20 Ocak 2018 Cumartesi

Kısa kısa, tamamen kişisel notlar

Ben bir bloggerım. Tatlı ve güzel bir tesadüf sonucu, bu adreste dört yıldan uzun süredir yazıyorum. Yola çıkarken çok da kesin bir amacım ya da planım yoktu. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm şehirler, aklıma takılanlar hakkında usul usul konuşmak, mırıldandıklarımı paylaşmak istedim, hepsi bu. Blog yazılarını mektuba benzetmek yanlış olmaz. Bu mektupların ilk alıcısı elbette, benim. Kendim için yazıyorum. Hatırlamak için, unutmamak için, geçmişe dönüp baktığımda o günlerde nelerin zihnimi meşgul ettiğini, nasıl hissettiğimi anlamanın bir yolu olarak yazıyı kullanıyorum. Bu anlamda bir bebeğin üzerine takılan mama önlüğünden farksız, blog yazıları. Buraya dökülüp saçılanlar iyi ya da kötü beni besleyen şeyler. 
Yıllar içinde kitap tanıtımları, yazar söyleşileri, öykü soruşturması, sürdürülebilir yaşama dair ipuçları, masal söyleşileri,  şiddetsiz iletişim gibi geniş bir alanda bireysel ve kolektif pek çok yazı hazırladım. Kolektif işler çoğu zaman ansızın, kendiliğinden doğdu, zamanı gelince bittiğini duyurdu bana ve bitti. Bu içten gelen değişime direnmeyip onunla uyum içinde hareket ettiğimde ortaya çıkan zenginlik beni mutlu ediyor. Değişime karşı koymak, direnç göstermek bende huzursuzluk, karmaşa, suçluluk yaratıyor.  Onunla uyum içinde hareket edebildiğim zaman, blogtaki sessizlik dönemleri, içerikteki değişiklikler, çıkanlar... hepsini olduğu gibi kabul ediyorum, içim huzur, barış ve iyimserlikle doluyor. Burası benim değişim, büyüme ve oyun alanım. 
                                                                       *
Hepimizin şikâyet ettiği konular: yetişemiyorum, zamanım yetmiyor, bir şeye (spor, kitap kulübü, herhangi bir kurs) başlıyorum, devamı gelmiyor. 
Devamını getirmek konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Geçen yıl aynı ekiple ekim ayından mayıs sonuna kadar beden farkındalığı çalışmıştım. Şimdi biraz daha geniş (ve giderek genişleyen) bir toplulukla şiddetsiz iletişim çalışıyoruz. Buluşmalarla ilgili tek kural var: her ayın üçüncü cumartesi saat 17.00-19.00 arası. Bu bireylere göre değişim göstermiyor, gelebilen geliyor, gelemeyen gelemiyor, bir sonraki buluşmadan devam ediyor. Ne yapıyoruz bu buluşmalarda? Özetle, olayların ve kişilerin arkasına, daha uzağına bakmaya çalışıyoruz. Ne oldu sorusundan ziyade ne hissediyorum, neden böyle hissediyorum, bu duygu bana ne anlatıyor olabilir sorularına odaklanıyor ve farklı farkındalık alıştırmaları yapıyor, kendimizle bağlantımızı arttırarak, oyun ihtiyacımızı gidermeye çalışıyoruz.
Ebeveynlerin bu tür oyun alanlarına herkesten çok ihtiyacı var. Çocuk yetiştirmek hiçbir yerde kolay iş değil ama yeni Türkiye'de çocukları maruz kalabilecekleri cümle kötülükten, zehirlenmeden korumak için hepimiz kanatlarımızı bir atmaca gibi açıyoruz, pençelerimizi çıkarıyoruz. Gerginiz, baskı altındayız ve yalnızız. Özellikle Milli Eğitim'e hiç güvenmiyoruz. Hâliyle, uzmanlığımız olmadığı halde pek çok değişik alanda okumalar, araştırmalar yapmak zorunda kalıyoruz, çocuklarımızı desteklemenin yollarını bulmak istiyoruz. Şu satırları yazarken bile kaygı ve endişe beni eline geçirdi. Şakaklarımın zonklamasından, ensemden yayılan ağrıdan anlayabiliyorum bunu. Zorunluluk olarak görmek, kaygı ve endişe sarmalında kaybolmak yerine, duygularımın ve ihtiyaçlarımın farkına varabilirim. O zaman kendimi tüketmeden, bir oyuncu gibi dahil olurum sürece, merak ettiğim için, kendimi geliştirme ve büyüme fırsatı yakalamak için. İçimdeki oyuncuya kapı açtıkça üzerimdeki stresi, baskıyı azaltabiliyorum, hiç değişmeyecekmiş gibi duran döngüyü durdurabiliyor ve küçük değişimler yaratabiliyorum. İşte bu yüzden gündemi takip etmeyi, yaşamaktan utanmayı, zaman tünelimi bir sivil toplum örgütünün vitrini olarak kullanmayı bıraktım. Bu onayladığım anlamına gelmiyor, sessiz kalıp kötülüğü çoğalttığıma da inanmıyorum. Ahlaki seçimler yapmaya devam ediyorum ama yaşama hakkımı da korumaya çalışıyorum, hepsi bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder