28 Temmuz 2022 Perşembe

Erkan Acar ile söyleşi

 Dentalhaber'de Erkan Acar ile diş hekimliği ve öykü yazarlığım üzerine yaptığımız söyleşi


"Üretkenliği belli koşullara bağlamıyorum"

Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (İngilizce) 2000 mezunusunuz. Bu fakülteyi tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?

Lise sıralarında meslek seçimi yaparken çok bilinçli bir tutum sergilemek kolay değil. Anadolu Lisesi’nde okuyordum, sayısalcıydım. Mühendislik ve ileri matematik bana göre değildi.Sağlık sektörünü kendime daha yakın buluyordum. İstanbul, İzmir ya da Ankara dışında bir şehirde okumak istemiyordum. Bu üç şehirdeki Tıp Fakülteleriyle Eczacılık Fakülteleri arasında geniş sayılabilecek bir aralık vardı.Araya Diş Hekimliği Fakülteleri’ni sıralamaya karar verdim. Marmara Üniversitesi İngilizce eğitim verdiği için diş hekimliği tercihlerim arasında ilk sırada yer alıyordu. Oraya yerleştim ve okumaya başladım. Neticede her seçim, başka bir hayatın ihtimalini ortadan kaldırıyor. Ve bizi edebiyatın, sinemanın çok sevdiği kader mi tesadüf mü meselesine getiriyor.

Çocukluğunuzda sizi muayene eden ilk dişhekimini hatırlıyor musunuz? İlk nerede dişhekimine gittiniz? O zamanların zihninizde bıraktığı izleri bugünün muayenehane ve dişhekimleri ile karşılaştırabiliyor musunuz?

İlk kez Çanakkale’de dokuz, on yaşlarındayken diş hekimine gittim. Ümit Bey, tedavilerim sırasında bana karşı sakin ve sabırlıydı. O günlerde diş hekimleri hastalarına kesin bir randevu saati vermiyordu. Bekleme odasından hastalar sırayla çağrılıyordu. Öğle saatlerinde gidip cesaretimi toplayamadığım için sıramı başkalarına verdiğim kalmış en çok aklımda, bir de çürüktemizlenirken çıkan koku ve ağızda bıraktığı nahoş tat. Uzun ve sıkıntılı işlemler görmem gerekmedi. Bununla beraber bir kez diş hekimi koltuğuna oturmak ve dolgu yaptırmak zorunda kalmak ağız bakımıma gösterdiğim ihtimamı arttırdı.

Öykü yazmaya ilk ne zaman başladınız?

Öykü türüyle 2006 yılında katıldığım bir yaratıcı yazarlık atölyesinde tanıştım. Öykü türü kısa sürede okunup irdelenmeye olanak sağladığı için bu tür atölyelerde sıklıkla ders materyali olarak ele alınıyor. İlk yazdıklarım, elbette öykü olmaktan uzak, bir fikri, olayı, düşünceyi anlatan, aktaran, olay örgüsü de ihtiva ettiği için öyküymüş sandığım metinlerdi. Öykünün kıvrak dilini, yoğunluğunu kavramak zaman alıyor. Her beceri gibi bol tekrarla ediniliyorve türün iyi örneklerini okudukça ve yazdıkça gelişiyor. O yüzden ilk örneklerle yayımlanmak arasında hayli zaman var.

Kitaplarınızı kaleme alış hikayelerini sırasıyla anlatır mısınız?

Yazının acemilerinin hikâyeleri pek çok ortaklık taşır. Hemen hepsi iyi bir okurdur en başta. Okudukları gibi metinlerin yazarları olmak hevesiyle çıkmışlardır bu yola. Kimsenin bundan haberi olmadığı gibi, bir ürün çıkarmaları da beklenmez. Yazmak denilen hevesin marifetidir tüm bu çaba. Dolayısıyla kitap yazacağım fikrinden çok yazmak, biriktirmek, yazdıkça daha iyisini kotardığını görmek ve dergilere, yarışmalara yollamakla başlıyor süreç. Ürünlerinizin yayımlanması kendiliğinden bir sonraki aşamaya taşıyor.  Eldeki işe yarar metinler birleşiyor, aralarında bir tür duygudaşlık olanlar seçiliyor ve diziliyor.

Eserlerinizin almış olduğunuz ödüller var mı?

Kitaplarım yayımlanmadan önce farklı öykü yarışmalarına katıldım ve öykü seçkilerinde yer aldım. Bunlardan birisi de Ankara Diş Hekimleri Odası’nın 2014 yılında düzenlediği 1. Öykü Ödülü Yarışmasıydı. “Ütopya: Benim De Bir Hayalim Var” teması üzerine yazdığım öykünün Ayla Kutlu, Özcan Karabulut, Aysu Erden tarafından okunması, seçkiye alınması heyecan verici olduğu kadar yazmaya devam etmem konusunda da teşvik ediciydi. Ödüllerin yazara sağladığı en büyük motivasyon da bu olsa gerek.

Muayene ve tedavi ettiğiniz bir çocuğun veya yetişkinin öykü kurgusuna katkı sağladığı oldu mu?

Meslek gereği elbette ilginç hayat hikâyeleriyle karşılıyorum. Bununla beraber bir olayı ya da kahramanı sırf ilginç bulduğum için yazmak hem etik değil hem de benim öykü anlayışımdan uzak. Bana göre öykü “geçerken gördüğüm şey”. Dolayısıyla olay örgüsünün daha silik olduğu, bir kahramanın başarılarla dolu büyük değişim öyküleri yerine bir anın, kesitin içinden seslenen durum öyküleri yazıyorum. Bunun için büyük şaşırtmalar, sürprizli sonlar peşinde değilim. Sözün özü doğrudan bir hastamdan ya da yakınından yola çıkarak yazmadım. Yazarken zihnin gerisinden farkına varmadan çağırdığımız anlar, duygular, mimikler kimlerden mürekkep bilmek mümkün değil.

Yazma ortamınız daha çok neresidir? Kurgularken, yazarken veya not alırken muayenehaneyi de kullandığınız olur mu?

Okurken ya da notlarımı alırken çok kaprisli değilim. Vapurda, uçakta, çay bahçesinde, evde her yerde okuyabilir, notlarımı alabilirim ancak iş öyküyü yazma aşamasına gelince daha sakin, odaklanabileceğim bir ortama ihtiyaç duyuyorum. Son altı yıldır kendime ait bir odam var. Çoğunlukla orada yazıyorum.

Öykü kitaplarınız “Lodos Çarpması” ve “Kendisiymiş Gibi”de kentli insanın sorunlarına dikkat çekiyorsunuz? Mesleğinizin kentli insanı gözlemenizde yardımcı olan yanları var mı?

Muayenehanelerde mesleğini icra eden diş hekimleri olarak farklı insanlarla karşılaşıyor, normalde belki de hiç karşılaşmayacağımız insanlarla tanışıyor, konuşuyoruz. Onların ağrılarını dindiriyor, estetik ve fonksiyonel beklentilerini karşılamaya çalışıyor, korkularına, heyecanlarına, mutluluklarına, hayal kırıklıklarına tanık oluyoruz. Bellek hepsini kaydediyor elbette ancak bizde kalıcı bir deneyime dönüşmesi için bir duyguya dönüşmüş olması gerek. Bunu sağlayan şey de birbirimize anlattığımız hikâyeler. Onları dinlemeye zaman ayırabildiğimiz oranda aramızdaki bağ derinleşiyor. Ve hikâyeler belki de bu bağların bende bıraktığı izlerden doğuyor.

“Pelin ve Küçük Dostu Karamel” (2021) adlı çocuk öykü kitabınız var. Bir röportajınızda “Çocuklar için yazmak benim için keyifli ve de öğretici bir süreçti. Dolayısıyla bu alanın emekçisi olmaya devam edeceğim,” diyorsunuz. Çoğu meslektaşınız uzmanlık alanı olarak çocuk dişhekimliğini zor buluyor pek tavsiye etmiyor. Çocuk edebiyatı ile uğraşmanın onlarla ilişkilerinizde kolaylık sağlayan bir yanı var mı?

Çocuklarla çalışmanın zorlu yanı korkmaları. İşin tuhaf yanı bu korku çoğu zaman onların kişisel deneyiminden kaynaklanmıyor. Üst kuşaklara aitler. Diş hekimine gitme sıklığının düşük olması,ekonomik sebeplerle gecikmesi, ileri safhalarda hekime başvurulması gibi  durumlar, aile bireylerinde şiddetli bir ağrı ve deneyime dönüşünce ciddi bir dişçi fobisi de oluşuyor. Koruyucu önleyici tedavilerin bir sağlık politikası olarak sunulmaması, ekonomik sebeplerle geciken tedaviler, kamudan diş hekimliği hizmeti almanın giderek zorlaşması bu korkuların daha da derinleşmesine, kuşaktan kuşağa aktarılmasına, köklenmesine sebep oluyor. Bu döngüyü ancak ailelere yönelik ağız diş sağlığı eğitimleriyle, erken yaşlarda başlayan düzenli takipler ve koruyucu tedavilerle kırmak, çocukların güvenini kazanmak pekâlâ mümkün. Çocuklar kendilerine dürüst ve açık davranıldığında çalışması keyifli müttefiklere dönüşüyor ve neşelerini de bulaştırıyorlar.

Ayrıca çocuk dünyasına daha bütüncül bakabilmek Çocuk Gelişimi önlisans programı ve Çocuklar İçin Felsefe Eğitmenliği Eğitiminiz sürüyormuş. Neden bu eğitimleri almaya başladınız?

Bu eğitimleri almaktaki temel amacım, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında üretirken yaslandığım art alanı genişletmek, kalemimi güçlendirmekti.

Bir yandan oda genel sekreterliği, diğer yandan muayenehane, bir yanda kızınız, diğer yanda edebiyat uğraşınız. Yazmak için okumaya vakit ayırmak da lazım. Peki nasıl vakit buluyorsunuz, zor olmuyor mu?

Araştırmalar insan beyninin aynı anda birçok işi birden etkin olarak yapmadığını, bir işten diğerine geçerken az ya da çok bir çaba gerektiğini ortaya koysa da çağ bize multitask olmayı dayatıyor. Muayenehane hekimliği de bundan azade değil. Orada da dikkatim, eylemlerim sorularla, telefonlarla, kapıdan gelen yeni hastalarla, tedarikçilerle, teknisyenlerle bölünüyor. Buna hatırı sayılır oda iç yazışma trafiği eklendi. Üretkenliği belli koşulları sağlamış olmaya bağlamıyorum. Öyle olsaydı kızımın büyümesini, emekli olmayı, daha geniş bir eve çıkmayı bekler dururdum. Neticede hayat seçimlerden, önceliklerini belirlemekten ibaret. Okumaya, yazmaya zaman ayırabilmek için uykudan, televizyon izlemekten, siber aylaklıktan feragat etmek, ev işleri için saçını süpürge etmemek yetiyor. Küçük bir şehirde yaşamak, evle işin birbirine çok yakın olması da büyük avantaj elbette.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder