Bir
kıpır kıpır kalem uçuşuyor defterin sayfalarında. Kasvetli, sıkkın kelimelere
boğulmuş defteri rengârenk boyuyor. Aslında yalnızca pembeye. Mürekkebin rengi
pembe, ucu ince. Ele güzel oturuyor, akıyor, sayfada hiç takılmadan ilerliyor.
Yazan elin bir amacı yok. Sadece sayfalar dolsun istiyor. Elindeki (kötü
olduğunu bildiği) taslağı sündürüyor. Yersiz benzetmeler bulup buluşturuyor,
gündelik hayattan kesitler katıyor, siyasi dokundurmalar… Kalın, ele avuca gelir
bir şey şimdi defter. Sıkıcı, yenilik ihtiva etmeyen sözlerle dolu. Dahası ne üslubu
var, ne atmosferi ne de okuru metnin içine davet eden oyunsu bir yanı. Metnin
sıkıcılığını mürekkebin şeker pembesi rengiyle telafi ederim diye düşünüyor.
Asıl yazılacak kelimelere kat kat kilit vurmuş. Hikâyeler suskun ve küskün, üst
üste yığılı yatıyor. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi, çıkmanın yolunu
dahi aramıyor.
Yazan elin sahibi ne yapacağını bilemez halde dolanıyor. Odası, masasının üzeri dağınık. Kitaplar, defterler üst üste... Nereden başlayacağını bilmiyor, kaynağına bakmıyor. Gözleri sımsıkı kapalı. Kordondan ötesi yok. Kentli kadının iç sıkıntılarından, kişisel gelişim vıdı vıdılarından öteye gitmiyor. Gözleri açılıyor, kapanıyor, açılıyor, kapanıyor. Bir taş bebek gibi, yüzünde aynı aptal gülümsemeyle bir güne daha uyanıyor. Yüzünde hep aynı ifade. Çenesinin ucunda bir gamze. Gamzesinden nefret ediyor. Dudakları ne zaman yukarı kıvrılsa, gamzesi açıyor ve ona yerli yersiz gülümsüyor havası veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder