19 Temmuz 2019 Cuma

Ses-sizlik ve çağrıştırdıkları

Ben bir diş hekimiyim. Çalışma ortamım pek de sessiz sayılmaz. Gün boyu aeratör vızırtısına, kompresör homurtusuna, hasta takibi için açık tuttuğum bilgisayarın uğultusuna, SMS ve whatsapp mesaj bildirim seslerine maruz kalıyorum. Bir de dışarıdan gelenler var: korna, araba, motosiklet, yandaki markete mal indiren tır sesleri… Bu sonuncunun yarattığı vibrasyon dayanılmaz. Akşamları eve döndüğümde tamamen sessizliğin içinde kalmayı arzu ediyorum. Normal konuşma sesini bile kaldıramadığım zamanlarda kendimi balkona atıyor, ağaçları izliyorum, kuşların cıvıltılarını, kanat çırpma seslerini, bir arının vızırtısını. Doğadan gelen her ses beni rahatlatırken araya karışan araba, motor sesleri bana aslında nerede olduğumu hatırlatıyor. Bazen kızımla sessiz yürüyüşler yapıyoruz. Gizli geçidimizden geçiyor, meyve ağaçlarıyla dolu sessiz sokağın tadını çıkarıyoruz.  Dikkatimizi yürüyüşümüze ve etrafımıza veriyor, can kulağıyla dinliyoruz. İşte o zaman kentin uğultuları bir süreliğine susuyor ve betonların arasında yerini korumaya çalışan doğa dile geliyor. Dinliyoruz, hiç konuşmadan yürüyoruz o sokağı. Sonra neler duyduğumuzu anlatıyoruz birbirimize. Ben tam kulağımın dibinde vızırdayan arının sesine odaklanmışken, onun ayaklarımızdan yükselen ritmik adım sesini duyduğunu görüyorum. Ben rüzgârda salınan dalların, yaprakların sesini ayırt ederken, o kuş seslerini daha çok fark etmiş oluyor. 
Bir anlığına oyunun içinde sessiz kalmak ve paylaşmak farklı bir deneyim de sunuyor bana. Yaşananların arasından seçtiğimiz parçaları bir araya teğelleme işinin nasıl da biricik olduğunu, hepimizin kendi hikâyelerimizi bambaşka anlarla, ayrıntılarla kurduğumuzu fark ediyorum. Bellek ve anımsama, gerçeği hikâyeleme yoluyla yeniden inşa etme son zamanlarda en çok üzerinde durduğum konular. Öyküler de gelip buralardan doğruluyor hâliyle.
                                                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder