30 Temmuz 2018 Pazartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 23


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
Öğretmenin öğrenciler arasında ve öğrencileri ile besleyeceği ilişki biçimleri bir niyet meselesidir. Temel soru, "Sınıfınızda hangi tür ilişkiler beslemek istiyorsunuz?" sorusudur. Niyetiniz netleştiğinde onu gerçekleştirme yollarını bulmak ve yaratmak da mümkün olur.
Sınıfınızda beslemek istediğiniz ilişki biçimlerine dair vizyonunuzu yazın. Bu ilişkileri besleyecek başka şeyler de aklınıza geliyor mu?

Ben ne düşünüyorum?
"Evde hangi tür ilişkiler beslemek istiyorum?" Temel soru, bu.
Herkesin ihtiyaçlarının eşit gözetildiği, sadece kendi ihtiyacımızı gidermek için sabit, değişmez bir strateji yaratmak, ona sarılmak ve dayatmak yerine ortak, herkesin rızasının alındığı, çözüm arayışlarına açık bir ev ortamı yaratmak istiyorum.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Giderek daha çok gözettiğim ve davranış kalıplarımı değiştirdiğim bir alan: rıza almak.
Eve giderken yol üzerinde markete uğramak, benzin almak vb yapmam gereken birtakım işler var diyelim, pratik olsun diye Deniz'e herhangi bir açıklama yapmadan oraya birlikte gitmek yerine planımı açıklayıp onun için uygun olup olmadığını soruyorum. O da bana gelip gelmek istemediğini söylüyor. Cevap hayır ise altında genellikle bir ihtiyaç yatıyor: açlık, yorgunluk, orada canının sıkılacağı düşüncesi, anneannede veya iş yerinde biraz daha oyun oynama ihtiyacı. Bunu net olarak duyduğumda ihtiyacımı giderip Deniz'i almak ya da Deniz'i bir başkasının getirmesi gibi yeni bir strateji belirleyerek barışçıl ve huzurlu ortamın devamlılığını sağlayabiliyorum.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Herkes gibi Deniz de gözetilmekten hoşlanıyor. Ona haber vermeden plan yapıldığında, eve birileri ondan habersiz davet edildiğinde çocuk haklarını hatırlatıyor ve eşit muamele görme arzusunu ifade ediyor. Rıza konusunun önemi açıkça görülüyor.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Uzun zamandır Zeynep Aksoy'un youtube üzerinden yayınladığı reset dizisine bakmıyordum. Geçtiğimiz günlerde konu başlıklarına bir göz attım ve "Dramasız Çocuk Disiplini - Dr. Dan Siegel'"i seçtim. Dr. Dan Siegel'in Dramasız Çocuk Disiplini yaklaşımını ele alan sohbetten bana şu sorular kaldı.
"Çocuk yetiştirirken bir niyetin ve felsefen var mı?"
"Çocuk yanlış yaptığında, uygun davranmadığında bu niyet ve felsefe ile uyumlu, sürekli uygulayabileceğin önceden belirlenmiş bir stratejin var mı?"
Diyelim ki tetiklendin...
"Farkında mısın? Stratejine bağlı davranabiliyor musun? Çocuğa bir şey öğrettiğini hatırlıyor musun?"
Dan Siegel yaklaşımının ele alındığı diğer programları da izlemeyi planlıyorum. 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Denizle bazen rolleri değiştiriyoruz. O benim annem oluyor, ben de onun kızı. Bu oyun, Deniz'e nasıl bir anne olduğumu, onun beni nasıl gördüğünü ortaya koyuyor. Deniz'in genel olarak benden razı olduğunu görüyorum.


Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22



24 Temmuz 2018 Salı

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 22


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta öğrenme ortamında sorumlu olan tek kişi öğretmen değildir. Öğretmenler, sınıftaki bağlılık ve canlılığa birincil olarak katkıda bulunan bireyler olmaları için; öğrencilere kendilerini ifade etmelerinin, başkalarını dinlemenin ve birbirleriyle bağlı çalışmanın yeni yollarını öğrenecekleri fırsatlar sunarlar.
Öğrencilerinizin sınıf yaşantısına katkıda bulunmalarını teşvik etmek için neler yapıyorsunuz?

Ben ne düşünüyorum?
Bu günlükler aracılığıyla yapmaya çalıştığım şey, Sura Hart'ın saygı, sevgi, şefkat odaklı sınıf ortamı yaratabilmeleri için öğretmenlere ve öğretmen adaylarına önerdiği alıntıları okumak, içselleştirmek, kendi küçük ipuçlarımı bulmak ve ev ortamına taşımak. Bazı alıntıları okuduğumda, örneğin bu haftanın alıntısı,  bunun ev hâli olmaz, muhakkak sınıf ortamında öğretmen ve öğrencilerle birlikte çalışılmalı diye düşünüyorum. Ve hemen yazmaya koyulamıyorum.
Aradan belli bir süre geçtikten sonra taslağı yeniden açıyorum ve ancak yazmaya başladığımda "Uygulanamaz unut gitsin!" düşüncesi kayboluyor. Yazarak hatırlıyorum, farkına varıyorum ve düşüncelerimi çok daha kolay hizaya sokuyorum ve görüyorum ki, değişim için küçük ama kararlı ve sürekli adımlar yetiyormuş.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Açıkçası başlarken çok fark yaratacağını düşünmediğim birtakım uygulamalara neredeyse bir senedir devam ediyoruz. Örneğin: Her akşam uyku öncesi "Bugün en yoğun duygun ne?" sorusuna cevap aramak, aile toplantıları düzenlemek, alınan kararları uygulamak, ebeveyn olarak hata yaptığımda davranışımın sorumluluğunu almak, özür dileyerek, telafi ederek örnek teşkil etmek, can kulağıyla dinlemek, Deniz'e duygularını ve ihtiyaçlarını fark etmesi konusunda yardımcı olmak, tüm bunları günlük akışın içine yerleştirmek.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz duygu ve ihtiyaçlarının giderek daha çok farkına varıyor. Kendini ifade etme becerisi yüksek. Olumsuz duyguları hakkında rahatlıkla konuşuyor. Buradan çözüme gitmek kolaylaşıyor.  Bu süreç benimle böyle ilerlerken akranlarıyla ya da başka aile bireyleri ile yaşadığı çatışmalarda bazen ne yapacağını bilemediğini, kendini ifade etmek, duygularından, ihtiyaçlarından bahsetmek yerine şikâyet mekanizmasını devreye soktuğunu görüyorum. İlk bölüm ne kadar umut vericiyse, şikâyet faslı da bir o kadar umut kırıyor ve heves kaçırıyor.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Çocuksu şikâyetler ve gerçek şikâyetler... Bazen karışıyor. Bu konuda bilgilenmeye, doğru yaklaşımı bulmaya ve aradaki ayrımı Deniz'e doğru aktarabilmeye ihtiyacım var.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Pazar günü Özgen'in kolaylaştırıcılığıyla şiddetsiz iletişim alıştırmaları yaptık. Gerek kendi vakamda, gerekse izlediklerimde seçim yapma ve uyum konusunda farkına vardığım birtakım hususlar içimi ferahlattı. Kolaylık, seçim yapma ihtiyaçlarımı gözetme kararı aldığım için kendimi takdir ediyorum.

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 21

23 Temmuz 2018 Pazartesi

ÖNEMLİ BİR ŞEY YOKSA CİYAKLAMA*


Kardeşler, oyun arkadaşları ve sınıf arkadaşları arasında birbirini şikâyet etmek yaygın görülen bir davranıştır. Çocuklar, ilgi çekmek, başka bir çocuğun kendisini ya da başkalarını rahatsız edici davranışını engellemek, kuralları bildiğini göstermek gibi pek çok nedenle arkadaşlarını şikâyet edebilir. Biz yetişkinler, bu tür çocuksu şikâyetleri duymaktan hoşlanmayız ama önüne de geçemeyiz. Aldırmamak, şikâyet etmelerinden hoşlanmadığımızı söylemek, kendi aralarında çözmelerini tavsiye etmek gibi stratejiler pek işimize yaramaz çünkü çocuklar bu tür çatışmaları kendi aralarında çözebilecek etkili araç ve taktiklere henüz sahip değildirler, bu sebeple de şikâyet etmeyi sürdürürler.
Şikâyet etmenin bir alışkanlığa dönmemesi için, çocuklarımıza kendi başlarına çözebilecekleri durumlarla, yetişkinlerin yardımını gerektiren acil, ötelenemez durumları ayırt etmeyi, bu sorunların çözümüyle ilgili becerileri ve stratejileri öğretmemiz gerekir. İşe her şeyi büyüklere yetiştirme ve zorunlu bilgi verme arasındaki farkı öğreterek başlayabiliriz. Yetişkin müdahalesinin zorunlu olduğu durumları (güvenlik, yaralanma, eşya hasarı vb) net olarak bildirmek işleri kolaylaştıracaktır. Bu şekilde çocuk incinmediği, yaralanmadığı, herhangi bir hasarın oluşmadığı durumları kendi başına halledebileceği durumlardan ayırmaya başlar. Sonraki aşamada yetişkin, çocuğa şikâyet etmek yerine kullanabileceği alternatifleri anlatır, öğretir, kendi problem çözme bilgi ve becerilerini sunabilir. Bir diğer etkin yöntem de kitaplardan faydalanmaktır. Kendisiyle benzer sorunlar yaşayan kahramanların eğlenceli hikâyeleri oldukça öğretici ve dönüştürücüdür.
Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı şikâyet konusunda başvurulabilecek eğlenceli ve etkili bir hikâyedir. Hikâye, birbirini şikâyet edip duran domuzcuklar ve öğretmenleri Bayan McNeal hakkındadır. Her şey Jessica’nın Bayan McNeal’ın masasına koşturmasıyla başlar. “Peter kuyruğumu çekti!” Diğer domuzcukların şikâyetleriyle devam eder: “Rachel pembe kalemimi aldı!”, “Frankie, Sookie’ye şişko domuz dedi.”, “Jonathan kâğıdımı yırttı!”, “Emily sırama domuz ağılı dedi!”
Çok geçmeden herkes birbirini şikâyet eder. Sınıfta huzursuz ve güvensiz bir ortam oluşur. Bu duruma son vermek isteyen Bayan McNeal’ın domuzcuklara acilen kendi başına çözebilecekleri çocuksu sorunlar ile yetişkinlere iletmesi gereken önemli şeyler arasındaki farkları öğretmesi gerekmektedir. Tahtaya yeni bir sınıf kuralı yazar:
“Önemli bir şey yoksa ciyaklama”
Bayan McNeal önemli bir şeyin kapsamını net bir şekilde ortaya koyar: birinin yaralanması, tehlikede olması, canının yakılması, bir hayvanın incitilmesi, kendisine ait olmayan veya herkese ait olan bir şeye zarar verilmesi. Bunlar acil durumdur ve muhakkak bir yetişkinden yardım istenmelidir. Günün ilerleyen saatlerinde yaşanan küçük bir kaza, domuzcukların bu yeni dersi ne kadar iyi öğrendiklerini gösterecektir.
Okuyan Us Yayınevi bünyesinde Okuyan Koala markasıyla yayımlanan Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı markanın diğer kitapları gibi APA (Amerikan Psikoloji Derneği) onaylı. 3-8 yaş arası çocukların karşılaşabileceği okul yaşantısı, korkular, yeni kardeş doğumu, utangaçlık gibi gündelik yaşama ait zorlukları ve dikkat eksikliği, depresyon, boşanma, hastalıklar, travma, ölüm gibi özel problemleri ele alan kitapların her birinin sonunda “Ebeveynlere ve Eğitimcilere Not” bölümü yer alıyor. Söz konusu bölümde, ailelere, öğretmenlere, sosyal hizmet uzmanlarına, terapistlere, pedagog ve psikologlara kitabın içeriği, sorunun çözümü, çocuklara yaklaşım konusunda değerli bilgiler aktarılıyor. Didaktik anlatımdan uzak, eğlenceli, illüstrasyonlarıyla dikkat çeken kitapları okurken hem eğlenecek hem de çocuklara yardımcı olacaksınız.




Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı
Yazan Jeanie Franz Ransom
Resimleyen Jackie Urbanovic
Çeviren Selim Yeniçeri
Okuyan Koala
3-8 yaş

* Bu yazı 11/6/2018 tarihinde kitap ekinde yayımlanmıştır. 



18 Temmuz 2018 Çarşamba

SONYA'NIN TAVUKLARI*


Sinek Sekiz, sürdürülebilir yaşam, ekoloji, çevre konularında ilham veren kitaplar yayımlayan küçük ve bağımsız bir yayınevi. Sonya’nın Tavukları yayınevinden çıkan ilk çocuk kitabı. Phoebe Wahl’ın yazıp resimlediği kitabın çevirisi Billur Kakıcı’ya ait.
Sonya, ailesiyle beraber kırsalda yaşayan bir kız çocuğu. Bir gün babası elinde üç pofuduk civcivle gelir. O günden itibaren Sonya, civcivlerin bakımını üstlenir ve onların gönüllü annesi olur. Sonya’nın iyi bakımı ve doğal ortam sayesinde civcivler kısa sürede büyür ve yetişkin tavuklara döner. Sonya, sabah olduğunda gezmeleri için tavukları kümesten çıkartmak, kümesi temizlemek, sularını değiştirmek, oturdukları yerlere taze saman koymak, beslemek, geceleri kümese sokmak ve kümesin kapısını kapamak gibi günlük işleri hiç aksatmadan, bıkmadan, sabırla ve sevgiyle sürdürür. Günün birinde tavuklardan birinin yumurtladığını, kuluçkaya yattığını fark eder ve çok sevinir. Yakında annelik yapacağı bir civcivi daha olacaktır. Kısa süre sonra bir gece bahçeden gelen ciyaklamalı ve patırtılı seslere uyanır. Aceleyle botlarını ayağına geçirir ve soluğu kümeste alır. Kümese girdiğinde yerlere savrulmuş tavuk tüylerini, en tepedeki kalaslara tünemiş iki tavuğunu görür. Üçüncü tavuğun başına geleni tahmin etmek zor değildir. Bu sırada babası da kümese gelir. Sonya’yı kucağına alır ve eve götürür. Sonya’nın ağlaması bitip sakinleşene kadar sessizce bekler. Ardından baba kız olanlar hakkında konuşurlar.
Sonya, henüz bir civcivken bakımını üstlendiği, sevgiyle, özenle büyüttüğü tavuğu bir tilki tarafından kaçırıldığı ve öldürüldüğü için mutsuzdur, bunun adil olmadığını düşünmektedir. Babası aynı görüşte değildir. Ona göre doğada her canlı açlığını gidermeye, yavrularına bakmaya çalışmaktadır. Sonya’ya adaletsiz görünen şey, tilki için son derece doğal bir eylemdir. Babası Sonya’ya bu durumu şöyle izah eder:
“Bizim tarlanın hemen arkasındaki ormanda bir tilki yaşıyor. Ve her gün yavrularını besleyebilmek, yuvasına yiyecekle dönmek için çok uğraşıyor. Çoğunlukla bir fare ya da köstebek bulabiliyor ama bazen, mesela bugünkü gibi soğuk günlerde, tilkinin yavrularına daha büyük bir yemek götürmesi gerekebiliyor. O da bu yemeği bulabilmek için elinden ne gelirse yapıyor. Anne tilki götürdüğü tavuğun bizim tavuğumuz olduğunu bilmiyordu. Ama bilse bile onun için bir önemi olmazdı. Anne tilkinin tek düşündüğü yavru tilkilerin karnını doyurmak.”
Sonya tavuğunu kaybettiği için hâlâ üzgündür. Bununla beraber her canlının hayatta kalma, yavrularını besleme dürtüsünü de anlayabilmiştir. Ertesi gün kaçırılan tavuk için bir anma töreni düzenler ve kümesin yanında tilkinin girdiği deliği bulup tamir ederler. Çiftlikte işler olağan seyrinde akmaya devam eder. Günler geçer, kaybettiği tavuğun emaneti yumurtadan civciv çıkar. Sonya, "Sana annelik yapacağım, yüzün gülsün, karnın doysun, gece rahat uyu diye her şeyi yapacağım," der ve öyle de olur.
Sonya’nın Tavukları çocuklara çiftlik yaşantısını, hayvan bakımının gerektirdiği sorumlulukları anlatıyor. Tüm sorumluluklar yerine getirilse, önlemler alınsa dahi ölümün önüne geçmenin mümkün olmadığını gösteriyor. Çocuklara haklı ya da haksızı işaret etmeden tüm hayvanların en güçlü dürtüsünün hayatta kalmak olduğunu, yaşam ve ölümün el ele olduğunu vurguluyor. Bu vurguyu çok değerli buldum çünkü hepimiz küçük yaşlardan itibaren hayatlarımız sabit kalsın istiyoruz. İyilik, güzellik hâli hep korunsun, mutsuzluk ve üzüntü bizden daima uzak kalsın diye nafile bir çabaya girişiyoruz. Değişime, belirsizliğe karşı koyuyor ve mutsuz oluyoruz. Çocuk okura farklı bir yerden seslenen, yaşamın olağan akışını, inişleri ve çıkışları, üzüntüleri ve sevinçleri, kayıpları ve doğumları olduğu gibi kabul eden ve çocuk okura sunan Sonya’nın Tavukları’nı ben çok sevdim. Siz de okuyun ve çocuklarla yaşam ve değişim üzerine sohbet etme imkânı yaratın isterim.

Sinek Sekiz’in okurlarına bir de duyurusu var:
Sinek Sekiz, çevre literatüründeki temel eserleri Türkçe’ye çevirmek amacıyla 9 sene önce kuruldu. Yayınladığımız kitaplar okuyup, ilham aldığımız, hayatımızı dönüştürürken bize kılavuz olan eserlerdi. Daha çok kişiye ulaşmasını istedik. Basit, sade, kendine yeten, dayanışmacı, yerelliği önemseyen yaşam biçimlerinin çoğalmasının iyiliğine olan inançla kitaplara emek verdik.
Önce ‘Ekoloji Cep Rehberi’ni ardından ‘Permakültüre Giriş’i yayınladık. Kitaplar okuruna ulaştı, yenileri oldu. Bu sürede şehir de, kitaplara ulaşma yöntemleri de, biz de değiştik, dönüştük. Toprağa ve temel yaşam bilgisine yakın olma isteğimiz büyüdü. Böylece yeniden kırsala göçtük. Köklendik, yerleştik ve yayınevini de yaşam anlayışımıza olabildiğince yaklaştırmaya niyet ettik.
Kırsaldan yaşayıp çalışmayı, kendi hayatımızda kullandığımız basit gereçleri üretmeyi, doğal malzemeleri elleriyle işleyerek geçimlerini sağlayan yöremizdeki zanaatkarları desteklemeyi ve bunları ulaşılabilir kılmayı istiyoruz.
Bütün üretimlerimize doğrudan ulaşmanızı sağlayan bu web sitesi ile sizlerle yeniden buluşabilmekten dolayı çok mutluyuz. Hepimiz için daha sürdürülebilir, adil ve iyi bir dünya için emek vermek güzel. Bu yolda birlikte yürüyebilmek dileğiyle…



Sonya’nın Tavukları
Yazan ve resimleyen Phoebe Wahl
Çeviren Billur Kakıcı
Okul öncesi

*Bu yazı 9/6/2018 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır. 

12 Temmuz 2018 Perşembe

Fatma Nuran Avcı ile söyleşi


"Öykü yazarken giriş cümlesine, ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına dikkat ederim." 

Mevzu Edebiyat okurlarının, Leyla Erbil'in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım'a anlattırdığı kurgu söyleşiden tanıdığı Fatma Nuran Avcı'nın ilk öykü kitabı "Son Cevizlik" NotaBene Yayınları'ndan çıktı. Avcı ile kitabı ve yazın anlayışı üzerine konuştuk. 



Mevzu Edebiyat okurları, sizi, Leyla Erbil’in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım’a anlattırdığınız kurgu söyleşiden biliyor. Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
1966 Yılında Aksaray’da doğdum. İlköğrenimimi Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladım. 1986 yılında evlendim.  Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirince devlet memurluğuna başladım. Kısa sayılacak çalışma hayatım oldu. Eşimin işi dolayısıyla İzmit, Karamürsel, Yalova, İstanbul derken şimdi de İzmir’ deyiz. Şehirleri dolaşırken pek çok insan tanıdım, hikâyesini dinledim. İyimserdim, gurbet acısı çekmek yerine farklı kültürlerden gelen insanları tanıma olanağı bularak,hayata tutunmayı öğrendim.
Son Cevizlik beklemiş bir ilk kitap mı, yazmaya mı geç başladınız?
İki anlamda da sorunun cevabı, evet.2011 yılında İstanbul’a taşındığımızda kızım serbest avukatlığa başlamış ve kısa süre sonra evlenmişti. Oğlum üniversiteye gidiyordu. Sorumluluklarımın azaldığı dönemdeydim,yeterince sabırla beklemiştim. Artık hayalimi gerçekleştirme zamanımın geldiğine karar verdim.Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ni duymuştum. Bir telefon numarası çevirerek kaydımı yaptırdım. Böylelikle yazmak için düğmeye bastım. Öykü yazabileceğime dair ilk yüreklendirici metni yazdığımda çok mutluydum. Ancak ilerleyen zamanda öykünün hiç de kolayca yazılabilen, mükemmel anıların ışığında yazılamayacağını anlayarak çalışmalarımı derinleştirdim. Daha çok okudum, yeni, farklı atölyelere gittim. Olgun, onaylanmış öyküleri yazıp dosya halinde yayınevine giden yolculuğum altı yılımı aldı.
Biçimsel yeniliklerin, söz oyunlarının peşine düşmeden, olayın eksik bırakılmadığı, somut gerçekçi hikâyeler anlatıyorsunuz. Anlatıcılığınız nereden besleniyor?
Kısaca söylemek gerekirse çaresizlikten besleniyorum. Bir yaralı bakış, bir kırık cümle beni, haksızlıkları, eşitsizlikleri gördüğüm, duyduğum ve müdahale edemediğim anlara geri döndürüyor. Ve öykü yerini ararken yaşadığım kentlere götürüyor. Ardından isyan sesleri yakalıyor beni. O da yazdırıyor usul usul.
Özellikle ilk kitaplarda, yazarın kendi yaşantısının fazla uzağına düşemediğini, klişeleri yeniden ürettiğini görebiliyoruz. Bu da beraberinde tekdüzeliği getiriyor.“Son Cevizlik” monotonluktan uzak, kahramanlarının ve konuların çeşitliliğiyle dikkat çeken bir ilk kitap. Bu gözettiğiniz bir unsur muydu?
Gözetmek değil de, var olan, önleyemediğim, başka insan hayatlarına duyduğum merak ve öğrenme isteğimin öykülerime yansıması aslında. Farklı hikâyeler beni çekiyor. Kendimden bahsetmek, uzun, sıkıcı yaz günlerimi anımsatıyor. Yazmaya değer ne yaşadın, diyorum. Ne öksüz, ne yetimsin. Hayat cömert davrandı sana, diyorum. 99 Depreminden sonra tamamen kendime acımaktan, kişisel sorunlarımdan kurtulmayı başardım. Önümde yaşayacağım yıllar varsa değerli olan sadece zaman, diyorum, hayatı ve insanı seviyorum, her şeye rağmen.
Küçük meseleleri anlatırken ardındaki büyük meseleleri göstermeyi ihmal etmiyor, hacimlerine oranla ağır hikâyeler anlatıyorsunuz. Bu hikâyeleri aktarırken çağın gerçeklerini aktarmakla kalmıyor, estetiği de gözetiyorsunuz. Bu anlatım tarzına sadık kalacak mısınız?
Teşekkür ederim öncelikle. Açıkçası küçük olaylardan büyük gerçekliği yakalamaktan vazgeçeceğimi sanmıyorum. Her zaman kısacık, içi dolu ve net cümlelere kulak kabartırım. Tanık olduğum anlık olayları zihnimde geliştirerek neden sonuç ilişkisini sürekli düşünürüm. Neden böyle konuştu, sorusuna cevap ararım. Buldukça da öykü çıkar bir anda. Karmaşanın içinde, fikirleri tartışan, detaylarla yoğunlaşmış, ne düşünce sistemine, ne anlatma gücüne sahip değilim. Amacım göstermek sadece. Estetik boyutta metnin tadı, rengi adına çabaladığım bir durum. İki yüzlülük ve yalan hep benim temam olarak kalacak gibi. Anlatım tarzımönümüzdeki yıllarda değişir mi, tam olarak ben de bilmiyorum.
Öykülerde ilk dikkatimi çeken mekân kullanımı ve gündelik konuşma dilinin çok doğal bir şekilde aktarılması oldu. Alet çantanızda neler var? Öykü yazarken nelere dikkat edersiniz?
Aslında doğadan ve insandan biriktirdiklerim var. Bereketli taşra ilçelerinde, denizin, toprağın, ağaçların yanı başında geçirdiğim yıllar var. Çantada bir de çok değerli atölye notlarım, hocalarımın öğütleri bulunuyor. Öykü yazarken giriş cümlesine, ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına dikkat ederim diyebilirim. Bir de yakaladığım sesi kaçırmamaya özen gösteririm.
Farklı yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldığınızı biliyorum. Yaratıcı yazarlık atölyelerinde yazar adaylarına belli formüller verildiği, bu formüller neticesinde teknik özellikleri tastamam ama yavan, fotokopi metinler yazıldığı, yazar adayının belli yazarlara öykündüğü, kendisini güncelle ya da popüler olanla hizalarken Türk Edebiyatı’nın yapı taşlarını göz ardı ettiği gibi pek çok eleştiri var. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Farklı yazarların atölyelerine katılmak size neler kattı, sizden neler aldı?
Deneyimlerim sonucundaki eleştirim, hem atölye yöneticisi hocalarına, hem yazar adaylarına yönelik olacak. Dokuz haftaya sıkıştırılmış programlarla anlatılmak istenen konuların çabucak kavranabilir olmadığı, bu zaman aralığının yeterli gelmediği inancındayım her şeyden önce. Yazar adaylarını yüreklendirmek adına verilen primler ise bazen yarardan çok zarar verebiliyor. Dil yetkinliği, anlatım bozukluğu gibi temel konularsa kimileri için önem arz etmiyor.  Kurguyu tam çözemeden, sinemasal sahnelerin peşinde koşarken öykünün dağılıp ne anlattın, sorusuna yazdıklarından çok cevap veren, savunan yazar adaylarını ikna etmek zorlaşıyor. Basit gibi sunulan kısa eğitimin sonucunda sanırım, ben yazdım, oldu dediler, daha ne, diyenlerin sayısına yenileri ekleniyor. Maalesef ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu atölyelerin ticari işletme olduğu, sırası geldiğinde bu uygunlukta davrandıkları ise benim gözlemlerim arasında. Bana ne kattığına gelince, her şeyden önce büyük bir yaşam deneyimi oldu atölyeler. 45 yaşında ev kadını olarak çeşitli meslek ve yaş grubu yazar adayı arasındaki şaşkınlığımı üzerimden atmam kolay olmadı. Üstelik şehre de yabancıydım. Kısaca daha çok çalışmam gerektiğini öğreten faydalı, verimli, eğlenceli, güzel yıllardı, diyebilirim.
Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Masada okunmayı, yazılmayı bekleyen neler var? Teşekkür ederim.
Şimdilerde son on altı yıldayım. İtaat ve isyan kelimeleriyle boğuşuyorum. Yeni öykülerimin temelleri atıldı. Duvar örüyorum. Son çıkan öykü kitapları,arkadaşımın armağanı Emile Zola’nınHayvanlaşan İnsan ve dergiler okunmayı bekliyor. Asıl ben teşekkür ederim.


FATMA NURAN AVCI’NIN ÖZGEÇMİŞİ
1966 Aksaray doğumlu. İlköğretimini Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat bölümü mezunu. 2011’den bu yana Yaratıcı Yazarlık Atölyelerinde eğitim alarak öykü yazmaya başladı. Notos, Lacivert, Vagon, Edebiyatist, Gamlı Baykuş, Roman Kahramanları gibi dergilerde öyküleri, kitap tanıtımları, söyleşileri yer aldı. 2018 yılı mart ayında “Son Cevizlik” adlı ilk öykü kitabı Notabene Yayınevi’nden çıktı. İzmir’de yaşıyor. Evli bir kız, bir erkek çocuk annesi.

* Bu söyleşi 5/6/2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır. 




11 Temmuz 2018 Çarşamba

KORKACAK NE VAR!

Prof. Dr. Bengi Semerci'nin yazdığı, Serap Ergel'in resimlediği Duygularım ve Davranışlarım serisinden bir başka kitap: Korkacak Ne Var!
Çocuklara korku duygusunu anlatmak, tanıtmak ve korkuyla baş edebilme becerilerini öğretmek için yazılan kitap bir çocuk odasında başlıyor. Oyunlar oynanmış, yatma saati gelmiş. Kahramanımız çok mutlu çünkü arkadaşı evinde kalacak. Arkadaşına kendi yatağını veriyor. Arkadaşı merakla soruyor.
"Sen nerede yatacaksın?"
"Ben zaten annemle babamla yatıyorum." 
Arkadaşı şaşırır ve bu yaşta anne babayla yatmanın yanlışlığını anlatır. Kahramanımız gerekçelerini sıralar: ya eve bir hırsız girerse onu kaçırabilir,  gece su içmek ya da tuvalete gitmek için tek başına karanlıkta odasından çıkmak çok korkutucudur. Arkadaşı ailesinin ona öğrettiği yöntemleri paylaşır ve arkadaşını tuvalete gitmeye, mutfağa su içmeye gitme, odasında karanlıkta kalmaya yüreklendirir ve kahramanımız ertesi gece odasında tek başına uyumayı başarır. Hikâye aracılığıyla çocuk okur da kitabın kahramanı gibi, korktuğu şeyleri tanımayı, korkmamayı öğrenmenin mümkün olduğunu, ihtiyaç duyarsa anne ve babasının yan odadan da ona yardım edebileceğini görecektir. 
Kitabın yazarı Psikatri uzmanı Prof. Dr. Bengi Semerci olduğu için metnin içine ebeveynlere yönelik bilgiler serpiştirmeyi unutmamış. İşte ipuçları:
Çocuklarınız içinde korku ögeleri olan filmler izlemeyi sevebilir ama biraz daha büyüyüp korkmadan seyredebileceği yaşa gelene kadar izletmeyin. 
Çocuklarınızla "Odada ne var?" oyunu oynayın. Işık açıkken çocuğunuzdan odada neler olduğuna bakmasını ve size saymasını isteyin. Işığı kapatın. Şimdi odada ne var diye sorun. Karanlıkta göremese bile odada aynı şeyler olduğunu söyleyin ve yeniden açın. Odada hâlâ aynı şeyler olduğu hakkında sohbet edin. 
Çocuğun baş ucunda gece lambası bulundurun ve açık tutun. Ona seslendiğinde yanına gideceğinizi söyleyin ve sözünüzü tutun. 
Gece uyanır susar ya da tuvaleti gelirse mutfağa veya banyoya lambaları açarak gitmeyi ve lambaları söndürerek dönmeyi öğretin. 
Çocuklarla korkular hakkında sohbet edin. Yetişkinlerin de korkuları olduğunu, onların da korkularını anlamaya, tanımaya ve korkmamaya çalıştığını bilmek çocukları rahatlatır. 



Korkacak Ne Var!
Yazan Prof. Dr. Bengi Semerci 
Çizen Serap Ergel 
Duygularım ve Davranışlarım serisi 
Yeşil Dinozor 



7 Temmuz 2018 Cumartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 21



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
İnsanları veya şeyleri korumak için güce ihtiyaç duyulan zamanlar vardır.
Örneğin bir öğrenci, diğer bir öğrenciye vurmak üzereyse öğretmen bir yaralanmaya engel olmak için çocuklardan birini tutabilir. Ancak bu durumda güç, cezalandırmak için değil korumak için kullanılmıştır.
Sınıfınızda yanlış bir şey yapmış birini cezalandırmak için mi, yoksa sizin ve grubun değer verdiği şeyleri korumak için mi güç kullanıyorsunuz?

Ben ne düşünüyorum?
Deniz okula 3 yaşında yarım gün giderek başladı. Şimdi ilkokulda. Bu, üçüncü okulu. Farklı atölyelere gitti, gidiyor. Gittiği her okulda, atölyede şiddete meyleden, kötü söz söyleyen, orada bulunmaktan hoşnut olmadığı için diğer çocukların ilgisini, dikkatini dağıtan çocuklar oldu, oluyor. Deniz bu durumların hepsinden şikayetçi. Sevdiği için gitmeye devam etmek istiyor bununla beraber öğretmenlerden daha aktif, kalıcı bir çözüm de bekliyor. Bu çözüm neredeyse hiçbir zaman gelmiyor.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Sura Hart alıntısının çağrıştırdığı bir anı.
Deniz 2,5 yaşlarında. Parkta kaydıraktan kaymak için merdivenleri tırmanmaya çalışıyor. 7-8 yaşlarında bir oğlan çocuğu her defasında yolunu kesiyor, kolunu tutuyor, ona engel oluyor. Bir süre izledikten sonra duruma müdahale etmek için Çağlar yerinden kalkıyor. Çocuğun önünde ayakta duruyor ve Deniz'i engellemesini engelliyor. Şiddeti engellemek için ilk olarak araya girmeyi, bir bariyer oluşturmayı tercih ediyorum, ben de. Yapan tanıdığım bir çocuk ise konuşmayı deniyor, tanımadığım bir çocuk ise sessiz kalarak yalnızca şiddeti engelliyor ve Deniz'i oradan uzaklaştırıyorum.
Şiddet konusunda onunla sık sık konuşuyor, kimseye vurmamasını, kötü söz söylememesini öğütlüyor, buna maruz kalırsa "Bu yaptığından hoşlanmıyorum," diyerek durdurmasını, durdurma konusunda yetersiz kalıyorsa, sınıf öğretmeni ya da nöbetçi öğretmenden yardım istemesini söylüyorum.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Şu an gittiği okul, oldukça büyük. Toplam 24 şube ve 800'e varan öğrencisi var. Ortak bahçede güvenlik konusu beni gerçekten kaygılandıran bir mevzuydu. Akran zorbalığına maruz kalmasından korkuyordum. Deniz bir şekilde bu tür çocuklardan uzak durmayı beceriyor. Doğrudan fiziksel şiddete uğramadı. Kötü söze ya da rahatsız edici davranışlara maruz kaldığında ise konuşarak anlaşmaya çalışıyor. Eğer karşı taraf benzer davranışları her zaman uyguluyor ise bıkkınlık hissediyor ve konuşmanın bir çare olmadığına inanıyor ve konuyu doğrudan öğretmene aktararak ondan yardım istiyor. Ama gördüğüm şu ki, bu çağrı genellikle yetersiz kalıyor ya da Deniz böyle algılıyor ve bize durumu böyle iletiyor.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Dört yıllık velilik deneyimim boyunca gördüğüm kadarıyla, şiddet, çocuğa ceza vererek ya da özür dilemesini isteyerek çözülmüyor. Çocuk özür diliyor ama yapacağını yapmaktan da geri durmuyor. Okul ve ebeveynler arasında sıkı bir işbirliği, uzman desteği şart. Okulların rehberlik servislerinin daha aktif olduğu, anne baba eğitimleri verdiği okul ortamlarının çoğalmasını hayal ediyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bir ebeveyn olarak bu konularda kendimi geliştirme çabamı takdir ediyorum.


Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz


5 Temmuz 2018 Perşembe

ZEN EBEVEYNLİĞİ

Judith Costello ve Jurgen Haver'in birlikte yazdığı Zen Ebeveynliği Bildiğini Öğrenme Sanatı, ebeveynlere Zen felsefesini kullanarak daha stressiz ebeveynlik yapmayı gösteren rehber niteliğinde bir kitap. Yazarlar alt başlık olarak "Bildiğini Öğrenme Sanatı" diyor çünkü dikkatimizi verme ve yaşamı bütünüyle kabullenme yeteneğinin doğuştan gelen bir bilgelik olduğunu bununla beraber bu bilgeliğin üzerinin bilinmedik durumlar karşısında yargıların, beklentilerin, korkuların, kızgınlıkların devreye girdiği sayısız deneyimle örtüldüğünü öne sürüyor. Zen öğretileri aracılığıyla bu bilgeliğin üzerini örten toprağı kaldırmayı, yeniden olanı olduğu gibi kabul etme ve şimdiye odaklanma becerilerimizi arttırmayı vaat ediyor. 
Kitap on bir bölümden oluşuyor. Her bölümde yer alan çocuklu yetişkin hikâyeleri, kendi deneyimlerimize yeni bir gözle bakmayı, kendimize uyacak çözümler üretmeyi mümkün kılmakla kalmıyor, Zen anlayışını kavramayı da kolaylaştırıyor. Her hikâyenin sonunda "Dersi Yaşamak" başlığı altında bir alıştırma yer alıyor. Yazarlar kitabı yalnızca okumakla yetinmemeyi, Zen deneyimleri olarak nitelendirilebilecek resim yapmak, desen çalışmak, günlük tutmak, yürüyüş yapmak, düşünmek, hikâye anlatmak, hayal kurmak gibi alıştırmaları da yapmayı öneriyor. Zira alıştırmalar, okuru yeni şeyler denemeye ve küçük çocuklar gibi olmaya çağırıyor. Unutmayın, yaşamın sihri çocuk gibi olma niyetinden doğar.

Zen ebeveynliğine dair kimi ipuçları:
Her şeyi aynı anda yapmaya çalışmayın. Geçmişle fazla meşgul olmayın. Gelecek için öngörülerde bulunmayın. Acemi zihni ile her şeye sanki ilk kez görüyormuşçasına bakın. 
Çocuklarımızın bizim onları fark etmemize ve şu andaki heyecanlarına dahil olmamıza ihtiyaçları vardır. 
Farkında ol. Yetersizlik duygusunun yol açtığı acıları dindirmek için başkasını suçlama, "üstünlük taslama" oyununu oynama (en azından benim çocuğum falancadan iyi) ve zavallı ben diye kederlenme.
Sorunların panzehiri sorumluluk içeren eylemlerdir. Sorumluluk, her eylemin bir olaylar zinciri doğurduğunu ve her şeyi başlatanın bu ilk eylem olduğunu kabul etmektir. Bu öğrenilen bir davranıştır. Çocuklar doğal bir sebep-sonuç ilişkisine sahip değillerdir. Anne babaların bunu onlara öğretmesi gerekir.
Mizah dönüştürür. Çatışmaya girmek yerine mizahı kullanarak çocukların kendilerini engelleyen konuları aşmalarını ve ilerlemelerini sağlamak mümkündür.
Çocukların "Hayır" diyebileceklerini bilmeye ihtiyaçları vardır. "Hayır" deme özgürlüğüne sahip olduklarını fark ettikten sonra genellikle yardımcı olmaya daha istekli olurlar.
Çocuklarınıza ânın güzelliğini kaçırmamayı, davranışlarının sonuçlarını kabullenmeyi öğretin.



Zen Ebeveynliği
Bildiğini Öğrenme Sanatı
Yazarlar Judith Costello Jurgen Haver
Çeviri Karan Arditi
Remzi Kitabevi