28 Şubat 2025 Cuma

Zihin sıçramaları

Kendimle gurur duyabilirim. Bugün beşinci kez yazının başındayım. Klavyede uzun süre yazdığım zamanlar parmak uçlarımda bir tür duyarlılık, hassasiyet hissediyorum. O his uyanık, parmak uçlarım rahat bırak beni diyor. Dinlendir diyor. Şimdilik tek dinlenen kedi. 

Özellikle çekildiği alanlar var Sani Bey'in. Yazarken ya da zoomda bir eğitimdeyken Budizm, meditasyon, şiddetsiz iletişim gibi bir konu anlatılıyorsa, gelip dayanıyor klavyeye. Bugünlerde gelip gelip karnımın üstüne boylu boyunca yatıyor. Anlam bulacağım ya bak ameliyat bölgeme yatıyor, hissetti galiba, diyorum. Batıl inançlara düşmeme şaşırıyor kızım. Aynı değil düşüncelerimiz. Ben hayata şükrederek, minnetle bakmak gerektiğine inanıyorum örneğin, o bunda ikiyüzlüce bir yan görüyor. Oh kötü şeyler benim başıma gelmedi sevinci diye niteliyor ve ayıplıyor.

Evde işleri nasıl kolayladıklarını soruyorum tanıdıklarıma. Kolaylık, verimlilik özlüyorum çünkü. İşin sırrı yığılmadan halletmek galiba. Bir süredir üşendiğim için kurutma makinesini kullanmıyordum. Oysa çok daha pratik. Kurutucunun süresi bittiğinde kapağını açtığında ılık, sıcak bir hava geliyor ya kollarına, yüzüne, sıcak ve yumuşakken çamaşırlar, sarılmak, yüzüme bastırmak istiyorum. Onları çamaşır sepetine alıp katlayıp hemen yerlerine kaldırmak en kolayı sanki. Evi de iyi kötü haftada bir süpürüyorum baştan sona. Geriye kalan haftalık alışveriş ve yemek. İnstagram haftalık yemek hazırlık videoları ile dolu. Özeniyorum aslında. Haftada bir gün hazırlık yapıp kalan günlerde rahat etmek o çok ihtiyaç duyduğum kolaylık ihtiyacımı karşılar diye düşünüyorum. Siz nasıl yapıyorsunuz? İşinizi kolaylaştıran ipuçlarınız, yöntemleriniz var mı? 

İki bayram tatilini de tatil amaçlı şehir dışına kaçarak geçirmeyeceğiz. İlkini dinlenmek ve iyileşmek için kullanacağım. İkinci ise LGS öncesi. En güzeli evde kalmak, yorulmamak, çok dağılmamak. Ne güzel olurdu şu sınav, mayıs sonunda olsaydı. Sıcaklar bastırmadan, araya kurban bayramı girmeden bitseydi. 

Kuru yufka getirdim iş yerinden. Kaç kez izledim yapılışını. Kızımın arkadaşları kalırsa yarın gece pazar kahvaltısında onlara peynirli gözleme yapacağım. Yarın biraz alışveriş yapmak gerek. Emlakçı aradı gece. Bir hastamın annesi aynı zamanda. Yarın bana birkaç daire gösterecek. Anladı ne aradığımı.


Şubat Alfabesi

Antep'e gittim şubat başı. Yediğin içtiğin senin olsun sözünü tersine çeviren şehir. Yediğini, içtiğini çıkarırsan geriye Antep'ten ne kalır?

Başkanlar Konseyi: TDB merkez yürütme kurulu ve ona bağlı odaların başkanları ve genel sekreterlerinin katıldığı iki günlük toplantılara verilen ad bu. Panonun önünde her oda poz veriyor, paylaşıyor. Erkeklerin başları, B harfini kapatınca sosyal medya aşkanlar konseyi hatıralarıyla doldu. Bütün aşkanlar Antep'teydik anlayacağınız. 

Cerenle mektuplaşmaya başladık. Çünkü mektuplar güzeldir. 

Çanakkale'ye bahar geliyor inceden. Günler yavaş yavaş uzadı. Ellerimle diktiğim bahar dalında bir pembe tomurcuk. 

Denizi özledim. Yaz gelse, havalar ısınsa. Karpuz kabuklarıyla beraber düşsek suya. 

Enginarı da özledim. Annem görür görmez alır. 

Fasa Fiso, Teoman'ın hayat albümünden renkli, maceralı sayfalar... Türkiye rock tarihinin gayriresmi anlatısı bazı yanlarıyla. Storytel'de dinledim. Dinlemeye değer, bulursanız okumaya da. 

Gül dikmek istiyorum, kokulu, güzel güller. Hakiki bir bahçeye. Ey evren duy sesimi. 

Halam sosyal medyadaki en soluğunu ensemde hissettiğim takipçim. Beğenisini, yorumunu eksik etmiyor. Seviniyor biz gezdikçe, fotoğraflarımızı gördükçe. 

Ismarlıyorum bazı akşamlar kızıma kafe latte. Yemekten sonra çıkıyoruz kordona. Giriyoruz sakin, ders çalışmaya uygun bir kafeye. O test çözüyor, ben biraz kitap okuyorum. Sonra Truva atına kadar yürüyorum, bazen daha ileriye iskeleye. Onu kafeden alıyorum ve eve dönüyoruz. 

İletişim problemleri var bu aralar kızımla aramda. İpler gerildi aramızda. Bana göre birkaç saatlik bir mevzuydu. Geçti gitti. Ben anneyim neticede uzun sürmüyor kızgınlığım ya da kırgınlığım. 

Jinekoloğa gittim bu ay. Biliyorum yineleme bu konu bir nevi ama j ile başlayan kelime bulmak da öyle kolay değil. 

Kadınlar Günü ile ilgili bir yazı yazdım TDB Dergisi'ne. Kadınlar gününün yalan yanlış tarihçesini yazarak başlamadım söze. Bu yılın teması eylemi hızlandır ile giriş yapıp meslek örgütünde kadın temsil oranlarına baktım. Gördüğümü yorumladım. Buralar boş kalsa da kalem çalışıyordu. 

Le vent nous portera'nın klibini yolladı Ceren. Blogtaki bir yazım, o şarkı ve klibine dair görüntülerle gelmiş onun zihnine. İzledim, bir akrabalık vardı sahiden de aralarında. Spotify'daki beğenilen şarkılar listesine eklendi hemen. 

Miyomum bebek gibi kıvrılmış rahmime, büyüyor da büyüyor. Rahme yerleşen her şey yeterince büyüdüğünde gün ışığına kavuşuyor. İşin doğası bu. 

Nerede olduğunu bilmediğim, bulamadığım anlarda youtube'tan kedi çağırma sesini açıyorum. Kayıtsız kalamıyor, salına konuşa geliyor. Üzgünüm Sani. Kandırıyorum seni arada. 

Osho dinledim bu ay. Uyku öncesi gevşemek, kendi günlük düşüncelerimden sıyrılıp uykuya dalabilmek için meditasyon, kişisel gelişim başlığı altında bir şeyler dinlemek, uykuya geçişimi kolaylaştırıyor. 

Öykü yazmaya alışık elim. Roman yazmayı denemek istiyorum oysa. Çocuk romanları. 

Pelin ve Küçük Dostu Karamel 2. baskıyı yaptı geçen ay. İlk kez bir kitabımın ikinci baskısını görmek mutluluk verici. Üstüne üstlük burada bir okul, ayın kitabı olarak seçti. 150 civarı çocuk, kitapları edinmiş, okumakta. Sonra okur yazar buluşmamız var. 

Roman yazsana dedi telefonun diğer ucundaki ses. İşten erken çıkmış Kampüs Koleji'ne gidiyordum. Kızım bursluluk sınavına girmişti. Biz oltaya gelmesi beklenen (b)alıklardık. Devlet okulundan korkan endişeli modernlerdik. Evladının geleceği için gerekirse ceketini satacak kuşağın çocuklarıydık.  Biz de gerekli fedakarlıkları yapmaya dünden hazırdık. Ve her birimize açıklanan bursluluk dilimi üzerinden erken kayıt indirimleri, bankların sunduğu caaaazip taksit imkânları vardı. Karşımdaki müdire hanımın ağzına motor takılıydı adeta. Bir metinden okur edasıyla hızlı hızlı anlattığı akademik başarı odaklı yaklaşımlarını beş, altı dakika boyunca sessizce dinledikten sonra kusura bakmayın araya gireceğim diyerek böldüm. Kibar olma, dürüst ol. Bu isimde bir kitap var, Şiddetsiz İletişim Kitaplığı'nda. 

Sarımsak kolay bozuluyor. Tane tane ayırıyorum. Buzdolabında sebzeliğe koyuyorum. Eski tip buzdolabı bu kadar uzun süre taze tutmuyordu. O zamanlar bozulmasın diye kabuklarını soyup dondurucuya atıyordum. Bu ara gene sarımsak ayırdım da. 

Şermin Yaşar'ın Dünyanın En Önemli Öğrencisi kitabını dinledim. Eğlenceli, akıcı... Çocukların seveceği cinsten. "Boş yapma Fiko" kaldı en çok aklımda. Verdiği tatlı mesajlar da cabası. 

Telkari bir broşum var. Tavuskuşu şeklinde. Ablam sen tavuskuşunu seviyorsun, dedi. Muayenehanende de var. Benim aklıma tavus kuşu tüyleri geldi. Onun kasttettiği Üsküp'ten aldığım sırma ip telkari tablo. Seviyormuşum meğer, bilmiyordum. Bir öykümde de geçiyor Tavus kuşu, Tavus-u Melek. 

Utanç duygusuyla çalıştık bu ay şiddetsiz iletişim çemberinde. 

Verileri işliyor aklını sevdiğim yapay zeka. Ölçü almanın akıllı hâli. Kamerayla tarıyorsun, hastanın ağzına bakmak yerine bilgisayar ekranına bakıyorsun. Bu bile, başlı başına yeni bir yolak beyin için. Bir tür egzersiz. Hep yaptığın gibi yapmadığın yeni bir şeyi pratiğine eklemek kolay değil. Alıp kullanmayanlar da var. Ama ben kullanıyorum hem de gayet aktif. Verileri işliyor, ağzınızın üç boyutlu halini oluşturuyor diyorum hastaya havalı havalı. Öğürtü refleksi olanlar mutlu, ben mutlu. 

Yazı özledim, kurmaca yazmayı da. En son ne zaman yeni bir öykü yazdım hatırlamıyorum? Bugün yeniaymış. Yeniye yer açma zamanları olsun, bahar da kapıdayken, cemreler birbiri ardına düşerken. 

Zayıflama işi Mehter takımı gibi. Bir ileri, iki geri. Ameliyat olduktan sonra değişir belki bir şeyler. Bu tip kitleler, bir tür durağanlık hâli ne de olsa. Enerjiyi bloke ediyor, eyleme geçmeyi güçleştiriyor belki de, ya da sonuç almayı... 

Yemeğini ne renk istersin?

Kızım sabah hafif kırık uyandı. Ateşim var, dedi. Boğazımda yanma var, dedi. Yanıma sokuldu. Uyuklamaya başladı. Servise haber verdim. Sonra tıpış tıpış mutfağa. Patates haşladım. Benim için haşlanmış patates en kral hasta yemeklerinden biri. Bas üstüne tuzu, karabiberi. Oh mis gibi. Patates ve yumurta (çünkü kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var) haşlanırken tereyağını tencerede erittim. Cozurdamaya başlayınca sulandırdığım domates salçasını ilave edip kavurdum. Sıcak suyu ekledim. Kaynamaya başlayınca tel şehriyeler cup suya. Şehriye çorbasının da iyileşmekle ve şefkat görmek ve de göstermekle ilgisi var benim dünyamda. Benim büyüdüğüm evin hasta çorbası, yayla çorbası. Mideyi üşütünce ben de severim yayla çorbasını ama grip, nezle gibi hastalıklarda en çok tel şehriye çorbasını seviyorum. En leziz ve şifalısı oymuş gibi geliyor. Hele tavuklusu. İç, uyu ve terle. Sonra da iyileş. 

İşe gitmeden bunca yemek pişirmeye girişince bulaşık makinesi doldu. Çalıştırdım. Baktım suyu almıyor. Eyvah su kartı bitmiş. Muhtarlıktan karta su yüklettim. Öğle tatilinde eve uğramaya bahane olur, dedim. Kartın içindeki yedeği okutmadan evden çıktım. Bizim evde soğuk su kendi yüklettiğimiz karttan geliyor ama sıcak su merkezi sistemden geliyor. Ay sonunda kullandığımız sıcak su aidata ekleniyor. Soğuk suyumuz bitiyor ama sıcak suyumuz kesilmiyor. Evladı susuz bırakmadan gittim, çalıştım, öğlen eve uğradım. Suyu yükledim. Çorba, ıhlamur servisinden sonra bulaşık makinesini çalıştırdım. Çamaşır makinesine beyazları koydum. Saati ayarladım ve çıktım. 

Eve geri döndüğümde ne kızım ne kedim evdeydi. Yemek yedim. Yapılması gerekenler listemi zihnimde evirdim çevirdim. Evi süpürmek, çamaşırları kurutmaya atmak, mutfağı toplamak ve kalan yazılarımı yazmak. 

Saat tam 21.21. Ev süpürüldü. Çamaşır kurutmada. Eksik kalan yazıların ilki yazılıyor. Mutfakta biraz iş  var. İyi bir annecik kurabiye ya da kek de pişirmeli aslında çünkü yarın kızımın arkadaşları gelecek. Ama emir de büyük yerden. Sen bir şey yapma. Biz hallederiz. Plan şu: File markete gidip her biri seçtiği renkte yiyecek bir şeyler alacak ve eve gelecekler. Kahverengi, sarı, yeşil ve mavi. Tabi onların renklerle oyunu, paketlerin rengi. İçimdeki oyunsu yan onlara bu renklerde yiyecek hazırlayıp bırakmak istedi. Yeşil için roka, maydanoz, sarı için sarı leblebi, kahverengi için çavdar ekmeği dilimleri. Mavi için düşünmek gerek. Dondurulmuş yaban mersini yeterince mavi mi? Benim de bir rengim var, kimse sormasa da. Turuncu! Havuç ve de mandalina. 

Gözleri devrik, suratı asık jüri üyeleri

Yazmak, benim günlük hayatımın bir parçası. Her gün bloğu ziyaret etmek de. Bazen birkaç satır yazıyorum, bazen yazıp yazıp siliyorum. Öyle ya da böyle her gün yazıyı ziyaret ediyorum. Bununla beraber her yazdığı paylaşmıyorum. Demek ki zihnimin içinde bir jüri var: asık suratlı, ciddi, bu paylaşılır bu paylaşılmaya değmez diye cıkcıklayan, gözlerini deviren, takım elbiseli falan... Bu jüri en çok edebiyat üzerine yazdığımda mutlu oluyor. Kendimden bahsetmeme pek olumlu bakmıyor. Hele yumurta kapıya dayandığı için hızlıca yazdığım, peş peşe paylaştığım yazılardan hiç mi hiç hoşnut değil. Gezi yazıları, peh! Annelik sızlanmaları, baydı! En dayanamadığı, "okumuyorum, yazmıyorum" vızırtılarım... Adeta bir sivrisineğim, tepesine inecek şaplaktan korkan ve tavana yapışan... 

Diyeceğim o ki, yazma aralıklarım uzuyorsa, ay sonuna doğru patlamış mısır gibi yazılar peşi sıra düşüyorsa ve de düşecekse bir kısmı kendimi jüriye beğendirme düşüncesi yüzünden. Kalanı günlük koşturmaca, sorumluluklar, iş güç kısaca. Bir önceki yazıya bağlamak gerekirse, en büyük, en değerli ihtiyacım kolaylık şu sıra, uyum, işbirliği... Ev değiştirme fikrinin arkasında da bu ihtiyaçları giderme çabası yatıyor muhtemelen. En doğru strateji mi, inanın bilmiyorum ama kolaylığa, rahatlığa, huzura çok ihtiyacım var. Martın 17'sinde ameliyatım var. En az bir hafta evdeyim. Kızım okula gidecek. Evde ayaklarımı uzatıp tek başıma (umuyorum ki ağrısız) aylaklık edeceğim. Film izler, bol bol uyurum herhalde. Belki jürimi memnun edecek bir edebiyat yazısı da patlatırım, belli mi olur?


Günün izi: 18

Geçen hafta kadın doğum muayenesine gittim. Bir dişçi koltuğu, bir kadın doğum diyen hastalarımı anlıyorum. Ancak eşdeğer tutulmaktan rahatsızım. Çünkü bizim koltuklar dünyanın en rahat koltukları bana kalırsa. Koy salona, televizyonun karşısına. Sırtını dinlendir, boyun çukurunu dilediğin gibi destekle, kapa gözlerini uyu, ya da izle filmini... O denli konforlu... Kadın doğum koltuğu ise... Anladınız siz. 

Rahmimin içindeki miyom daha da büyümüş. Ameliyat endikasyonunu sonuna kadar hak etmekte. Ultrason, tahliller. Planlamamızı yaptık doktorla. Mart ayı içinde ameliyat olacağım. Yapılması gereken yapılacak ancak korku da insana mahsus. Bir an evvel olmak ve kısa sürede toparlamayı dilemekten başka bir şey yok. 

Storytel'e üye oldum tekrar. Uyku öncesi bir meditasyon kanalı buldum. Her gece açıyorum ve uykunun içine çekiliyorum. Bazen hızlı, bazen yavaş. Çoğu zaman 20 dakikanın içinde. Çünkü meditasyon 20 dakikalık ve hiç baştan sona dinlemedim. Dinlememiştim. Dün uykuya dalmak epey zor oldu. Sağa döndüm, sola döndüm, dişlerimi sıktığımın farkında olup çenemi gevşetemememin ızdırabıyla boğuştum durdum. Başucumda duran diş sıkma apareyimi taktım. Ben kullanamıyorum yargılarını bir kenara koyarak. Sert plağı taktım dişlerime. Sıktı başta. Konforsuz geldi. Sonra zannettiğim ve gözümde büyüttüğüm kadar rahatsız etmediğini fark ettim. 

Oturduğum eve taşınalı yaklaşık üç yıl oluyor. Çanakkale'deki beşinci evim. Kimi kira, kimi kendi evim, kimi aile evi olmak üzere beş ayrı daire, on beş yıl içinde. Ben böyle çok taşınınca, temizliğe gelen abla, biri hariç tüm taşınmalara eşlik de edince balkabağı alacağım sana, otur artık oturduğun yerde dedi. Ama kabağı alıp vermedi. Şimdi için için dürtüyor taşınma fikri. İmara yeni açılan bir bölgede büyük, rahat bir bahçe katında oturuyorum. Önümüzde inşaat firmasının kullanımının bize ait olacağını vaat ettiği küçük bir bahçe de var. Ancak peyzajı aceleye getirdiler. Toprak derinliği çok az. Dikilen bitkiler tutmuyor, büyüyecek, yayılacak ve duvar gibi olacak vaadinin içinin boş olduğu aşikar. Çit yapmaya da izin yok. Çocuklar sürekli bahçenin içinden geçiyor oynarken, havuza giderken. Mahremiyet ve bana ait hissini gideremeyecek bir bahçe. İlk yıl pek çok bitki diktim. Adaçayı ve bahardalı tuttu sadece. Masa koyayım, şemsiyemi açayım, kitabımı okuyyım, kahvemi içeyim hayal oldu. Göz hizamda yine de yeşillik görmenin, balkon kapısını açınca toprağa ulaşmanın hoş bir yanı var. Kedi de alıştı. Balkon penceresinden atlıyor, gezip dönüyor. Ben de aynı bölgede başka bahçe katları bakmaya koyuldum. Bahçe gibi bahçesi olan. Bana ait, müstakil hissi veren. Bir yer de buldum aslında. Sitenin konumu çok daha iyi. Bizim oraya hâlâ toplu taşıma yok. Geceleri etraf karanlık ve ıssız.  Bu evi karşılayacak param yok tabi cebimde ama evler satılabilir, değişebilir fikrine açığım. Bir ev sattım. Yeni ve büyüğünü aldım. Çünkü o ev, artık bana hizmet etmiyordu. Sıkışıyorduk, karışıyorduk içinde. Yine de kafam karışık. Bu değişikliğe gerçekten ihtiyacım var mı? Hayatımda değişmesini istediğim şeyler var, farkındayım, anlıyorum ama daha merkezi bir ev ve daha müstakil bir bahçe mi karşılayacak bu değişimi? İşte bundan emin değilim. Mutlu olmak istiyoruz hepimiz ve bize bunu sağlayacağına inandığımız stratejilerimiz var zihnimizde. Güzel bir ev, tatiller vs. Emin olmadığımız şey, onu elde edince gerçekten mutlu olacak mıyız? Olacaksak bu ne kadar sürecek? 

25 Şubat 2025 Salı

Bu sabah neler oldu, biliyor musun?

Sabah kızım yanıma geldi. Karanlıkta yorganın altına onu da buyur ettim. Kapının açılmasını fırsat bilen kedi de süzüldü içeri. Koltuğun üzerinde duran küçük battaniyeyi alaşağı edip onunla aşk yaşamaya başladı. Gözlerim kapanmaya yüz tutarken "Sani yapma," dedim. Sonra tekrar uykuya.

Servis ablasının telefonuna uyandım. Dedim, biz uyuyakaldık. Siz beklemeyin. Ben bırakırım okula. Ben kalktım. Kız kalkmadı. Dedi, "anne gördüm kötü bir rüya. Etkisindeyim hâlâ." Yorganı kendine mağara eyledi. Büzüldü, süzüldü. Ne dediysem ikna olmadı. Baktım, saat hem onu okula bırakmaya, hem işe yetişmeye yeterli değil. Kalktım kahvaltı hazırladım. Sahanda yumurta, peynir, zeytin, tereyağı, bal, reçel, hurma... Cumartesiden kalan simidi de ısıttım. Ekmek kalmamış. Pasta bulamadık. Tuzsuz etimek ve kuru simitle idare ettik. Giyindim sonra. Çıkarken su siparişi verdim. Dedim, "Gününü verimli geçir." Meali madem evdesin, ders çalış, odanı topla. Ah bu dağınık ergen odaları! 

İlk hastam benden önce iki hekim değiştirmiş, iletişim sebebiyle manevi olarak yıpranmış, yorgun bir hastam. İki yıl öncesinden. Eskisi gibi değil, artık. Güvenle oturuyor koltuğa. Sabah sabah güzel sözler söyledi. Çıkarken sarıldı hatta. Oh günüm aydınlandı. 

Hafta sonu iki tam günlük bir mesleki eğitimdeydim. Yapamadığım pilates dersini dün gece yaptım. Dersten kalma, belimde küçük bir sızılı nokta... Belli ediyor kendini arada. 

Yeni doğum yapmış bir anne doğum öncesi başladığımız işlem için gelmiş. Bir çırpıda gitmiş kilolar. Asistanım tanıyamadı. Benimkiler duruyor, bunca yıl sonra. Zihnin kıyaslama özelliği günde kaç kez devreye giriyor acaba? 

Bir sonraki hastanın şikayeti ağız kokusuydu. Diştaşı temizliğinin üzerinden üç yıl geçmiş neredeyse. Temizlik, eski dolguları cilalama, bakım tavsiyeleri, ebeveynlik üzerine dertleşmeler... Kızımın ilkokuldan arkadaşının babası. Ergen ebeveynleri, aslında yaştan bağımsız tüm ebeveynler arada bir bir araya gelmeli ve konuşmalı. Ebeveynlik yolculuğumun bu kısmı, tam bu noktası zor geçiyor dediği yerlerde duymalı başkalarını ve hatırlamalı. "Yalnız değilim. O da benim gibi zorlanıyor." Yalnız olmadığımı hatırlamak ve başkalarında işe yarar nasıl ipuçları var diye öğrenmek için birkaç gündür arıyorum arkadaşlarımı. Çok işe yarar dediğim bir şey durmadım daha. Ama bunların insanlık hâlleri olduğunu anımsamak rahatlatıcı. Büyümeye çalışan bir insan evladının kendini bulma, kabul görme, sevgi, anlayış ihtiyaçları var. Dünyanın en berbat annesinden katlanılır olmaya inmeye çalışıyorum şu sıra. Dün pilates öğretmenimden duydum beni en rahatlatan ifadeyi. Tam tamına hatırlamıyorum sözlerini. Benim kendi dilime tercümesini paylaşabilirim ancak. Tüm zamanlarda, tüm ilişkilerde, tüm diyaloglarda olduğu gibi. Sen de bir yetişkin olarak hata yapabilir, yanlış düşünebilirsin, sorumluluğunu almış ve söylemişsin. Düzeltme çabası içindesin. Bundan da öğrenecekleri var kızının. Dili başka, içi başka evladım, söylediği kadar hoşnutsuz değil bence de. "Her şey çözüldü mü sanıyorsun?" sorusuna yanıtımdı. "Hayır her şeyin çözüldüğünü düşünmüyorum ama aramızda telafi edilemeyecek bir durum olduğunu da sanmıyorum." 

Öğle yemeğini evden getirdim. Kuru biber dolması zeytinyağlı (annem sağolsun)2 adet. Kıvırcık salata. Bir dilim peynirli börek. (arkadaşım sağolsun) Afiyetle yedim. Üç bardak çay içtim şimdiden. Bir de sade Türk kahvesi... Kahve paketinin ağzı açık kalmış. Kapatın bayatlamasın, dedi patron yanım. Daha önce kaç kez dedim yahu sarmalına düşmemeye çalışarak. 

Ha arada bir özel okuldan aradılar. Kızımın geçen pazar girdiği bursluluk sınavının sonucu açıklanmış. Gidip öğrenebilirmişim. Perşembe için sözleştik. Peşin peşin söyledim. Deneme amaçlı girdi. Daha LGS sınavı var önünde. Erken indirim fırsatlarıyla ilgili görüşmek istemiyorum. Sadece sonucu öğreneceğim. Tam o zamanlar, biliyorum, bankalardan gelen bildirimlerden. Geçen sene %90 eğitim bursuna rağmen yemek, kitap vb yan kalemler nedeniyle kredi kartı limitimi arttırmak zorunda kalışım aklımda. Veliler de bahsediyor fahiş artışlardan. Lisede büyük ihtimalle devlet okulunda olacak kızım. Geride kalacak zorunlu yemek ücreti, normalin hayli üstünde servis parası... 

Arada öğle yemeğini getiren kadını gördüm. Kolaylıklar diledim kendisine. Bir hasta geldi kapıdan bir telaş. Devlette çektiremediği dişleriyle ilgili. Gelecek öğleden sonra. 

Böyle geçti sabahım. Öğle tatilimin bitmesine 24 dakik kaldı. Bir sade Türk kahvesi içer, biraz Diplomat solitaire oynarım. Sonra çalışmaya devam! 

Senin sabahın nasıl geçti? Ya da her ne vakitte okuyorsan... 




8 Şubat 2025 Cumartesi

Antep'te

Antep'te son akşam. Otel odasında karnım tok sırtım pek uzanıyorum ve bu satırları yazıyorum. Yolu ve yaptıklarımı da yazmak gerek. 
Cuma sabahı erkenden yola çıktım. Bir kez rahatlığımdan uçak kaçırmışlığım var. Bu kez tedbirliyim. Gece yatmam 12.00-01.00 arasını buluyor normal şartlarda da. Bavul yap. Mutfağı topla. Sandviç yap. Lavaboyu temizle derken saat bir oluyor. Giyiyorum pijamamı. Kuruyorum saati 04.15'e. Uyur uyanık geçiyor zaman. 5.20'de uçak. Sabah ayazı ellerime vuruyor. Kapıdan çıkıp uçağa yürüdüğüm o kısacık sürede. Ellerim kızarıyor. Uçakta kah storytelden telefonuma indirdiğim İnsanın Fabrika Ayarları'nı okuyorum kah gözlerimi kapatıyorum. 
Esenboğa'ya zamanında iniyorum. Kabin tipi bavulumu alıp transit geçiş oklarını takip ediyorum. İstikamet 104 nolu kapı. Çanakkale'de verdiler elime biniş kartını. Aktarmalı uçuşlarda gezi süresi de kısaysa kabin tipine sığdırıyorum öte beriyi. Ne olur ne olmaz. Herkesin var bir takıntısı... 
Bir kahve alıp sandviçimi yiyor ve bekliyorum. Aynı tıplantıya giden üç kadın diş hekimi görüyorum sonra. Sohbet başlıyor. İndiğimizde aynı taksiye atlayıp otele varıyoruz. Toplantı 11'de. Odalarımızı da teslim alınca üzerimi değiştiriyor toplantı salonuna gidiyorum. Salon soğuk, gündem yoğun ve uzun. Kahve, ıhlamur, yeşil çay. Fincanı avuçlarımla sarıyorum. Isınmak için. 
Uzun bir günün sonunda bir kebapçıya gidiyoruz grup olarak. İki otobüs. Antep'e kar yağıyor. Lapa lapa. Lokanta tam merkezde değil. Set menü ayarlamış. Çorba, çiğ köfte, içli köfte, fındık lahmacun, salata, karışık et tabağı, baklava, çay... Midem de gözüm de doyuyor. Sabah toplantıyı kaçırmadan Zeugma Müzesi'ne gitmenin yollarını arıyorız. Otele dönünce doğru odaya. Duş alıyorum. Storytelden Teoman'ın Fasa Fiso'sunu dinliyorum. Kendi sesinden. Uyku bastırıyor. Oda hamam gibi. Sıcak. Yerden ısıtma. Kısamıyorum da. Pencereyi açıyorum uyuyabilmek için. Teoman anlatıyor anılarını. Kısa kısa... 
8'de lobideyiz. Kahvaltıyı pas geçiyorum. Karnım tok zaten. Müze 8.30'da açılıyor. Açılmadan dayanıyoruz kapıya. Müze nefis, müze etkileyici. Mitolojiden sahnelerin yer aldığı devasa yer mozaikleri, daha az sayıda stel...





Otele dönüyoruz. Kabanı bırakıp doğru toplantıya. Meslekte sorun çok. Hukuk müşavirimizi dinlerken ülkenin şaka gibi hallerine gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Öğle yemeğinden önce toplu fotoğraf çektiriyoruz. Oturumlar bitince meşhur Bakırcılar Çarşısı'nı gezmeye zaman kalıyor. Doğru taksiye. Bu defa yalnızım. Bir şehri tek başına adımlamanın keyfi uzanıyor önümde. 


Çarşıya buradan giriyorum. Küçük bir Han dikkatimi çekiyor sonra. Girişte bir gümüşçü. Telkari bir tavuskuşu alıyorum kendime. Antep hediyesi. Yakama il il tırı yorum hemen. 

Çarşı hareketli. Tatil günü olmasının etkisi muhtemelen. Dünkü kardan eser yok. Soğuk ama güneşli. Çarşıda envai çeşit baharatlar salçalar, peynirler, Antep fıstıkları, tatlılar, baklavalar, zeytinler, sabunlar, kuru patlıcanlar, bakırlar, yöresel çantalar... Rengarenk, cıvıl cıvıl... Dar sokaklara giriyorum, çıkıyorum. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Türkçeye karışıyor Arapça. Dinliyorum. Görüyorum. Sesler, görüntüler, taş duvarlar, kalabalık sokaklar, yüzler biriktiriyorum her adımda. 
















Güneş de yürümek de engel değil üşümeye. Gözüme bir lokanta ilişiyor. Metanet. Aynı isimde katmerci de var. İçeri giriyorum. Beyran istiyorum. Etli, pirinçli çok doyurucu bir çorba. 


Midem öyle dolu ki, katmerciyi pas geçiyorum. Yürümeye devam! Çarşıdan uzaklaşınca, iki gündür herkesin övgüyle bahsettiği katmeri tatmadan gitmek istemediğimin farkına varıyorum. Katmer leziz. Katmer devasa! 


Bir insan evladının bitirmesi mümkün değil. Dörtte birini yiyorum. Kalanını paket yaptırıyorum. Kredi kartı kabul etmiyor dükkan. EFT yapıyorum. Salona giren hem çalan hem söyleyen kemancıları videoya alıyorum. Otelden çıkarken yanıma aldığım bez sırt çantasının içi silme gıda dolu. Eh yolcu yolunda gerek. Otele dönüyorum. Akşam yemeği için yerim yok. Tamam ama yetmez biraz daha hareket etmek lazım. Bavula attığım mayo mu giyip doğru spaya gidiyorum. Kapalı havuzun yerini sorduğum erkek görevli havuzun karma olduğunu hatırlatma gereği duyuyor. Üzerimdekileri dolaba bırakıyor, kendimi suya bırakıyorum. Havuz küçük de olsa yüzmek güzel. Kendimi bırakmak benim için kolay değil. Güven testi yaparlar ya hani, kendini, bedenini bırakırsın karşındaki/ler tutsun diye. Ben bırak kendimi, kolumun ağırlığını bile bırakamam birine. (Belki değişmişimdir) Ama suya girince, iş değişir. Suyun kaldırma kuvveti evrensel bir yasa. Biliyorum. Kaldıracak ama orada tam bir teslimiyetle sırt üstü yatıyorum suya. Gözlerim bazen açık bazen kapalı. Bir yatakta yatarken gibi konforlu, Uzanıyorum suya. Onun sunduğu destek, sırtımı, kollarımı, bacaklarımı, başımı taşıması. Yok böyle bir huzur. 

Üzerine sıcak, sıcacık bir duş. Sevdiğim şarkıları açıyorum. Yazıyorum. Bir satır, bir satır daha. Antep gezisi, Antep'te iken bitiyor. Buluşmalar, sohbetler, kahkahalar... Hepsi geride şimdiden, hepsi birer hatıra... 

5 Şubat 2025 Çarşamba

Dili eğilmeyen kadınların sesi



Bugün pilatesten çıkarken başını uzattı "utanç." 

"Ne olurdu?" sorusuna yanıttı. "Çok utanırdım," cevabıyla bindim arabaya. Üzerinden atlardım aslında. Ama şiddetsiz iletişimde bugünkü oturum utanç üzerine olunca başımı çeviremedim daha fazla. Utancın arkasında sana yöneltilmiş suçlamalar var. Bunu alıp kabul etmek ve "Bende bir yanlışlık var" düşüncesinin altında ezilmek var. Kabul ve aidiyet ihtiyaçlarıyla kopan bağlar var. Paylaşmamaktan kaynaklanan yalnızlık var. Utancın panzehiri paylaşmak, dedi Özgen. Yazmaya başlamamın en büyük sebebi bu oldu galiba. Konforsuz duygulardan kurtulmak. Konforsuz duygularımın zirve yaptığı yıllardan kalma bir fotoğraf. Bu genç kadına borcum var. Ödeyeceğim. 

                                                                                   *



Ayten Kaya Görgün'ün Everest Yayınları'ndan çıkan öykü kitabı Öküzçeker bu ay bitirdiğim ilk kitap oldu. Yalın, akıcı bir dili var öykülerin. Konularını hayattan alıyor. Farklı çevrelerden kadınların başına gelen insanlık hâllerini tatlı tatlı anlatıyor. Namus, ev içi emek, flört şiddeti, kadının yoksulluğu gibi pek çok meseleyi kendine has o ele avuca gelmez üslubuyla anlatıyor. Yer yer kahkahalarla güldüm bu  trajikomik hikâyelerin kahramanlarına. Dili eğilmeyen kadınların sesi olmuş Ayten Kaya Görgün. Severek okudum. Gönülden tavsiye ederim. 

                                                                           *

Kendimce bir ritim buldum spor konusunda. Haftada bir aletli pilatese gidiyorum. Zaman zaman hem eğitmenimin hem benim şehir dışı programımız oluyor. Bazen haftada bir yerine 8-10 güne çıkıyor süre. Yine de vazgeçmiyorum. İstikrarlı şekilde gidiyorum. Ve her antrenmanda giderek güçlendiğimi fark ediyorum. Yaşasın sürdürülebilirlik! 

                                                                            *

Mermeri delen suyun gücü değil, kararlılığıdır derler. (Başka şeyler de derler bilirsiniz. Hatırlayınız: Azimle s.çan mermeri deler). Damla damla akan suyun bir kovayı doldurması, her defasında kıyıya vuran dalganın taşları yuvarlatması. Bir anda olmuyor. Kritik eşik aşılıyor hop bir bakmışsın kova dolmuş taşıyor, taşın sivrilikleri kaybolmuş tatlı bir yuvarlıklıkta... Kendime sürdürebileceğim hedefler seçmem işte bu yüzden. Gaza gelip birkaç hafta uygulayacağım sıkı kurallar yerine kendimi bilmek, tanımak ve kendini gözetmek istiyorum hayatımın kalan evresinde. Kendim(n)e şefkat ile yeni tanışıyorum(z) vesselam.