Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim.
İşte on altıncısı: Onur Çalı
* Bu yazı Kurmacabiyografiler için yazılmıştır.
Nasıl yazıyorsun sorusuna çok kısa, kestirme bir yanıt verilebilir. Bu soru, başka sorularla çoğaltılabilir de: Neyi nasıl yazıyorum? Hangi araçları (bilgisayar, kalem-kağıt, cep telefonu, tablet, harita metot defter) kullanarak yazıyorum?
İşte on altıncısı: Onur Çalı
* Bu yazı Kurmacabiyografiler için yazılmıştır.
Nasıl yazıyorsun sorusuna çok kısa, kestirme bir yanıt verilebilir. Bu soru, başka sorularla çoğaltılabilir de: Neyi nasıl yazıyorum? Hangi araçları (bilgisayar, kalem-kağıt, cep telefonu, tablet, harita metot defter) kullanarak yazıyorum?
Burada yazmaktan,
“yaratıcı” sınıfına giren metinleri anlamamız gerektiğine varıyorum. Çünkü
resmi yazı yazmak, birine bir not bırakmak, dilekçe yazmak, apartman girişine
“uyarı” yazmak… bunlar da yazmak!
Ben bilgisayar(l/d)a
yazıyorum. Bilgisayarım yanımda yoksa ve yazmam gerekiyorsa (yazmak için güçlü
bir dürtü gelip kapıma dayanmamışsa yazmam, ödev gibi her gün yazının başına
oturan bir yazar değilim ben) not defterime notlar alırım. Alırım almasına ya,
o aldığım notları bilgisayarda temize çekmedikçe de yazmış saymam kendimi.
İlkokul üçüncü
sınıftayken bir çocuk dergisinde yayımlanan “şiirimin” üzerinden çeyrek asır
geçtiğini düşünürsek (korkmayın, öyle 25. Yıl kutlamalarına filan girişecek
değilim) bu süre içerisinde yazdığım dişe dokunur metinler ağırlıklı olarak
öykü ve dünlük türünde.
Dolayısıyla soruyu bir
kez daha çoğaltacağım: Öykülerimi nasıl yazıyorum? Dünlüklerimi nasıl
yazıyorum?
Öncelikle bilmeyenler
için tercüme edeyim: Benim dünlük dediğim
şey, Salâh Birsel ve Tomris Uyar’ı pirlerim kabul ederek dört sene önce yazmaya
başladığım metinler. Aydın havası yapacak olursak, deneme-günlük karışımı
metinler diyebiliriz dünlükler için.
Çok yazdığım için olsa
gerek dünlükleri yazarken kendimi daha rahat hissediyorum. Gece gündüz demeden,
çevremde insan var mıymış yok muymuş bakmadan yazabiliyorum dünlükleri. İş ki birileri
benimle zorla sohbet etmeye kalkmasın.
Burada bir parantez
açmakta fayda var: Zengin olmayan (çalışmak zorunda olan) ve yazma uğraşına
emek vermek konusunda hevesli ve kararlı olanlara eminim tanıdık gelecektir.
Yolu, öğle arası, akşam eve dönüşüyle birlikte kabaca 12 saatim (günün yarısı!)
ekmek parası için çalışmakla geçiyor (ülke şartları düşünüldüğünde yine de şanslı
olduğumu da biliyorum, en azından haftasonları benim). Uykuyu, zorunlu gündelik
meşguliyetleri de düştüğünüzde, günün 24 saatinden yazmak için elinizde kalan
kuş kadar bir şey, taş çatlasın birkaç saat. Okumayı da bu birkaç saat içinde
yapacaksınız tabii. Yani durum bu kadar vahim.
İşte bu ahval ve şerait
altında, benim yazmak için “yer, zaman, sessizlik, müzik, bir kadeh şarap, bir
bardak çay” gibi şartlar aramam lükse girer. Fırsatını bulduğumda yazarım.
Yazmaya başladıktan sonra rahatsız edilmek istemem. Ben hayatımı kimseye
faydası olmayan bu zevkim için düzenlemişsem, (bayat bir tartışma gibi
görünebilir ama) çocuk sahibi olmamayı seçmişsem,
başka geleneksel angaryalara gönül indirmemişsem çevremdekilerin de buna itinayla yaklaşmasını, elbette, beklerim.
Arkadaş, akraba düğünleri, sünnet törenleri gibi katılmam beklenen diğer davet
ve merasimlere icabet etmediğim olur (garip gelebilir, ama bilhassa “kasaba
çocuğuysanız” bu davetler epey bir yekûn tutar). Yazmaya ve okumaya ayırdığım
zamanı bir aslanın yattığı yeri koruması gibi korumaya çalışırım. Yazmak ve
okumak için işten ve diğer herkes ve her şeyden çaldığım vakitleri hırsızlık
olarak görmem. Yeter ki sağlık sorunu olmasın.
Böyle yazınca çok hırslı
biri gibi göründüğümün farkındayım. Oysa kazın ayağı öyle değil. Ben sadece
okumaktan ve yazmaktan çok zevk alan bir heveskârım. Yazmak bana kalırsa bir
zevk ve heves işidir. Nedir, bu hevesi ve zevki ciddiye almamız gerekir. En
azından ben, almaya çalışıyorum.
Bütün bunları yazmadan,
şöyle de yanıtlayabilirdim en baştaki soruyu: Hevesle yazıyorum!
Onur Çalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder