16 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 11

Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım. 



Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)

20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine! 

Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.



İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik.  İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın. 

                                                                            *

Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor. 

                                                                              *

Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir. 



14 Haziran 2025 Cumartesi

İkide bir: 10

Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler. 

Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur. 

12 Haziran 2025 Perşembe

İkide bir: 9

Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.

Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim. 

Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne  ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için. 

Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım. 

Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir. 


10 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 8

Dün bayramın son günüydü. Annem dışında kimseyi ziyaret etmediğim, yalnızca bir arkadaşımı gördüğüm, bir diğeriyle telefonda sohbet ettiğim, hemen hemen hiç kimseyi aramadığım, sormadığım, çoğunlukla evde yalnız kaldığım, sessiz, sakin kendi halinde bir bayram oldu. Her bayram böyle geçse üzülürdüm belki ama bu bayram tenhalığı, sakinliği sevdim. Biraz evi toparladım. Daha çok çöp çıkardım aslında. Kimi eski defterler, eski makaleler, seminer notları, çözülmüş çoktan seçmeli testler...

Yıllar önce çoktan seçmeli bir testle baştan çıkmışlığım var, bir doğru bir yanlış doğurabilir, bir yanlış bir doğruyu götürebilir uyarısını dinlemeyip kendimi o doğruyanlışın kollarına atmışlığım, yoldan çıkmışlığım, davet edildiğim yere varmışlığım var. O günlere dair notlar, mektuplar da gitti bir bir. Unutmak için saklamamam gerekiyor bazen, özgürleşmek için atmam. Şimdi o günleri düşünürken, o tatlı başlangıcı, baş dönmesini, her şeyi başlatan ilk sözleri, ilk buluşmaları... her şeyin aslında nasıl gün gibi aşikar olduğunu görüyorum. Bile bile yanmak da aşka dair belki. 

Sabah uyandığımda bir yabancının nasıl olup da birdenbire en kıymetline döndüğünü düşündüm. Birdenbire olmuyor tabi. Günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılıyor, bağ kurmak, köprüler inşa etmek. İlk kez sen diye hitap ettiğinde yaşadığı şaşkınlık utanma karışımı ifade gözünün önüne geliyor örneğin. Bir bakıyorsun gülümseyerek hatırladığın bir anıya dönmüş. Bir başka sefer seni ilgiyle dinlediğini, duyduğunu, dahası aklında yer ettiğini fark ediyorsun, hop bir bağ kuruluyor, bir köprü bir kalpten diğerine. Bilgi, ilgi, özen, dikkat akıyor karşılıklı. O hiçbir şeye yetişmediğinden yakındığın zaman, bir de bakıyorsun birinin kabına, damlıyor pıt pıt pıt. Ve bundan memnun olduğunu fark ediyorsun. Dile getirmediklerin gözlerinde, bedeninde hapisken yol alıyorsun, çok da bir şey ummadan. Çünkü beklenti öldürürken her şeyi, beklememek, beklemezken almak, her ne ise gelen mutluluk kaynağı. İki insanın, milyonlarcası içinden birbirini görmesi, fark etmesi, kalpten bir bağ kurması, emek vermesi, şu zalim dünyada aldığımız en kıymetli hediye, yaşama sevinci sebebimiz. Şimdi bu satırları yazarken bir gün yabancıyken kıymetlilerim arasında yer alan insanları düşünüyorum ve o gün orada olduğum, tanıştığım, emek verdiğim, anılar biriktirdiğim için minnetle, şükranla doluyorum. Çünkü sahip olduğumuz en kıymetli şey, kurduğumuz bu bağlar. 

Dün kızımla yürüyüş yaptık akşam üzeri. Geçenlerde Bahar Eriş'in sosyal medyada paylaştığı bir iletiyi okudum, o da bir başkasından alıntılıyordu. Ergenlerin gidip gelme halleri, siz bir şey sorduğunuzda umursamaz görünürken aynı gece yatağınıza gelip yarın devam ederiz, uyuyalım artık dedirten uzun sohbetleri başlatmaları. Hiç de kafa karıştırıcı değil. Uzmanımız bunu özerklik ve bağ kurma ihtiyaçlarına bağlıyor. Bunu bilmek iyi hissettirdi. Kapıdan selam vermeden girip yalnızca kediyi sormasına bozulmadan seçim yapmasını bekleyebildim bu hap bilgi sayesinde. Sonrası iyilik güzellik. Bir saatlik bol sohbetli doğa yürüyüşü. İlişkilerin milyonlarca sırrından biri de bu olabilir. Karşındakine seçim gücü olduğunu fark ettirmek ve dırdır etmeden beklemek. Beklediğini unutmak hatta, kendi işlerine odaklanmak, onlarla ilgilenmek ve geleni muhabbetle, ilgiyle, neşeyle karşılamak. Dünyanın 8. harikası bu olabilir mi?

Bu da akşam yürüyüşümüzden bir kare




8 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 7

Dün sabah erkenden Bursa'ya doğru yola çıktım. 10'u biraz geçerken İKEA'nın içindeydim. Evde planladığımızdan daha fazla Billy kitaplık aldım. Köşeyi dönerim belki diye bir de köşe kitaplık. Evde, komple cam kapak seçmiştik ancak mağazada dolaşırken panel kapak gördüm ve onu tercih ettim. Altı ahşap üstü cam, panel kapakları ileride istersem tamamlayabileceğim bir alt modül gördüm çünkü. Bununla beraber kitaplıklarda muhakkak düzensiz, kalabalık görünen yerler kalıyor. Bu planlamayla çalışma odasındaki kadar kitap depolama alanını yeni evin salonuna sığdırmayı başarıyorum. Bu da yeni evde çok da efektif kullanmadığım  çalışma odasının eksikliğini duymayacağımın ispatı. Çalsın sazlar, oynasın kızlar!

Çalışanların yardımıyla depolama alanından kutularımı aldım. Ödemeyi gerçekleştirdim. Nakliyeye verdim. Yukarı çıkıp İsveç köftesi yedim. Mobilya bölümünde kısa bir gezintinin ardından tekrar yola çıktım. Akşam beş civarı eve ulaştım. Kendimi banyoya attım. Bir şeyler atıştırırken Netflix'ten Ceren'in önerdiği Dört Mevsim dizisini açıp peşi sıra üç bölüm izledim. Gözlerim yorgunluktan kapanınca uyumaya gittim. 

Sabah altı gibi kendiliğimden uyandım. Çamaşırları katladım. Yerlerine yerleştirdim. Yatak odasındaki dağınıklığı toparladım. Yeni eve taşımak istediğim kimi kutular, hurçlar var. Bayram sonunda emlakçının gelip evin fotoğraflarını çekmesi için evi yeniden düzeli hâle sokmam gerek. Ya da acele etmeyip bu işi taşınma ertesine bırakabilirim. Böylesi çok daha kolay olacaktır. İçinde yaşarken evi göstermek de bir dert çünkü. Bu da yazarken aldığım bir karar oldu. Yoksa bugünün planların birisi çalışma odasından başlayarak evi fotojenik hâle getirmekti. Yine de bugün en az iki saati, bölünmeden, odaklanmadan çalışma odasını toparlayarak geçirmeyi düşünüyorum. Saat henüz erken. Evi toplamak, dizi izlemek, dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, belki birileriyle buluşmak için koca bir gün var önümde. Günü verimli geçirme konusunda hevesim var. Önümde iki seçenek: Ya dikkat çeliciler günümü yutacak ya da çalışma odası elden geçecek. 

Bayramın üçüncü günü de başladı. Yarın son gün. Belki denize giderim. 

6 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 6

Bayramın ilk gününden herkese merhaba,

Kurban bayramı bizde çok uzun yıllardır kurban kesme işine girişilmeden kutlanıyor. Aile büyüklerinin kabirleri desen memlekette. Hâl böyleyken kurban bayramına özel o ilk gün koşturmacası da olmuyor. Sabah annemi kahvaltıya davet ettik. Birlikte kahvaltı yaptık, bayramlaştık. Onu eve bıraktım. Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrıldık. Sonra bir arkadaşımla yeni evde buluştuk. Boş odaların, duvarların ölçüsünü aldık. Mevcut mobilyaların büyüklüğünde gazete kâğıtlarını zemine serdik. Ne, nerede nasıl görünecek diye baktık. O evde ayrı bir çalışma odası olamayacağı, marangozun yaptığı kitaplık da sığmayacağı için modüler kitaplık seçeneklerine bakmak üzere eve geldik. Sanal İKEA gezintisi...

Renk seçtik. Salonda uygun boşluklara cam kapaklı Billy kitaplıklar,  yeni çalışma masası ve tekerlekli bir keson sığdırdık. Verimli bir gün oldu. Sıra siparişe gelince masa ve kesonun stokta olduğunu istediğim renk Billy kitaplıkların ise internet satış stoğunda olmadığını gördüm. Üzüntü ve muz kabuğu! Mağaza stoklarına bakınca Bursa'da olduğunu fark ettim. Günübirlik gitmek için hayli yol yine de. Ancak aradan çıkarmak da istiyorum. Çünkü planlamak, kolaylık sağlıyor. Neyin nereye yerleşeceğini bilmem, taşınmadan önce bunun planını yapmam şart. Ne derler bilirsiniz: Nuh gemiyi fırtınadan önce inşa etti. 

Taşınmayı fırtınaya benzetmem pek manidar oldu. Taşınmalar gerçekten de yorucu. Birer küçük felaket bir yanıyla. Hele de daha küçük bir eve geçiyorsan, küçülmen gerekiyorsa. Neleri geride bırakacağıma, neleri taşıyacağıma karar veremediğim için kaçınmam an meselesiydi. Kendime küçülmek, sadeleşmek, yeni bir başlangıç yapmak istediğimi hatırlatmam gerekiyordu.  İki kişiye yetecek büyüklükte bir ev olduğunu, tam da bu yüzden bu kararı aldığımı yineliyordum sonra. Fazla eşyaları depolamak için daha büyük alanları temizlemek zorunda kalmaktan yorulduğumu söylemiyor muydum herkese? O zaman nedir bu niceliksel kıyaslama... Nedir bu tutunmak? 

Her taşınma, sadeleşmek için bir fırsat. Elden geçirecek çok şey var daha. Özellikle kütüphanede. En az iki büyük boy poşet dolusu kâğıt çöpü çıkacağına eminim. Kitapları da azaltabilirim pekâla. Ama önce kitaplıkları almalıyım. Yarın Bursa'ya gideceğim. Kitaplıkları sığdırabilirsem bagaja atıp geleceğim. Sığdıramazsam nakliye hizmeti satın alacağım. Yarının yazmama günü olması iyi denk geldi.

Bugünün yazısı da böyle olsun, varsın, Z raporu gibi. 

4 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 5

Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...

Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor. 


2 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 4


Geçen gün masaja gittim. Masaj öncesi saunaya girdim. Genç bir çift vardı. Kadın, erkeğe çalışmaya başladığı ilk yıllarda kredi kartı borç batağına girdiğini, kart limitini kendi geliri sanma yanılgısına düştüğünü anlatıyordu. Cironu kendi kazancın sanma yanılgısı da benzer bir çıkmaza sokabilir insanı. Hatta iflas dahi ettirebilir. Hayatı boyunca çok uzun saatler çalışmış, işini iyi yapmış ama iki kez iflas etmiş bir diş hekimi tanımıştım örneğin. Bunu nasıl başardığı üzerine çocuklarıyla zaman zaman konuşurduk. Kimsenin mantıklı bir açıklaması yoktu. Benim aklıma gelen, ciroyu net gelir sanma ve bu doğrultuda harcama yanılgısı. Sonrası tipik hikâye. Faizle boğuşmaca. 
Bugün genç bir kadın tanıdığımın da kredi kartlarıyla başının belada olduğunu öğrendim. Yakın zamanda kredi çektiğim için kredi çekme ihtimali aklına gelmiş. Bunun üzerine konu gündeme geldi ve ayrıntıları öğrendim. 
Bu konu gündeme gelince iki şey düşündüm. Birincisi finansal okuryazarlık eğitimi almanın ne kadar mühim olduğu. Kendi kızıma ne öğrettim bu konuda emin değilim. Bir harçlığı var. Ekstra ihtiyaçlarını karşılıyorum ama kendine ait birikim, haftalığıyla geçinme kısmını ne kadar becerdiği kısmını ele almadığımı fark ediyorum. Bu konuya eğilmeli. 
İkincisi bir bilene sorma, akıl alma kısmı. Genellikle başımıza bir şey geldiğinde, bir dert bizi bulduğunda arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Aile büyüklerine gitmeyi tercih etmiyoruz. Kızmalarından, dırdır etmelerinden çekiniyoruz. Çünkü ülkemizde güvenin, sevginin, sıcak, samimi, yakın iletişimin doğru kaynağı çoğunlukla aile değil. Onların deneyiminden faydalanmayınca, ister istemez akrana yöneliyorsun, yaşam tecrübesi senin kadar birinden medet umuyorsun. Gizliyorsun, saklıyorsun, ağırlığı altında duygusal yüklerinin eziliyorsun. Hepimizin tıkandığımız yerde bir mentora ihtiyacı var oysa. Aklıyla, deneyimiyle, rehberliğiyle, telkinleriyle yol gösterecek, önümüzdeki zorluğu küçük lokmalara ayıracak birinin varlığı ne kadar ferahlatıcı! Sen ne düşünüyorsun? Zorlukları nasıl deneyimliyor, nasıl aşıyorsun? Var mı kapısını çalabileceğin bir aile büyüğü? Ya da sonradan seçtiğin bir bilge kişi? Öyle ya, belki, ailede bu ilişkiyi kurabilecek denli şanslı değildik ama artık büyüdüğümüze göre edinilmiş ilişkilerden de seçebiliriz pekâla. 

31 Mayıs 2025 Cumartesi

İkide bir: 3

 Ayın son, ikide bir günlüklerinin üçüncü yazısından herkese merhaba,

Blog yazılarında okura hitap ederek başlamanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Yazarken birini muhatap tuttuğunda, ona seslendiğini duyurduğunda, yazının içine hop diye akıyor yazan kişi. Bir mektup yazar gibi dalıyor ve anlatmaya başlıyor. Bu sayede eğer yazı masasına geçerken belli bir niyeti yoksa yazının içeriğine dair, bir giriş oluşturuyor ve kelimeleri birbiri ardına sıralarken konusunu aramaya başlıyor. Tıpkı benim şu anda yaptığım gibi. 

Dün bir hastam geldi. Birkaç yıl önce tedavi ettiğim hastam, telefonda randevu alırken çocuklarının özel eğitim gördüğünden bahsetmiş. Böyle bir ayrıntının bir ehemmiyeti varmış gibi. Telefonla randevu alırken kendi rahat gelebileceğiniz aralığı belirtmek ve diyalog yoluyla uygun gün ve saati belirlemek hayli kolay. Hastanın gelemediği saatlerde neyle meşgul olduğu irdelediğimiz bir mevzu değil. Bununla beraber durumunu bildiğimizde gözettiğimiz de bir gerçek. Hastamın bu beyanını duyunca gevezelik etmiş diyerek geçiştirmedim elbette. Zihnimde takılı kaldı.  Eski bir tanıdığı hatırladım. Milan Kundera'dan alıntıladığı ve sıklıkla tekrar ettiği o sözü: 

"İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur."

Sosyal devletin olmadığı bir ülkede, yaşlı ve çocuk bakım hizmetlerinin anneler ve/ya ailedeki diğer kadınlar tarafından karşılandığı ya da annenin (yeterince yüksek bir maaş alabildiği durumlarda) başka kadınlardan hizmet satın alarak çözdüğü, her durumda kadın emeği üzerinden yükseldiği bir ülkede, bir annenin, telefonla randevu alırken çocuğunun özel durumundan bahsetmesini boş söz diyerek geçiştiremeyiz. İki sözden birinin oraya dair olmasını şaşırtıcı bulmayız. Bakım emeğini muhtemelen tek başına üstlenen, yorgun bir annenin kimliğidir, o, nihayetinde.  Yaralandığı yerden konuşan, duygusal yükünün paylaşmaya çalışan bir anneyle karşılaşmak, bu yüzleşme, kendi kimliklerim üzerine düşünmeme yol açtı.

Kendimi bu anlamda şanslı sayıyorum aslında. Bir kız çocuğu olarak eğitimle ilgili bir sorun yaşamadım. Bu doğal bir haktı. Mücadele etmedim. Giyim kuşam, davranışlarla ilgili de büyük sıkıntılar yaşamadım. Hoş bu ülkede kadınların hemen hepsinin deneyiminin bir yerinde sözlü taciz, fiziksel tacize yeltenmeye çalışmalar, flört tacizi gibi şeyler kıyısından köşesinden yaşanmıştır. Başıma gelmedi diyen ya bu konuda konuşmak istemiyordur ya da büyük resimde ayrıcalıklı bir yerde bulduğundan deneyimini silme, görmezden gelme eğilimindedir. Benim de durumum yaklaşık olarak böyle. Sosyo ekonomik olarak kendine yeten bir ailede büyüdüm. Okurken ekonomik zorluklar yaşamadım. Mesleğimi icra ederken kadın olmaya dayalı büyük zorluklarla sınanmadım. Din, mezhep, etnik köken, dil olarak baskın olan yerdeyim. Ten rengi, fiziksel görünüm, bedensel ve zihinsel olarak ayrıcalıklıyım. Bekar anne olmamı bir kenara koyarsak hayatımda hiçbir zorlanma, ayrımcılığa uğrayabileceğim yer yok. Bekar anneliğe geçişim de pek çok kadına göre kolay oldu. Boşanırken sıkıntı yaşamadım. Yoluma taş konmadı.  Ekonomik olarak zorlanmadım. Hayatımızda büyük değişiklikler olmadı. Kızımla beraber parasının son kuruşuna kadar  benim ödediğim evimizde, aynı düzende yaşamaya devam ettik. Babası makûl, enflasyon karşısında (henüz) kuşa dönmeyen (avukatım sağolsun) bir nafakayı düzenli olarak ödüyor. Bununla beraber ben planlarımı bu ücret yokmuş, gelmeyebilirmiş gibi yapıyorum. Bekar annelerin çoğunun böyle yaptığını da biliyorum. Özellikle küçük çocuğu olan annelerin çocukları hasta olup okula gidemediğinde, veya kendilerine zaman ayırmakta zorlandıklarını biliyorum. Çocuğu bırakacak yer olmadığı için bir önceki yazının konusu olan içsel göstergelerine bakamamak, kendine ait zaman ayıramamak, kendi iç kaynaklarını dolduramamak da sık rastlanan durumlar. Bir kahve molası, arkadaşla yan yana yürüyüş, sohbet, kahkaha, kısa tatiller ile kendi içsel kaynaklarını zenginleştirmek, çocuğunla ilişkinde sabrını, şefkatini, dinleme kapasiteni de arttırıyor esasında. Dolayısıyla aynı benzin almaya zamanım yok diyemediğimiz gibi ele almalıyız bekar annelik mevzusunu da. Ha bende durumlar nasıl? Çoğu zaman ev iş arasında geçiyor günler. Şehir dışına çıkmalar ya mesleki bir kurs gerekçesiyle ya da görev aldığım meslek örgütümün çalıştayları nedeniyle. Mesleki kurslar İstanbul'da olduğu için akşamları eski arkadaşlarımla buluşuyorum. Meslek örgütünün buluşmaları İstanbul, Ankara, Samsun, Gaziantep gibi farklı illerde oldu görev aldığım üç yıl içinde. Eylül ayında Diyarbakır'da bir toplantı olacak. Bu toplantılar oldukça yoğun geçiyor ancak farklı illerden arkadaşlarla birlikte aynı otelde kalmak, kahvaltı ve akşam yemeklerinde sohbet etmek besliyor beni. Bununla beraber bunları yıla paylaştırdığımda onbeş gün bile etmiyor. Sorunsuz boşanmanın bile kendi içinde zorlukları var yani. Mutsuz evliliklerin büyük kısmının sürmesi belki de bu yüzden. Evlilik de ayrılık da gül bahçesi vaat etmiyor insana. Ama kafanın rahat olması, içinin huzurla dolu olması ev içinde kendi küçük gül bahçelerini yaratmana da olanak sağlıyor. Kızım büyüdükçe arkadaşlarımla olan sohbetlere katılıyor, kahkahaların atıldığı, neşe dolu anlar çoğalıyor. İşte bunun için sevinebilirim. 

Siz nasılsınız? Hayatta ayrıcalıklı olduğunuz ve olmadığınız durumlar, kimliklere dair durumlarla ilişkiniz nasıl?  

29 Mayıs 2025 Perşembe

İkide bir: 2

Yoğun ve yorucu bir gün beni bekliyor. Dün akşam da epey çalıştım üstelik. Bugün yeni evde temizlik olacağı için temizlik malzemelerinin bir bölümünü, elektrikli süpürgeyi, bir masa ve iki sandalyeyi bıraktık. Evi kiraya vermek için bir emlakçıyla konuştum. Evi fotojenik hâle getirmek lazım. İki büyük giysi ve ayakkabı torbası, ablama ait bir büyük torba kırlent ve iki adet çekyat kenarı sınır dışı edilecek. Nevresim, çarşaf, havlu dolu valiz de temizlikten sonra yeni yuvasına gidecek. Kalan öte beri dolaplardaki boşluklara tıkılacak. En zorlu parkur kızımın odası. Legolardan oluşma büyükçe Hogwarts okulu, sürüsüne bereket kar küresi, minnoş seramik pisicikler, Jumbo ganimetleri... Deli kızın çeyizi misali serildikleri yerden kaldırılacak. İki gün içinde. Sonra gelsin ferah feza fotoğraflar... 

İnşaat temizliği zor iş. Bir günde hallolur mu hiç emin değilim. Ben de yardım edeceğim. Getir götür işleri de çıkar muhakkak. El altında olmak lazım, dedim. Bugün işe gitmek yok. Umarım kolaylarız. Hafta sonuna kadar kabası, incesi bitsin ki, bayramda elden taşınacakları taşıyalım, yerleştirelim. Yardım tekliflerine çok açığım. Ameliyat sonrası ağır taşıma yasağı sürüyor çünkü. Dün bir firma temsilcisi yardım etti örneğin. Kızım sordu: Neden? Çünkü dedim, yardım teklif etti, benim de yardıma ihtiyacım var. Beş dakika sürdü eşyaları taşımamız. Sonra oturduk sohbet ettik. Hafta sonu başka kaynaklarımdan da destek rica edeceğim. İnsana insan gerek. 

Bugün iş çok. Sürekli hareket halinde olacağım. Akşama yattığım yeri bilemeyecek hâle gelmem çok muhtemel. O yüzden sabah işe güce dalmadan yazayım, İkide Bir yazımın ikincisini dedim. Kediyi besledim. Bahçeye çıkarmak için balkon penceresini açtım. Dün ay uç vermiş, yakında açacak dediğim kaktüsümün çiçeğiyle karşılaştım. Muayenehane önündekiler de "Ben de, ben de, " demekte. Sardunyalar da açtı. Morsalkımın çiçekleri bitti ama bize sağladığı yeşilden perde ve gölge yeter. 

Tüm çocukluğum Sümerbank Lojmanlarında geçti. Lise bitip İstanbul'da üniversiteye başlayana, kendi dairemize geçene kadar apartmanda otırmadım. Göz hizam hep bahçeye dönük oldu. Güller, papatyalar, ortancalar, hüsnüyusuflarla doluydu bahçe. Vazodan çiçek eksik olmazdı. Bahçeye düşkünlüğüm o zamanlardan kalma galiba. Balkonlarımda hep saksılarım oldu. Kızım küçükken çilek fideleri dahi diktim. Büyük bahçeli ev özlemim yok. İş tempom, yaşam yükü buna el vermiyor. Asansörle yukarı çıktığım, topraktan uzak, göğe yakın daireler hiç cazip değil. Alt katlarda olayım, ağaç, çiçek göreyim istiyorum hep. Neyse ki inşaat firmaları burun kıvrılan zemin katlarını bahçe kullanımlı forma çevirdi de, benim gibi çiçek, toprak sevdalıları üzerlerindeki sekiz, dokuz katı unutup müstakil yaşam sürme imkânına kavuştu. Yürüme yolunun çitine sarılı yaseminlerin kokusu, cıvıldayan kuşların sesi aradında işleneceğiz bugün. 

Ama önce giyinmek lazım. Ve de benzin almam. İbre sıfıra geldi dayandı. Benzin alma işini bu kadar savsaklamazdım eskiden. Ev, iş sürüşü arasında benzinci olurdu çünkü. On yıldır ev iş rotasında benzinci yok. Özellikle gitmem gerekiyor. Gitmeyi erteleyebiliyorum. O tarafa yolum düşünce alırım diyebiliyorum. Benzini son dakika almakla, zamanım yok yapamam düşünceleriyle ihtiyaç duyduğun molayı almamak arasında doğru orantı olabilir mi? Benzin almaya zamanım yok diyemiyoruz, ertelesek de alıyoruz. Çünkü yolda kalma riski var. O zaman bugünün tefekkürü benzin metaforu üzerine olsun. Arabaya binince benzin göstergenizle beraber içsel göstergenize de bakın. Depo ne vaziyette? Ben öyle yapacağım. Kalın sağlıcakla. 


27 Mayıs 2025 Salı

İkide bir: 1

Yılın en sevdiğim zamanları. Kıştan çıkmışız. Hava limonata gibi. Ne üşüyorsun ne sıcaktan bayılıyorsun. Tişört, sandalet sezonu başlamış. Sıcaktan, nemden uyuyamama, kara sinek, sivrisinek derdi yok. Gelincikler, papatyalar açmış. Kırlara çıkmaya dahi gerek yok. Bir avuç toprakta bile can vermiş rengârenk çiçkeler, morlar, kırmızılar, sarılar, pembeler... Renk cümbüşü... 

Baharda neşelenmeyen, yeni başlangıçlara niyet etmeyen ya da imrenmeyen var mıdır acaba? Hiç sanmam. O soğuk, uzun, karanlık kış günlerinden sonra aydınlığa kavuşmak ve kuru dalların canla dolup taştığını görmek en karamsar insanı bile gülümsetecek, eyleme geçirecek türden bir içsel motivasyon sağlıyor bence. Doğanın güzelliklerine gözümüz açık bence, her birimizin. Güneşin altında göbeğini açmış miskince yatan kediye, rızkını arayan martıya, narince salınan gelinciğe, gökyüzünü şahane renklere boyayan gün batımına duyarlıyız. Bir an olsun durmayı, görmeyi zevk almayı başarıyoruz. Eh devir sosyal medya devri, elimiz telefona uzanıyor ve kadraja almaya çalışıyoruz bu güzellikleri. Şartlar ne denli güç olursa olsun hem de. Victor Frankl, aklını kaybetmeden, sağlığını yitirmeden, üstelik de elinde Logoterapi gibi bir yöntemle çıktığı toplama kampı günlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında ne güzel anlatır, daracık zamanlarda, alanlarda gözleriyle buluşan gökyüzünü, etrafı kuşatan doğayı. Zaman her şeyin ilacıdır, derler ya, ona inanıyorsak şayet, bu, bunca yıldır, doğanın döngüsüne şahit olduğumuzdan. 

Zaman bana da iyi geldi. Zor günler geride kaldı. (Bir sonraki zorluğa kadar elbette) Ameliyat olmak da keza öyle. Ağrı, sızı gibi bir şikayetim yoktu. Bununla beraber, iyi huylu da olsa, içimde taşıdığım kitle, bir nevi tıkanıklığa, durgunluğa yol açıyordu belki de. Malûm, hareketsizlik, durgunluk iyi bir şey değil. Durgunluktan kastım, duruluk, berraklık değil, durağanlık, çürümeyi, kokuşmayı, bozulmayı temsil eden bir şey. Vücudumdan bu tür bir durağanlığı atmak, belki de içimdeki kördüğümleri de açtı. Kararsızlığım son buldu. Eyleme geçebildim. Ev mevzusundan bahsediyorum, tam burada, bu anda. Bir ev alıp onlarca yıl oturmak diye bir şey ille de şart değil. Evler alınabilir, satılabilir, ihtiyaçlara hizmet etmediği yerde terk edilebilir ve yeniden kurulabilir. Önümde bir liste var. Temizlik, sineklik, kornij montajı, nakliye şirketiyle anlaşma vb. Yaptıkça tik atacağım ve ilerleyeceğim. Okullar kapanır kapanmaz da ver elini, yeni ev. 

Bu hayal olmasa, başıma sardığım zorlu iş çekilir çile değil. Şimdiye değin, bir miktar çocuk kitabı, kıyafet, oyuncak ayırdım ve verdim. İki büyük evrak çantası içlerini boşalttım. Miadı dolmuş kâğıtlar geri dönüşüm için ayrıldı. Kendi yatağımın bazası dışarı çıktı. Ne var ne yok elden geçti. Yeniden toplandı. İşe yaramayan şeylerle vedalaşıldı. Giysi dolabının yarısı boşaltıldı. Kalan kısmı üç hafta boyunca bana yeterli olacaktır. Ebeveyn yatak odasındaki giysi dolabı ve çalışma odası kitaplıkları kalacağı için onlara en son el atmaya karar verdim. En zorlu kısım kitapları taşımak olacak. Ayrı bir çalışma odası olmayacağı için salonda ya da yatak odasında kitaplık ve çalışma köşesi kurulacak. Bunun için de acele etmeyi düşünmüyorum. Eşyalar yerli yerine yerleşsin, hangi odayı nasıl kullanıyoruz görelim, kalan boşlukları itinayla değerlendiririz. Bir yerde, bir mimarın bahçe peyzajına, yürüme yollarına orada yaşam başladıktan sonra, son dokunuşları yaptığına dair bir şeyler dinlemiştim. Çok da mantıklı gelmişti. Orayı kullanan bireyler, yürüdükçe, kendiliğinden beliren yolakları, yürüme taşlarıyla bezemek, ya da ne bileyim rüzgâra, güneşe göre en şahane yerde konumlanan köşeleri, dinlenme, oturma alanlarına çevirmek... Bir önceki evimde, öteden beridir çalışma masamı pencere önüne koymayı hayal ettiğim için önce oraya yerleştirmiş, sonra odayı daha verimli kullanmak adına yine duvar önüne çekmiş, bu sayede 9 m2 odada bir duvarı  boylu boyunca kitaplıkla kaplamayı, iki çalışma masası, sandalyesi ve bir yatak sığdırmayı başarmıştım. Mekânları tanımak şart. İçinde yaşarken, kendiliğinden gerçekleşen bir tanış olma hâli bu. Annemin yıllarca oturduğu eve ilk taşındığımda, onun yerleştirdiği şekilde yerleştirmiştim evi. Zaman içinde, ya bu köşe daha ışıklı, denizi de görüyor, yemek masasını oraya mı alsak sorusuyla, kanepeyi pencere önünden çekmiş, masayı oraya almış ve içime sinen yerleşimi bulabilmiştim. O son hâl için üç versiyon denemiştim hatta. Bıkmadan, erinmeden, denemek gerek. Yaşamak sanatı diye bir şeyden bahsedeceksek, bunun formülü de böyle bir şey, belki de. Her an gözlem yapmak, ihtiyaçlarınla bağ kurmak, değişimi fark etmek ve yeniden şekillendirmek, bıkmadan, usanmadan, erinmeden üstelik. 

İkide bir günlüklerinin ilk yazısı burada bitiyor. Bıkmadan, usanmadan, erinmeden sonuna kadar okuyan herkese selam olsun! 

Bir de fotoğraf. Kaktüsümün çiçekleri açtı. Ne zaman açacak diye beklerken ben.  


 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

İkide bir: intro

Davet Mindmills'ten. Katılım bizden. 

Bir kez daha bir yeniaydan diğerine topluca yazma döngüsü. Bu defa iki günde bir. Astrolojiyle çok ilgili sayılmam. Doğrudan bu konuda aldığım bir eğitim yok. Alaylı sayılacak kadar yakın okumalar da yapmış değilim. Bununla beraber takip ettiğim kimi sosyal medya hesaplarından yeniay, dolunay, tutulma vb. astrolojik olaylardan haberdar oluyor, ileti hoşuma giderse sonuna kadar okuyorum. Davulun sesini uzaktan duymak misali bir şey, benimki.

İşte bu uzaktan kulağıma çalınan sesi, bu ayın ezgisini, ferahlık, bolluk, bereket olarak yorumladım. Tam da yeni bir eve taşınmak üzere toparlanmaya koyulmuşken bu yorumuma pek de sevindim. İki günde bir yazmanın zamanlamasını da uğurlu buldum. Taşınmak, bir değişim en nihayetinde. Her değişim bir ihtiyaçtan, bir memnuniyetsizlikten doğduğuna göre, yeni evimi, hayatımın bu yeni dönemini nelerle doldurmak istediğimi yazmak, lafı evirip çevirip bu niyetlere çekmek,  bir nevi çiftçilik yapma, iyi niyet tohumlarını ekme fırsatı da sunacak bana. Vira bismillah!

                                                                                

25 Mayıs 2025 Pazar

Seramik ev

Yapacak çok iş var. Gözümün korkması boşa değil. Abonelikleri açtırmakla işe koyuldum. Çocuk kitaplarına el attık. Çok radikal bir başlangıç yapamadım ancak bir miktar kitabı paylaşabildim. Çocuğu olan arkadaşlar, devlet okulu kütüphanesi şeklinde bir dağılım yaptım. Parça parça veriyorum. 

Eh hafta sonunu boş geçirmek olmaz. Eller çalışacak. Dün akşam eve girince cep telefonumu muayenehanede unuttuğumu fark ettim. Yemek yedim. Mutfağı topladım. Büyük bavulun içini nevresim, yastık kılıfı, kıyafetle doldurdum. Kalanları yıkaya yıkaya kullanırım. Yeterince iş yapıp yeterince yorulunca telefonumu almak üzere dışarı çıktım. Muayenehaneye ayak bastığım anda telefonum çaldı. Zamanlamanın böylesi. 

Arkadaşımla buluştuk. Kordonu baştan aşağı yürüdük. Yenilenen Donanma Çay Bahçesi'nde Türk kahvesi içtik. Tüm yolu geri yürüdük. Hayatımızdaki yenilikleri dinledik. Birbirimiz adına sevindik. 

Dönünce cumba yatak yapmadım. Kızımın kalan bebeklik oyuncaklarına ve kıyafetlerine baktım. Birer kutu hariç hepsini vermiştim. Kalanları eledim. Oyuncakların hepsini, kıyafetlerin pek çoğunu ayırdım. Ne nereye gidecek mesaisini de tamamladım. Çöpe atmak bana göre değil. Pırıl pırıl, gıcır gıcır eşyalar istiyorum ki, başka çocuklar tarafından kullanılsın. Taşınmaların duygusal emeği de kadınların omzunda galiba. 

Gece plağımı taktım. Meditasyonu açtım. Uykuya daldım. Plak gece diş sıkma sorununu çözdü. Ama gün içinde de sıkıyorum. Gündüz de taksam yeridir. 

Sabaha karşı bir şangırtıyla uyandım. Kapıyı açınca koştu benimki, dolandı bacaklarıma. Bir sevinç, bir muhabbet. Su verdim ve etrafı kolaçan ettim. Büfenin üzerinde duran çatısı, bacası, pencereleri ile tastamam seramik ev sizlere ömür. Dün de düşürmüş, yalnızca bacasını kırmıştı. Yarım bıraktığını tamamlamış. Kızsam ne fayda. Şaşırdım. İki gün üst üste mesai yapmış. Üç yıldır büfenin üzerinde sapasağlam duran, patilerin hedefi olmayan seramik eve kafayı takmış. Tam da bu yuvadan ayrılmak üzere toplanmaya başlamışken evin kırılması çok sembolik geldi bana. Kaza deyip geçemeyecek, elbette anlam yükleyeceğim. 

Eski ev yıkıldı, küllerinden inşa edilmeyecek. Yeni bir ev bekliyor bizi. Üstümüze çatı olacak. Geniş mutfağında çaylar demlenecek, umuyorum ki hayat şenlenecek, börekler, kekler pişecek, arkadaşlar gelip gidecek. Anılar birikecek. Bahçesine dikeceğimiz çiçekler büyüyecek. Kokularını salacak çitlere sarılı yaseminler. Soluyacağız, soluklanacağız, umuyorum ki iyikilerle doldurmayı başaracağız. 

18 Mayıs 2025 Pazar

Nohut oda bakla sofa

Söz yaratır, derler dostlar! Buraya mevcut evime taşınırken umduklarımı ve bulamadıklarımı defalarca yazdım. Yazmakla yetinmedim. Anlattım. Karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçlarımı sohbet konusu ettim. Emlak sitelerinden çıkmadım. Evimin yakınlarını turladım. Beğendiğim sitelerin önünden defalarca geçtim. Sonunda aradığım evi buldum. Yetmeyecek, açık kalıyor, arabayı mı satsam, besi mi bozsam derken bankaların kapılarını aşındırdım. Çok içten dilemiş olmalıyım ki, satıcı ödeme planımı kabul etti. Ödeme tamamlanmadan tapu devrini yaptı. Kalan miktarın senedini satıştan dört gün sonra yapmaları da cabası. Bu devirde, insanın insana güvenebilmesi güzel şey. 

Anahtarları teslim alınca bagajdan iki kamp sandalyesini götürüp bıraktım. Dün kızımla gidip ölçüleri aldık. Kafa  kafaya verdik. Hangi eşyaları götüreceğimizi düşündük. Çünkü yeni ev 2+1. Şu anda oturduğumuz eve nazaran bir yatak odası, bir büyük kapalı balkon eksik. Bununla beraber kocaman mutfağına ve mutfaktan çıkılan kendine ait küçük, müstakil bahçesine bayıldık. Varsın nohut oda bakla sofa olsun, dedik. Zira ihtiyacımın üzerinde büyüklüğe sahip bu evin işleri beni yoruyor. Ev büyük, depolama alanı çok olunca, istifledikçe istiflemişiz. Bebeklik kıyafetleri, oyuncakları, kitaplar, kutu oyunları... Nereyi açsam üzerime üzerime gelen yığınla eşya. Bırakmak, sadeleşmek bana iyi gelecek, biliyorum. 

Yapacak çok iş var. Abonelikler açılacak. Ev temizlenecek. Kitaplar, kıyafetler, mutfak malzemeleri ayıklanacak. Kızım bu yıl LGS'ye giriyor. Taşınma işini onun sınavının ertesine bırakma eğilimindeyiz. Bununla beraber, bugün evi yeniden gezince, içimi heves ve heyecan kapladı. Bayramın birkaç gün öncesinde taşınmak, bana kabaca yerleşmek için ihtiyaç duyduğum zamanı tanıyacak. İki evin arası yalnızca 500 metre olduğu için okul servisi de değişmeyecek. Ve fakat sınava ve mezuniyet balosuna sayılı haftalar kala, bu karar büyük ölçüde kızıma bağlı. He demezse, bayram tatili eleme, paketleme, elden taşınacakların taşınması ile geçer. Taşınma mezuniyet balosunun sonrasına kalır. Her ikisi de kabulüm. Hadi hayırlısı. 

Bir de kedi var, tabi. Balkon penceresinden içeri giren, dışarı çıkan, gezip dolaşan ve evin yolunu rahatça bulan Sani'nin yeni evin yerini bellemesi gerekecek. Yeni sitede onu bekleyen bir de sürpriz var. Sarmaşık isimli tıpkısının aynısı bir dişi sarman. Öyle ki, evi emlakçıyla ilk kez görmeye gittiğimde onu Sani sanmış, demek buralara kadar geliyormuş diye düşünmüş, onu Sani zannettiğim için de ısrarla seslenmiştim. Beni gördüğünde yanıma gelmiyormuş gibi, tuhaf bir yanılgı. Dün de şapşal şapşal seslenince bir site sakini ismi Sarmaşık, buranın kedisi, dedi. Bugün Sarmaşıkla yeniden karşılaştık. Evin içine dahi girdi, bizim oğlandan önce hem de. Bizimkinin bundan hazzetmeyeceği kesin. Bakalım ilk karşılaşma nasıl olacak? Sevgi ve dostluk mu gelişecek? Nefret mi? Meraktayım. 

13 Mayıs 2025 Salı

Nisan alfabesi

Anlar ve anılar kaybolmasın diye yazıyorum bu alfabeleri ama içim ağır, kafam bulanık, elim varmıyor, kalemim yetmiyor. Yine de buradayım. Hele bir ilk adımı atayım. 

Bazen günler birbirini hemen hemen aynı şekilde tekrar ederken parıldayan, belirginleşen anları tespit etmek güç. Dile getirmezsen şayet yaşamadın sanman işten bile değil. 

Can sıkıntısı nisandan en çok kalan. Şair haklı mı yoksa? 

Deniz kızım, on dört yaşında. Ellerimle işledim hediyesini. İncelikler hep ondan geldiğinden. Özendim bu yıl. Özendi babası. Takvim tutmazlığı, öfke patlaması... 

Ev bakmak bende bir ata sporu. Sahibinden.com'u blogtan çok ziyaret ettim bu ay. 

Fareyi çabuk bırak ağzından. Sani! 

Gelincikleri görmeden bahar geldi denir mi hiç! Kırmızı ile yeşilin muhteşem dansına bu yıl da tanık oldu bu gözler çok şükür. 

Haribo almış kızımın arkadaşları. Büyük ya da küçük ol. Hariboyla mutlu ol. Attım ağzıma. 

Işık kazandı. Günler uzadı. Aydınlıkta uyanmanın mutlulukla ilgisi var. İnanmayan beri gelsin. 

İrlanda Defteri var mı diye sordum kitapçıya. Var bir tane, kendim için ayırdım ama dedi uzattı. 

Japonya, Çin turları reklamları, çekil önümden. Bütçemde sana yer yok. 

Kalbim neredesin? Komada mı, derin bir uykuda mı? 

Leylek göremedim bu bahar. Yollara revan olamayacağım demek. Oysa haritada pek çok nokta var, görmek istediğim. 

Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Meryem Uzerli, gülmesi, içtenliği, öfke patlatması, neşe saçması... Efsane sultan. 

Neşe yayılsa elden ele, kalpten kalbe. Kır çiçekleri gibi açsa bir anda. Güzel olmaz mı? 

Okula gittim, söyleşi ve imza günü için. Hevesli, heyecanlı çocuklar karşısında neşelenmek ne kolay. 

Öykü yazmıyorum nicedir. Özledim. 

Peynirle ismi özdeşleşmiş kentte, marketten süzme peynir alıyorum. Çünkü çocuklar baskın, aromatik tatlı peynirleri pek de sevmiyor. 

Reçel kalmadı evde. Annemin kapısını çalmalı. 

Schliemann, modern arkeologların atası, orta yerinden yarmışsın Truva'yı, bir yağmacı, define avcısı gibi, gayrı iflah olmuyor. 

Şans mıdır, bir sikke bulmak tarlanı sürerken? Çocukluk hayalim. Kızıma da anlattım. 

Truva ören yerini gezdik. İçinden hikayeleri çıkarınca, üst üste yığılmış taş parçaları yalnızca. 

Ufka baktık, Truva ören yerinde. İlyada ve Odysseia'nın çocuk versiyonlarını okudum yalnızca. Ayıp hatun ayıp! Al ve başla. 

Üzgün, bezgin, yılgın hissediyorum olanlar karşısında. İçime de bahar gelsin artık. Lütfen, rica ediyorum. 

Vişneli yoğurt, tatlı niyetine. Seviyorum. Boykot vesilesiyle buzluktaki stokları tüketiyorum. Fasulyeler bitti. Darısı iç baklaların başına. 

Yazlıkları çıkardım, kışlıkları kaldırdım arkadaşımın yardımıyla. Yardım isteyebileceğin arkadaşlarının olması güzel şey. 

Zencefilli bira. Ne güzel şeymişsin sen yahu. Kıştan kalma Bulgaristan stokları tükendi. 


30 Nisan 2025 Çarşamba

Hoşçakal Nisan

Nisanın son günü. Yarın 1 Mayıs. Birkaç hafta önce çalışmamaya karar vermiştim. Öyle yürüyüşe katılmak istediğimden değil. Pek canım istemiyor doğrusu. Onun yerine günü bahar bayramı gibi karşılamak istedim. Günübirlik Bozcaada'ya giderim diye de düşündüm. Ancak plan değişti. Yarın sabah bir hasta bakmam gerekiyor. Sonra da ev bakmam. Bunun bir zorunluluğu yok elbette ama hazır evdeyken bakayım, kıyaslayayım, bütçe açısından değerlendireyim ve bir karar vereyim istiyorum. 

Oturduğum eve taşınalı üç yıl oldu. Eski evimden daha geniş olması, kapalı otoparka ve sosyal donatılara sahip olması ve yeni deprem yönetmeliğine göre yapılan yeni bir bina olması gibi gerekçelerle taşınmıştım. Bir de kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Ufacık, tefecik bahçe bitki çitiyle sitenin bahçesinden ayrılacaktı. Zaman içerisinde bu vaadin gerçeği yansıtmadığını gördüm. Site yönetimi çit yapmama izin vermiyor, toprak derinliği dikilen bitkilerin serpilmesine, yayılmasına, bitkilerden bir duvar oluşmasına  olanak tanımıyor. Böyle olunca da yeşil alana bakan bir zemin katta oturuyor gibiyim. Çocuklar içinden geçip gidiyor. Kedi dilediği gibi balkondan çıkıyor, gezip geliyor. Bunun konforuna o da biz de alışınca, bahçe kullanımlı bir zemin katın esasen bizim için iyi bir seçenek olduğuna inandım. Mahremiyetin sağlanması koşuluyla. İşte bu sebeple bir süredir bana bu müstakil bahçe kullanımını sağlayabilecek ev bakıyorum. Şartmış gibi. Evimden çıkabildiğim 30-40 metrekarelik bir yeşil alana mı bağlı tüm mutluluğum? Lavanta, gül dikmek, çiçeklendiğinde birkaç taze dal kesip vazoya koymak, kahvemi bahçeye nazır içmek, belki bir şezlongta uzanmak ve kitap okumak, bunları istiyorum işte. Birkaç yer de baktım. Bir firma takasa açık çalışıyor. Anlaşmalı emlakçı evime bir eder biçti. Aradılar yarın görüşeceğiz. İç kullanım alanında 29 metrekare daha küçük ve açık mutfaklı bir ev. Benim dairemde balkon kapalı ve ebeveyn yatak odasında giysi dolabı teslim edilmişti. Orada bunları benim yaptırmam gerekiyor. Kazanımı sınırları çizilmiş, çitle çevirmeme izin verilen, ölçüsünü tam olarak bilmediğim kimi yerde daha geniş kimi yerde daha dar ancak tüm daireyi çepeçevre saran toplamda 40-60 metrekare olduğunu tahmin ettiğim bir bahçe. Bunun için eyleme geçmeye, yeniden taşınmaya değer mi bilmiyorum. İyi haber benim daireme biçilen hızlı satış değeriyle satıştaki dairenin arasında çok büyük bir fiyat farkı yok. Karşılayabileceğim bir miktar. Ancak nakliye, bahçeyi çevirme, giysi dolabı, yorgunluk vb gibi ekstraları da katmak gerek. Bu sitede tanıdığım, sevdiğim insanlar da var.  Mevcut evime oldukça yakın. Bir hafta sonu taşınsam kızımın servisi dahi değişmeyecek. Ama bunca yorgunluğa, telaşa, harcamaya gerek var mı? Bu istek, anlamlı mı yoksa mutluluğu koşullara bağlayan bir pranga mı? Ah bir bilebilsem. Bir karar verebilsem. Bir silebilsem seçenekleri. Zihnim maymun gibi daldan dala atlamasa...

En iyisi yarın görüşmek ve bir karar vermek. Şartlar anlamlı değilse, hayır'ı da bir seçenek olarak değerlendirmek, kabul etmek ve elimdekilerle yetinmek. Dahası tatmin olmak. Yorulmayacağım, para harcamayacağım için. Uzun lafın kısası. Bu bahar ve yaz dönemi bir değişime gebe mi? Yaşayıp göreceğiz.  

Dipnot: Bu ay, canım yazmak istemedi. Dört yazı paylaştım ancak. Eskiden olduğu gibi telaşlanmadan, ille de sekize tamamlamaya çalışmadan. Dört yazıda bırakıyorum. Geçen ay çok yazmamda sakınca olmadığı gibi, bu ay az yazmamda da sakınca olmadığını görmek, bir ilk. 


29 Nisan 2025 Salı

Günün izi: 19

Geçen ay her gün yazmama rağmen bu ay iki yazı arasında tam tamına 26 gün mola vermişim. Her gün yazma niyetini ortaya koymak, yazma kararlılığını da sağlıyor. Kendimize hedef koymayınca kayboluyoruz galiba. Bu ev işlerinde bile böyle. Her şeyi yazan, her konuda listeler tutan, alışveriş, çamaşır, temizlik günü belli biri değilim. Bazen keşke olsam diyorum. Çünkü o günün niyetini önceden belirlemek beni verimli kılıyor. 

                                                                                   *

Adalet Ağaoğlu'nun Düşme Korkusu adlı öykü kitabını dinledim. Ölümünden önce yayımladığı son kitabın ortaya çıkmasında kendi düşüş hikâyesi yatıyor. Kitabın arka kapağında bundan şöyle bahsediyor: 

"Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan durmuyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. 

Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlak bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. 

Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim." Adalet Ağaoğlu 

Bir fikir etrafında öyküleri toplama fikrini sevdim. Düşmek, özellikle gözden düşmek, itibarını, güvenilirliğini kaybetmek esasen evrensel bir konu. İyi işlendiğinde okuru, izleyiciyi nasıl da güzel avcunun içine alıyor. Bu ara Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Dün gece izlediğim bölümde İbrahim Paşa uykusunda boğularak öldürüldü. Al sana bir gözden düşme hikâyesi daha. 

                                                                                *

Geçen gün kapıdan bir tedarikçi uğradı. Çalıştığım depo olduğunu, yeni bir yer arayışında olmadığımı söyledim. Bursa'dan kalkan genç arkadaşın hemen pes etmeye niyeti yoktu. Nazik olmaya karar verdim. Dinleyecek bir beş dakika ayırabilirdim kendisine. Bu tür ilk karşılaşmalardan genellikle hiç hoşlanmadığım halde. Konuşmaya kendini överek başladı. Pazarlama konusunda eğitim aldığından dem vurdu. Bir sağlık kuruluşunun zarar etmesinin sadece çalışan hekimi değil, yanında çalışanları da etkilediğini, çok üzücü olduğunu söyledi. Kendisinin yalnızca mal satmadığını, Bursa'daki klinikleri de tanıdığını, hekimlere iş de bulduğunu anlatmaya başladı. İçimde şaşkınlık, sabırsızlık ve giderek tırmanan kızgınlıkla bir süre daha dinledim ve müdahale ettim. Arzum ve tercihim olmadığı halde benden zaman talep eden, en başta belirttiğim HAYIR'ı duymayan kişi, bıraksam dakikalarca konuşurdu çünkü. Kendini dahi duymadan. Aklına gelen, dilinin ucuna düşen kelimeleri rasgele savurarak. Yeni bir hekimle bağlantı kurma isteğini anlıyorum, kendi tahammülsüzlüğümün sebebini de. Yazının başında belirttiğim gibi niyetini önceden bilmeyen satıcılar, pat diye telafi edilmesi mümkün olmayan bir şeye gözünü dikiyor, zamanımıza. Bizim isteğimiz ve rızamız dışında hem de. 

27 Nisan 2025 Pazar

Boykotlu pazar

Bugün ayın 27'si. Geçen ay her gün yazmanın ardından kendimi nadasa bırakmış gibiyim. Bu ara pek hevesim yok. Hemen hemen hiçbir şeye. Bıraksalar, gönlümün istediği saatte uyansam, otursam kalksam, yavaşlasam, öyle bir hâller. Hoş kendi hâlime bırakılsam, sabah güneşini üzerime gene çok yükseltmem. Geç de yatsam, uykum da bölünse, sabahları çok geç saatlere kadar uyumuyorum. Çocukluğumdan beri böyle, bu. Sabah saatlerinde pek çok işi halletmeyi de seviyorum dahası. Belki bu huy, ileride emeklilik yıllarımda işime yarar çünkü pek çok insanın geç yatacağım, öğlene kadar uyuyacağım, günüm geceme karışacak, ne yapacağım kaygılarıyla emeklilikten ürktüğünü biliyorum. 

Emeklilikle başa çıkmak kolay değil, elbette. Türkiye'de geçim gibi kocaman bir mesele var. Çocuklar büyümeden, üniversiteyi bitirip iş bulmadan emekli olmak öyle her yiğidin harcı değil. Hane gelirinin bir anda azalmasını dengeleyecek yan gelirlerin teminini önceden planlamak gerekiyor. Yabancıların pasive income dediği mevzu. Üniversiteye başladığım zaman, bir sınıf arkadaşım yalnız yaşayan emekli bir kadının evinde pansiyoner olarak kalıyordu. Bir akşam onu ziyarete gitmiştim. Evin içinin eski mobilyalarla döşeli olduğunu, banyo ve mutfağın hayli yıpranmış, arkadaşımın konaklama koşullarından mutsuz olduğunu hatırlıyorum. Yemeklerin içinden saç telleri çıktığı için yemek yemediğini, hemen her gün açma, poğaça ile beslendiği de hatırımda. Her ev sahibi Mary değil nihayetinde. Hangi Mary dediğinizi duyar gibiyim. 

Mary, adına kitap ithaf edilmiş, İrlandalı feminist, aktivist Mary. Meltem Gürle'nin İrlanda Defteri elimde şu sıra. Yavaş yavaş okuyorum. İçinden kitapların, yazarların, İrlanda'nın sosyal, kültürel ve siyasi tarihinin geçtiği, Mary'nin bir roman kahramanı gibi paragrafların içinden yükseldiği, ışıldadığı nefis denemeler. Okumaya, yazmaya özendiriyor insanı. 

Meltem Gürle'nin tarzına bayılıyorum. Hayata yazar gözüyle bakmasına, yaşam ve hikayelerin bağını incelikli bir yerden tutarak okura sunmasına hayranlık duyuyorum. Trinity College sonrası Almanya'da çalışıyormuş şimdi. Kim bilir belki ileride arka planda Alman edebiyatı ve Alman kültürünün aktığı yeni denemelerde çıkar karşımıza. 

İrlanda Defteri'ni yavaş yavaş okuyorum. Bugün dışarı çıkarken çantama attım. Kancalı iğne ve bir yumak iple beraber. Kitap okumaya da, makrome bileklik örmeye de zaman ayırmadım dışarıdayken. Dünden sözleştik kızımla. Sabah erken yollara revan olalım ve bahara koşalım diye. Boykot dedi. Para harcamadan günü dışarıda geçirmek mümkün değilmiş gibi. 

Sabah o uyurken kahvaltılıkları hazırladım. Paketledim. Peynirli gözleme bile yaptım. Termosa sıcak suyu koydum. Sallama çay, kahve... Her şey hazır olunca kızıma seslendim. Karnı acıkınca ilk molayı Güzelyalı'da deniz kenarında verdik. Piknikçiler çoğalmadan, mangala etler atılmadan kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Truva antik kentine gittik. Otoparka ücret ödememek için arabayı köyün merkezinde bırakıp yürüdük. Mobil müze kartımla ücretsiz içeri girdim. 18 yaş altı zaten ücretsiz. 



Doğu kapısından girdik içeriye. Yıllar içinde pek de değişiklik göstermeyen kazı alanını dolaştık. Bir incir ağacının altında soluklandık. 



Schliemann yarmasında iken onun bir arkeolog mu, define avcısı mı olduğuna dair konuştuk. Sincap görme umuduyla etrafa bakındık. Ören yerinden çıkınca görebildik ancak. 

Yeniden arabaya bindik. Achileus'un mezarına gitmek üzere yola koyulduk. Yanlış yola saptık, rotayı yeniden mezara, Yeniköy plaja doğru yönelttik. Yeniköy plaja ve Bozcaada'ya tepeden bakan seyir terasında durduk. Kamp sandalyelerimizi, sehpamızı açtık. Menüde kuruyemiş, meyve, kahve vardı bu defa. Atıştırdık. Tarihi kahramanları konuştuk ve gelinciklerle kaplı tarlalara doğru yürüdük. 




Bir kaplumbağa ile karşılaştık. O rotada sinek kuşu da çıkar belki karşımıza diye ummuştum. Ve fakat yoktu. Köylerin, tarlaların arasından eve döndük. Ben şarkılara eşlik ettim, kızım örgü ördü, yol boyu. Dörde doğru girdik eve. Keyifli ama yorgun... Banyo, ardından pratik bir öğle yemeği (şehriye çorbası, mevsim salata, patatesli omlet). Kızım ders çalışıyor, ben bu satırları yazıyorum. Günün fotoğraflarını da ekleyince yazıya, İrlanda Defteri'yle buluşacağım. Sonra belki bir kahve daha içerim. Belli mi olur. 

1 Nisan 2025 Salı

Mart Alfabesi

Ağzımızın tadı yokken ne anlatacağım geride kalan ayla ilgili. Toplumsal alana yurdun dört bir yanından destek bulan protestolar, hukuka aykırı tutuklamalar, gözaltılar damgasını vurdu, kişisel alana ameliyatım. İkisi de sancılı, ağrılı. 

Bayram, bayram neşesiyle gelmedi pek çok eve. Tuttuk ucundan yine de. Annemle yemek yedik. Bayramlaştık. Ben Bilirim, izledik. 

Can sıkıntısı. Bu ülkede yaşamanın özeti bu. Facebook anıları, hatırlatıyor arada, bilirsiniz. Pek çoğu ülkedeki haksızlıklarla, hukuksuzluklarla ilgili. Bu günlere dair hatırlatacağı bir şey yok, olmayacak. Yazmadım, paylaşmadım. Başım belaya girer korkusu değil. Vurdumduymazlık hiç değil. Sessizliğim yeni değil. Var bir üç, beş yılı. Tam olarak hatırlamıyorum. Nedenini de çok iyi hatırlamıyorum. Belki kutuplaşmadan yorulduğum, yıldığım için. Belki gerçek hayatta sokakta değilken, klavye kahramanlığını ayıp bulduğum için. Belki sosyal medya protestolarının bize sağladığı tatminden kaçmak için. Belki gerçek mağdurlar varken tarafımı gösterme çabasında ayıp, kusurlu bir yan bulduğum için. Kendimi ifade etme, üzülme, tüm bu olanlar karşısında yas tutma hakkımı kendi, kişisel alanımda yaşamak istediğim için. 

Çay demleyeceğim bu yazı biter bitmez. Bayramın son gününde, ağzımıza layık kahvaltıda bize eşlik etsin diye. 

Dayanışma sandığı kuruldu yurdun dört bir yanında. Parti üyesi olmayan bizler de sandık başındaydık, Ekrem Başkan'a destek için. 

Ekrem İmamoğlu, bu ay içinde, diploması iptal edildi, yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Ve tutuklandı, yolsuzluk davasından. 

Filiz Akın da vefat etti. Çocukluk, gençlik hatıraları gidiyor birer birer. Yeşilçam'ın en zarif kadınlarından biriydi. Geçmiş Bahar Mimozaları dizisinden anımsıyorum onu. Mehmet Günsur bir ergen oyuncu o günlerde. Biz de öyle. Beğeniyoruz, konuşuyoruz. 

Gerim gerim geriliyoruz. Aklımıza mukayyet olmak şart. 

Halk protestoları. Kendiliğinden gelişti. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasından sonra. İfade özgürlüğü için, medya sansürü için, otoriter rejime karşı çıkmak için, hukukun üstünlüğünü savunmak için, özgür ve adil seçimler için, seçilmiş siyasetçilerin, mesleğini yapan gazetecilerin serbest bırakılması için. 

Ikınma! Ne çok duydum bu sözü doktorumdan. Ikınma. Bol su iç. Yazıya birkaç yudum su molası. 

İncel Kültürü. Ergenlik (Adolescence) dizisiyle gündeme geldi. Alfa Males dizisinde de yer alıyordu. Oradaki değini çok daha eğlenceli ve komikti. 

Japonya, Çin... Bayram için o taraflara giden bir tanıdığım var. Sosyal medyayı aktif kullanan, gezmeyi çok seven ve değişik yerlere giden. Bir tarafı eskisi gibi videolar, fotoğraflar paylaşmak istiyor belli. Bir yanı linçten korkuyor. Ülkem, güzel ülkem diyor. 

Konca Kuriş, Müslüman, feminist yazar. İslam ve kadın haklarına ilişkin görüşleri nedeniyle akıl almaz işkencelerle öldürülen cesur kadın. Sessizce çıkan bir afla katili serbest, canım gençler içerideyken. 

Leylek Yaren geldi yine, on dördüncü kez. Adem amca ile kavuşması gecikince yüreğimiz ağzımıza gelmedi desek yalan olur. 

Mahir Polat. Kültürel mirasın korunması, müzecilik ve mimarlık tarihi alanında uzman bir isim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü mezunu. İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans programına kaydolmuş. Yüksek lisansı YTÜ'nden, müzecilik üzerine. İstanbul'daki tarihi ve kültürel değerlerin korunması üzerine sayısız projede çalışmış, katkı sunmuş değerli biri. Ve biz onu tutukluluğuyla, geçirdiği anjiyodan sonra sağlık hizmeti alması gerekirken hapishaneye geri gönderildiği haberleriyle anıyoruz. Ne acı! Ve Maltepe mitingi. Ne güzel, ne umutlu şey, alanları dolduran milyonları görmek.  

Nefes almak kolay değil bu şartlar altında. Ama bir yolunu bulmalı. Her zaman bulmalı. Benimki okumak (bunu sürdürmek daha güç) ve yazmak. Bir de dikkatimi nefesime vererek, sahiden fiziksel olarak nefes almak ve vermek. Ya seninki?

Ordu'da, köyde babamın mezarı. Ne zamandır gidemedim. Sanal Yazıevi'nden tanıdığım, Cem Şen eğitimleri eğitmenlik sürecini sürdüren Özlem Çetinkaya, şöyle yazmış İnstagram hesabında: 

"Mezarlığa gitmeme gerek yok, ben zaten sevgimi, özlemimi sunuyorum olduğum yerden. Çokça duydum, çokça zikrettim bu sözü. Ama bu sabah başka bir şey oldu fark ettiğim: mezarlık sevdiğindeki toprağın toprağa, suyun suya, havanın havaya dönüştüğüne tanıklık eden yer ve çok kıymetli. O şahitlik düşünülerek idrak edilmiyor." Özlem haklı. Hem de çok. 

Özgür Özel. Daha iyi konuşuyor artık meydanlarda. Topluyor, kapsıyor ve koşturuyor. 

Pikaçu! Eylemcilerin arasında koşarkenki videosu ne çok insanı gülümsetti, yok yahu güldürdü, bildiğin. 

Rahatlık, kolaylık, destek ihtiyaçlarımı sağlamakta zorlandığım bir ay oldu. Evde, yanımda kalınsın, iki öğün yemeğim hazırlansın, şefkatli bir ortam sağlansın diye hayal etmiştim. Bunları talep etmenin de bir zorluğu, kırılganlığı var. Mahrum kalmanın yarattığı konforsuz duygular, hayallerime kavuşamamanın yarattığı özlem de fiziksel acı kadar yaralayıcı. 

Saraçhane. Doldu, doldu taştı. 

Şeker ikram ettim, karşı komşumuzun oğluna, fıstıklı badem şekeri. Çok lezzetli dedi, kendinden memnun. Çocukların memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini doğrudan dile getirmesi yüzümüzü güldürüyor. Yalansız dolansız. Pat diye, dürüstçe. 

Temmuz, bir güzel çocuk. Bilgisayar mühendisi olacak. İsmi "bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter bir oğlum olacak adı temmuz  karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz" dizelerinden. Bir hekim arkadaşımızın oğlu. Demokratik haklarını kullanmak için gittiği protesto gösterilerinde önce gözaltına alındı. Sonra tutuklandı. Silivri'de şimdi. Babası gösterilerde kırılan gözlüğünü yaptırmış. Veremedi hâlâ. 

Uzak yerlere gitmek istiyorum bazen. Kafa dinlemek. Gerçekten sadece yaşadığım o anla ilgilenmek. Anın tadını çıkarmak. Geçmişin ağırlığından, geleceğin belirsizliğinden kurtulmak, her ikisiyle de dost olmak ama en çok ana odaklanmak. 

Üzüntü. Bu ay bize en çok kalan. Üzüntü ve muz kabuğu. Bu repliği hatırlayan var mı? Pepe'nin balonuyla nereye gitmek isterdiniz? Tam şu anda?

Volkan Konak. Kuzey'in oğlu. Sahnede fenalaşarak vefat etti. Sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun. Duruşuyla sevilen bir sanatçıydı. Giderken kalplerden uğurlanışı da bunu gösterdi. 

Yumurtaları bir arkadaşımdan alıyorum, yıllardır, kendi küçük işletmesinde üretiyor, haftada üç gün dağıtıyor. Yerel üreticiden alışveriş yapmak, az tüketmek, gönüllü sadelik. Boykot öncesi de hayatımdaydı, kalmaya da devam edecek. 

Zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, esmer ekmekle yapılan kahvaltılar. Bu ay da başımın tacıydı. Eh vakti geldi. Gidip hazırlamalı. 

31 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 31 Mart

Pilavdan dönmedim! Kaşığı kırmadım! 

Stefan Zweig'ın Satranç adlı novellasını okudum. Tuhaftır, Zweig'ı hiç okumadım ben. İki, üç yıl önce Mürebbiye'yi sesli olarak dinledim yalnızca. Kabaca konusunu biliyordum elbette. ABD'ye gitmeden New York'un ya da Los Angeles'ın ikonik binalarını bilmek gibi bir şey, bu. 

Zweig'ın hikayesini bilirsiniz. 1881 doğumlu yazar, Viyana'da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nazilerin iktidarda birinci yıllarında, artık tamamıyla totaliter rejime geçtiği zaman, henüz 53 yaşındayken şehrinden ayrılmak zorunda kaldı. Önce İngiltere'ye, ardından 1940'ta Brezilya'ya göç etti. Kıta Avrupası'nda yaşanan soykırım, acılar, zorunlu göçün yarattığı umutsuzluk nedeniyle 1942 yılında eşi Charlotte (Lotte) ile intihar etti. Satranç, yazarın ölümünden önce yayımlanan son kitabı. Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu derin ilgi nedeniyle derinlikli karakterler yaratmasıyla tanınan yazar, bu kısa ama yoğun novellada insanın faşizm karşısında uğradığı ağır yıkımı, Dr. B karakteri üzerinden gösteriyor. Dr. B Viyana'nın ileri gelen ailelerinden bir avukat. Naziler iktidara gelince iş bağlantıları nedeniyle gözaltına alınır. Aylar süren tecrit, tutukluluk süresinde sayısız kez sorgulanır. Neyle suçlandığını bilmeyen B. açık vermemek, psikolojik şiddete karşı direnmek için elinden geleni yapsa da, giderek zorlanmaktadır. Bir gün sorgu öncesi bekleme odasında bir askerin montunun cebinde gördüğü kitabı çalması onun için bir dönüm noktası olur. Şampiyonalarda oynanan satranç maçlarının hamlelerinden ibaret kitapçıkla zihnini meşgul tutmaya, psikolojik olarak direnmeye başlar. Ancak zihninde gerçekleşen yüzlerce maçtan sonra kendi kendine oynamaya başlar. Giderek sinirleri yıpranır. Akut bir sinir krizinden sonra hastaneye yatırılır. Doktor raporuyla serbest kalır. On dört gün içinde vatanı terk eder. Zihninde yarılmaya yol açan satrançla tekrar hemhal olmaz. Ta ki bir gemi yolculuğuna kadar. 

Amerika'dan Arjantin'e doğru yol alan gemide bir satranç şampiyonu vardır. Macar bir köylü olan Czentoviç, akademik olarak son derece başarısız olmasına karşın yanında büyüdüğü papazın satranç oyunlarını izleyerek kendiliğinden öğrenir. Giderek dikkat çeker, yıldızı parlar ve uluslararası arenada oynamaya başlar. Gemide onu tanıyan  bir grup yolcuyla ücret karşılığında oynar. Giderek artan seyirciler arasına dahil olan Dr. B satranç tahtasına çekilir. Karşısındaki oyunun, kitapçıkta yer alan bir maça çok benzediğini fark edince, kendini tutamaz ve oyuna dahil olur ve oyunun gidişatını değiştirir. Ertesi gün için şampiyon onunla maç yapmak için saat verir ve gider. Dr. B çekimserdir. Anlatının ilk yarısında gemi yolculuğunda gerçekleşen satranç maçı anlatır. Sonra anlatıcı kahraman, Dr. B ile uzun bir sohbette onun hikayesini öğrenir. Ertesi gün iki oyuncu karşı karşıya gelir. Dr. B için Nazilerin uyguladığı psikolojik şiddeti anımsatan oyun giderek yoğunlaşan bir içsel çatışmaya döner. Dr. B, artık kurtuluşun değil, çöküşün sembolü olan oyunu yarım bırakır. Neden bıraktığını biz biliriz, anlatıcı bilir ama entelektüel açıdan çok zayıf, satrancı mekanik olarak beceren şampiyon bilmez, bilemez. 


30 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 30 Mart

Sabah uyandım. Baktım ekmek yok. Eve en yakın markete gittim. Şansıma açık. Ekmek ve biraz kahvaltılık satın aldım. Aldıklarımın küçük boy olmasına dikkat ettim. Çok yük etmeden eve geri geldim. Kapıyı açarken karşı komşularımla karşılaştım. 3-4 yaşlarındaki oğlan, Sani'yi görünce heyecanlandı. "Anne onlarda da bir şey var," dedi. Bir şey dediği evcil hayvan. Çünkü onların da bir köpeği var. Sonra çok büyük, dedi, büyümüş dedi. Hatırladı muhtemelen. Fıstıklı badem şekeri ikram ettim. Afiyetle yedi. İlk bayramlaşmamı da onlarla yapmış oldum. 

Bugün pek iyi hissetmiyorum. Öldürmeyen ve dahi süründürmeyen ama varlığını hep hissettiren bir ağrı saplı. İçeride kim bilir neresi nereye dikili ve gerili. Normal biliyorum ama katlanamıyorum. Hava soğuk ve kapalı, ara ara da yağışlı. Çift çorap ancak kesti ayaklarımın üşümesini. Ki bir tanesi hayli kalın. Tek başına yetmeli normal koşullarda. Kahvaltının ardından uzandım. Telefonda reels videoları izleyerek zaman öldürdüm. Sonra epeyce süredir izlemediğim Muhteşem Yüzyıl'a döndüm. Nerede kaldığımı buldum ve bir bölüm daha izledim. Baktım yağmur şakır şakır yağıyor. Kızım da bayram ziyareti için anneannesinde, gidip onu aldım. Evde bir şeyler izleyelim, istedik. Netflix'i tavaf ettik. İlgimizi gerçekten çeken bir şey bulmakta zorlandık. Onca bolluğa karşın. Detektiflik hikâyeleri, İkinci Dünya Savaşı dönemi filmleri ortak ilgi alanımız. Oralara bakındık. Britanya yapımı mini diziler etiketine gittik, Netflix'in arama sayfası hiç de iyi değil bence. Neyse oradan benim daha önce izlediğim "İyi Bir Kızın Cinayet Rehberi" dizisine ulaştık. İkinci kez izlemeyi dert etmeyeceğim için açtık. İlk bölümü izledik. Ardından yemek molası verdik. Buzdolabı tamtakır kuru bakır olduğu için buzluktan mantı çıkardık. Kızım mantı haşlarken ben de domates, salatalık, kapya, kuru soğan ve konserve mısırla salata yaptım. Kalan yoğurt ve salça sos yapmaya yetti de arttı. Böylece geç öğle, erken akşam yemeği işi halloldu. Ardından bir bölüm daha izledik. Peşinden çay, meyve servisi. Kızım ödevlerini yaparken ben de yeni bir sekme açarak bloğa yazmaya koyuldum. Dik oturmak ne olası ne de konforlu. Kucağıma yasladım laptopu, altında bir kırlent destek olmakta. Laptopun alt kenarı ameliyat sahamın uzağında yazıyorum. Söylenmemeye, inlememeye çalışıyorum. 

Akşamı ettik. Bayramın ilk günü bitti sayılır. Biraz moralim bozuk. Bugün pazar neredeyse iki hafta bitti sayılır. Çarşamba gününe verdiğim randevular var. Bu künt ağrıyla ne yapacağım, hiç bilmiyorum. Çalışabilecek miyim, biraz daha mı dinleneceğim, bunu çarşamba günü göreceğim. Limit bedenim. O ne diyorsa, o! En son ayın 16'sında evi süpürdük. Sonra birkaç kere kızım görünen toz öbeklerini çekti süpürgeye. Kirli çamaşırlarımızı ve bulaşıklarımızı yıkamak dışında temizlik namına yaptığım tek şey, tuvaleti ve lavaboyu fırçalamak oldu. Bayram bitince temizlik için birini bulmak şart. 

Bunca sıkıntının arasında gerçekten içinde kaybolabileceğim, sürükleyici bir kitap bulmak iyi olurdu. Raflara bakıyorum, bakışıyoruz, alıyorum. Biraz okuyorum, başucumda üç, beş, on sayfa okunmuş kitaplardan oluşan bir kule yükseliyor. Geri çalışma odasına taşıyorum. Elde var sıfır. Kendime ince bir kitap seçecek, okuyup bitirecek ve yarın ayın son günlüğünde hakkında birkaç kelam edeceğim. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!


29 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 29 Mart

Ramazan da bitti. Bu akşam son kez iftar yapıldı. Yarın bayrama uyanacağız. Arife günü olmasının verdiği bir hareketlilik, canlılık vardı sokaklarda. Ama asıl coşkulu kalabalık Maltepe'deydi. Bu ülkede yaşamak tüm güçlü, tezat durumları aynı anda yaşamak, aynı yüreğe sıkıştırmak gibi bir şey. En basit tabirle rahatsız edici. Hep uçlardayız, dengesizdengesiz. Üzüntü, umut hep iç içe. Bir bakıyoruz hukuksuzluk diz boyu.  Siyasetçiler, gazeteciler, gençler içeri alınıyor, kötü muameleye maruz kalıyor. Ne vicdanımız alıyor yaşananları ne yüreğimiz kaldırıyor. Bir bakıyoruz iki milyon insan sokakta. Çok yürek olduğumuzu görmenin umuduyla içimiz ferahlıyor. Ferahlığımız, umudumuz katlana katlana artsın. Adaletsiz tutuklamalar son bulsun, sevenler kavuşsun. Bayramdan başka da bir muradımız yok. 

Ben bu satırları yazarken youtube'ta bir astrolog konuşuyor. 2025 Haziran'ından itibaren bizi, bizi derken Türkiye'yi güzelliklerin beklediğini muştuluyor. Umut, mutluluk, bereket, para bizimle olacakmış. Dilerim, haklı çıkar. İyiliğe, güzelliğe, bolluğa hasretiz. İşte o zaman hayat gerçekten de bayram olacak. 

Gelelim eli kulağında bayrama. Bayramların yaz aylarına denk geldiği yıllarda bayram, deniz tatili yapmaya vesile oluyordu. Bu yıl bu adeti bozuyoruz. Bu bayram, nekahat dönemi zaten. Evde dinlenmeye devam! 

Yarın sabah anneme kahvaltıya gideceğiz. Peşinden bayram çikolatası, kahvesi. Oturmaca. Evlere dağılmaca. Üç gün boyunca, ye, iç, yat, uyu ile geçecek. Hazır fırsat varken zamanı evi düzenlemek, ihtiyacım olmayan kıyafetten, kitaba, ev eşyalarına kadar fazlalıkları ayıklamak şahane olurdu. Koli koli eşya çıkacağına eminim. Yılda bir yapmak lazım bu temizlikleri. Ağır kaldırma yasağı, beni bu türden bir ayıklama işine girişmekten alıkoyuyor ama ilk fırsatta yapacağım! Sözüm söz. 

Hazır her gün yazmaya başlamışken, nisan ayını da yazarak, her gün bir yazı alıştırması yaparak mı geçirsem acaba? Blogta değil ama, kağıt kalemle buluşarak, bir deftere her gün yazarak. Belki bu ısınmadan sonra, fiziksel olarak deftere yazmak belki yeni, yepyeni öykü fikirleri bulmama, üzerine çalışabileceğim ilk taslakların doğmasına yol açar. Hiç aklımda yokken kendime bir davet sundum. İcabet etmek uygun düşer. Hadi hayırlısı!


28 Mart 2025 Cuma

Bir günlüğü: 28 Mart

Pek çok blogger için bir aylık döngü tamamlandı. Bugün "Bir Günlükleri" bitiyor. 28 Şubat'ta başlayıp 28 Mart'a uzanan koca bir yazma serüveni. Ben ipin ucunu 1 Mart'ta tuttuğum için ay sonuna kadar yazacağım. Ne kaldı şunun şurasında. 

Bu sabah kontrole gittim. Kendi arabamı kullanarak. Dışarıdan dikişler alındı. Yara yerlerinde sıkıntı yoktu zaten. Ultrasonda da her şeyin yolunda olduğu müjdesini aldım. Çıkışta iki arkadaşımı aradım. Biriyle Kepez sahilde buluştuk. Tost ve çayla kahvaltı yaptık. Diğeriyle merkezde buluşup yeni açılan bir kafede kahve içtik. 

O yerde eskiden bir kuaför vardı. Sahibi medikal ayak bakımı da yapan tatlı bir kadındı. Pek çok kuaförün aksine tek çalışıyordu. Salonun adı Tayeçe idi. İlk kez duyduğum kelimenin anlamının soylu kadın olduğunu da ondan öğrenmiştim. Salonda asılı açık öğretim sosyoloji diploması, kelime seçiminin nedenini açıklıyordu. Topuklarımın epeyce çatladığı bir dönemde iki seans gitmiştim. Memnun kalınca anneme de önermiştim. Bir gün orada bir köy öğretmeniyle de tanışmıştık. Okul için kitap bağışı yapmaktan bahsetmiş, iş yerimden alabileceğini söylemiştim. Kitap ayırmak dert değil çünkü. Asıl ulaştırmak mesele. Bir daha yolum düşmedi oraya. Kitaplar da artık başka okula. Günün birinde. Geçenlerde tadilatı görünce fark ettim salonun kapandığını. Salonu başka yere mi taşıdı, temelli kapatıp emekli mi oldu bilmiyorum. Yüksek giriş dairenin önündeki küçük veranda, yanı, balkon altları, önündeki küçük alan, içerisi, dışarısı her bilime masa sığdırmışlar. Merkezi de yer. Yakında iğne atsan yere düşmez hâle gelir. Bir sade kahve içip kalktım. Evde dinlendim. Yemek yedim ve işe gittim. Ufak tefek işler gördüm. Eve geldim. Sani'şimle hasret giderdik. Ergenin aksine o ilgiyi seviyor. Ben muhabbetle konuştum. O bacaklarıma süründü. Buzdolabından yoğurdu kaptı. Kendime basit, hızlı bir yemek de hazırladım. Sıkı durun. Tarif geliyor. Noodle haşlandı. Mısırlı ton balıklı karışımla harman edildi. Bir çatal ve kaşık marifetiyle yendi. 

Netflix açtım ama ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Bugün sosyal medyada halimden haber verdiğim ileriye gelen yorumları, mesajları yanıtlıyorum yavaş yavaş. Cevapsız aramalara dönüyorum. Bir yandan da bu satırları yazıyorum. 

Sani gezdi, geldi. Ayak ucumda kıvrılmış uyuyor. Şimdi bacağımı uzatınca bir patisini attı üzerime. Sarmaş dolaş saadet içerisindeyiz anlayacağınız. 

Ne diyelim o zaman. Sarıp sarmalayanınız bol olsun. 

27 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 27 Mart

Günlerdir bacaklarımın ağrısından şikayet edince bugün varis çorabı giymeye karar verdim. Bacakları sarkıtıp güne başlamadan giydim sıkıcasarankandolaşımınırahatlatanumuyorumkiağrımıazaltacak olan çorapları. Uyandığımı fark eden Sani başladı konuşmaya. Mır da mır. Günaydın dedim, bekle kalkıyorum dedim. Banyoda buluştuk. Baktım kuyruğun altında bir karartı. Et beni olacak hali yok. Poposunda kene, salına, sallana geziyor, mama istiyor. Obur şey. 

Aldım elime preseli, tuttum kuyruğu, tam çekip alacağım, pırr. Kuş olsa daha hızlı kanat çırpıp uzaklaşamaz. Dört, beş başarısız denemenin ardından ıslak mama ve takabildiğim boyunluk sayesinde preselle çekip aldım. Sabah sabah macera! 

Kahvaltı, ardından iş. İki küçük prova. Anneme geldim. Akşam üstü göreceğim iki hastaya kadar burada dinleniyorum. Yemek yedim. Bir çocuk öyküsü yazmaya başladım. Yaklaşık üç sayfalık bir ilk taslak var şimdi elimde. Gerisi yeniden yazmak, biçimlendirmek, ahenk sağlamak. Kaba temizlik, ince işçilik. 

Gözlerim kapanıyor. Bir şekerleme istiyor bedenim. Ya onu dinleyeceğim. On, on beş dakika onu rahatlatacağım. Ya da kalkıp bir kahve içip uyaracağım. Makul olan bedene kulak vermek. Gün içinde dinleme fırsatı varken. 

Kısa bir merhaba, bana ufak bir mola. 

Yarın görüşmek üzere. 


26 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 26 Mart

Ayın sonu yaklaşıyor. Bu ay, en çok bu günlükler elimden tuttu. Ameliyat korkumu yatıştırdı. Sonrasında sıkıntımı an be an paylaşabileceğim bir alan sağladı. Gelen yorumlar destek oldu, güç verdi. Ve ilk kez ayda 8 yazı sınırının dışına çıktım. Pek hoşuma gitti bu keyfi genişleme. Her gün azar azar yazma, selamlaşma, diğer günlükçülerle paslasma... Keyifli, verimli şekilde girdim bahara. 

Dün ilk kez muayenehaneye gittim. Ufak tefek işler yaptım. Muayene çoğunlukla. Araya üç, dört saat mola koydum. Anneme yürüdüm. Geceliğimi giydim. Yemek yedim. Uzattım ayaklarımı kucağına. Bir de üstüne masaj yaptırdım. Oh mis! Yaşın kaç olursa olsun, annenin yanında çocuksun işte. 

Akşam arkadaşım beni muayenehaneden aldı. Birlikte eve gittik. Beni baş köşeye oturttu. Kızımla beraber bulaşık makinesini boşalttılar, yemeği ısıttılar. Salata yaptılar. Sofra kurdular. "Televizyon mu, sohbet mi?" anketinden sohbet çıktı. Arka fonda müzik. Hem yemek yedik, hem sohbet ettik. Sofra kaldırıldı. Kirliler yerleştirildi. Ben bitki çayı içtim, onlar birer bardak filtre kahve. 

Konu döndü dolaştı mezuniyete geldi. Kızım yirmili yaşlarımdan iki elbiseyi denedi. Boykot çağrısı üzerine ona da anlamlı geldi bu fikir. İlki, siyah, ince askılı, hafif yırtmaçlı zarif bir elbise. Üzerine ince siyah, ışıltılı şeritler işli. İşlemeler bel bölgesinde yoğunlaşıyor. Bağdat Caddesinde bir butikten almıştım. Bir nişanda giymek için. Kızıma da cuk oturdu. Çok da yakıştı. Diğeri üniversite mezuniyet balomdan kalma. Askılı, uzun siyah bir elbise. Sırtında çok hoş bir dekolte var. Açık sırta, üç sıra çapraz ip hareket veriyor. Bu elbise de yakıştı kızıma. Göğüs kısmı tam oturmadı, bol kaldı. Bir terzi eli değerse o da cuk diye oturacak. Kızımın defilesini sevgiyle izledik. Arkadaşım çok eski çünkü. Yeni mezun olduğum yıllarda bir erkek arkadaşım tanıştırmıştı. Biz ayrıldık ama arkadaşım ve eşiyle hiç kopmadık. İstanbul'dan sonra Çanakkale'de de beraberliğe devam. İyi günde, kötü günde. Doğumlar, hastalıklar, kutlamalar... İki güzel evladın büyümesi... 

Benim çok büyük kalabalıklarım yoktur ama arkadaşlıklarım uzun sürelidir. Yenilerine de yer açarım elbette ama yirmi yıllık, otuz yıllık arkadaşım da vardır. Bu da güven, uyum, samimiyet, kolaylık gibi pek çok konforu da beraberinde getiriyor. Büyük rahatlık doğrusu. Birbirinde sevgin, özenin, zamanın birikiyor çünkü yıllar içinde. 

Dün gece banyo yaptım. Ah bir de üzerine mışıl mışıl uyusaydım.  Şahane olurdu valla. Yataktan yumuşacık, dinlenmiş çıkardım. Oysa tüm gece sırtımda odun taşımış gibiyim. Deliksiz bir uyku çekmeye, dinlenmiş uyanmaya özlemim var. Yatsam bir masörün önüne. Kokulu yağlar eşliğinde bedenimi yoğursa, gevşesem, içim geçse ve uyusam sonra. 

Sabah sabah uykuya hasret satırlar, güne hazırlanmaktan ziyade yatağa çağırıyor insanı. Ama gözü açıldıktan sonra, yeniden uyuyanlardan değilim. En iyisi kalkıp çay demlemek. 


25 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 25 Mart

Sabah Sani'nin sesleriyle başladı. 

Şeker şey şırıl mırıl mırıldandı, miyavladı. 

Telefonda terapötik talimatlarla gevşemeye çalışırken ben. 

Uyanığım, uyanık, uyanmış, uzaklaştı sesler

Üstümde, üzerimde üff dedirten bir ağırlık ve gergin kaslar

Varis var veya huzursuz bacak

Yangı, yangın yara yerlerim hâlâ

Zayıfladıkça zararı, zevk almak kolaylaşıyor

Ansızın, aniden, ağırlaştı zaman

Bekle, bugün burada diyor

Canımda, ciğerimde cam kırıkları

Çile, çaba, çare dönüyor, dönüşüyor

Deniz dilimde değerli en değerli iki hece

Evde evladım en büyük yardımcımken

Fırtına, feryat figan sokaklar

Geri geldi Gezi ruhu

Heyecan, halay, hayret ile yapıştık ekranlara

Islak, ışıltılı, ırak sokaklar taşıyor umudu

İçeri, içeriye, içindeyken

Jale, Jankat, Jandarma 

Kalkan, kılıf, koruma

Limon, Lacan, Lavanta

Milyonlar metroda, metro metro olalı görmedi böyle kalabalık

Nerede, nasıl, neden ve ne zaman? 

Orada, oluyor, o zaman, bu zaman

Öpüyor, öksürüyor, ölüyor

Paraya, patriyarkaya, partilere karşı duranların karşında dev bir 

Rende, rendeliyor, rendeliyor, tırpanlıyor

Sessizlikten sonra ses veriyor milyonlar yine de, yine de. Sen de katıl. 

Şaşırma! Susma! Renklen! Pusma! Öpüş! Oturma! Neşelen! Meraklan! Lanetle! Kalk! Jetgibi! İlerle! Işılda! Heyecanlan! Gör! Fısılda! Ezme! Delirme! Çabala! Cesaretle! Bak! Anla!

Not: Bugünkü yazı da böyle çıktı. Bir çırpıda. Oyunsu bir yanı da var. S ile başladı alfabe, 3 kez yineledi aynı harf en az, her bir satır yeni bir harfle başladı. Başa dönünce geri sayım başladı. 

"İçinde oyun olmayan hiçbir şey yapma."

24 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 24 Mart

Bahar geldi ve kene sezonu açıldı. Sani dışarı çıkıp çayır çimen geze geze eve dönüyor. İç dış paraziti düzenli yapılıyor. Bu sayede kene cildinden içeri girmiyor ama ben bit ayıklayan anne maymun gibi üzerinden bir, iki kene topluyorum her gün. Alıştım artık. Panik yok. Eve girer girmez güvenlikçi gibi çöküyorum ensesine. Postu bir güzel kontrol ediyorum. İşaret ve baş parmağım bir kıskanç, bir pense adeta. Üzerinden alıyorum. Yallah lavaboya. Üzerine musluğu açıyorum. Sel suyuna kapılıp gidiyor. Böyle yazınca kendimi kötülük hissettim ama haşerelerle mücadele diye bir gündemi var insanın. 

                                                                                 *

Bu yazıda parçaları bir araya getirmek için çaba harcamayacağım. Bilinç s.çışı, bu dağınıklığa, gelişi güzelliğe akışı demek ayıp kaçar. Haddimi de bilirim. 

Sabah rutinleri gerçekleşti. Tuvalet, demir hapı, evlatları dışarı sal, kahvaltı... Çalışma masamın üzerindeki dağınıklığı topladım. Kağıtları, kitapları istiflemek, kalemleri kalemliğin içine koymak büyük fark yarattı. Aferin bana. Yazma projesi 101 için bir başka başvuru kitabı daha taşıdım salona. Biraz okudum. Telefonuma ses kaydı aldım. Not tutmanın hızlı yolu. Elimde bir çocuk romanı fikri var. Oleyyyy! 

                                                                                  *

Aslan yattığı yerden belli olurmuş. Çöplüğe döndü salon. Gün içinde salonda yatıyorum. Başucuma dindiğim dört kitabı çalışma odasına taşıdım. Çarşafı düzelttim. Yastıkları, örtüleri hizaladım. Milyon kez arayan ttnet'in çağrısını reddecekken sözleşmenin bittiğini ve son aylarda yüksek tarife ödediğimiz hatırlayıp açtım. Gelen teklifi değerlendirdim. Çocuk öykü dosyaya baktım. Üç ayrı öyküyü birbirine tep ekledim. İki öykü daha yazmayı planlıyorum. Konu fikri yok henüz aklımda. Birkaç kırıntı yalnızca. Üç öyküyü okudum. Düzeltmeleri yaptım. Kaydettim. Biraz uzandım. Dinlendim. Su içtim. Komposto içtim. Bol sıvı almak şart.  

                                                                                  *

Kısa bir çocuk kitabı okudum. Mutluluk Kutusu. Daha önce de okumuştum. Büyükannenin huzur evine gönderilmesi, anne baba ayrılığı, taşınma, annenin piyanosunun satılması, annemin yoğun bir hüzün ve mutsuzluk içine çekilmesi, evin küçük kızının hem kendi mutsuzluğuyla başa çıkma hem de annesine iyi gelme çabalarının anlatıldığı Mutluluk Kutusu Kanadalı yazar Charlotte Gingras'a ait. İncecik bir kitap. Güçlü bir kız ve anne başrolde. Çöküşten, yıkıntıdan çıkışın hikayesi. Baba anneyi iş arkadaşıyla aldatıyor. Çocuk ve anne onları tesadüfen trafikte, arabanın içinde görüyor. Baba evi terk ediyor. Yabancı yazarlar bu konularda bizden daha rahat kalem oynatıyor. Hayatın içinden her tür örneği okura sunuyor. Çünkü hikayeler aynı zamanda duygu eğitimi de sağlıyor. Bizim yayıncılar da çevirip basıyor. Yerli yazarlardan bu tür içerik başvuruları oluyor mu? Yayıncıların yaklaşımı ne oluyor? Merak ettim. Clara'nın babası karısını terk edebilir ve onun akli dengesinden şüphelenebilir, çocuk pekala madem deli olduğunu düşünüyorsun, neden beni onunla yalnız bırakıyorsun diye hesap sorabilir. Peki ya Cansu, Cansu'nun babası? Onların bu deneyimlere izni var mı? Yayıncı, okur, çocuğa kitabı tavsiye eden, alan öğretmen, ebeveyn nezdinde durum nedir? Yaklaşım, yönelim nedir? Merak ettim. Bir öğretmen önerse örneğin hakkında CİMER başvurusu olur mu? Müdüriyete şikayet gider mi? Olmaz diyemeyiz. Öyle değil mi? Sabahtan akşama çocuk yanında tuhaf realite programlarını izleyenler küçüğün ahlakını bozacak örnek teşkil ediyor diye koşa koşa çalabilir bu kapıları. Metnin içinden kopartılan örnek, bağlamından da koptuğu için vereceği mesaja dair ahlakçı yargılarda bulunmak yanlış ve gereksizdir, biliriz ama deneyimleyebiliriz pekâlâ. Al sana sansür, otosansür. 

                                                                                  *

Bugün hava kapalı. Evin içi de soğudu. Tuvaletim geldi. Gözlerim de kapanıyor. İdeal şartları sağlayıp öğle uykusuna yatmak şahane fikir! Tuttum valla. Yapacağım. Bahar ayları, dengenin henüz tutturulmaması demek, mart ayı yarısı kış, yarısı yaz demek. Dengelemek ve mevsim geçişine uyum sağlamak için bir araç da uyku. Hadi müsaitseniz siz de benimle gözlerinizi kapayın ve şekerleme yapın. Tazelenme garantili reçete. Doktordan. 

23 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 23 Mart

Dün gece çok huzursuz geçti. Uykusuzluk, huzursuzluk, ağrı iç içeydi. Tuhaf rüyalar da cabası... Fiziksel rahatsızlık zaten var. Sırtımın, belimin, karnımın ağrısından gerçek anlamda dinlenmeye, gevşemeye, derin bir uykuya hasretim. Benim doğal uyku pozum yan yatmak, bir bacağımı karnıma doğru çekmek, diğerini ise düz uzatmak. Arada dönmek. Karın bölgeme bası gelmesin diye sırt üstü yatmak, uyuyamamak beni çok yordu. Üzerine siyasi iklim, keyfi gözaltılar, tutuklamalar ile hukukun hiçe sayılması hepimizi üzüyor, yoruyor. Bu hallerde girince yatağa uyku da haram oldu. Kalktım, gezindim, bir şeyler dinledim. Salona geldim. Kanepeye uzandım. Bölük pörçük birkaç saat uyudum. 
Bugün dayanışma sandığına gitmeyi istiyordum. Tutukluluk kararını görünce kaçınılmaz oldu. Evde yalnızdım. Çayımı demledim. Menemen yaptım. Peynir, mısır unlu simit. Ağzıma layık pazar kahvaltımı yaptım. Ablamı beklemeye koyuldum. Günlerdir üzerimde pijama var. (Ne nefis bir kıyafet. Yumuşacık, baskı yok.) Giyinmek icap etti. Beli lastikli bir kot giydim önce. İçinde rahat edemeyeceğimi derhal anladım, çıkardım. Beli lastikli penye bir pantolon giydim. Üstüme uzun kollu penye. Eve çıktığımdan beri ilk kez dışarı çıktım. Merdiven yerine rampaya yöneldim. Minik minik adımlarla yürüdüm. Arabaya bindim. Yollar şahaneli olduğu için kıvrım kıvrım kıvrandım. Dayanışma sandığına değil de doğuma gider gibi nefes al, nefes ver şeklinde geçti o birkaç kilometrelik yol. İlgi büyüktü. Kalabalıktı. Ablam ve annem sıraya girdi. Ben bir sandalyede oturdum. 5 sandık olduğu için sıra hızlı ilerliyordu. Kalktım. Yanlarına gittim. Erken çıkmışım dışarı. Çok zorlandım. Sandıktaki görevli adımı yazmam konusunda yardım teklif etti. Nasıl görünüyorsam artık. Adımı yazdım. İmzamı attım. Seçimimi yaptım. Genç, yaşlı, hasta herkes desteğini göstermeye koşmuş. Umutlu şey doğrusu. 
Hazır kordona gelmişken bir kahve içelim, dedik ama ben su koyverdim. Oturmak çok ızdırap verince gerisin geri eve döndük. Karın ağrıma gaz sancısı eşlik ettiği için bitki çayı içmek istedim. Ablamdan adaçayı istedim, bahçede var, dedim. O adaçayı değil, bir çeşit lavanta, dedi. Fark etmez. Her koşulda içilir, dedim. Sıcak suyla demledi. O yaz adaçayı ve lavanta almıştım. Lavanta tutmamıştı. Uzun ince, çiçekli bir de dalı vardı, ben kuruyanın lavanta olduğuna çok emindim yani. Hem çiçek de açmıyor. Bugün kokusu ve tadı karşısında şüpheye düştüm. Epeyce tuttu bu bitki. Belki çiçeğe geç duran bir lavanta cinsidir ya da çiçeksiz bir türü. Bilmiyorum. Anlayacağım. 
Annem ve ablam gittikten sonra yemek yedim. Netflix'te bir film açtım. Hollywood klişesi bir romantik film. İlk sıralardaki önerilerdendi. Cennet Gibi, bir şey adı. Tam da ihtiyaç duyduğum şey. Ansızın karşılaşma, çatışma, tanışma, yardımlaşma ve aşka düşme. İyimser, umutlu. Olaylar San Francisco'da geçiyor. Bir kadın, bir de erkek var. Bu bir fıkrayı anıştırıyor ama neydi bak onu hatırlamıyorum. 
Kızım akşam babasıyla yürüyüşe gitmek için aradı ve izin istedi. Tarihi günler. Heyecanlanıyor ve oradaydım demek istiyor. Anlıyorum onu. İzin de verdim zaten. Bununla beraber kendimi yalnız ve hüzünlü hissettim. Bu tür olaylar, geçmiş travmaları çağırıyor galiba. Kendimi yalnız hissettiğim başka anlar, anılar koştu geldi. Dedim bu iyi değil. Önce bir arkadaşımı, sonra ablamı aradım. Arkadaşım adada, ablam evdeydi. Gelip beni almayı teklif etti. O arada bir başka arkadaşım mesaj attı. Gelmek istediğini söyledi. Müziği açtım. Saçlarımı yıkamadan duş aldım. Pijamamı değiştirdim. Dişlerimi fırçaladım. Yüz kremi sürdüm. Saçlarımı taradım. Topladım. Salondaki yerime kuruldum. Aldım elime telefonu kaldığım yerden yazmaya devam ettim ve burada buluştuk işte. 
Noktayı koyar koymaz arandım. İçimi iyimserlik kapladı. Hak, hukuk, adalet dışında yakınlık, anlayış, destek ve sevgi de arıyoruz, her birimiz. Blogta 1111. kez buluşurken, tüm bu insani ihtiyaçlarımızın karşılandığı güzel günler diliyorum. Nice 1111'lere...