alanımız. Oralara bakındık. Britanya yapımı mini diziler etiketine gittik, Netflix'in arama sayfası hiç de iyi değil bence. Neyse oradan benim daha önce izlediğim "İyi Bir Kızın Cinayet Rehberi" dizisine ulaştık. İkinci kez izlemeyi dert etmeyeceğim için açtık. İlk bölümü izledik. Ardından yemek molası verdik. Buzdolabı tamtakır kuru bakır olduğu için buzluktan mantı çıkardık. Kızım mantı haşlarken ben de domates, salatalık, kapya, kuru soğan ve konserve mısırla salata yaptım. Kalan yoğurt ve salça sos yapmaya yetti de arttı. Böylece geç öğle, erken akşam yemeği işi halloldu. Ardından bir bölüm daha izledik. Peşinden çay, meyve servisi. Kızım ödevlerini yaparken ben de yeni bir sekme açarak bloğa yazmaya koyuldum. Dik oturmak ne olası ne de konforlu. Kucağıma yasladım laptopu, altında bir kırlent destek olmakta. Laptopun alt kenarı ameliyat sahamın uzağında yazıyorum. Söylenmemeye, inlememeye çalışıyorum. 

Akşamı ettik. Bayramın ilk günü bitti sayılır. Biraz moralim bozuk. Bugün pazar neredeyse iki hafta bitti sayılır. Çarşamba gününe verdiğim randevular var. Bu künt ağrıyla ne yapacağım, hiç bilmiyorum. Çalışabilecek miyim, biraz daha mı dinleneceğim, bunu çarşamba günü göreceğim. Limit bedenim. O ne diyorsa, o! En son ayın 16'sında evi süpürdük. Sonra birkaç kere kızım görünen toz öbeklerini çekti süpürgeye. Kirli çamaşırlarımızı ve bulaşıklarımızı yıkamak dışında temizlik namına yaptığım tek şey, tuvaleti ve lavaboyu fırçalamak oldu. Bayram bitince temizlik için birini bulmak şart. 

Bunca sıkıntının arasında gerçekten içinde kaybolabileceğim, sürükleyici bir kitap bulmak iyi olurdu. Raflara bakıyorum, bakışıyoruz, alıyorum. Biraz okuyorum, başucumda üç, beş, on sayfa okunmuş kitaplardan oluşan bir kule yükseliyor. Geri çalışma odasına taşıyorum. Elde var sıfır. Kendime ince bir kitap seçecek, okuyup bitirecek ve yarın ayın son günlüğünde hakkında birkaç kelam edeceğim. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!


29 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 29 Mart

Ramazan da bitti. Bu akşam son kez iftar yapıldı. Yarın bayrama uyanacağız. Arife günü olmasının verdiği bir hareketlilik, canlılık vardı sokaklarda. Ama asıl coşkulu kalabalık Maltepe'deydi. Bu ülkede yaşamak tüm güçlü, tezat durumları aynı anda yaşamak, aynı yüreğe sıkıştırmak gibi bir şey. En basit tabirle rahatsız edici. Hep uçlardayız, dengesizdengesiz. Üzüntü, umut hep iç içe. Bir bakıyoruz hukuksuzluk diz boyu.  Siyasetçiler, gazeteciler, gençler içeri alınıyor, kötü muameleye maruz kalıyor. Ne vicdanımız alıyor yaşananları ne yüreğimiz kaldırıyor. Bir bakıyoruz iki milyon insan sokakta. Çok yürek olduğumuzu görmenin umuduyla içimiz ferahlıyor. Ferahlığımız, umudumuz katlana katlana artsın. Adaletsiz tutuklamalar son bulsun, sevenler kavuşsun. Bayramdan başka da bir muradımız yok. 

Ben bu satırları yazarken youtube'ta bir astrolog konuşuyor. 2025 Haziran'ından itibaren bizi, bizi derken Türkiye'yi güzelliklerin beklediğini muştuluyor. Umut, mutluluk, bereket, para bizimle olacakmış. Dilerim, haklı çıkar. İyiliğe, güzelliğe, bolluğa hasretiz. İşte o zaman hayat gerçekten de bayram olacak. 

Gelelim eli kulağında bayrama. Bayramların yaz aylarına denk geldiği yıllarda bayram, deniz tatili yapmaya vesile oluyordu. Bu yıl bu adeti bozuyoruz. Bu bayram, nekahat dönemi zaten. Evde dinlenmeye devam! 

Yarın sabah anneme kahvaltıya gideceğiz. Peşinden bayram çikolatası, kahvesi. Oturmaca. Evlere dağılmaca. Üç gün boyunca, ye, iç, yat, uyu ile geçecek. Hazır fırsat varken zamanı evi düzenlemek, ihtiyacım olmayan kıyafetten, kitaba, ev eşyalarına kadar fazlalıkları ayıklamak şahane olurdu. Koli koli eşya çıkacağına eminim. Yılda bir yapmak lazım bu temizlikleri. Ağır kaldırma yasağı, beni bu türden bir ayıklama işine girişmekten alıkoyuyor ama ilk fırsatta yapacağım! Sözüm söz. 

Hazır her gün yazmaya başlamışken, nisan ayını da yazarak, her gün bir yazı alıştırması yaparak mı geçirsem acaba? Blogta değil ama, kağıt kalemle buluşarak, bir deftere her gün yazarak. Belki bu ısınmadan sonra, fiziksel olarak deftere yazmak belki yeni, yepyeni öykü fikirleri bulmama, üzerine çalışabileceğim ilk taslakların doğmasına yol açar. Hiç aklımda yokken kendime bir davet sundum. İcabet etmek uygun düşer. Hadi hayırlısı!


28 Mart 2025 Cuma

Bir günlüğü: 28 Mart

Pek çok blogger için bir aylık döngü tamamlandı. Bugün "Bir Günlükleri" bitiyor. 28 Şubat'ta başlayıp 28 Mart'a uzanan koca bir yazma serüveni. Ben ipin ucunu 1 Mart'ta tuttuğum için ay sonuna kadar yazacağım. Ne kaldı şunun şurasında. 

Bu sabah kontrole gittim. Kendi arabamı kullanarak. Dışarıdan dikişler alındı. Yara yerlerinde sıkıntı yoktu zaten. Ultrasonda da her şeyin yolunda olduğu müjdesini aldım. Çıkışta iki arkadaşımı aradım. Biriyle Kepez sahilde buluştuk. Tost ve çayla kahvaltı yaptık. Diğeriyle merkezde buluşup yeni açılan bir kafede kahve içtik. 

O yerde eskiden bir kuaför vardı. Sahibi medikal ayak bakımı da yapan tatlı bir kadındı. Pek çok kuaförün aksine tek çalışıyordu. Salonun adı Tayeçe idi. İlk kez duyduğum kelimenin anlamının soylu kadın olduğunu da ondan öğrenmiştim. Salonda asılı açık öğretim sosyoloji diploması, kelime seçiminin nedenini açıklıyordu. Topuklarımın epeyce çatladığı bir dönemde iki seans gitmiştim. Memnun kalınca anneme de önermiştim. Bir gün orada bir köy öğretmeniyle de tanışmıştık. Okul için kitap bağışı yapmaktan bahsetmiş, iş yerimden alabileceğini söylemiştim. Kitap ayırmak dert değil çünkü. Asıl ulaştırmak mesele. Bir daha yolum düşmedi oraya. Kitaplar da artık başka okula. Günün birinde. Geçenlerde tadilatı görünce fark ettim salonun kapandığını. Salonu başka yere mi taşıdı, temelli kapatıp emekli mi oldu bilmiyorum. Yüksek giriş dairenin önündeki küçük veranda, yanı, balkon altları, önündeki küçük alan, içerisi, dışarısı her bilime masa sığdırmışlar. Merkezi de yer. Yakında iğne atsan yere düşmez hâle gelir. Bir sade kahve içip kalktım. Evde dinlendim. Yemek yedim ve işe gittim. Ufak tefek işler gördüm. Eve geldim. Sani'şimle hasret giderdik. Ergenin aksine o ilgiyi seviyor. Ben muhabbetle konuştum. O bacaklarıma süründü. Buzdolabından yoğurdu kaptı. Kendime basit, hızlı bir yemek de hazırladım. Sıkı durun. Tarif geliyor. Noodle haşlandı. Mısırlı ton balıklı karışımla harman edildi. Bir çatal ve kaşık marifetiyle yendi. 

Netflix açtım ama ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Bugün sosyal medyada halimden haber verdiğim ileriye gelen yorumları, mesajları yanıtlıyorum yavaş yavaş. Cevapsız aramalara dönüyorum. Bir yandan da bu satırları yazıyorum. 

Sani gezdi, geldi. Ayak ucumda kıvrılmış uyuyor. Şimdi bacağımı uzatınca bir patisini attı üzerime. Sarmaş dolaş saadet içerisindeyiz anlayacağınız. 

Ne diyelim o zaman. Sarıp sarmalayanınız bol olsun. 

27 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 27 Mart

Günlerdir bacaklarımın ağrısından şikayet edince bugün varis çorabı giymeye karar verdim. Bacakları sarkıtıp güne başlamadan giydim sıkıcasarankandolaşımınırahatlatanumuyorumkiağrımıazaltacak olan çorapları. Uyandığımı fark eden Sani başladı konuşmaya. Mır da mır. Günaydın dedim, bekle kalkıyorum dedim. Banyoda buluştuk. Baktım kuyruğun altında bir karartı. Et beni olacak hali yok. Poposunda kene, salına, sallana geziyor, mama istiyor. Obur şey. 

Aldım elime preseli, tuttum kuyruğu, tam çekip alacağım, pırr. Kuş olsa daha hızlı kanat çırpıp uzaklaşamaz. Dört, beş başarısız denemenin ardından ıslak mama ve takabildiğim boyunluk sayesinde preselle çekip aldım. Sabah sabah macera! 

Kahvaltı, ardından iş. İki küçük prova. Anneme geldim. Akşam üstü göreceğim iki hastaya kadar burada dinleniyorum. Yemek yedim. Bir çocuk öyküsü yazmaya başladım. Yaklaşık üç sayfalık bir ilk taslak var şimdi elimde. Gerisi yeniden yazmak, biçimlendirmek, ahenk sağlamak. Kaba temizlik, ince işçilik. 

Gözlerim kapanıyor. Bir şekerleme istiyor bedenim. Ya onu dinleyeceğim. On, on beş dakika onu rahatlatacağım. Ya da kalkıp bir kahve içip uyaracağım. Makul olan bedene kulak vermek. Gün içinde dinleme fırsatı varken. 

Kısa bir merhaba, bana ufak bir mola. 

Yarın görüşmek üzere. 


26 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 26 Mart

Ayın sonu yaklaşıyor. Bu ay, en çok bu günlükler elimden tuttu. Ameliyat korkumu yatıştırdı. Sonrasında sıkıntımı an be an paylaşabileceğim bir alan sağladı. Gelen yorumlar destek oldu, güç verdi. Ve ilk kez ayda 8 yazı sınırının dışına çıktım. Pek hoşuma gitti bu keyfi genişleme. Her gün azar azar yazma, selamlaşma, diğer günlükçülerle paslasma... Keyifli, verimli şekilde girdim bahara. 

Dün ilk kez muayenehaneye gittim. Ufak tefek işler yaptım. Muayene çoğunlukla. Araya üç, dört saat mola koydum. Anneme yürüdüm. Geceliğimi giydim. Yemek yedim. Uzattım ayaklarımı kucağına. Bir de üstüne masaj yaptırdım. Oh mis! Yaşın kaç olursa olsun, annenin yanında çocuksun işte. 

Akşam arkadaşım beni muayenehaneden aldı. Birlikte eve gittik. Beni baş köşeye oturttu. Kızımla beraber bulaşık makinesini boşalttılar, yemeği ısıttılar. Salata yaptılar. Sofra kurdular. "Televizyon mu, sohbet mi?" anketinden sohbet çıktı. Arka fonda müzik. Hem yemek yedik, hem sohbet ettik. Sofra kaldırıldı. Kirliler yerleştirildi. Ben bitki çayı içtim, onlar birer bardak filtre kahve. 

Konu döndü dolaştı mezuniyete geldi. Kızım yirmili yaşlarımdan iki elbiseyi denedi. Boykot çağrısı üzerine ona da anlamlı geldi bu fikir. İlki, siyah, ince askılı, hafif yırtmaçlı zarif bir elbise. Üzerine ince siyah, ışıltılı şeritler işli. İşlemeler bel bölgesinde yoğunlaşıyor. Bağdat Caddesinde bir butikten almıştım. Bir nişanda giymek için. Kızıma da cuk oturdu. Çok da yakıştı. Diğeri üniversite mezuniyet balomdan kalma. Askılı, uzun siyah bir elbise. Sırtında çok hoş bir dekolte var. Açık sırta, üç sıra çapraz ip hareket veriyor. Bu elbise de yakıştı kızıma. Göğüs kısmı tam oturmadı, bol kaldı. Bir terzi eli değerse o da cuk diye oturacak. Kızımın defilesini sevgiyle izledik. Arkadaşım çok eski çünkü. Yeni mezun olduğum yıllarda bir erkek arkadaşım tanıştırmıştı. Biz ayrıldık ama arkadaşım ve eşiyle hiç kopmadık. İstanbul'dan sonra Çanakkale'de de beraberliğe devam. İyi günde, kötü günde. Doğumlar, hastalıklar, kutlamalar... İki güzel evladın büyümesi... 

Benim çok büyük kalabalıklarım yoktur ama arkadaşlıklarım uzun sürelidir. Yenilerine de yer açarım elbette ama yirmi yıllık, otuz yıllık arkadaşım da vardır. Bu da güven, uyum, samimiyet, kolaylık gibi pek çok konforu da beraberinde getiriyor. Büyük rahatlık doğrusu. Birbirinde sevgin, özenin, zamanın birikiyor çünkü yıllar içinde. 

Dün gece banyo yaptım. Ah bir de üzerine mışıl mışıl uyusaydım.  Şahane olurdu valla. Yataktan yumuşacık, dinlenmiş çıkardım. Oysa tüm gece sırtımda odun taşımış gibiyim. Deliksiz bir uyku çekmeye, dinlenmiş uyanmaya özlemim var. Yatsam bir masörün önüne. Kokulu yağlar eşliğinde bedenimi yoğursa, gevşesem, içim geçse ve uyusam sonra. 

Sabah sabah uykuya hasret satırlar, güne hazırlanmaktan ziyade yatağa çağırıyor insanı. Ama gözü açıldıktan sonra, yeniden uyuyanlardan değilim. En iyisi kalkıp çay demlemek. 


25 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 25 Mart

Sabah Sani'nin sesleriyle başladı. 

Şeker şey şırıl mırıl mırıldandı, miyavladı. 

Telefonda terapötik talimatlarla gevşemeye çalışırken ben. 

Uyanığım, uyanık, uyanmış, uzaklaştı sesler

Üstümde, üzerimde üff dedirten bir ağırlık ve gergin kaslar

Varis var veya huzursuz bacak

Yangı, yangın yara yerlerim hâlâ

Zayıfladıkça zararı, zevk almak kolaylaşıyor

Ansızın, aniden, ağırlaştı zaman

Bekle, bugün burada diyor

Canımda, ciğerimde cam kırıkları

Çile, çaba, çare dönüyor, dönüşüyor

Deniz dilimde değerli en değerli iki hece

Evde evladım en büyük yardımcımken

Fırtına, feryat figan sokaklar

Geri geldi Gezi ruhu

Heyecan, halay, hayret ile yapıştık ekranlara

Islak, ışıltılı, ırak sokaklar taşıyor umudu

İçeri, içeriye, içindeyken

Jale, Jankat, Jandarma 

Kalkan, kılıf, koruma

Limon, Lacan, Lavanta

Milyonlar metroda, metro metro olalı görmedi böyle kalabalık

Nerede, nasıl, neden ve ne zaman? 

Orada, oluyor, o zaman, bu zaman

Öpüyor, öksürüyor, ölüyor

Paraya, patriyarkaya, partilere karşı duranların karşında dev bir 

Rende, rendeliyor, rendeliyor, tırpanlıyor

Sessizlikten sonra ses veriyor milyonlar yine de, yine de. Sen de katıl. 

Şaşırma! Susma! Renklen! Pusma! Öpüş! Oturma! Neşelen! Meraklan! Lanetle! Kalk! Jetgibi! İlerle! Işılda! Heyecanlan! Gör! Fısılda! Ezme! Delirme! Çabala! Cesaretle! Bak! Anla!

Not: Bugünkü yazı da böyle çıktı. Bir çırpıda. Oyunsu bir yanı da var. S ile başladı alfabe, 3 kez yineledi aynı harf en az, her bir satır yeni bir harfle başladı. Başa dönünce geri sayım başladı. 

"İçinde oyun olmayan hiçbir şey yapma."

24 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 24 Mart

Bahar geldi ve kene sezonu açıldı. Sani dışarı çıkıp çayır çimen geze geze eve dönüyor. İç dış paraziti düzenli yapılıyor. Bu sayede kene cildinden içeri girmiyor ama ben bit ayıklayan anne maymun gibi üzerinden bir, iki kene topluyorum her gün. Alıştım artık. Panik yok. Eve girer girmez güvenlikçi gibi çöküyorum ensesine. Postu bir güzel kontrol ediyorum. İşaret ve baş parmağım bir kıskanç, bir pense adeta. Üzerinden alıyorum. Yallah lavaboya. Üzerine musluğu açıyorum. Sel suyuna kapılıp gidiyor. Böyle yazınca kendimi kötülük hissettim ama haşerelerle mücadele diye bir gündemi var insanın. 

                                                                                 *

Bu yazıda parçaları bir araya getirmek için çaba harcamayacağım. Bilinç s.çışı, bu dağınıklığa, gelişi güzelliğe akışı demek ayıp kaçar. Haddimi de bilirim. 

Sabah rutinleri gerçekleşti. Tuvalet, demir hapı, evlatları dışarı sal, kahvaltı... Çalışma masamın üzerindeki dağınıklığı topladım. Kağıtları, kitapları istiflemek, kalemleri kalemliğin içine koymak büyük fark yarattı. Aferin bana. Yazma projesi 101 için bir başka başvuru kitabı daha taşıdım salona. Biraz okudum. Telefonuma ses kaydı aldım. Not tutmanın hızlı yolu. Elimde bir çocuk romanı fikri var. Oleyyyy! 

                                                                                  *

Aslan yattığı yerden belli olurmuş. Çöplüğe döndü salon. Gün içinde salonda yatıyorum. Başucuma dindiğim dört kitabı çalışma odasına taşıdım. Çarşafı düzelttim. Yastıkları, örtüleri hizaladım. Milyon kez arayan ttnet'in çağrısını reddecekken sözleşmenin bittiğini ve son aylarda yüksek tarife ödediğimiz hatırlayıp açtım. Gelen teklifi değerlendirdim. Çocuk öykü dosyaya baktım. Üç ayrı öyküyü birbirine tep ekledim. İki öykü daha yazmayı planlıyorum. Konu fikri yok henüz aklımda. Birkaç kırıntı yalnızca. Üç öyküyü okudum. Düzeltmeleri yaptım. Kaydettim. Biraz uzandım. Dinlendim. Su içtim. Komposto içtim. Bol sıvı almak şart.  

                                                                                  *

Kısa bir çocuk kitabı okudum. Mutluluk Kutusu. Daha önce de okumuştum. Büyükannenin huzur evine gönderilmesi, anne baba ayrılığı, taşınma, annenin piyanosunun satılması, annemin yoğun bir hüzün ve mutsuzluk içine çekilmesi, evin küçük kızının hem kendi mutsuzluğuyla başa çıkma hem de annesine iyi gelme çabalarının anlatıldığı Mutluluk Kutusu Kanadalı yazar Charlotte Gingras'a ait. İncecik bir kitap. Güçlü bir kız ve anne başrolde. Çöküşten, yıkıntıdan çıkışın hikayesi. Baba anneyi iş arkadaşıyla aldatıyor. Çocuk ve anne onları tesadüfen trafikte, arabanın içinde görüyor. Baba evi terk ediyor. Yabancı yazarlar bu konularda bizden daha rahat kalem oynatıyor. Hayatın içinden her tür örneği okura sunuyor. Çünkü hikayeler aynı zamanda duygu eğitimi de sağlıyor. Bizim yayıncılar da çevirip basıyor. Yerli yazarlardan bu tür içerik başvuruları oluyor mu? Yayıncıların yaklaşımı ne oluyor? Merak ettim. Clara'nın babası karısını terk edebilir ve onun akli dengesinden şüphelenebilir, çocuk pekala madem deli olduğunu düşünüyorsun, neden beni onunla yalnız bırakıyorsun diye hesap sorabilir. Peki ya Cansu, Cansu'nun babası? Onların bu deneyimlere izni var mı? Yayıncı, okur, çocuğa kitabı tavsiye eden, alan öğretmen, ebeveyn nezdinde durum nedir? Yaklaşım, yönelim nedir? Merak ettim. Bir öğretmen önerse örneğin hakkında CİMER başvurusu olur mu? Müdüriyete şikayet gider mi? Olmaz diyemeyiz. Öyle değil mi? Sabahtan akşama çocuk yanında tuhaf realite programlarını izleyenler küçüğün ahlakını bozacak örnek teşkil ediyor diye koşa koşa çalabilir bu kapıları. Metnin içinden kopartılan örnek, bağlamından da koptuğu için vereceği mesaja dair ahlakçı yargılarda bulunmak yanlış ve gereksizdir, biliriz ama deneyimleyebiliriz pekâlâ. Al sana sansür, otosansür. 

                                                                                  *

Bugün hava kapalı. Evin içi de soğudu. Tuvaletim geldi. Gözlerim de kapanıyor. İdeal şartları sağlayıp öğle uykusuna yatmak şahane fikir! Tuttum valla. Yapacağım. Bahar ayları, dengenin henüz tutturulmaması demek, mart ayı yarısı kış, yarısı yaz demek. Dengelemek ve mevsim geçişine uyum sağlamak için bir araç da uyku. Hadi müsaitseniz siz de benimle gözlerinizi kapayın ve şekerleme yapın. Tazelenme garantili reçete. Doktordan. 

23 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 23 Mart

Dün gece çok huzursuz geçti. Uykusuzluk, huzursuzluk, ağrı iç içeydi. Tuhaf rüyalar da cabası... Fiziksel rahatsızlık zaten var. Sırtımın, belimin, karnımın ağrısından gerçek anlamda dinlenmeye, gevşemeye, derin bir uykuya hasretim. Benim doğal uyku pozum yan yatmak, bir bacağımı karnıma doğru çekmek, diğerini ise düz uzatmak. Arada dönmek. Karın bölgeme bası gelmesin diye sırt üstü yatmak, uyuyamamak beni çok yordu. Üzerine siyasi iklim, keyfi gözaltılar, tutuklamalar ile hukukun hiçe sayılması hepimizi üzüyor, yoruyor. Bu hallerde girince yatağa uyku da haram oldu. Kalktım, gezindim, bir şeyler dinledim. Salona geldim. Kanepeye uzandım. Bölük pörçük birkaç saat uyudum. 
Bugün dayanışma sandığına gitmeyi istiyordum. Tutukluluk kararını görünce kaçınılmaz oldu. Evde yalnızdım. Çayımı demledim. Menemen yaptım. Peynir, mısır unlu simit. Ağzıma layık pazar kahvaltımı yaptım. Ablamı beklemeye koyuldum. Günlerdir üzerimde pijama var. (Ne nefis bir kıyafet. Yumuşacık, baskı yok.) Giyinmek icap etti. Beli lastikli bir kot giydim önce. İçinde rahat edemeyeceğimi derhal anladım, çıkardım. Beli lastikli penye bir pantolon giydim. Üstüme uzun kollu penye. Eve çıktığımdan beri ilk kez dışarı çıktım. Merdiven yerine rampaya yöneldim. Minik minik adımlarla yürüdüm. Arabaya bindim. Yollar şahaneli olduğu için kıvrım kıvrım kıvrandım. Dayanışma sandığına değil de doğuma gider gibi nefes al, nefes ver şeklinde geçti o birkaç kilometrelik yol. İlgi büyüktü. Kalabalıktı. Ablam ve annem sıraya girdi. Ben bir sandalyede oturdum. 5 sandık olduğu için sıra hızlı ilerliyordu. Kalktım. Yanlarına gittim. Erken çıkmışım dışarı. Çok zorlandım. Sandıktaki görevli adımı yazmam konusunda yardım teklif etti. Nasıl görünüyorsam artık. Adımı yazdım. İmzamı attım. Seçimimi yaptım. Genç, yaşlı, hasta herkes desteğini göstermeye koşmuş. Umutlu şey doğrusu. 
Hazır kordona gelmişken bir kahve içelim, dedik ama ben su koyverdim. Oturmak çok ızdırap verince gerisin geri eve döndük. Karın ağrıma gaz sancısı eşlik ettiği için bitki çayı içmek istedim. Ablamdan adaçayı istedim, bahçede var, dedim. O adaçayı değil, bir çeşit lavanta, dedi. Fark etmez. Her koşulda içilir, dedim. Sıcak suyla demledi. O yaz adaçayı ve lavanta almıştım. Lavanta tutmamıştı. Uzun ince, çiçekli bir de dalı vardı, ben kuruyanın lavanta olduğuna çok emindim yani. Hem çiçek de açmıyor. Bugün kokusu ve tadı karşısında şüpheye düştüm. Epeyce tuttu bu bitki. Belki çiçeğe geç duran bir lavanta cinsidir ya da çiçeksiz bir türü. Bilmiyorum. Anlayacağım. 
Annem ve ablam gittikten sonra yemek yedim. Netflix'te bir film açtım. Hollywood klişesi bir romantik film. İlk sıralardaki önerilerdendi. Cennet Gibi, bir şey adı. Tam da ihtiyaç duyduğum şey. Ansızın karşılaşma, çatışma, tanışma, yardımlaşma ve aşka düşme. İyimser, umutlu. Olaylar San Francisco'da geçiyor. Bir kadın, bir de erkek var. Bu bir fıkrayı anıştırıyor ama neydi bak onu hatırlamıyorum. 
Kızım akşam babasıyla yürüyüşe gitmek için aradı ve izin istedi. Tarihi günler. Heyecanlanıyor ve oradaydım demek istiyor. Anlıyorum onu. İzin de verdim zaten. Bununla beraber kendimi yalnız ve hüzünlü hissettim. Bu tür olaylar, geçmiş travmaları çağırıyor galiba. Kendimi yalnız hissettiğim başka anlar, anılar koştu geldi. Dedim bu iyi değil. Önce bir arkadaşımı, sonra ablamı aradım. Arkadaşım adada, ablam evdeydi. Gelip beni almayı teklif etti. O arada bir başka arkadaşım mesaj attı. Gelmek istediğini söyledi. Müziği açtım. Saçlarımı yıkamadan duş aldım. Pijamamı değiştirdim. Dişlerimi fırçaladım. Yüz kremi sürdüm. Saçlarımı taradım. Topladım. Salondaki yerime kuruldum. Aldım elime telefonu kaldığım yerden yazmaya devam ettim ve burada buluştuk işte. 
Noktayı koyar koymaz arandım. İçimi iyimserlik kapladı. Hak, hukuk, adalet dışında yakınlık, anlayış, destek ve sevgi de arıyoruz, her birimiz. Blogta 1111. kez buluşurken, tüm bu insani ihtiyaçlarımızın karşılandığı güzel günler diliyorum. Nice 1111'lere...


22 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 22 Mart

Bugün bir değişiklik yaptım ve yazma işini erteledim. 

Uykuda geçirdiğim saatlerde büyük bir aydınlanma yaşamadım, ilginç bir rüya görmedim, aynı sabah rutinini satırlara aktarmak istemedim. Dün gece de dizi izlemek dışında bir şey yapmamıştım. Ve evet yataktan zor kalkıyordum. Uyumak zordu. Bla bla... 

Bugün güne değişik başlayacağım arkadaş, dedim. Cumartesi sabahı. Kırk yılda bir evdesin. Keyfini çıkar, dedim. Bir tatil sabahını keyifli kılan nedir? 

İlk sırada deliksiz, uzun bir uykudan kendiliğinden ve dinlenmiş olarak uyanmak gelir bence. İkincisi aileyle güzel bir kahvaltı. Z raporu, samimice: uykum bölündü, illaki, koridorda bir aşağı bir yukarı depar atan bir kedi, kahvaltı yapmayı sevmeyen bir evlat. Sonuç: kediyi saldım, kahvaltıyı yaptım. Kızım ayak üstü birkaç dilim salatalık yedi. Dün annemin katladığı çamaşırları yerli yerine kaldırdı. Sürahi leri doldurdu. Çöp kovalarının kirli poşetlerini aldı, ağzını bağladı, temizlediniz yerleştirdi. Babasının iş yerine gitti. Orada zaman geçirmeyi seviyor. 

Ben de çok temiz olmayan ama derli toplu duran salonla bakıştım. Kendime "Ben bugün ne yapmak istiyorum, neye ihtiyacım var?" diye sordum. İyi de oldu. Duyasım gelmiş. Böylece kendimi dizilerle uyuşturmadan, sosyal medya selinde sürüklenmeden hoşça zaman geçirmek için harekete geçtim. Yardıma ihtiyaç duyduğunuzda kolayca isteyebilir misiniz? Yoksa her şeyi kendim hallederimcilerden misiniz? Ben çok net ikinci gruptanım. Hayatın zorlu evrelerinde genellikle yardımsız o evreyi atlatmaya çalışan, belki de bu yüzden yıllarca gevşemeye fırsat bulamayan bir ben var, benim önümde. Bir git, dedim sabah ona. Telefona sarıldım. 

Bugün bir değişiklik yaptım ve yardım istedim. 

İki arkadaşımı aradım. Birinin evi de yakın. Davet ettim. Yalnızca sohbet etmek için. Üç evladı olmasına, oruç tutmasına ve akşam iftara misafir davet etmesine karşın (son iki koşulu bilmiyordum) kısa sürede atladı, geldi. O gelmeden diğer arkadaşımı da aramıştım. O da geldi. Önce ikimiz, sonra üçümüz, daha sonra ikimiz oturduk. İkinci arkadaşım mutfağı da toparladı, süpürdü. Hem sosyalleşsin, hem desteklendim. Daha ne olsun. Yarım gün böyle geçti. Sonra arkadaşımın getirdiği söğüş dalakla sandviç yaptım. Bitki çayı içtim. Evin içinde yürüdüm. Dizi izledim. Halit Ergenç'in oynadığı Netflix dizisi: Adsız Aşıklar. Hiç fena değil. Tam seyirlik. Yormuyor, üzmüyor, iç karartmıyor. Bundan iyisi Şam'da kayısı. Bu atasözünü doğru kullandığımdan hiç emin değilim ya neyse. 

Annem bamya pişirmiş. Ameliyat sonrası bağırsak aktivitem yavaşladı her nedense. Bu yüzden kuru kayısı almış. Doktor tembihlemişti. Ikınmak, zorlanmak yok. Bağırsak mevzularına da girdim ya burada, inanamıyorum. Edebiyattan, masaldan, ebeveynlikten nerelere geldik! Bugün de böyle olsun. 



21 Mart 2025 Cuma

Bir günlüğü: 21 Mart

Bugün bahar ekinoksu. Geceyle gündüz eşit, karanlıkla aydınlık. Işık galip gelecek önümüzdeki günlerde. Sonra gücü bitecek, geri çekilecek. Gecenin, karanlığın hükmü sürecek. Ve bu böyle devam edecek. Bizden önce, bizden sonra. Doğanın kusursuz ritmi, döngüsü her daim iş başında. 

Dün gece Gabor Mate'nin webinarını dinledik ablamla. Notlar da tuttuk. Ben yazarak öğrenenlerdenim. Ses ve görüntü kaydı sonsuza kadar benim arşivime girecek dahi olsa canlı ders sırasında kendi anlam dünyam içinden bana dokunan, önemli bulduğum yerleri kendi kelimelerimle yazmadan duramıyorum. Öğrenmek için maksimum duyumu devreye sokuyorum galiba. 

Gabor Mate'nin üslubu çok sakin, katılımcı sorularına yaklaşımı bir o kadar sevecen ve şefkatliydi. Anlattıkları hiç duyulmamış şeyler değildi ancak fazlaca teorik ve anlaşılmaz bilgiye boğmadan derli toplu bir çerçeve sundu. Canlı dinlediğime memnunum. Evde ebeveynlikle ilgili yığınla kitap var. Yavaş yavaş okumak istiyorum. Raflardan beynimin kıvrımlarına sızsın. Bedenimin, sezgilerimin bilmeden bildiklerini bilincime getirsin, daha tutarlı, güven veren bir ebeveyn olabileyim diye. Ebeveynlik zor bir yolculuk. Orada sakin, sevecen, şefkatli ve ebeveynlik ideallerinle, hedeflerinle uyumlu hareket edebilecek kapasitede kalmak her zaman mümkün değil. Önemli olan niyetinle bağını kesmemek, sürdürmek için çabalamak. Çocuğa teşhis koymadan, davranışını düzeltmeden önce bağları güçlendirmek. Odaklanmamız gereken yer buralar. Bir kez daha anladım. Nisan ayında Şefkatli Ebeveyn Günlükleri'ne devam edeyim. Empati kaslarımı geliştirmeye devam edeyim. 

Gece zor uyudum. Gün içinde bu kadar hareketsiz kalmak bacaklarımda huzursuzluğa, ağrıya yol açıyor. Sırt üstü yatmak da zorluyor. Karnım da davul gibi gergin. Şiş. İçeride kim bilir nereler nerelere bağlı, dikili. Düşünmek dahi istemiyorum. İnsan aklının tıp konusunda gösterdiği ilerleme, hünerli aklı karşısında şapka çıkarıyorum sadece. Doktorlar, iyi ki varlar. Minnettarız. Patoloji raporu gelmedi henüz. Bir şüpheden bahsetmedi doktor ama temiz kağıdı alana kadar % 100 konuşulmayacağını da geçmiş tecrübelerden biliyorum. Kaygılı mıyım? Emin değilim. Sahiden içimde kötüye dair bir beklenti yok. İç sesim, sezgilerim diliyorum ki beni yanıltmaz. Bedeninde iki kez hücre çoğaltmış biri olarak Gabor Mate'nin anlattıklarıyla ilgilenmem doğal sayılmalı. Bu dinlenme molasını anlattıklarını okumak, dinlemek, üzerine tefekkür etmek için bir fırsat olarak göreyim. Anlamsız reels videoları arasında zaman öldürmek yerine kendim için verimli bir şeyler yapayım. 

Bu sabah da erken uyandım. Demir hapımı içtim. Banyo yaptım. Ayakta durmak daha az zorladı. Doktor iki gün önce izin vermişti ama o zaman gözüm almamıştı. Bugün yapabildim. Yardımsız. Saçlarımı kuruttum. Yeşillik ve beyaz peynirle sandviç yaptım. Sallama çay içtim. Ellerim, ayaklarım soğuk biraz. Şimdi odama gidecek daha kalın bir çift çorap giyecek, bir battaniye alacağım. Bekleyin çok gecikmem. 

Hah buradasınız ☺ Hazır kalkmışken bir de çay yaptım kendime. Martaniçkamı bahçedeki bahar dalına astım. Fotoğraf da çekecektim ama rüzgarlıydı. Üşümek istemedim. Çimenlerin üzerine bastım. Ağır ağır ilerledim. Sarı karahindibaların, çimenlerin arasında kaybolan minik mor çiçeklerin yanından geçtim ve yeniden balkona girdim. Bu evi bahçeye erişimi, küçücük de olsa bir müstakil bahçesi olduğu için tercih etmiştim ama üstünkörü peyzaj, yetersiz toprak derinliği nedeniyle hayal kırıklığına uğradım. Bir tek adaçayı ve bahar dalı tuttu. Bahardalı tuttu tutmasına ama köklerinin ineceği derinlik olmayınca çiçekler üçü, beşi geçmiyor. Bazen kalk yer değiştir sana apartman dairesi de olsa bu imkânı tanıyan bir yer bul ya da küçük dokunuşlar yap ve yerin. Nedir küçük dokunuş? Kızımın odası ve mutfağın birleştiği yer, bir L çiziyor dışarıda. O köşeye biraz toprak yığdır lavanta dik. Birkaç yıl sonra açsın mor mor, koksun mis gibi. Bitki çiti niyetine dikilen bitkilerin kuruyanını söktür. Biraz toprak ve gübre desteğiyle yenilerini diktir. Aralarının kapanmayacağını bil ama göz hizandaki yeşillikle tatmin ol. Düzenini bozma. Bakalım hangi düşünce galip gelecek? Masraf ve yorgunluk çıkarmamak baskın şu anda. Hele de günün çoğunu sırt üstü yatarak geçirirken.




20 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 20 Mart

Ne dündü ama. 

Şaşırarak, Cumhuriyet tarihinde örneği yok, daha fazla ne yapabilirler ki, o kadarına da cüret edemezler, yok artık diye diye bugünlere geldik. Şaşkın, kızgın, çaresiz, pişman, sabrı taşmış, umutsuz... Duygulardan duygu beğen. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bugün sokağa çıkanları gecikmekle itham edenler, hakkı olmadığını söyleyenler de az değil. Fıkradaki gibi ilk sarı öküz giderken sesini çıkartacaktın diye öfkelenenle bugün adaletsizliğe karşı durmak isteyenin aynı şeye karşı durduğunu kabul etmesi gerek diye düşünüyorum. Hakikati görmek her zaman kolay değil. Herkes aynı anda göremiyor. Kiminin gözünde az toz var, kiminin gözünün önünde kalın bir perde. Ama açıldıysa bir kez o gözler aydınlığa buna sevinmek yerine sövelim mi yani? 

"Bu ülke kendinden başka bir şeyle meşgul olma" fırsatı tanımıyor evlatlarına. Her kuşak tarihi günlere tanıklık ediyor desem mübalağa etmiş olmam. Bize de bu günler düştü. Yargı vasıtasıyla by-pass operasyonunu canlı canlı izliyoruz. Bu çalkantılı  günlerin bir an evvel sona ermesini, her şeyin yoluna girmesini umuyoruz. Gözlerimi dış dünyadan evin içine çevirmek istiyorum, izninizle. 

Dün Netflix'te yayımlanan Adsolecence (Ergenlik) dizisini izledim. İngiliz yapımı mini dizileri seviyorum. Konuyu dağıtmadan, bir meseleye odaklanarak kısa zamanda kendi bakış açılarını izleyiciyle paylaşan yapıtlar bunlar. Sabahın erken saatlerinde ani bir baskınla cinayet zanlısı olarak tutuklanan 13 yaşındaki oğlan çocuğu Jamie Miller ve ailesi etrafında dönüyor. Dizi, "Katil kim?" sorusuna odaklanmıyor. Bunun yerine Jamie, okuldaki öğrenciler, akran zorbalığı, ergenlerin birbiriyle olan ilişkisi, okuldaki atmosfer, duygu durumları, suçu doğuran koşullar, kuşaklar arası iletişim kopukluğu gibi meselelere dikkatini veriyor. Bu yönüyle de klasik polisiye yapımlarından ayrılıyor. Severek izledim. 

Bu akşam Gabor Mate'nin iki oturumluk bir eğitimi var. Bu akşam için hangi halde, nerede olacağımı kestiremediğim için kayıt olmamıştım. Dün akşam saatlerinde oldum. Çünkü evdeyim. Rahat rahat oturamasam da gözlerimi ve kulaklarımı dört açıp yattığım yerden dinleyebilirim. Kayıttan 30 gün izleme imkanı da cabası. Dün akşam tüm hengamenin içinde yıllardır okunmayı bekleyen "Vücudunuz Hayır Diyorsa Duygusal Stresin Bedelleri" kitabını elime aldım. Daha önce biraz kurcalamış, kimi satırların altını da çizmişim ama okuma sonlanmamış. Şimdi değilse ne zaman, değil mi sevgili okur? Size de duyurmuş olayım. Belki son dakikada kayıt olur, aynı alanı paylaşır, üzerine birlikte düşünürüz. 

Televizyonu kapatıp müzik açtım. Son haftaların favori şarkısı Unuttun mu Beni ile başladı listem. Rastgele çalıyor sevdiğim şarkıları. İkinci şarkıya da bakın hele. Bim Bam Bom. Yeşilçam filmi şarkılarını sevdiğim doğrudur. Saat 11'e yaklaşıyor. Bu sabah 7.30 civarı uyandım. Antibiyotik saatim şaştı. Baktım her koşulda geçecek. Dün almayı unuttuğum demir haplarına başladım. Bir ay kullanacağım. Bir saat açlığın ardından kahvaltı yaptım. Çayı demledim. Yumurta kaynattım. Gerisini annem yaptı. Ben ilaçlarımı alıp uzandım ve telefondan blog yazımı yazmaya başladım. O da kahvaltı sofrasını kaldırdı. Komposto yapmak üzere hazırlıklara başladı. Çubuk tarçını kıramayacak kadar güçsüz artık bilekleri. Tarçınları ben kırdım. O kaynatacak yabancısı olduğu mutfakta. Her kadın kendi mutfağını, düzenini arıyor ama zor zamanlar da birlikte aşılıyor. 

Salı gecesi eve geldim. Hiç dışarı çıkmadan evde geçireceğim ikinci gün. Araba kullanmak hayal, iskemlede oturmak dahi lüks. En fazla balkona çıkıyorum. Birkaç dakika ayakta duruyor üç beş çiçeğiyle beni selamlayan bahardalına bakıyorum. Camlar kirli. Bayram temizliği bizden uzak. Az sonra bu satırları paylaşıp kitap okuyacağım. Su içecek, güçlükle doğrulacak, tuvalete gidecek geri yatacağım. Sani mahçup bir oğlan. Annemi bile yabancılıyor. Ya sokakta ya balkonda takılıyor. Fena da değil. İri cüssesi, altı kiloyu aşan ağırlığıyla bir anda karnıma atlamasını istemem doğrusu. Yatış açımla veda ediyorum size.


Yarın görüşmek üzere... 


19 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 19 Mart

Gece Sani'nin evde değil sokakta olduğunu anlayınca apar topar eve geldik. Kızım yolda epey gözyaşı döktü ama Sani her şeyden habersiz balkonda duruyordu. Hava soğuk ve şiddetli bir rüzgar olduğundan onu da içeri alıp her yeri kilitledim. Ve yataklarımıza geçtik. 

Sabah erken uyandım. Antibiyotik saatim de 07.00 olunca yeniden uykuya dalmaya uğraşmadım. Sani'ye su verdim. Kapıyı açtım. O dışarı çıkınca kahvaltımı hazırladım. Maydanoz, dereotu, salatalık, kapya, beyaz peynir, ekmek ve sallama çaydan oluşan kahvaltının ardından antibiyotik ve ağrı kesicimi içtim. Kızımın da yardımıyla salonda kendime dinlenme köşesi hazırladım. 

Kanepenin sırt yaslama minderleri uzaklaştırıldı. Yastığım, battaniyem geldi. Suluğum, ilaçlarım, kolonya ve okuyacağım kitaplar, laptop baş ucumda. 

Dün hastanede Leb Demeden Leblebi biter bitmez Çözüm Bakanlığı ve Kaybolan Van Gogh kitabına başlamıştım. Hollandalı yazar Sanne Rooseboom'un akran zorbalığı hakkında yazdığı, içinde bir tür hafiyelik, soruşturma, bulguları bir araya getirme, değerlendirme, ipuçlarını gözden geçirme ve sonuca gitme unsurlarını da barındıran Çözüm Bakanlığı'nın devamı niteliğinde roman 9-10-11 ve üzeri okurlara hitap ediyor. Ekip bu kez 1953'ten kalan bir cinayet ve kayıp Van Gogh tablosunun izini sürüyor. Yine sürükleyici, yine heyecan dorukta. Can Çocuk'tann çıkan bu kitabı da bir solukta okudum aynı gün bitirdim. Yanımda kitap kalmadığı ve anneme gittiğim için onun komşusundan kitap rica ettim. Bana fotoğraflar yolladı. Ortak ebeveynlik kitaplatı tercih ettiğimizi fark ettim fotoğrafları incelerken. Bir başkasının kitaplığında kendi ayak izlerini görmenin tatlı bir yanı var. O da benim gibi dedirten bir yan, bilirsiniz. Zülfü Livaneli Mutluluk romanını aldım. Okumaya da koyuldum. Gece plan değişince eve geldim. Daha sakin, iyi hissettiren bir şeyler okumak istedi canım. Yarım bıraktığım Mutlu Beyin kitabını aldım. Biraz başladım. Sonra dinlemenin daha kolay olacağına kanaat getirdim. Spotify'dan Beliz Güçbilmez ile yapılmış bir söyleşi tercih ettim. Ben dinlerken kızım okula gitti. Beliz Hoca Tersine Mühendislik Atölyesi, Manyetik Alan Teorisi ve kaynağını bunlardan alan "Anne Ben Düştüm mü?" kitabı üzerinden kurmacalara neden muhtaç olduğumuzu, kurmacaların bize verdiği duygu eğitimini, anlatıları güçlendiren metaforları tatlı tatlı anlattı. 

Sohbet sona erince bugünün günlüğünü yazmaya karar verdim ve başladım. Saat henüz 9. Şimdiden ne çok şey yapmışım. Ama en önemli işim dinlenmek farkındayım. Notlarımı yazarken Sani'nin balkondan içeri zıpladığını gördüm ve miyavlama sesi işittim. Bir başka kediden kaçarak eve döndü muhtemelen. Kavga yerine kaçmak her zaman iyi taktik, kabulüm. Onu içeri alıp balkon penceresini örttüm. Hazır kalkmışken de tuvalete gittim. Doktorum sık sık, sıkışmadan tuvalete gitmemi öneriyor çünkü. Yatmadan önce biraz su içtim. Tam uzanamadan Sani yerleşti ayak ucuma. Bir süre sonra ben bacaklarımı tam uzatıp yerleşince hop diye atladı halının üzerine. Güneşin geldiği bir köşede yalanmakla meşgul şimdi. Rüzgar şiddetini azalttı. Yine de inceden duyuluyor uğultusu. Tülün ardından maviliği seçiliyor gökyüzünün. Beyaz bulutlar ve yeşil kırlar da orada. Sağ taraftan sıkıştırıyor şehir. Birkaç yıla kalmaz kapanacak bu manzara. O zamana değin göz dinlendiren doğanın tadını çıkarmalı. 


Yataktan kalkmak hâlâ zorlayıcı. Normal sayılmalı. Henüz üçüncü gün. Kanepeden kalkmak, yatağa göre daha kolay. Birazdan bilgisayarı açıp bir şeyler izleyeceğim. Gün öğlene erince yemek yiyecek ve yeniden uzanacağım. Ve bu böyle devam edecek. Bana iyi seyirler, size iyi okumalar... 



18 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 18 Mart

Bugün 18 Mart. Çanakkale deniz zaferinin 110. yıl dönümü. Kurtuluş savaşına giden yol buradan geçti. Asrın lideri burada doğdu. Bağımsızlığın, özgürlüğün fitili burada tutuştu. Her türlü imkânsızlığın içinde dirençle, dirayetle, inançla savaşan askerlere, cephe gerisinde destekleyen koca bir ulusa minnetle yaşıyoruz bu topraklarda. Yattıkları yer incitmesin. 

                                  *

Bugün burada okullar tatil. Cumhuriyet meydanında tören de var. Katılamayacağım elbette ama göklere bayrak çekilecek. Askeri bando çalacak. Çanakkale destanının kahramanları anılacak. Akşama fener alayı. 

                                  *

Dün bütün gün uyukladım. Yanıma dikkatimi vermek kolay olsun diye çocuk kitapları aldım. Hacer Kılcıoğlu'nun Leb Demeden Leblebi romanını okuyorum. Duru kendini birdenbire hiç tanımadığı bir yerde bulur. Bir de dış ses duymaktadır. Kendisini  bir hikayenin içinde, üstelik 1960lı yılların sonunda küçük bir kasabada bulan Duru orada tanıştığı Jale ile kendini hiç de alışık olmadığı bir maceranın içinde bulur. Sokakta yaşamın, oyunun, komşuluğun, arkadaşlığın tadını çıkarır. Yazarın da telkinleriyle. Yazar zamanı geldiğinde buradan ayrılacağı güvencesini vermiştir. O zamana kadar Duru'ya düşen günün tadını çıkarmaktır. Jale'nin uçuş uçuş, kıpır kıpır halleri sayesinde bu hiç de zor değildir. 143 sayfalık kitabın 115. sayfasındayım. Öğlene kadar biter. 

                                  *

Hastanede gün erken başlıyor. 4 gibi uyandım. Varis çoraplarını çıkarmak için dakikaları saydım. Antibiyotik ve ağrı kesicim yapıldı. Kahvaltı yaptım. Tansiyon, ateş, nabız rutin işler görüldü. Sonda ve karnımdaki büyk bandaj çıktı. Pansuman yapıldı. Doktorum ziyaret etti. Düne göre çok daha iyiyim. Sık kalkmasam da yerimden yardımsız doğrulabiliyorum. Günde 3 litre su içmem ve ağır kaldırmaktan, ıkınmaktan kaçınmam gerekiyor şimdilik. Gücümün yerine gelmeye başladığı uzayan satırlarımdan belli. Saat 8.44 ve 18. bir günlüğü paylaşılmaya hazır. 

Gününüz aydın, sağlığınız yerinde, neşeniz bol olsun. 

17 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 17 Mart

Uykuyla uyanıklık arasındayım.

Sabah güne erken başladım. Gece de bölük pörçük uyudum. Sabah ayakları sarkıtmadan varis çorabı giydim. Ve hazırlıklar başladı. İlk hasta olarak girdim. Öğlen olmadan çıktım. O andan itibaren de uyur uyanık yatakta dinleniyor, güç topluyorum. Duygusal yaraların ilacı zaman, fiziksel olanlarınki bedeni gözetmek, bol bol dinlenmek. Uykuya dönmeden önce ayın gereğini yaptım işte. Kıpkısa bir postla bugünden de seslenmeyi başardım. 

16 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 16 Mart

 Arkadaş, kendi seçtiğin kardeştir 

Yarın büyük gün. Dünden arkadaşımla konuştuk. Dışarı çıkalım diye. Sabah oruç tutuyorum, çıkamayacağım diye haber verdi. Geç kalkmıştım. Kızımın afyonu genellikle geç patlıyor zaten. 11.30 civarı çay suyunu koydum. Bir başka arkadaşım aradı. Senin için ne yapabilirim diye. Dışarı mı çıkalım, çantanı toplamaya mı geleyim, evini mi temizleyeyim, söyle senin için ne yapayım. Konuşurken baktım o da kahvaltı yapmamış. Bizde kahvaltı yapmaya karar verdik. Onu evinden gidip aldım. Kahvaltı için eksiklerimizi aldık. Ben mantarlı omlet pişirdim. Kızım kuymak yaptı. Hava da güneşli, ılık. Kapalı balkonun pencerelerini açtık. Güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvemizi dışarıda içmeye karar verdik. Öncesinde arkadaşım mutfağı toplamama yardım etti. Durmadı, balkonu süpürdü. Durmadı, mutfak tezgâhlarını sildi. O ara kızım duşa girdi. Ben de çamaşırları kirliye attım. Bir duş ta ben alayım, dedim. Çıktığımda arkadaşım mutfağı süpürmüş. Salonu bitirmek üzereydi. Ben saçlarımı kuruturken salonun tozunu da aldı. Giyindik çıktık. Manzaraya karşı kahve içelim diye radar tepesine çıktık. Eskiden orada sosyal tesis yoktu. Bir süredir Kule 1915 diye bir restoran var. Önce restoranın etrafında seyir terasında yürüyüş yaptık. Bol bol fotoğraf çektik. İnsanların sağa sola kazıdığım sevgi mesajlarını okuduk. İçeri geçip boğaz manzaralı masalardan birine kurulduk. Kahve, birer çay, sohbet derken akşamı ettik. 




Önceden plan yapmadan, son dakikada kendiliğinden beliren bu plan öyle kolaylaştırdı ki günümü. Eve döndüğümüzde yapılacak işleri bir saatte bitirmek mümkün diye düşündüm. 

Eve gelince çamaşırları kurutma makinesine attım. Annem için kendi odamı hazırladım. Nevresim takımını değiştirirken bir de baktım kızım geldi. Elinde toz bezi. Yatağı yaptım. Fazlalıkları kaldırdım. Odayı süpürdüm. O da ebeveyn banyosuna girişti. Ayrıntılı bir temizliğe başladı. Her şeyin ince inca tozunu aldı. Sonra çay demledik. Kahvaltıdan arta kalanları yedik. Bilgisayarımı açtım. Bugünün yazısını yazmak üzere oturdum. Kurutma makinesi yaklaşık on dakika sonra bitecek. Sıcak sıcak onları katlayıp kaldıracağım. Sonra da çantamı hazırlayacağım. Kızım banyoda şu an. Kalan işleri bitiriyor. İçim minnet ve şükran dolu. 

Bazı insanların yardımı çok zahmetsizdir. Hayatı kolaylaştırır sizin için. Doğallıkla tutar işin bir ucundan. İşler bir çırpıda biter. Kızım ve arkadaşım sayesinde öyle bir gün oldu, işte. Bir arada olmanın verdiği rahatlama, işleri birlikte bitirmekten kaynaklı olarak zamandan ve enerjiden tasarruf etmek, hepsi şahane geldi. İçim iyimserlikle doldu. Arkadaş, kendi seçtiğin kardeştir başlığı boşuna değil. Dar zamanda hepimizin imdadına koşacak, Hızır gibi yetişecek insanlarımız olsun. 

Bugünün yazısı bu kadar olsun. Kısa ve öz. Çünkü kurutma makinesi durdu. Fazla gecikmeden işleri bitireyim ve hastanenin yolunu tutayım. Çünkü doktorum bu gece acilden girişimi yapmamı istedi. İyi dileklerinize ve dualarınıza talibim. Sevgilerimle. 

15 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 15 Mart

Bugün yoğun bir iş günüydü. Akşama kadar çalıştım. Ortodontist bir arkadaşım muayenehaneme geldi sonra. Gece plağı için benden ölçü almıştı. Onu dişlerime uyumladı. Tak çıkar, yükseklik kontrol et. Dişlerim sızladı, zonkladı. Sıkı da oturuyor meret. İçlerinden biraz alalım, dedim. Sıkıyor, dedim. Dinletemedim. Yaklaşık kırk dakikalık uyumlama süresinden sonra plağı alıp kutuya koydum. Dişlerim bir kendine gelsin diye. Sonra hep beraber anneme yemeğe gittik. Kızım ve ablam da oradaydı. Yemek yedik. Sohbet ettik. Çay, tatlı... 

Eve gelince dişlerimi fırçaladım. Plağı taktım. Arkadaşıma kalırsa 24 saat kullanmalıyım. Yemek yerken bile çıkarmamalıyım. Söz veremem diyordum içimden. Motivasyonum ve takma kararlılığım çok düşüktü. Çünkü bırak yemek yemeyi, tükürüğümü yutamıyorum. Ama denemeye karar verdim. Plağı taktım. Yeniden yeniden çıkartmayınca dişlerimi sıkmasını da tolere ettim. Ancak birden kalın bir plak girince ağzıma onun yarattığı konforsuzluktan dolayı ya da yadırgamaktan dolayı bilemiyorum. Dişlerimi nerede kapatacağımı aramam ve bulmam gerekti. Sonra da dur dedim, bu pozisyonda ağzımı bantlayayım. Hastalara tavsiye ettiğim şeyleri neden yapmamayayım. Değil mi? Fayda sağlamak için bir süre konforsuz bir şeye katlanma kararlılığı sürmeyi seçmek veya mevcut sıkıntıyı çekmeye devam etmek. İşte bütün mesele bu sevgili dostlar. 

Kaslarıma istirahat pozisyonunu hatırlatmak için bir süre kullanmam gerek. Sonra ihtiyaç duymamayı umut ediyorum. Bugün kendimi yorgun hissediyorum. Uykum var. Yarın uzun bir gün. Evi süpürmem, çamaşır yıkamam gerek. Leylek görmeye gideceğim. Hastane çantamı hazırlayacağım. Alışveriş yapmak da iyi olur. Bunların ne kadarını yapabileceğim konusunda hiçbir fikrim yok. Fırsat bulursam pilatese de giderim. En az iki ay ara vermem gerekecek muhtemelen spora. Sonra yanıma hangi kitapları alacağıma karar vermem gerek. Storytel'den bir şeyler indiririm belki. 

Kızım de kedim de uykuya daldı. İkisi de salonda. Işık açıkken, ben size bu satırları yazıyorken uyudu hem de. Tüylü olan ihtiyaçlarının her daim farkında. Uykusu geldi mi dakika sektirmez, uykuya geçer hemen. Ondan imrendim. Uykumun geldiğinin farkına varıp uyumaya gidiyorum. Bugünün yazısı da böyle olsun. Yarın görüşmek üzere. 


14 Mart 2025 Cuma

Bir günlüğü: 14 Mart

Bugün 14 Mart. Tıp Bayramı. Bizim kendi özel günümüz olduğu için ben pek Tıp Bayramı'nı üzerime alınmıyorum ama hastalarımın bir kısmı mesaj atarak ya da telefon açarak kutladı. Sağ olsunlar. 

Benim diş hekimi olmam pek bilinçli değildi. Aslında Tıp doktoru olmak istiyordum. Psikiyatri veya çocuk doktoru. İstanbul, Ankara veya İzmir dışında bir yerde okumak da istemiyordum. Bu üç ildeki tıp fakültelerini sıraladıktan sonra açıkta kalmayayım diye altına eczacılık fakültelerini sıraladım. Bizim zamanımızda sıralama sınavdan önce yapılıyordu. Dershanedeki bir öğretmenim "Tıplarla eczacılıklar arasında çok puan farkı var. Sen araya diş hekimliği de yaz," dedi. Baktım Hacettepe Diş'in puanı en yüksek. Neredeyse Gazi Tıp'a yetişecek. Ben de ikinci sıradaki Marmara'yı yazdım. İngilizce eğitime başladığı için ikinci sıradaydı o zaman. Ve 13. terchimle Marmara'ya yerleştim. Kayıt olurken kaçıncı sınıf diye sordu öğrenci işleri. Birinci sınıf, dedim. Olmaz dil sınavı var, hazırlık yazalım, dedi. Ben geçerim o sınavı dedim ama sözlü beyanımla elbette İngilizce seviyemi ispat edemedim. Neyse girdim ben sınava. Hazırlığı da atladım. Ev Kozyatağı'nda, fakülte Nişantaşı'nda. Dersler 8.15'te başlıyor. Liseden beter. Sabah 7.15 vapuruna binersem yetişebiliyorum ancak. Manüpilasyon diye bir ders var. Allahın her günü. Dilim döndü söyledim liseden arkadaşıma. Epilasyonla ilgisi var mı dedi, güldü. Kısmen var. Etrafınızdaki kel dişçilerin saçları ahanda o derste dökülmeye başladı. Yemin edebilirim ama ispatlayamam. Bize bir liste verdiler. Artikülatör, angılduva, spatül, fantom çene, oku oku bitmiyor. Uzaylı gibi bakıyoruz listeye. Nişantaşı'ndaki diş depoları pahalıymış. Taksim'e gidelim dendi. Gittik. Herkes okul çıkışı bara gider, biz elimizde liste. Mum, alçı, ispirto almaya çıkıyoruz Taksim'e. Elimizde portbagler. Ayakkabılarımızda alçı tozları. Tesisatçıdan farkımız yok. Kalıp kalıp Hacışakir sabun alıp yontuyoruz aylarca. Beğendirmek mümkün değil. Kökün apeksi distal eğimli olacak, diyor, cilasını beğenmiyor. Sürekli telafiye. Sınıfçak dökülüyoruz. Ne yapsak yaranamıyoruz. Hele bir hocamız var. Kadın çok iyi bir diş hekimi. Çok iyi ders anlatıyor. Mezuniyet sonrası kongrelerde sunduğu sunumlar şahane ama böyle psikopatlık olamaz! Mobbingin dik alasına uğruyoruz ama kelimenin anlamını bilmiyoruz o yıllarda. Başımıza bir şeyler geliyor. Hiç de hoş değil. Örneğin ben tek dersten bütünlemeye kaldım. Bu mumlar, sabunlar. Bir sabun yontuya 47 veya 50 vermenizi belirleyen şey nedir? Ben 45le tek ders sınavından da çakıp yıl tekrarladım. Birinci sınıfta. Epey de düşündüm o ara. Gır gır sesleriyle ömür geçer mi? Bıraksam mı? Babam hiç yanaşmadı bu fikrime. Bizim nesil bırakın üzülsünler diyemediği için ben tekrar sınava girmedim. Girseydim nereye yerleşirdim, nasıl bir yaşantım olurdu bilemiyorum. Örneğin bizim sınıftan babası da diş hekimi bir arkadaş birinci yılın sonunda bu işi yapamayacağına kanaat getirdi. Boğaziçi İktisat'ı bitirdi. Uzun yıllar Cenevre'de yaşadı. Bir Estonyalı'yla evlendi. Çocukları oldu. Şimdi Amerika'da. Okulu bitirseydi muhtemelen Bağdat Caddesi'nde babasıyla bir kliniği olurdu. Her seçim, diğer seçenekleri öldürüyor. 

Günün bitmesine on dakika kala yazdığım üç koca paragraf silindi. Sinirim bozulmasın, hevesim kaçmasın! Yazmaya devam! Tüm bunları ve silinen paragrafları öğle tatilinde yazmıştım. Gece yarısına otuz dakika kala bilgisayarı açıp kaldığım yerden devam ediyordum ki, tıpkı dün olduğu gibi yazdığım paragraflar buhar oldu gitti. Yazının büyüsü kaçtı. Nasıl devam edeceğim belirsizleşti. 

Diş hekimliğini sürdürme kararımdan, çalışma koşullarımdan, mesleğime bakış açımdan bahsettiğim üç koca paragraftan sonra ne yazacağım şimdi? Son beş dakikada. 

Bilgisayarımın sanırım artık değişmesi gerekiyor. Hızlı hızlı yazarken bir anda yazdığım koca bir paragrafı seçiyor, maviye boyuyor, ben kendimi kaptırmış yazmaya devam ederken, o seçili kısmı iptal edemeden hop diye yutuyor. Obur şey! 

Oysa tatlı tatlı anlatıyordum. Öğrenciliğimi, mesleği sürdürme kararlılığımı. Artık başka yazıların konusu olsun onlar. Gelin size biraz havadan sudan, bugünün nasıl geçtiğinden bahsedeyim. 

Bugün hava nefisti. Bahar geldi. Haftaya bozacakmış, bir arkadaşımın yalancısıyım. Telefonda konuşurken söyledi. Öğleden sonra bir ara dışarı çıktım. Çarşıda işlerimi hallettim. Bir hasta için geri döndüm. Ayağımı mı sürdüm nedir peşinden iki hasta daha geldi. Muhasebecim geldi. On yıl saklanacak iki poşet evrak getirdi. Aklıma araba değiştirme fikri koydu gitti. İş çıkışı pilatese gittim. Eve gelip yemek yedim. Üzerimi değiştirdim. Pilates öğretmenimle buluştum. Kordondan çarşıya kadar yürüdük ve kahve içtik. Şahane birsunum, ışıl ışıl bir camekân, rahatsız etmeyen müzik... Atmosfer de sohbet de güzeldi. Aynı yolu geri yürüdük. 



Bugün Onur Çalı severek takip ettiğim Dünlükler'de Geçmiş Zaman Çileleri'ni anmış. Değer vermiş, okumuş, değerlendirmiş. Benim tarzımın onun kısa öykü anlayışına uyduğundan dem vurmuş. Doğrudur. Onur da ben de kısa kısa yazarız. Nadiren bin kelimeleri geçer yazdıklarımız. Ben onu okumayı severim. O da benim öykülerimi sevmiş. Ne mutlu bana. Yazının tamamı için buraya 

Bugün TDB Dergi de çıktı. Oraya da meslek örgütünde kadın temsili üzerine bir yazı yazdım. Merak edenler yazıya buradan ulaşabilir. 

Yarın görüşmek üzere... 

13 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 13 Mart

Ben pek astroloji işlerinden anlamam. Arada denk gelirse Juno Astroloji sayfasını okurum. Çünkü anlattığı insanlık hallerinin gökyüzünün mevcut durumundan bağımsız olarak güzel, her daim geçerli bilgiler olduğuna inanıyorum. Bu ara birkaç arkadaşım Venüs retrosuyla ilgili video yollayınca oturdum izledim. Biri başakların kurtuluşuna adamış kendisini (Allah razı olsun) tüyolarını ciddiye aldım (çünkü evrensellik). Diğeri iletişim kazalarından, yanlış kişiye gönderilen mesajlar vb durumlardan bahsetmiş. Bugün kuronunu beklediğim hastanın ölçüsünün laboratuvara gitmediğini fark ettim. Ölçüleri dijital alıyorum ve elektronik ortamda gidiyor. O gün aldığım dört ölçünün üçü gitmiş. Biri gitmemiş. Panik yok. Data kayıtlı. Yeniden yolladım. Teknisyen aradı hocam zip dosya gelmedi, jpg geldi, ben size yetiştirecektim, bugün yollayın. Tam o esnada marketteydim. Kuronu gelmeyen hastanın randevusunu iptal edince birkaç şey alayım, dedim. Yalan yok abur cuburda da gözüm vardı. Telefonu alınca geri döndüm. Yeniden yolladım. Münasebetsiz bir mesajın yanlış kişiye gitmesi kadar kötü değil. Arada yanlış mesajlar attığım oluyor ama entrika dolu bir hayatım olmadığı için laboratuvara gönderdiğim istem kağıdı fotoğrafı o sıra yazıştığım bir başkasına gidebiliyor, örneğin bir hastama. Bu hafta yaşanan iki iletişim kazası. Neyse ki utandıran bir durum yok. (Edit: akşam derginin oda haberleri sayfası geldi. Bizim odanın haberi yok. Yazdığıma da eminim. Editöre mesaj atıp sordum. Bir yandan da gönderilen epostalara baktım tabi. Gönderilenlerde yok. Genellikle haber metnini ben yazıp fotoğrafları oda sekreterinden yollamasını istediğim için onunla yazışmalarımıza baktım. Bingo! Haber orada. Sen fotoğraflarla beraber yolla demişim ama ne haber ne fotoğraf gitmiş. Sağlık olsun. Gelecek sayıya artık. Görüyorsun sevgili okur, iletişim kazalarına açık bir dönem. Sen de gözden geçir, günlerini uygun düşecek birkaç an yakalayabilecek misin?)

                                                                            *

Sağlıklı beslenmek, kilo vermek, şekerden kısıtlı bir diyet sürmek hedeflerim arasında. Asistanlarım oruç tuttuğu için ben de öğle yemeklerini sınırlandırdım. Bugün yulaflı yoğurt yedim örneğin. Havalar da ısınmaya başladığı için maske, eldiven, bone, koruyucu gözlük dörtlüsü beni sıcaklatıyor. Susadığımı fark ediyorum. Gidip bir bardak su içiyorum. Bedenim her iki duruma da hızlı tepki veriyor. Dikkat ettiğim zamanlarda kilo kaybını hemen görüyorum. Dikkat etmediğim karbonhidrat, şeker tükettiğim zamanlarda da hemen 400-800 gr ekleniyor. Bu akşam ölçüyü biraz kaçırdım Yarın dengelerim diye umuyorum.  

                                                                           *

Kızım sabahın köründe uyandı. Duş aldı. Kahvaltı hazırladı. Bir yumurta da benim için haşladı. Rafadan. Siparişi tutturamadı ama fark etmez. Ben yumurtanın her halini yiyorum. Salatalıkları halka halka dilimlemiş. Ekmek peynir çıkarmış. Kendisine çay da hazırlamış. Balkonda oturup test çözüyordu mutfağa girdiğimde. Geç yatıp bu kadar erken kalkınca akşam yemeğinden sonra sızdı koltukta. Kanepenin ardından minderleri, ayağından çorapları, gözünden gözlükleri aldım. Üzerini örttüm. Umarım deliksiz iyi bir uyku çeker sabaha kadar. İşte bu yüzden sevgili okur, ben yatak odamdayım. Laptop önümde bağdaş kurmuş yazıyorum. 

12 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 12 Mart

Günaydın sevgili okur,

Burada saat 8.36. Senin orada kaç? Bilmiyorum. Belki bugün okuyacaksın, belki günler sonra. Yazma ve okunma tarihi arasında hep bir mesafe vardır. Yazmaya başlama ve okura sunma zamanı arasında da keza öyle. Blogtaki yazıları çoğunlukla tek oturumda yazmaya çalışıyorum. Bazen araya başka işler, hayatın sorumlulukları giriyor ve bırakıyorum. Yeniden uygun bir zamanda devam etmek için açıyorum. Bazen o yazma anındaki duygu kaybolmuş oluyor. Okusam bile oradan devam ettiremiyorum. İşte bu gibi durumlar için klavyede şahane bir yardımcı var. Bakın kullanayım. * Bunu yazınca anlıyorsun ki sekans değişecek. Yeni bir gündem, yeni bir madde gelecek. Ya zihin kaymış ya zaman... Senin tek solukta okuyacağın şey anla ki kesintiye uğramış. 

Günaydın sevgili okur, 

Burada saat 8.40. Kızım okula gitti. Kedinin mesaisi ondan da erken başlıyor. Sabah ilk iş bahçeye fırlıyor. Biz bariyerleri açar açmaz elbette. Açmazsak, bedenimiz açılmadıysa henüz, çıkamadıysak yataktan önce sesini yükseltiyor, sonra krem kutusu, ilaç kutusu, toka Allah ne verdiyse pati atıyor ve yere düşürüyor. Çok fena olacak noktası. Sözle uslanmayanın hakkı kötektir'e doğru yaklaştığı yer. Bu sabah ben yatakta bir sağa bir sola esner bedenimin yanlarını açarken dayanamadı el kremi tüpünü itti. Sakin ol evladım, dedim. Kalktım ayağa. Ben ayaklanınca koridor boyunca bir fırlayışı var. Gözlerinize inanamazsınız. Saatte kaç km hızla kalkıyor acaba o anlarda? Ok gibi fırladı. Kuyruğu dik, havada. Minnetini gösteriyor evladım. Balkon penceresini açtım. Çevik bir hareketle hop diye sıçradı, güp diye atladı. Kızım çıktı sonra. Yatağımı topladım. Su kaynattım. Mütevazi kahvaltımı (iki dilim ekmeğin içine birer dilim eritme peyniri, yolla mikrodalgaya. arasına roka yaprakları koy. yapıştır. iki ceviz de kır. içini soy al tabağa) hazırladım. Sallama çayımı demledim. Doğru salona. 

Bildiniz bilgisayarımı açtım ve size yazmaya koyuldum ama önce! 

Günaydın sevgili okur, 

Burada saat 8.49. Dün mesajla gelen ricaya "Evet," dedim. Elimde öykü yoktu oysa. Ama epeydir kurmaca bir metin yazmamış ve çok özlemiştim. İlham diye bir şey olmadığını da iyi biliyordum. Maksimum 600 kelime, son teslim tarihi pazartesi. Hiç ikiletmeden tamam demiştim. Geriye verdiğim sözü tutmak üzere harekete geçmek kalıyordu. Nasıl yazılıyordu bu öyküler? Hah tamam hatırladım. Bir çatışma lazım, birkaç da kahraman. Bilgisayarda Pelin'in devam öyküleri var, yayınevinin çok da içine sinmeyen ve öylece bekleyen. Onlara baktım. Ühüüü, en kısası 1250 kelime civarı. Öylece kesemem ya... Kızım otur yaz. Bir satır, bir satır daha. Çıkar bir şeyler bekle. Yazdım, çizdim, sildim. Ve uzun aylardan sonra ilk kez yepisyeni, sıfır kilometre, gıcır bir öykü çektim. İşte size yazmadan önce son bir kez daha okudum. Neredeyse hiçbir yerine dokunmadım. Silecek, ekleyecek bir şey bulamıyorsan öykü bitmiş demektir söylemine inandım. Yayın kurulundan arkadaşıma yolladım. Kabul edilirse KE Çocuk'un yeni sayısında ya da sonrakilerde çıkacak. İnsan aklı ne tuhaf değil mi? Aylarca hiçbir şey yazma. Yazmaktan uzak düştüm diye hayıflan. Sonra otur hop diye bir gecede yazabil. İşte o yüzden ilham diye bir şey yok. Yazarsan yazarsın denmesi boşuna değil. 

Günaydın sevgili okur, 

Burada saat 8.57. Yazmayı çok özlemişim. Dün gece yazdığım o kısacık öykü beni yaratıcı yanımla buluşturdu. Onunla buluşmayı ihmal edince insan kendisini terk ettiğini sanıyor bazen, kullanmamaktan köreldiğini. Oysa yaratıcı yanımız her gün bizimle, yaptığımız her seçimde, çözdüğümüz her olayda yaratıcı yanımız bizimle aslında. Onu hep parlak neon ışıkları altında aramaya gerek yok. Yaratıcılık kırlardan topladığımız renkli kır çiçeklerini vazoya dizerken de bizimle, evdeki malzemelerle salata veya makarna sosu pişirirken de... Ama kabul ediyorum özgün, telifli bir metin yaratmanın, ona bir çizerin çizgilerinin eşlik edeceği bilgisiyle hevesle, heyecanla beklemenin hazzı başka. Ben kendimi giderek çocuk edebiyatından yana bir tarafta görüyorum. Orası daha çok besliyor belki de yazar olarak görülmek, takdir edilmek isteyen yanımı, bilemiyorum. Ya da bu karanlık, umutsuz dünyada, kötü haber sağanağı altında oradaki iyimserlik, dayanışma, dostluk ruhuma iyi geliyor. İstirahat döneminde biraz çalışayım da istiyorum. Hatırlar mısın, birkaç yıl önce aylık bir mektup serisi yapmış, shopier üzerinden erişime açmıştım. Çanakkale mektupları adını verdiğim on iki mektubu elden geçirmek, bir bütünlük vermek istiyorum. Bir kitap dosyası haline gelir mi diye meraktayım. Bu yıl çocuk edebiyatıyla başladı benim için. Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in ikinci baskısı, Maya'nın Rüyası (dağıtım sıkıntısı var maalesef. yalnızca yayınevinin kendi shopier mağazasından satışta- ben de kendi shopier hesabımdan satışa koydum o yüzden), KE Çocuk ocak sayısı hepsi bir arada, bir avazda çıktı. Yola yeni çocuk hikâyeleriyle devam o halde. 

Günaydın sevgili okur,

Burada saat 09.09. Sen de ekranda bu tür tekrarlayan rakamları görmekten hoşlananlardan, bunu bir tür şans olarak görenlerden misin? Ben öyleyim. Tatlı tesadüfler işte. Düşündüğün birinin seni araması, bir yer ararken hop diye kolaylıkla bulman, kalabalık bir yerde park yerinden bir aracın çıkması ve hop diye oralara yerleşmen. Şu monoton hayatımıza kolaylık katan, şans diye nitelediğimiz şeyler işte, sende de vardır karşılığı... Oralar güzelliklerin, iyiliklerin yeşerdiği yerler. Dünya, biraz da biz onu iyi görme çabasıyla baktığımızda güzel bir yere dönüyor. Yoksa tüm bunlar bir tür kendini aldatmaca mı? Dünyada çok fazla zulüm, gözyaşı var. Yaşananlar çok da adil değil. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın bencilliğine düşmeden, kendi biricik hayatlarımıza sahip çıkmak ve hakkını vererek yaşamaktan başka bir yol göremiyorum ben. Bunu da bencillik olarak görmeden, kendimize saldırmadan, içimize sinerek yaşayabilmeyi diliyorum. Dünyadaki utancın kaynağı biz değiliz. Tarafı da değiliz. Kendi kapımızın önünü süpürdüğümüz, kendi dokunabildiğimiz insanlarla güzellikleri paylaşabildiğimiz bir yaşam sürmek neden utanç kaynağı olsun ki bizim için? Mevzu derin, uzun, tartışmaya açık. Tek bir doğru da yok. Hepimizin bir çeşit hayatta kalma stratejisi var. Ara ara değişiyor da üstelik. Benim son yıllarda stratejim bu. Kendi küçük dünyama eğilmek ve orada elimden geldiğince kendi etik değerlerimle uyumlu yaşamayı sürdürmek ve paylaşmak... 

Günaydın sevgili okur, 

Saat burada 09.19. Bu yazar artık giyinmeli ve işine gitmek üzere hazırlanmalı. Delinecek çok diş, bulunacak çok kanal, alınacak çok diş taşı var. Size keyifli bir gün diliyorum. Ne demişti sevgili Leylak Dalı. Kapınız açık kalsın. Almak ve vermek için. Alma-verme dengesinin bozulmadığı, sevgi, şefkat, huzur, uyum ve kolaylık dolu bir gün olsun efendim. Hepimiz için. 

Not: Az önce blogtaki 1100. sayıyı okudunuz. Bileğime, zihnime kuvvet, yola devam!

11 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 11 Mart

Her gün bir şekilde yazıyor(d)um. Ama mesaj, ama sosyal medya için bir kısa ileti ve diğerleri... Bununla beraber her gün buradan yazıp paylaşmak benim için de bir ilk. Ne hissettiriyor? 

Çok emin değilim. Her gün yazmak, biraz de kendini tekrarlamak demek. Her gün orijinal bir içerik, tamamen özgün bir yazı paylaşmak mümkün değil gibi. Elbette yazdıklarım özgün, bizzat ben yazdım, yapay zeka değil ama çok fazla gündelik ayrıntılardan bahsedince sıkıcı ve sıradan olma riski taşıyor kelimelerim. Tam burada bir gerçeklik testi yapmalıyım belki de. Evet haklısın yazdıkların çok sıkıcı ve kendini tekrar ediyor diyenler kaleye mum diksin. Ay olur mu canım ne yazsan severek okuyoruz diyenler de keza öyle. Sonuçta bu bir blog yazısı, bir tür kendine meydan okuma, kendini her gün yazı masasına davet etme, verdiğin sözü tutma çabası. Bu bile başlı başına takdir etmem gereken bir özelliğimken her yazdığım şeyin harikulade olması, vay anasını dedirtmesi gerekiyor mu? Bir yazının sıkıcı olduğuna nasıl karar veriyorum örneğin? Okunma sayısı mı belirliyor bunu? Yazılarımı hiçbir yerde paylaşmıyorum. Tabiri caizse onları vitrine çıkartmıyor, üzerlerine spot ışıklar tutmuyorum. 88 kişinin takip ettiği, yazıların eposta kutusuna düşmediği bir gariban blogspotun içinden sesleniyorum. Küçük bir mahalle burası. Yok yok çıkmaz sokak. Ancak sokak sakinlerinin uğradığı. Arada meraklı gezginler geliyor. Başka bloglardan buraya yolları düşüyor. Bazen kalıyorlar, bazen şöyle bir gezinip gidiyorlar. Benim, senin, hepimizin insanlık hâlleri... 

Hepimiz birbirimize benziyoruz. Tüm yazmayı sevenler, egünlüğünü tutanlar, hayata bir iz bırakma çabası belki bütün bunlar. Bir evin içinde çekmeceleri açıp silmek, her şeyi yerli yerine yerleştirmek, pencereyi açıp içeriyi oh mis gibi havalandırmak neyse, bir ev için, nasıl ferah, temiz hissettiriyorsa, yazmak da öyle hissettiriyor. Zihnimin içini havalandırıyorum. Örümcek bağlamış tavan aralarına çıkmıyorum her zaman. Oralara varmak kolay değil. Önce pek çok kelimenin önünden çekilmesi gerekiyor. Yazdıkça yazdıkça bir an geliyor zihninin arka planında düşünerek bağ kuramayacağın, bulamayacağın yerlerle temas ediyorsun ve bir şeyler beliriyor. Okuyanda duygular uyandıran, kendi deneyimleriyle özdeşlik kurmalarına sebep olan, onlara bir şeyler hatırlatan, düşündürten şeyler... Beş dakika önce yazsan ya da on beş dakika sonra orayı bulamayacaksın. Her yazı kendi potansiyeliyle ortaya çıkıyor, kaşif olup peşine düşmek isteyene. O yüzden hiçbir yazma çabası nafile değil, burun kıvırmalık hiç değil. 

Ben de şimdi burada oturmuş öğle tatilimi değerlendiriyorum. Yazarak, düşünmeden yazarak, bir kelimeyi diğerinin ardına dizerek. Dantel örmek, yazmanın bir metaforu olabilir pekâla. Düz bir zincir çekerek başlıyor dantel. Becerikli ellerde motiflere dönüyor, motifler birleşiyor ve nefis şeyler çıkıyor ortaya. Herkesin zevki başka elbette. Ama ortaya çıkan el emeği göz nuru dantel örtülerin bir seveni de bulunuyor mutlaka. Zincir çeken eller de hata yapıyor, söküyor, yeniden örüyor tıpkı bir yazar gibi. Yazar da bir yandan dokuyor, gerektiğinde söküyor ve sık sık yalnızca ustalaşmak için çalışıyor. Bu yüzden bu yazıları bir tür zincir çekmeye benzet sevgili okur. Sıkılma. Ya da sıkılırsan bir edebi metnin, bir düşünce yazısının içine git. Git ve gir yazarın kelimelerle yarattığı evrenin içinde. Soluklan. Keyif al. Hüzünlen. Düşün. Her ne ise muradın ona var. Canın dönmek isterse dön. İstemezse dönme. Hayatta bazen okumaktan daha zevkli eylemler de var. 

Bak bugünkü yazı da böyle oldu. Ne zaman uyandım, bu âna kadar neler yaptım anlatmadan. Anlatsaydım eğer sabah çamaşır katladığımı, bir yerden sonra sıkılıp yarım bıraktığımı, kahvaltıda bir haşlanmış yumurta, peynir, ekmek yediğimi, bir bardak çay içtiğimi, sabah arabamı manavın önüne part ettiğimi, iş çıkışı meyve ve sebze almayı planladığımı, işe gelince bir sade Türk kahvesi içtiğimi, randevulu ilk hastamın kapının önüne geldiğini gördüğüm halde içeri girmediğini, bana kahvemi içme zamanı tanıdığını, köprüsünü çıkarttığımı, eski kanalını söktüğümü, apse sıvısının boşaldığını, ağrısının dineceğini söylediğimi, bu ferahlığın beni de mutlu ettiğini, saatin tam şu anda 12.12 olduğunu (haydi sen de bir dilek dile tam bu anda), dün gece yemeği annemde yediğimizi, yemeğin üstüne Antep'ten gelen baklavalardan götürdüğümüzü, televizyonda "Ben Bilirim" izlediğimizi, annemi bizimle yaşamaya ikna etmeye çalıştığımı, bu amaçla bir süredir ev baktığımı, ev değiştirme konusunda acele etmeyip evin içindeki düzenlemelerle bunu halletmenin daha mantıklı olduğu düşüncesine vardığımı (ev yeterince büyük ve kedi için bahçeye çıkış kapısı olması onu da bizi de çok memnun ediyor. aynı özellikte daha büyük apartman dairesi yok), ben bunları düşünürken annemi ikna etmenin aslında pek mümkün gözükmediğini ama bunun tam bir kazan kazan durumu olacağını anlatırdım sana. Ama öyle yapmadım. Yazmak eylemi üzerine düşünceler döküldü söze. Olan, olacak olandan, okunan yazılacak olandan yeğdir diyelim. Bir atasözü değil. Şimdi ben uydurdum. Kendimize çok da yüklenmemek lazım galiba. Hakikaten olan olmuştur. Önemli olan onunla uyum içinde olmak. Analar taş yemesin. Sık sık bir araya gelsin dertleşsin. Paylaşmak iyi gelir neticede. Bak ben paylaştım. Kendimden, yazdıklarımdan sıkıldığımdan, hayat karşısında bugünlerde zorlandığımdan bahsettim. Yazmaya başlamadan önceki benle aynıyım Belki biraz farklı. Suya anlat derdini der ya yaşlılar. Bir su kenarına bıraktım dertlerimi. Siz de bırakmak istersiniz belki diye...



10 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 10 Mart

Şafak vakti

Sabah saat 5.30. Sahur vakti. Yaklaşık bir saattir ayaktayım. Kahvaltı hazırladım. Kızım, arkadaşlarıyla sözleşmiş. 5.30'ta eşzamanlı sahura kalkmaya oruç tutmaya karar vermişler. Ben oruç tutmuyorum ama peynirli gözleme yerini almış sofrada. Kuymak yapmışım kızıma, sıcacık. Daha peyniri uzuyor. Çaydanlıkta çay fokurduyor. Kendime de bir tabak yaptım. Afiyetle yedim. Bir bardak  çay daha doldurdum. Salona geldim. Bilgisayarımı açtım. Beynim kaynamadan, günün yorgunluğu araya girmeden sabahın bu sessiz, dingin saatlerinde yazmaya koyulayım istedim.

Ben sabah insanıyım. Geceleri erken yatmayı, uykumu almayı, sabahın erken saatlerinde kalkmayı ve evde çıt çıkmıyorken yazmayı seviyorum aslında. İş çıkışı eve geldikten sonra yemek ye, dinlen, etrafı topla derken zaman geçiyor. Sonra hemen yatarsan da sanki evin işleri tarafından yutulmuşum da, kendime zaman ayıramıyormuşum gibi bir düşünce gelip yapışıyor üstüme. Sonra çoğunlukla zaman öldürüyorum aslında. Anlamlı bir iş yapmadan elimde telefon videolara bakıyorum. Ne saçma! Reels izleyerek uyunduğu nerede görülmüş. 

Dün gece erken yatmaya karar verdim. Çünkü erken kalkacaktım. Kızım gerek yok ben kalkarım dese de (oradaki hayır'ı duyamıyorum belki de) ben kalkıp ona güzel bir sahur sofrası hazırlamak istedim. Çünkü Türk anneleri için doyurmak, sevdiceğine sevdiği yemekleri pişirmek, sunmak bir sevgi gösterme biçimi. Sabah derli toplu bir mutfakta, temiz ve boş tezgâhta çalışmak için ortalığı topladım, sildim. İş yaparken de storytelden bir roman dinlemek istedim. Biraz da kısa olsun, çok günlere yayılmasın, sünmesin, unutulmasın istedim. Defne Suman'ın Yağmurdan Sonra romanında karar kıldım. Roman çıktıktan sonra Beliz Hoca'nın İnstagram'dan yazdığı övgü dolu notu aklımdaydı. Distopik bir gelecekte, olayların yaşanma anının içinden anlatıldığını biliyordum. Yaklaşık iki bölüm dinledikten sonra odama gittim. Banyo yapıp çok da geç olmadan uyuyacaktım. Baktım reels çukuruna çekilmişim. Boş ver banyoyu. Sabah yaparsın, dedim. Açtım sesli bir meditasyonu. Ve uykuya daldım. 

Meditasyon, bilinçli farkındalıkla yapılması tavsiye edilen bir şey, oturur vaziyette. Oturarak yapmak benim için pek mümkün değil çünkü ben meditasyonu bir gevşeme, düşüncelerimden soyunma ve uykuya dalma aracı olarak kullanıyorum. O yüzden meditasyonda dik oturmak bedenime aykırı. Deneyimlemiyorum. 

Saat neredeyse altı. Uyku çağırıyor beni. Bu satırları şimdilik sonlandıracağım. Belki gün içinde devam ederim. 

                                                                        *

Gün içinde yazma fırsatım oldu. Ramazan ayındayız en nihayetinde. Hasta sayısı ister istemez düşüyor. Bununla beraber ne yazma hevesi duydum içimde ne de yazacak konu. Şu ana kadar yazdığım paragrafların uzunluğuna baktım ve bu haliyle paylaşmamaya karar verdim. O yüzden de böyle lafı dolandırıyorum. Pas atıyorum. Bahar sersemliği diyelim ya da sıkıntısı. Bu arada ben de kısmi oruç tutmuş gibi oldum. Öğlen yemek yemedim. Aralarda su ve kahve içtim. Akşam anneme gideceğiz iftara. Aileden biri oruç tutuyor ne de olsa. Birlikte yapalım istedim. Saat altı gibi bitecek işim. Bugün doğru dürüst hareket de etmedim. Belki arabayı muayenehanenin önüne bırakır yürüyerek gider gelirim. Birkaç bin adımı görmüş olurum bu sayede. 

                                                                     *

Dün Serhan Ok'un yazdığı bir çocuk romanı okudum. Günışığı Kitaplığı'ndan çıkma. Evcil robot hayvanların olduğu bir zamanda geçiyor. Temiz gıdayı dert ediniyor. Çiftçilik yapmak üzere şehirden ayrılan bir ailenin ilk hasat dönemi, çektikleri maddi manevi sıkıntılar, evin kızının geride bıraktıkları yüzünden zorlanması gibi meselelerin tam ortasında başlıyor roman. El birliğiyle güçlükler aşılıyor. Hayat bir anda bayram olmasa da o gecenin en karanlığı aşılıyor. Güzel olana yelken açılıyor. MUTLU SON. Hep söylediğim gibi çocuk kitaplarındaki umuda, dayanışmaya, yardımlaşmaya ihtiyacımız var. Bize bunu sağlayacak insanlarla çevrili olmak hayattaki en büyük gayemiz olmalı belki de. Tutturmuşuz iyi okul, meslek, ev, araba diye. Oysa kara gün kararıp dururken yanında kimler var? En büyük zenginlik orayı sağlam tutmakta.