28 Ekim 2018 Pazar

HER DAİM KABUĞUNU ARAYANLAR

Uzun zamandır evine gitmediğim bir arkadaşıma uğradım geçenlerde. Kendiliğinden, bir akşam üzeri gezintisinin ardından. Eve girer girmez kendimi salona yığılı kitapları incelerken buldum. Aynı kitapları sevmenin birleştirici bir yanı var, fersah fersah kapatıyor arayı.
Evde okunmayı bekleyen nice kitap yokmuş gibi, yığının içinden okuyabileceğim bir kitap aradı gözlerim. Öyle buluştuk Melisa Kesmez’in son kitabı Nohut Oda ile.  
Melisa Kesmez benim de kendimi ait hissettiğim mekânları ve hayatları anlatıyor. Genellikle 1. tekil şahıs kadın anlatıcının ağzından anlatılıyor olaylar. Yanı başımızda bir kadın arkadaşımızla dertleşiyor gibi hissettiriyor. Bu kadınlar kıskanç, rekabetçi değil üstelik, tam özlediğimiz, hep yanı başımızda durmasını istediğimiz gibi anlayışlı, dayanışmacı...
Bir anla başlıyor öyküler, ilmek ilmek örülüyor. Sık sık şimdiki andan, geçmişe ve yeniden şu âna dönüyor. Her gidiş gelişte kahramanların hayatına dair bilgimiz biraz daha artıyor. Bu esnada ne olay örgüsü sarkıyor, ne anlatı gücünden bir şey kaybediyor. Dolayısıyla okur ve yazarın uyumlu birlikteliği sürüyor.
İnsana dair ne varsa merakla ve dikkatle bakan bir yazarın elinden çıkmış bu  öyküler. Hepimizin çok iyi bildiği, tanıdığı bir yaranın içinden usul usul anlatıyor gidenleri, kalanları, her daim kabuğunu arayanları...
Bir anlatıcısına şöyle dedirtiyor nitekim:
Bir gün bozmak için kurmamıştı orayı şüphesiz. Daha taşındığı gün bir ömür orada kalacakmış gibi dizmişti mutfak dolaplarına bardaklarını yan yana. 
Her seferinde o kupkuru evleri daha ilk günden yaşayan bir yer haline getirmenin yollarını ayırıyorduk. Çünkü orayı bir an evvel senin kılman, seninle nefes alıp veren, sen kokan bir yer haline getirmen gerekiyordu. Sonsuz yuva arayışımızın kurallarından biriydi bu. Daha kolileri açmadan başlıyordun mekânla arandaki boşluğu doldurmaya, bir örümcek gibi örüyordun ağını, duvardan duvara, odadan odaya. 
Sıcak, yalın bir anlatımla, duyguları abartmadan, trajikleştirmeden anlatısını inşa ediyor, Kesmez. İlk iki kitapta yer alan öykülere göre anlatının hacminin uzadığı, derinliğin arttığı görülüyor. Aile içi hesaplaşmalar, baskın anneler, erken yitirilen babalar, babalarına kırgın kız çocukları, sevgisiz evlilikler, tek taraflı sevgiler hikâyelerde kendine yer buluyor. Ama illa ki özlem, eski güzel günlere duyulan özlem anlatının içinde usul usul atıyor.
Karamsar,  kederli başlıyor öyküler, öyle ilerliyor. Bununla beraber kahramanlarına karşı çok da acımasız bir yazar değil.  Çok büyük değişimler mevzu bahis olmasa da hemen her öyküde kahraman bir aydınlanma ânı yaşıyor, bir şeyler tık ediyor, yerli yerine oturuyor. Kopkoyu bir karanlıktan seslenmiyor, ışığın sızdığı, umudun inceden filizlendiği bir yerden sesleniyor.
Melisa Kesmez hikâyelerini okumak hoşuma gidiyor. İlk kitaptan bugüne anlatının uzamasını, âna hapsedilmeyip hikâyeleştirilmesini, metnin içine gereksiz düşüncelerin sızmamasını başarılı buluyorum, belki biraz da cesaret verici. Nohut Oda için düşebileceğim tek şerh var. 
Bir yazar belli bir anlatım biçimini benimseyebilir, benzer temaların etrafında yeniden üretebilir. Her defasında yeni bir hikâye olacaktır hiç kuşkusuz. Bununla beraber peş peşe birinci tekil şahıs kadın hikâyeleri dinlemek, hemen hemen aynı çevrenin insan ilişkilerini izlemek, insanda hep aynı kahramanın hayatından farklı kesitler okuyorum düşüncesi uyandırıyor ve hikâyelerin kalıcı etkisi azalıyor.




Nohut Oda 
Melisa Kesmez 
Öykü 
Sel Yayıncılık 




ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:30



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor? 
Öğrencilerinize üç basit beceriyi öğreterek sınıf içi çatışmaların %99'unu sona erdirme gücüne sahip olur ve onlara yaşamları boyu hizmet edecek becerileri kazandırmış olursunuz.
Onlara;
1 Duyguların farkına varma becerisini (kendilerinin ve başkalarının)
2 İhtiyaçların farkına varma becerisini (kendilerinin ve başkalarının)
3 Herkesin en çok ihtiyacını karşılayacak şekilde strateji geliştirme becerisini öğretebiliriz.
Bugünden başlayarak bu becerileri geliştirmek için neler yapabilirsiniz?

Ben ne düşünüyorum?
Kelin merhemi olsa diye başlayabilirim söze...
Bu, benim için kolay iş değil çünkü hiç kimse bana bunu yapmayı öğretmedi. Eğitim fakültelerinde de öğretilmediğine de eminim. Şiddetsiz iletişim biraz ışık tutuyor ama bilgiye sahip olmak başka bir şey uygulamak bambaşka. Şiddetsiz iletişim bir grupla birlikte öğrenilebilecek bir şey, alıştırma yaptıkça, paylaştıkça, yavaş yavaş hayatından içeri süzülecek bir şey. İşte bu yüzden bir grupla beraber şiddetsiz iletişim alıştırmaları yapıyor, bu buluşmaların kolaylaştırıcılığını üstleniyorum. Bu vesileyle Compassion Online Eğitimine başladım ve Duygularıyla Arkadaş Olan Çocuk adında bir atölyenin yürütücülüğünü üstlendim. Üç basit beceri diye geçiştirilemeyecek olanın peşine düştüm.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Her gece uyumadan önce, "Bugün en yoğun duygun/ların ne?" ve "Bugün olan güzel şeyler ne?" sorularına cevap arıyoruz. Basit ama etkili.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Bu rutin, Deniz'in duygu sözcükleri dağarcığını arttırmakla kalmadı, hoşnutsuzluğu ve karşılanmayan ihtiyaçları arasında bağ kurmasına da olanak sağladı. Her zaman çok net ve belirgin değil belki ama o bağlar ince ince örülüyor ve ihtiyacım var Deniz'in gündelik kelime seçimleri arasında kendisine bariz yer buluyor.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Duygularıyla Arkadaş Olan Çocuk atölyesi beni heyecanlandırıyor. Sık sık yeni fikirler uç veriyor. Merakla ve heyecanla yaklaşıyorum bu sürece.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Sura Hart alıntılarının sonu geldi. 30 günlük yazdım toplamda. Ara ara teşvik eden yorumlar alsam da yalnız bir yolculuktu. Öncelikle neredeyse bir yıldır düzenli bir şekilde bu günlükleri yazdığım için kendimi tebrik ediyorum. Şiddetsiz iletişim konusunda öğrendiklerimi çocuklarla ve arkadaşlarımla paylaşma konusundaki azmim ve sürekliliğim için de kendimi tebrik ediyorum. Gerek Denizle gerek başkalarıyla iletişim sıkıntısı çektiğim, öfkeme ya da önyargılarıma yenik düştüğüm her ân içim içimi yiyor, dürüstlüğümü sorguluyorum. Bu konularla bu kadar ilgileniyorsun bak bir arpa boyu yol alamadın diye kendimi sorguluyorum. Ama biliyorum ki hayatın her ânında, her yerde, her insanla şefkatli iletişim kuramayacağım. Bu önyargıları, tetikleyicileri kendimi daha iyi tanımak, sınırlarımı öğrenmek için kullanacağım ve kendime nazik davranmayı, her koşulda kendime şefkat duymayı unutmayacağım.

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz






23 Ekim 2018 Salı

AĞIZDAKİ KUŞLAR*

Samantha Schweblin, yeni Arjantin anlatısının güçlü seslerinden biri olarak kabul ediliyor. Ses getiren üç öykü derlemesinin ardından, ilk romanı Distancia de Rescate (Kurtarma Mesafesi) ile 2017 yılında Man Booker Ödülü listesine de giren Schweblin’in kitapları pek çok dile çevrildi. Schweblin’in ikinci öykü derlemesi Ağızdaki Kuşlar, Emrah İmre çevirisiyle ilk kez Türkçede. 2018 yılının şubat ayında Can Yayınları’ndan çıkan derlemede on sekiz öykü bulunuyor. Öyküler olağan ile olağanüstünün sınırlarını zorlarken okura rahatsız edici, tüyler ürpertici manzaralar sunuyor. Açık seçik ifadeler, yalın ama sert anlatım tarzıyla dikkat çekiyor. Derlemeye adını veren Ağızdaki Kuşlar şöyle başlıyor:
Silvia’nın arabası evin önüne park edilmişti, flaşörleri yanıp sönüyordu. Bir an öylece dikildim ve ona kapıyı açmamamın mümkün olup olmadığını düşündüm ama maçın gürültüsünün dışarıdan da duyulduğu kesindi, dolayısıyla televizyonu kapayıp kapıyı açmaya gittim.
“Silvia,” dedim.
“Merhaba,” dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden içeri girdi. (s.43)
Silvia, anlatıcının eski eşidir ve on üç yaşındaki kızları Sara’nın ciddi sorunları olduğunu söylemekte, eve gelip durumun ciddiyetini kendi gözleriyle görmesini istemektedir. Birlikte eve giderler. Ortada eski eşinin ima ettiği türden bir sıkıntı göremez. Dışarıdan bakınca ev her zamanki gibidir, çimler yeni kesilmiştir, Silvia’nın açelyaları ebeveyn balkonundan sarkmaktadır. İçeri girdiğinde Sara’yı kanepede sırtı dik, bacakları bitişik, elleri dizlerinde, gözleri bahçedeki bir noktaya odaklanmış oturur vaziyette bulur.  Annesinin yaptığı yoga egzersizlerinden birini yapar gibi bir hâli vardır. Genellikle solgun ve çelimsiz görünmesine karşın her yanından sağlık fışkırdığı ilk bakışta fark edilmektedir. Bacakları ve kolları kuvvetlenmiştir. Vücut çalışmış gibidir. Saçları, cildi ışıl ışıl parlamaktadır. Babasının içeri girdiğini fark eden Sara gülümser ve “Merhaba babacığım,” der.
Yavrucuğum gerçekten tatlılar tatlısı bir kızdı ama bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamak için şu söylediği iki kelime yeterliydi, bu şey elbette annesiyle alakalı olmalıydı. Kimi zamanlar, ayrılırken onu yanıma almış olmam gerektiği fikrine kapılsam da çoğunlukla bunun yanlış olduğunu düşünürüm. Televizyona birkaç metre mesafede,  pencerenin yanında bir kafes vardı. Bir kuş kafesiydi –yetmiş-seksen santim genişliğinde-, tavandan sarkıyordu ve boştu. (s. 44)
Olağanın içindeki gerilim boş kuş kafesiyle başlar. Kısa süre sonra Sara’nın canlı kuş yemeye başladığı anlaşılır.  Kızının ilk kez canlı kuş yediğine tanık olan babanın midesi bulanır, banyoya koşar ve kusar. Silvia’nın gelip kapının ardından suçlamalar ve emirler yağdıracağını düşünse de üst katta yere ağır bir şey konması, dış kapının açılıp kapanması dışında ev tamamıyla sessizdir. Banyodan çıktığında Sara’nın artık kendisiyle yaşayacağını öğrenir. Zira Silvia artık Sara ile yaşamaya katlanamamaktadır. Çaresizce Sara’yı evine götürür. Günlerini Sara’yı gözlemleyerek ve durumun rahatsız ediciliğini rasyonelize etmeye çalışarak (Şu dünyada insan yiyen insanlar varken kuşları diri yemenin çok da kötü olmadığını düşündüm. Dahası, natüralist açıdan bakıldığında uyuşturucu kullanmaktan daha sağlıklıydı; toplumsal açıdansa, on üç yaşında bir kızın hamileliğini saklamaktan daha kolaydı. (s. 47) geçirir. Bazen de Sara’yı bir akıl hastanesine kapatmayı düşünür. Rahatsız edici gıda temini işini Silvia üstlendiği için zaman zaman evin içinde karşılaştığı tüyler ve yemek saatinde -ancak özellikle televizyonun sesini kısarsa- duyabildiği Sara’nın odasından yükselen tiz bir ciyaklama ve musluktan akan suyun sesi haricinde her şey hemen hemen yolundadır. Sara dışarıya hiç çıkmaz ancak cildi sağlıkla parlamaktadır, babasına karşı son derece naziktir.
Öykü Silvia’nın hasta olup evden çıkamamasıyla ilerler. Baba, ilk birkaç gün bu rahatsız edici alışverişi yapmak zorunda kalmak istemez ancak Sara’nın ağzına hiçbir şey koymaması, cildinin parlaklığını, sağlığını yitirdiğini görmesi, gün içinde olağan tutumunu sürdürse de geceleri odasında gergin bir şekilde voltalar attığını duyması üzerine bir hayvan mağazasının önünde durur, koyu renkli küçük bir kuş alır. Bu ilk seferden sonra öyle ya da böyle duruma alışacağını şu sözlerle okura duyururken öyküyü de nihayetlendirir.
“Kısa bir ciyaklama duydum, ardından da banyodaki lavabonun musluk sesini. Su akmaya başlayınca biraz daha iyi hissettim, öyle ya da böyle merdivenlerin beni aşağıya indireceğini biliyordum.”(s. 54)
Ağızdaki Kuşlar, derlemede öne çıkan öykülerden yalnızca biri. Kitaptaki öykülerin  hemen hepsi olağan şekilde başlıyor ve kısa sürede rahatsız edici, gerilim yüklü bir yere varıyor. Samantha Schweblin, bizi rahatsız olanla tanıştırdıktan sonra sürekli orada tutmuyor. Öyküyü ilerletirken farklı yönlere bakmamızı sağlıyor. Böylece en tuhaf, tekinsiz anlarda dahi insani yönler bulmaya başlıyor, başlangıçtaki gerilimi unutuyoruz. Kahramana neredeyse sempati duymaya başladığımız anda ise bizi yeniden rahatsız edici olanla yüzleştiriyor ve yumruğu indiriyor. Bu konuya gösterdiği ihtimam, söyleşilerinden de anlaşılıyor. Okuma ve yazma konusunda en önemli şeyin gerilim olduğunu, hem okur hem de yazar olarak gerilime ihtiyaç duyduğunu, yazdıklarında gerilim bulamazsa yazmayı sürdürmediğini söylüyor. Schweblin’in en büyük rehberinin Flannery O’Connor’ın “Okur size bakarken onu kıyasıya dövemezsiniz. Dikkatini başka yöne çeker, sonra onu kıyasıya döversiniz ve kendisini neyin çarptığını asla anlamaz” sözleri olduğu da biliniyor.
Henüz küçük bir kızken, okuma yazma öğrenmeden önce her gece annesine anlattığı hikâyeler aracılığıyla hikâye anlatıcılığının tadına varan Schweblin, Buenos Aires Üniversitesi’nde sinemacılık okudu. 17 yaşlarından itibaren edebiyat atölyelerine katıldı. Arjantin’de yazarların evlerinde bu tür atölyeler vermesinin yaygın olduğunu söyleyen Schweblin, sevdiği, hayran olduğu yazarların oturma odasında ders almanın, onların kütüphanelerine ulaşma kolaylığının etkisini yadsımıyor. Bir yıllığına değişim programıyla gittiği Berlin’in atmosferinden etkilenen Arjantinli yazar hâlen orada yaşıyor. Seçiminin en büyük nedeni Berlin’de yazmaya daha çok zaman ayırabilmesi. Haftanın iki günü çalışıp kalan zamanını yazmaya ayıran Schweblin, Arjantin geleneğini sürdürüyor ve evinde İspanyolca yazma seminerleri yürütüyor.







Ağızdaki Kuşlar
SamanthaSchweblin
Çeviri Emrah İmre
Can Yayınları
Öykü

* Bu yazı 19 Haziran 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır. 

22 Ekim 2018 Pazartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 29


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor? 
Hepimiz doğal vericileriz. Gençler de buna dahil. 
Katkıda bulunmak öğrencilerimizin en temel ihtiyaçlarından biridir. Sınıfınızdaki öğrenciler size, diğer öğrencilere ve sınıfın işleyişine nasıl katkıda bulunuyor? 

Ben ne düşünüyorum?
Ne zamandır çocuklarla çalışmak, çocuk edebiyatı üzerinden onlara elimi uzatmak istiyordum. Çocukluk Bizde Kalsın Derneği çatısı altında yapacağımız atölyenin ismi bile belliydi. Duygularıyla Arkadaş Olan Çocuk Atölyesi. Ne var ki, tarih yaklaştıkça bu işten kaçmak, kaytarmak için bin bir türlü bahane aradığımı fark ettim. İçimi biraz yokladığımda pıtrak gibi çoğalan atölye, workshop furyasının, yaptım oldu mantığının beni rahatsız ettiğini, bu yüzden kendimi sabote ettiğimi fark ettim. Çocuklara duygu ve düşüncelerini dile getirebilecekleri bir alan yaratacağımı, onları güzel hikâyelerle buluşturacağımı ve bir araya gelmekten alacağım keyfi hayal ettim ve nihâyet cumartesi günü başladık. Daha ilk gün, henüz tanışıyorken, Sura Hart'ın katkı konusunda söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu fark ettim. 

Denizle nasıl paylaşıyorum? 
Bir atölye ortamını Denizle paylaşmak ikimiz açısından da ilginç bir deneyimdi. İlk günü tanışmaya ayırdık. Küçük bir grup da olsak birbirimizin adını öğrenmek için küçük oyunlar oynadık. Atölyede yapacaklarımızı, orada geçerli olacak kuralları belirledik. Çocuklar birbirine ve bana yardımcı olmak konusunda hevesli. Tüm mevcudiyetleriyle orada oldukları, saygıyla dinlendiklerinden emin oldukları zamanlarda çok iyi birer gözlemciler ve gayet mantıklı, işlevsel katkılar sunuyorlar. 

Deniz'in geri bildirimi ne? 
Deniz benim atölye yürütücü olmamdan hoşnut görünüyordu. Yönergeleri dikkatle dinledi ve uygun şekilde yaptı. Oyuna eşit iştirakle ilgili adaleti sağlayacak bir kural eklenmesini rica ederek çok işlevsel bir katkı sundu. Katkısı dikkate alındığı için memnundu. 

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum? 
30. alıntıyla günlükler bitiyor. Son günlüğü yazdığımda, hepsini baştan sona okuyacağım ve çocuklarla paylaştığım atölyenin kolaylaştırıcılığını yürütürken tüm bunları aklımda tutacağım. 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum? 
Son bir yılda günlüklerde üzerine düşündüğüm, yazdığım konularla ilgili eyleme geçebileceğim, çocuklarla tüm bunları paylaşabileceğim bir atölye ortamı var, artık. Mutlu, iyimser ve heyecanlıyım.


Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz





19 Ekim 2018 Cuma

Metnin niyeti, yazarın tarafı

Son iki yıldır şiddetsiz iletişim, empati, duygu farkındalığı, iletişim becerilerini arttırmak, öfke kontrolü, akran zorbalığı, ötekileştirme gibi konular özellikle ilgimi çekiyor. Bu konularda bilgimi arttırmak için sayısız okumalar yaptım. Kızımın bu bilgileri bir hikâye aracılığıyla içselleştirebilmesi için çocuk edebiyatındaki örneklerini inceledim. Çünkü nöroloji biliminin ve görüntüleme tekniklerinin artmasıyla yapılan çalışmalar, hikâye okuduğumuz ya da dinlediğimiz zaman beynimizin kahramanın yolculuğuna eşlik ettiğini, bizzat deneyimliyormuş gibi tepki verdiğini gösteriyor. O yüzden vereceği kıssayı iğnenin gözüne saklayan iyi yazılmış çocuk metinleri bulmaya çalışıyorum. Çok iyi örneklerine de rastlıyorum. Bilgi vermek amaçlı yazılan, hikâyeleşememiş, yazarın duygu ve düşüncelerinden oluşan metinlere de... Yetişkin edebiyatında da çocuk edebiyatında da metnin niyetinin, yazarın tarafının içeriğin önüne geçtiği, fazladan paye verilerek şişirildiği örnekler çok. İyi kitap avlamak giderek zorlaşıyor. Kitap tanıtım yazılarının büyük çoğunluğu künye bilgisi ve kitabın konusunu aktarmakla yetiniyor. Çok büyük sözlere, düşünür ve yazar alıntılarına hacet yok, merakımı harlasın, hevesimi kışkırtsın yeter. Ayrıntılı bir yol haritasına ya da benim yerime hangi duraklarda durmam gerektiğini söyleyen bir pusulaya ihtiyacım yok. Bu, benim yolculuğum. İstediğim yerde dururum, istediğim yerde hızlanırım. Belki hakkında üç beş satır yazarım, belki de yalnızca o kitaba ait duyguyu bulmak ve hatırlamakla yetinirim. Blog devrinin bittiği söyleniyor ama bana göre has edebiyatın izini sürmek için hâlâ en doğru yer. Ve fakat ben iyi bir iz sürücü değilim. Yeni tanışıklıklar için havayı nasıl koklayacağımı bilmiyorum.  
                                                                    

15 Ekim 2018 Pazartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 28


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.


Sura Hart ne diyor?
Rekabetçi olmayan, ilişki temelli bir sınıfta grupla öğrenme yaklaşımı teşvik edilir. Ancak, bireysel çalışmak isteyen öğrencilere bu isteklerini rahatça hayata geçirebilmeleri için de bolca fırsat yaratılır. En önemlisi, öğrencilerin okul yaşamlarının her gününde çok sayıda sınayıcı ve başarılı öğrenme deneyimlerinin olmasıdır.
Siz en çok neyi önemsiyorsunuz; "kendi işini yapmayı" mı, yoksa birlikte çalışmaları gerekse bile, bütün öğrenciler için başarılı bir öğrenme deneyimi yaratmayı mı?

Ben ne düşünüyorum?
Benim zamanımda ilkokulun asıl işlevi bilgi dağıtmaktı. Şimdi çocuğun bilgiye pek çok yerden ulaşması mümkün. İngilizce dersinin bir haftalık kelime dağarcığını bir bilgisayar oyunu pekâla verebilir. Üstelik eğlenirken öğrendiği bu kelimeler, zihninde çok daha kalıcı yer edinecektir. Oysa okullar hâlâ var ve gelecekte de var olmaya devam edecekler gibi görünüyor. Bazı eğitimler dijital ortama taşınsa da, özellikle küçük çocukların hâlâ bir okula ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim. Çünkü okul onlara yalnızca bilgi sunan bir mekân değil. Sosyalleşmek, toplumun bir parçası olurken benliğini ve tercihlerini ortaya koymak ve korumak, seçim yapmak, seçimlerinin olağan sonuçlarına katlanmak, iletişim becerileri edinmek,  tüm bu becerileri faaliyete geçirebilecekleri bir öğrenme alanı olarak okullar hâlâ yerini koruyor. Orada bizim kolaylaştırıcılığımız olmadan kendi başlarına var oluyorlar, büyümeye ve gelişmeye çalışıyorlar. 

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Çocuklar birlikte çalışmaktan ve sorumluluk almaktan hoşlanıyorlar. Bu gibi durumlarda tek başıma daha kısa sürede yaparım kolaycılığına düşmemek lazım. İşbirliği hayatlarının her döneminde onlar için elzem bir meziyet ve tüm beceriler gibi bunun da öğretilmesi ve pratiğinin yapılması şart. O yüzden Deniz'i olabildiğince gündelik işlerin içine katıyorum. Evin düzeni, eşyaların yerleştirilmesi gibi konulara gerçekten ilgi duyuyor, güzel öneriler sunuyor iyi bir görsel hafızası var. Ressam, mimar ya da iç mimar olursa şaşırmam.  

Deniz'in geri bildirimi ne?
Hatırlıyorum da geçen yıl ortak bir pano çalışması Deniz için tam bir kabustu. Grubun içinde bireysel takılmak isteyen, kendi taleplerini dayatmaya çalışan bir çocuğun varlığı Deniz'in canını sıkmıştı ve o çocukla arkadaş olmak istemiyordu. Bu yıl hayallerindeki okul için ortak çalışmaları hemen hepsinin ilgi alanına yönelik detaylar (yüzme havuzu, futbol sahası, pastane, oyun parkı) içeriyordu ve belli ki uyumlu, keyifli bir işbirliğinin ürünüydü.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Dün yeni açılan Troya Müzesi'ne gittik. Beklentilerimin üzerinde, tekrar tekrar gitmeye değer bir müzeydi. Çıkarken iki sanat tarihi öğrencisini arabaya aldık ve şehre bıraktık. İçlerinden biri inerken çiğdem çiçeği hediye etti. İşte o zaman fark ettim ki, Deniz bahçıvanlık becerilerimizden hiç hoşnut değil. Çiçeklerimize iyi bakamadığımızı, onları kuruttuğumuzu, bu çiçeğin de solacağını düşünüyor. Bu da basit bir hedef olarak ilişiversin şuraya: çiçeklerimize iyi bakmak, onları düzenli sulamak, balkondaki dikey saksının içine tıbbi aromatikler dikmek üzere harekete geçmek. 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Dün Troya Müzesi'ni gezerken Deniz çok ilgili, meraklı, heyecanlı ve özenliydi. Onun öğrenmeye ve gezmeye bu denli açık olması, toplumsal kuralları gözetmesi karşısında hem onunla hem de kendimizle gurur duydum. Aferin bize.

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz





13 Ekim 2018 Cumartesi

Akran Zorbalığı ve Bibliyoterapi

Dün sabah bir akran zorbalığına tanık oldum.
Sınıfın en arkasında sırasında sessizce ağlıyordu. Yanına gittim. Ne dediği hıçkırıklarının arasında kayboluyordu. "Karanlıktı, göremedim, ters giydim" gibi kelimeleri nice tekrardan sonra anlayabildim. Eşofmanını ters giydiği için sınıfa girerken bahçede 4. sınıflardan bazı çocuklar onunla alay etmiş. Beraber üzerini değiştirmek üzere kalktık, öğretmenler odasına gittik ve hangi odayı kullanabileceğimizi sorduk. Müdür yardımcısının odasında o üzerini değiştirirken ben de kapının önünde bekleyerek birinin içeri girmesini engelledim. Zorbalık böyledir işte, değiştirme, düzeltme gücümüzü elimizden alır, bizi aciz ve çaresiz bırakır. Zorbalığı tek tek engellemeye gücümüz yetmez belki ama çocuklara bu tür etkilerden korunmayı, her zaman seçim yapma, harekete geçme şansları olduğunu öğretebiliriz. Bu konuda çocuk kitaplarından da yardım almak mümkün.
Bibliyoterapi yani kitapla tedavi, doğru zamanda, doğru bireyle doğru kitabı buluşturarak kişinin duygusal sorunlarının anlaşılması, uyum sorunlarının ele alınması ve kişinin içinde bulunduğu gelişim dönemine özgü gereksinimlerini tanıyabilmesi amaçlarıyla kullanılır. Ülkemizde de bu amaç doğrultusunda giderek daha fazla çocuk kitabı okurlara ulaşmaktadır. 
Okuyan Us'un çocuk markası Okuyan Koala'nun sunduğu APA onaylı kitaplar bibliyoterapi amaçlı yazılmış kitaplar arasındadır. Okuyan Koala markası altında şimdiye değin 12 kitap okurla buluşmuştur.
"Basketbol 1 Problemlem 0" Okuyan Koala'nın APA onaylı kitaplarından biri. 8-12 yaş aralığındaki çocukların stres ve kaygı ile baş etmeleri, içlerindeki güçleri keşfetmeleri ve kendilerinin koçları olmayı öğretmeyi hedefleyen kitabın iki de ödülü var. NAPPA (National Parenting Publications Awards) kazananı ve MOONBEAM Çocuk Kitapları Ödülü (Gençlik Romanları Kategorisi Gümüş Madalya)
Kitap, akran zorbalığı, stres ve kaygı ile mücadeleyi ve kendi kendinin koçu olmayı, anne babası ayrıldığı için okul ve şehir değiştiren, basketbol oynamayı çok seven Kerem'in hikâyesi üzerinden anlatıyor. 
Soğuk bir kış günü. Çok yakında seçmeler var. Biraz antrenman yapmak için yakınlardaki basket sahasına giden Kerem iki çocuğun aşağılamasına ve alayına maruz kalır ve koşarak uzaklaşır. Babasıyla ortak uğraşları olan basketbol hâlâ çok ilgisini çekmektedir. Eski okulunda kalsa basketbol takımına gireceğinden emindir ama yeni okulda buna hiç de ihtimal vermez. Annesi, Kerem'i büyükbabasının basketbol koçu bir arkadaşıyla tanıştırır. Annesi söylenmesin diye Mehmet koç ile buluşan Kerem kısa sürede ondan hem basketbol hem de hayat üzerine kıymetli dersler alır.
Konusunda uzman profesyoneller tarafından yazılan APA onaylı kitaplar, çocukların büyüme çağında karşılaşabilecekleri akran zorbalığı, stres, öfke, kaygı, travma vb konularda çözüm önerileri sunduğundan çocuklar için hazırlanmış kişisel gelişim kitapları olarak nitelemek çok da yanlış olmaz. Bu yönüyle de çok bıçak sırtında giden metinler olarak görüyorum. Dizinin okuduğum diğer kitaplarında hikâye ve bilgi aktarma dengesinin çok daha iyi olduğunu belirtmeliyim.
"Basketbol 1 Problem O"da her bölümün ardından gelen 1-3 sayfalık Koçluk Rehberi hikâyenin doğal akışını bozuyor. Metnin yazılma niyetinin hikâyenin önüne geçmesi bir yetişkin olarak benim bile kitapla arama mesafe soktuysa çocuklar ne derece zevk alır hiç bilemiyorum. Koçluk Rehberi ayrı bir kitapçık olarak basılsa ya da yayınevinin sitesinde pdf formatında indirilse çok daha iyi olurdu kanımca.



Basketbol 1 Problem 0
Yazan Dr. Jane Weirbach Dr. Elisabeth Philips-Hershey
Resimleyen Charles Beyl
Okuyan Koala
8-12

6 Ekim 2018 Cumartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 27


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta, öğrenciler ve öğretmenler; öğrencilerin öğrenmeye istekli olduğu ve öğretmenlerin öğrencilerin öğrenmesini kıymetli bulduğu şeylere dayanarak, öğrenme kazanımlarını oluşturmak için birlikte çalışırlar.
Kazanımlar öğretmenler ve öğrenciler arasında süre giden diyalogla belirlenir, değerlendirilir ve revize edilir.
Öğrencilerinizin kazanımların belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecine hangi ölçüde katıldıklarına dikkat edin. Daha fazla katılımlarını arzu ediyorsanız, kazanımları onlarla belirleyip birlikte değerlendireceğiniz bire bir toplantılar planlamayı düşünün.

Ben ne düşünüyorum?
Müfredat, ödev, akademik başarı baskısı Demokles'in kılıcı gibi öğretmenlerin, öğrencilerin, velilerin üzerinde salınıyor. Herkes aynı şeyden şikâyetçi görünmekle beraber, sistem her çocuğu %2lik dilime yerleştirme odaklı ilerlemeye devam ediyor. Devlet okullarında hâlâ en disiplinli, en çok ödev veren öğretmenler gözde görülüyor.
Bu sistem içinde her şeyi okuldan ve öğretmenden beklemek yerine, ebeveyn olarak ne yapabilirim? Kızımın daha çok sevdiği, merak ettiği ilgi alanlarını fark edebilirim. Başarısız olduğunu düşündüğü derslerde gösterdiği gelişmeyi ve gayreti belirterek onu motive edebilirim. Bunu tutarlı şekilde sürdürebilirim.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Deniz 2. sınıfa gidiyor. Uzun bir okul gününün ardından (neyse ki devlet okuluna gidiyor ve 2.45te çıkıyor) oyun oynamak, dinlenmek, zamanını nasıl geçireceğine dair seçimler yapmak onun en tabii ihtiyaçları arasında. Çocuğun kendi öğrenme hızına saygı duymakla beraber potansiyelini doğru kullanmak için öğrenmeye teşvik etmenin de önemli olduğu inancındayım. Çocuğa matematik, fen, İngilizce öğretmeyi bilemeyebiliriz, bilmemiz de gerekmez ama çocuğa öğrenme heyecanını, başarılarıyla gurur duymayı gösterebiliriz. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Kendisine günlük program oluşturmasını, çalışma alanını derli toplu tutmayı, ödevleri belirlediği sürede bitirdiğinde kendini takdir etmeyi öğretmeye çalışıyorum ve bu programın sürekliliğini sağlamak için üzerime düşen yükümlülükleri yerine getiriyorum.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Duygu sözcükleri dağarcığına yeni eklenen bir kelime: gurur
Deniz bu hafta üç dört kez başarılarıyla ve gösterdiği gelişmeyle ilgili kendisiyle gurur duyduğunu söyledi. Bu güzel. Çünkü içten gelen bir motivasyona işaret ediyor. Başarmak, denemeye devam etmeyi, daha fazlasını öğrenme isteğini de beraberinde getiriyor. Bunun en belirgin örneği İngilizce konuşma konusundaki isteklilikte ortaya çıkıyor.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
18 yıllık diş hekimiyim. Çocuk hastalarla da çalışıyorum. Ailenin sosyoekonomik şartları iyileştikçe çocuk haklarının daha çok gözetildiğini, ebeveynler için "özgür ve mutlu çocuk" yetiştirme kavramının öne geçtiğini görüyorum. Aşırı disiplin kadar tehlikeli bir yan etki de çıkmıyor değil. Sınır tanımayan çocuklar. Bu çocuklar ebeveynleri yönetmekle kalmıyor, hekimin yetkilerine de karışmaya, önleyici ve tedavi amaçlı medikal kararları değiştirmeye çalışıyorlar. Bu gibi durumlarda hekimlik niyetim, kontrolün bende olduğunu göstermek, sınır çizmek, korkularını anlamak, kabul etmek, elimden geldiğince ağrısız tedavi imkânı sağlamak ve çocukta dişçi fobisi oluşturmamak yönünde. Büyük ölçüde bu niyetimle uyumlu çalışıyorum ama bazen ne çocuğa, ne aileye ulaşmak mümkün oluyor.
Kendime not: Özgür çocuk sınırsız ve destursuz hareket eden çocuk değil. Aman dikkat!

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Deniz gündelik olanın içinde çok daha fazla seçim yapabilmek ve sorumluluk almak istiyor. Bazen daha hızlı ve pratik olmak adına onu yönlendirdiğimi fark ediyorum. Büyüdüğünü ve sorumluluklarını yerine getirdiğini gözden kaçırıyorum sanırım. Bunu kendisine ve bize göstermesi için daha çok fırsat verebilirim.


Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22
Şefkatli Anne Günlüğü 23
Şefkatli Anne Günlüğü 24 
Şefkatli Anne Günlüğü 25 
Şefkatli Anne Günlüğü 26