28 Şubat 2016 Pazar

Masal Kervanı: Argın Kubin ile Söyleşi*


Türkiye’de masal anlatıcılığı eğitimleri artıyor. Masallar yavaş yavaş Halk Bilimcilerin arşivinden çıkıyor, özel masal gecelerinde dinleyicilerle buluşuyor. Bir masal anlatıcısı Argın Kubin ile masallar, masal anlatıcılığı ve masallarını gezdirdiği masal kervanı üzerine konuştuk.

 50 kelimeyle bize kim olduğunu anlatır mısın?

 
Hikâye anlatıcısı, hayal örücü, ayaklarıyla rüya gören, elleriyle göğe bakan, bazen kendini arkasında rengârenk iz bırakan bir salyangoz sanan, bazen de kılıktan kılığa bürünen bir etnik bukalemun… İç müziğinin sesini duyduğunda dönen, dönerken dönüşen, şifanın keşif yollarında yürüyen, durup düşünen düşleyen bir insan. İzmir’de Tıp Fakültesi eğitimine devam ediyor.

 

Zaman Zaman İçinde Somut Olmayan Kültürel Miras Masal Anlatıcılığı projesi nedir? Neden içinde yer almak istedin?

Türk Dünyası masalları farklı tez çalışmaları ve projeler ile derleniyor ve yazılı hâlleri mevcut ancak bu masallar eskisi kadar anlatılmıyor ve gençler git gide Türk Dünyası masallarına yabancılaşıyor. Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü tarafından hayata geçirilen ve masal anlatıcılığını canlandırmayı amaçlayan proje kapsamında, üniversitenin farklı bölümlerinden gençlerle birlikte Judith Liberman’dan anlatıcılık eğitimi aldık. Halk Bilimi’nden akademisyenlerin Türk Dünyası masallarına dair sunumlarına katıldık. Türk Dünyası’na ait seçilmiş masalları, kendi dünyamızda yeniden şekillendirdik. Ben bu proje öncesinde de anlatıcılığa dair farklı atölyelere katılmıştım. Anlatıcılık yolunda ilerlemek, aynı grupla uzun soluklu anlatıcılığa dair bir projede yer almak ve üniversitenin Halk Bilimi bölümü ile daha çok temas etmek istediğim için bu projede yer almak istedim.

 Saha çalışmaları nasıl gidiyor?

Masal anlatıcılığı eğitimi sürecinde her katılımcı en az iki kez bir ilkokulda çocuklara masal anlatımı yaptı. Benim saha çalışmalarım eğitimle sınırlı kalmadı. Oldukça yoğun geçiyor. Her ay İzmir’de masal geceleri düzenliyorum. Üniversitenin anaokulundaki 4-6 yaş çocuklara düzenli olarak masal anlatıyorum. Seyahat ettiğim her şehre masalları da götürüyorum.

Masal anlatıcılarının giderek azaldığını, sahada derlenen masalların, başı sonu atılmış, olay örgüsünden ibaret epizotlar olduğunu biliyoruz. Bu masalları nasıl tatlandırıyor, zenginleştiriyorsun?

Son dönemlerde hikâye anlatıcılığının bu topraklarda yeniden canlandığını görüyorum. Farklı illerde oluşumlar, buluşmalar bu alana dair farklı etkinlikler artmaya başladı. Gittiğim yerlerde insanların masallara ihtiyacını ve ilgisini gözlemleyebiliyorum.
 
Masal çevirileri iyi değil, yazı diline aktarımı eksik ancak masalın iskeletini, içinde saklı o lezzeti gördüysem doğru masalı bulduğumu anlıyorum. Okuduğum masalı imge hazinemle buluşturuyor, hayal dünyamdaki yerini bulmasına izin veriyorum. Çok farklı masallar okuyor, yaratıcılığımı ve hayal dünyamın sınırlarını genişletecek pratikler yapıyorum. Önce kendi hikâyemin farkına varıyorum. Böylece eksik kısımlar tamamlanıyor.

Geçtiğimiz yıl Çanakkale’de düzenlenen 1. Masalcılar Buluşması’na Zaman Zaman İçinde SOKÜM Masal Anlatıcılığı Eğitimi’nden bir grup arkadaşınla gelmiştin. Performanslarınızı izlediğimde, çocukların ilgisinin baştan sona ne kadar canlı olduğunu fark ettim.  Çocukların ilgisini masala çekmek ve orada bu denli canlı tutmak her zaman bu kadar kolay mı?

Hayır, her zaman bu kadar kolay değil. Şu an çalıştığım okulda 4-6 yaş grubunda sekiz sınıf var. Bu sınıfların yedisinde çocukların ilgisini çekmekte zorlanmazken birinde çocukların dikkatini toplamakta hayli zorlanıyorum. Çocukların o anki durumları, ihtiyaçları, isteklerine göre başka oyunlar oynuyoruz biz de.

Abraxas Hikâye Anlatıcılığı isimli bloğunda iç evrenindeki yansımaları, masallardan geriye kalanları anlatıyorsun. Ancak masalları paylaştığın asıl mecra bloğun değil, masal geceleri. Masal gecelerine ilgi nasıl?

Masal gecelerine ilgi git gide artıyor. Masalları farklı otantik mekânlarla buluşturmaya çalışıyorum. Hem benim için farklı bir deneyim oluyor hem de yeni insanlarla temas etmiş oluyorum. Sosyal medya ve farklı duyuru araçlarını etkin kullanmıyorum. Masal geceleri kulaktan kulağa, gönülden gönüle yayılıyor ve giderek katılımcı sayısı artıyor.
 
 
Baharla birlikte “homemade tales’’* masallarla ev buluşmalarına başlayacağım. Evlerde masal çemberlerine ön ayak olacağım. Bu niyetlerimi hayata geçirirken ustalarla çalışma, bu sanatın inceliklerini öğrenme, bir anlatıcı topluluğu ile yol arkadaşlığı yapma ihtiyacımı fark ettim. Bu ihtiyaçlarıma, bu yıl kurulan SEIBA Uluslararası Hikâye Anlatıcılığı Merkezinin açtığı  “Anlatıcının Yolu” eğitim programı karşılık geldi. 2 yıl sürecek bu program için her ay bir hafta sonu İstanbul’da anlatıcılığımızı besleyecek farklı alanlardan ustalarla buluşmaya başladık.

Eski bir geleneği dirilttin. Şehir şehir gezip masal anlatıyorsun. “Masal kervanı” fikri nasıl doğdu, gelişti?

İlk bireysel masal gecemi 8 Mayıs 2014 tarihinde Bornova Beirut Cafe’de yaptım. O gece bir başka niyetin de tohumlarını ektim hayal toprağıma. Geze geze farklı şehirlerde masal anlatmak, bir masal kervanı…

Zamanımın olmadığını, yeterince masal bilmediğimi öne sürerek bu tohumun filizlenmesi için uygun şartları gözetmedim. Şubat ayının başında, doğduğum topraklarda sosyal medyada bana ilham veren bir fotoğrafla karşılaştığımda betonu delip çıkan bir çiçek gibi niyetim de bir anda filizlendi. Moldovalı kadınlar, karlarla kaplı bir bölgede kuru bir ağacın etrafında el ele tutuşup çember kurmuş şarkı söyleyerek (şarkı söylemelerini ben hayal ettim) ağacı, baharın gelişi için cesaretlendiriyordu. Ben de içinde olduğum topluluğun, hayat hikâyemdeki kahramanların, biriktirdiğim masalların etrafımda bir çember oluşturup beni bu yolculuk için cesaretlendirdiğini hissettim. 

Baharın gelişini haberci Tanrı Abraxas ile duyurmak, insanları cesaretlendirmek için masal kervanı, 5 Şubat 2016’da hayata gözlerimi açtığım Silifke’den yola çıktı. Mersin, Adana, Denizli, Antalya, Isparta ile devam etti. Sonra Konya (25 Şubat-Cafe Dante), Ankara (28 Şubat-Haymatlos Cafe), Eskişehir (3 Mart-Kıraathane), Bursa (5 Mart-At Cafe), Çanakkale (8 Mart-Mahal), İstanbul (10 Mart Moda Naboo Cafe) ve İzmir’de kervan ilk turunu tamamlayacak. Bu yolculuğa dair etkinlik duyurularını ve paylaşımları Abraxas Hikâye Anlatıcısı Facebook ve blog adresinden paylaşıyor olacağım.
 

Masal kervanı ile yolculuğumda her bir durakta kervana yeni hikâyeler katıyorum. Anlattığım mekânlardan,  yolculukta tanıştığım insanların hikâyelerinden yeni şeyler öğreniyorum. Mesela Denizli’deki etkinlikte anlattığım sahnenin arkasında yazılı olan “sareban” kelimesi ile tanıştım. O mekânda canlı müzik yapan grubun adıymış. Sevdiğim bir Farsça şarkıda da geçiyordu. Anlamını bilmiyordum. Farsçada kervanın başını çeken kişiye deniyormuş. O anda masal kervanın doğru yerde olduğunu anladım. Ben bir hayal tohumuyla başlayan bu kervanı hayata geçirirken herkesin kendi hayat yolculuğunun “sareban”ı olmasını diliyorum.
*Adını anlatıcı arkadaşım Beyza Akyüz (Şifahen Masallar) koydu. Onun da kulağını sevgiyle çınlatmak isterim.

* Bu söyleşi 27 Şubat 2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.

25 Şubat 2016 Perşembe

Demini fazla almış metinler

 
Bazen bir hikâye okumaya başlıyorum. Bir his geliyor yakama yapışıyor, tanımlayamadığım, rahatsız edici bir his. Sıkıcı, kötü, yetersiz metinler değil bahsettiğim, anlatı akıp gidiyor. Yarım bırakma arzusu da taşımıyorum. Görünüşte her şey yerli yerinde, kusursuz, fazlalık yok ancak okuma bittiğinde doğal ve sıcak olmadığını hissediyorum, yapay bir tat kalıyor damağımda ama nereye kulp takacağımı da bulamıyorum. Yeniden okuduğumda sonuç değişmiyor.
Uzun süre bunun nedenini anlayamadım. Şimdi biliyorum. Okur olarak metnin içine burnumu sokmak, yazarın metne serpiştirdiği arketipleri bulmak istiyorum. Kişisel bir merakla hayatına dair ipuçlarını açığa çıkartmak ve bir portre çizmek değil amacım. Nerede durduğunu sezmek, günlük hayatta yanından geçip giderken çok da önemsemediğim detayların metnin içinde dillendirildiğini gördüğümde "Hah, işte bu!" diyebilmek, bir duygudaşlık hissetmek, yalnız olmadığımı görmek, kendimi sorgulamak, sorularıma cevap bulmak, ya da yeni sorular sormak, anlamak ve anlamlandırmak istediğim için yapıyorum bunu. Çoktandır aynada kendime bakmayı unuttuğum için metnin gözeneklerinden insanlık hâllerini görmeye çalışıyorum. Oysa buna hiç geçit vermeyen yazarlar var, yazdıkları öyle çalışılmış, rafine ve demli ki, içine girip şahsi bir şeyler sezmeme, düşünmeme olanak tanımıyor.
Zayıflıklarını göstermekten kaçınmayan, mükemmel olmayı zerrece önemsemeyen, bildiğini okuyan yazarları daha çok seviyorum, galiba. Arada birkaç fazla kelime, aksayan bir cümle bulduğumda Bay/Bayan Kusursuz olma takıntısını aşmış, oturma odasına girmeme izin veren bir yazarla karşılaştığımı hissediyorum. Bir fincan kahve ikram ediyor bana. Kulağıma fısıldıyor.
Vakitlerden bir ayna vakti
Vakitlerden yüz yüze gelme ve yüzleşme vakti
Ne güzel bir aynanın içinden çıkageldiniz
Kaç türlü girilir aynalardan içeri
Kaç türlü girilir anılardan içeri



24 Şubat 2016 Çarşamba

BUNLARI UNUTMAYIN


Stephen May'den Öykü Üzerine Tavsiyeler
1- Kısa öykü, sırf daha kısa olduğu için romandan daha kolay değildir.
2- Okulda öğrendiğiniz kısa öykünün giriş, gelişme, sonuç bölümü olmalıdır bilgisi, hâlâ geçerli.
3- Öykünüzü sonuna en yakın yerden başlayın.
4- Kısa öykü, duygulara yapılan yolculuğu anlatır. Bu yolculuk, öykünün karakterlerinde değişime yol açmalıdır.
5- Girişle ilgili karar veremiyorsanız diyalogla başlayın: aracısız ve tempolu bir başlangıç olur.
6- Öykünüze beklenmedik bir son yazmaya hiç gerek yok. Okuru buruk bir gülümseme ya da içinde bir sızıyla bırakmak, onu zekânızla büyülemeye çalışmaktan daha iyidir.
7- Kısa öykü yarışmalarına, çeşitli açılardan araştırma yaptıktan sonra başvurun.
8- Öykünüzü postalayacağınız ilk adres çekmeceniz olmalı. Bir süre demlenmeye bırakın.
9- Karakterlerin geçmişine ilişkin lüzumundan fazla bilgi vermekten sakının. Siz onlarla ilgili her şeyi bilmek isteyebilirsiniz, ama okurun böyle bir talebi olmaz.
10- Eski ustalardan olduğu kadar çağdaş yazarlardan da öğrenin. Kate Atkinson, Ian McEwan, A.L. Kennedy, Nicholas Royle, Alison Macleod ve Tessa Hadley ile başlayabilirsiniz.  
 
Kaynak: Yaratıcı Yazarlık Stephen May
               Optimist Kitap
               Çeviren Figen Yanık
 

20 Şubat 2016 Cumartesi

DERİNLİKLİ KARAKTERLER YARAT


Gail Godwin'den karakter yaratma becerilerini geliştirmek için yazı egzersizleri
*Tutkuyla hissettiğiniz bir şey düşünün. Tutkuyla taraf ya da karşı olduğunuz. Aynı şekilde hisseden bir karakter yaratın ve bu insanın bakış açısından sabah yataktan kalkmasını anlatan 300 sözcük yazın.
*Tam tersini düşünen bir karakter hayal edin. Aynı derece tutkuyla. Bu insanın bakış açısından, gece uyumaya giderkenki haliyle 300 sözcük yazın.
*Mektup yazarının sizinle tanışmasını anlatacağı bir mektup yazın. Mektup yazarı sizden hoşlanmıyor. Sonra da mektup yazarının sizden hoşlandığı bir mektup yazın.
Bu alıştırma, size, dışarıdan görünüyor olabileceğiniz farklı açılardan bakmanızı sağlayacaktır. Ayrıca bu, birkaç insan yaratmanızı da gerektirir: mektup yazarı ya da yazarları, kendiniz ya da alıcıları. (Henry James'in "Bir Yığın Mektup" adlı öyküsünde bir Fransız pansiyonunda kalan birçok pansiyoner eve mektup yazıyordu, mektuplarda orada kalan öteki insanlardan söz ediyorlardı. Betimleme çalışanlara, bu öyküyü kesinlikle tavsiye ederim.)
*Bir karakter hakkında kısa ve açıklayıcı bir sahne yazın ve hiç sıfat kullanmayın. Böyle başka bir sahne yazın ve hiç zarf kullanmayın.
Bu alıştırma sizi, konunuzu daha yakından incelemeye zorlar. Çok fazla sıfat, genellikle tembel yazarın, karakterin ruhuna bir göz atmaktan kaçınmasının yoludur. Çok fazla zarf, genellikle tembel yazarın, kararlı eylemden kaçınmasının yoludur.

18 Şubat 2016 Perşembe

HİKÂYE ANLATICISI

 
Hava güneşli. Arabanın içinde üç çocukla yola koyuluyoruz. Sinemaya gideceğiz, İyi Bir Dinozor filmine. Bir arkadaşım tavsiye etmiş. Laf lafı açıyor, bellek daldan dala atlıyor.
Nereden geldiyse Rengini Arayan Pudra geliyor aklıma. Anlatmaya başlıyorum. Deniz araya giriyor.
"Ben anlatacağım anne."
Kaldığım yerden devam ediyor. Kendi komik bulduğu yerlere vurgu yaparak anlatmayı sürdürüyor. İçindeki hikâye anlatıcısı canlı henüz. Anlatması bitince arkasına yaslanıyor. Sessizce gelecek tepkileri bekliyor. Kitabı özetledin, diyor biri. Diğeri destekliyor "Evet, evet yaptığın bu, özetledin!"
Deniz kızgın. Kaşlarını çatıyor. Benden medet umuyor.
"Özetlemedim değil mi, anne? Hikâye anlattım."

9 Şubat 2016 Salı

DEKALOG

1
Kendine Tanrı gibi bir usta bul: Poe, Maupassant, Kipling, Çehov.
2
Kendi sanatının zirvesine asla erişemeyeceğini iyice belle. Sanatının ehli olma hayalleri kurma. Zaten bir gün mümkün olursa, sen farkında olmadan olacak.
3
Taklitten olabildiğince sakın; etkileme ancak çok güçlüyse taklit et. Her şeyden önemlisi, kişiliğin gelişimi uzun bir sabır gerektirir.
4
Başarılı olma yeteneğine körü körüne inanma. Bunun yerine, arzularını harekete geçiren şevkine sıkı sıkı sarıl. Sanatını bütün kalbinle kız arkadaşın gibi sev.
5
İlk sözcüğün gideceği yeri bilmeden yazmaya koyulma. İyi işlenmiş bir öyküde, ilk üç satır en az son üç satır kadar önemlidir.
6
Tam tamına şu durumu ifade etmek istiyorsan, "Nehirden serin bir yel esiyordu", dilde sadece o durumu ifade edebilecek sözler kullan. Kendi sözünü bulduğunda, ünlü ya da ünsüz yinelemelerini dert etme.
7
İlla gerekmiyorsa sıfat kullanma. Zayıf bir isme istediğin kadar renkli kuyruk tak nafile. İlla da sıfat kullanman gerekiyorsa, eşi benzeri olmayan tek bir sıfat kullan. Ama bunu bulmak için de uğraşmak gerekir.
8
Karakterlerinin elinden tut ve öykünün sonuna kadar bırakma; onları yalnızca kurguladığın biçimde gör. Yapamayacakları ya da kâle almadıkları şeylere takılıp dikkatini dağıtma. Okuru taciz etme. Öykü işlenmiş mıcır taşlarından oluşan bir romandır. Bu mutlak gerçeği aklından çıkarma- her ne kadar mutlak gerçeği aklından çıkarma- her ne kadar mutlak olmasa da.
9
Duyguların etkisi altında yazma. Bırak o anda ölsünler, sonra geri çağırırsın. Daha sonra eskiden oldukları gibi diriltebilirsen, sanatta yolun yarısını kat etmişsindir demektir.
10
Yazarken arkadaşlarını düşünme, öykü basıldıktan sonra da düşünme. Sanki öykün, senin de aralarında olabileceğin küçük bir odayı dolduran karakterlerinden başka kimsenin ilgisini çekmeyecekmiş gibi anlat. Hayattan bir öykü çıkarmanın yolu yok.

Horacio Quiroga

Horacio Quiroga (1878-1937) Uraguay doğumlu roman, ısa öykü ve şiir yazarı. Hayatının büyük bölümünü Arjantin Buenos Aires'te geçirdi. Gazetecilik ve kısa süreler öğretmenlikle sulh hâkimliği yaptı. Edgar Allan Poe ve Guy de Maupassant'ın yapıtlarından etkilendi. Yazdıklarında doğayla ilişkili korku, hastalık, acı gibi temaları işledi. Kansere yakalandı, yatırıldığı hastanede siyanür içerek intihar etti. Türkçedekiyapıtları: Koca Orman Masalları (Varlık, 1963), Sevimli Geyik (Oda, 1993), Vızvız Arı (Oda 1991)

Kaynak: Notos Öykü sayı 51
İspanyolcadan çeviren Işık Canipek

3 Şubat 2016 Çarşamba

ÖYKÜCÜLERE SORDUM:2

Edebiyat üzerinden akrabalık kurduğunuz bir şairin en sevdiğiniz şiirinden iki ya da üç dizeyi bizimle paylaşır mısınız?

Aysun Kara'nın seçtiğidir:
Şiir bizim eski suç ortağımız
biz ne işlediysek onunla işledik.
Gülten Akın/ Şiir

Esra Özdemir'in seçtiğidir:
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşça başça ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Edgar Allan Poe/ Annabel Lee

Hakkı İnanç'ın seçtiğidir:
Şarkı söyler öğlen ey üzünç!.. ve bu çığlıkla muştulanır tansık:
ey tansık! Ve yeterli değildir gözyaşları içinde gülmek...
Peki öyleyse nedir, ya nedir bu her şeydeki ansız eksiklik?..
St. John Perse/ Sözcükler Denizi

Mehmet Fırat Pürselim'in seçtiğidir:
yok başka bir cehennem
yaşıyorsun işte
Behçet Aysan/ Sesler ve Küller

Onur Çalı'nın seçtiğidir:
O zamanlar öyle yaralıydım ki
bunu yalnızca bir hayvan anlayabilirdi.
Haydar Ergülen/ Keder Gibi Ödünç

Özgür Çakır'ın seçtiğidir:
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu
Her şey naylondandı o kadar
Turgut Uyar/ Geyikli Gece

Suzan Bilgen Özgün'ün seçtiğidir:
Bakma belirsiz bir şeyler
özlediğime
Bildiğimden değil
Senin gerçeğin hem eski
hem güzel
Turgut Uyar/ Eski Akşamlara Dönüş

Tunç Kurt'un seçtiğidir:
hepimiz tanrı kaldık
kimse mutluyum demesin
Edip Cansever/ Tragedyalar

Türker Ayyıldız'ın seçtiğidir:
Ama ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın
Cemal Süreya/ Üstü Kalsın

Zeynep Sönmez'in seçtiğidir:
Ben yeni bir çocuk oldum elmalar asılı her yerimde
Uzun yaz dallarda kendine bir şeyler ekler
Ergin Günce/ Geri Dönen Uzun Yaz

Meraklıları için bir küçük not. Benim de bir cevabım var!
Ruhi Bey de benden çiçek alırdı
nedense benden alırdı
çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım.
Edip Cansever/ Bir Çiçek Sergicisi Der ki

1 Şubat 2016 Pazartesi

NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (20)


 
                                          GECİKMİŞ BİR TEŞEKKÜR
 
Çocukken ablamla altlı üstlü ranzada yatardık ve annemden dinlediğimiz masalları birbirimize anlatarak uykuya dalardık. Bir süre sonra masallar birbirini tekrar etmeye başlayınca ben de kafamdan uydurduklarımı anlatır oldum. Masalı çok uzatınca ya da prens tarafından kurtarılması gereken prenses kurda yem olunca; birinci sınıfa giden ablam, anlattıklarımdan şüphelenmeye başladı. Anlattıklarımı uydurup uydurmadığımı sorar oldu. Her seferinde, “Sen okuldayken annemden dinledim,” diyerek ikna ettim onu.

 

Görünmez arkadaşlara ve yatağın altında gizlenip ayağımı kapmaya çalışan kurtlara inanıyordum. Fatih Ormanı’nın kenarına kurulmuş Orman İşletmesi’nde yaşıyorduk ve kurt olmasa da aç kalan çakal ve gelincikler zaman zaman evlerimize kadar sokuluyordu. Onlar içeri girmiyordu ama içime giren kurt bana masallar anlatıyordu.
 
Annem ablamı ders çalıştırırken, tepelerinde dura dura okumayı ve yazmayı öğrendim. Evde canım çok sıkıldığından okula gitmek istedim. Parmak çocuk kadardım. Müdür, “Bir iki gelsin sıkılır bırakır,” deyince, kayıtsız kuyutsuz takılmaya başladım. ‘Ali topu at’ ‘Oya topu tut’ ‘Ayşe ekmek al’ ‘Hasan bayrak as’ gibi emirlerin hiçbirini defterime yazmadım. “Ben, Ali, Oya, Ayşe, Hasan falan değilim, onlar yazsın,” dedim, arkadaşlarımı da örgütledim. Öğretmen komşumuzdu kucağında uyuduğum bile olmuştu; sınıfta çıkarttığım isyanı, “Bundan sonra herkes kendi adıyla yazacak fişleri,” diyerek çabuk bastırdı. Okuldan da sıkıldım, baktım hep aynı terane, “Ben gitmekten vazgeçtim,” dedim. Ama geç kalmıştım göğsüme kirazı iliştirmişlerdi bile. Teneffüslerde Uzay Yolu oynamak, derste pencereden yangın söndürme gemilerinin su fışkırtmasını izlemek, çıkışlarda leblebi tozuyla boğulayazmak olmasa; çekilir dert değildi.
 
Orta bir falan olmalı, öğretmen çocuğu bir arkadaşımız ödül mü almış, şiiri mi beğenilmiş ne; hoca tahtaya çıkarttı, şiirini okutup bize de alkışlattı. O zaman dedim ki, “Valla kıyak iş alkış falan, ben de yazayım iki satır, kızların ilgisini çekeyim.” Koyunlu moyunlu bir şey yazdım ilkin, kızlar ilgilenmedi tabii. Ama benim hoşuma gitti. Çocuk parkında geçen yaşanmış bir hikâyeydi ikincisi, salıncaklar falan çarpışıyordu. Natüralist ve Realist takılıyordum yani ilk zamanlar. Sonra sonra Romantik dönemim başlar. Çok âşık oluyordum ve çok yazıyordum. Zaman zaman işe de yarıyordu. Okulda şair diye biliniyordum.    
 
Uzun edebiyat sohbetleri yapıp, Nazım’ın kitaplarını veren çok şey öğrendiğim edebiyat hocalarım da oldu, kompozisyonlarıma sürekli 5 – 6 verip beni çileden çıkartan, en sonunda “Siz edebiyattan anlamıyorsunuz!” diye isyan ettiklerim de. Bu arada şiir dışında kısa hikâyeler, denemeler de yazmaya başladım. Okul dergisinin editörlüğüne getirilince, bir iki gazetede dergide yazılarım da çıkmaya başlayınca, ‘Tamam yazar oluyorum,’ diye düşündüm ama olabilmem için bir yaşadığım kadar daha yaşamam gerekti.
 
Hukuk fakültesinde, bitmeyen uzun dersler sırasında kalın kitapların arasında gizli saklı çok kitap bitirdim. Bu arada öğrendim okuma oburluğundan kurtulup gurme okur olmayı. Daktiloyla yazıp, fotokopiyle çoğaltıp, Artvin’e Adana’ya bile gönderdiğimiz bir de dergi çıkarttık. (Kime Ne’nin sadece dört beş sayı çıkabildiğinden aslında kime ne?) Kafamda öykü dolaştırmaya başlamam da bu döneme rastlar. Senelerce öyküleri etrafımdakilere anlattım ama yazamadım, ufak ufak notlar aldım, bir iki denedim ama olmadı. Kim bilir, belki de o zamandan kalmadır, öyküleri senelerce kafamda tutmadan, kâğıda dökememem.
 

Askerliğim bir uzun mektup gibi geçti… Sadece bana ait olan yazıcı bürosunda, radyo dinleyip, kütüphanede bulduğum Yaşar Kemalleri Ataol Behramoğlularını okudum. İnsanları tanımayı, daktilo tamir etmeyi bir de sayfalar dolusu mektup yazmayı öğrendim.   

 

Döndükten sonra… gündüzleri hukuk dilekçeleri yazdım, akşamları öykü; gündüzleri boşanma dilekçeleri yazdım, akşamları sonu mutsuz biten aşk hikâyeleri, gündüzleri cinayet davalarına tahliye dilekçeleri yazdım, akşamları ON HİKÂYE ON ÖLÜM’ü. Bir – bir buçuk yılda on öykülük ilk dosyamı tamamladım. Hem şiir dosyamı hem de öykü dosyamı iki ayrı yarışmaya gönderdim. Tesadüfen ikisinin de ödül töreni aynı güne denk geldi, ben ikisini de kazanacağımdan emindim, hangisine gideceğime karar veremiyordum. Tepebaşı Tüyap’daki öykününkine gittim. İkisini de kazanamadım. Fuarda şiirin jüri üyelerinden birini gördüm, dosyamda neyin eksik olduğunu sordum, dosyamın eline geçmediğini söyledi. Şairliği kıvıramadığıma karar verip bıraktım, sonra da arkama dönüp ilk göz ağrıma bakmadım.
 
 

 

Öykü dosyamı yayınevlerine göndermeye karar verdim. Aynı anda iki üç büyük yayınevine birden gönderdim. İlk gelen cevap mektuptu, beni yerin dibine sokup çıkarttıktan sonra, sen bu işleri bırak, diyordu. O gün yazmayı bırakmaya karar verdim. İkincisi telefondu, yayınevine çağırıyordu. Görüşmeye gittiğimde, öykü dosyasını basamayacaklarını ama en uzun öyküyü romana çevirebilirsem yayınlayacaklarını söylediler. Ben romanlaştıramadım zaten bir süre sonra da yayınevi kapandı. (Bu öykü Emanetimdeki Hayatlar romanımda olayları başlatan Hüzün Yüklü Gözler’di.) Son gelen telefon, dosyayı basacaklarını, üzerinde birlikte çalışacağımızı ama sekiz ay bekleyip bekleyemeyeceğimi soruyordu. “Sorun değil, bir yıl bile beklerim,” dedim. O gün, ne olursa olsun yazıda direnmeye karar verdim. Ekonomik kriz patladığından dosyam basılmadı zaten kriz o yayınevini de patlattı. Ben ilk kitabımı görmek için on yıl bekledim. Bana telefon açan kişiyse Metin Kaçan’dı. O telefon olmasaydı, yazıya küslüğümün devam edeceğini ve belki de bir daha hiç yazmayacağımı bilemedi.

 

Yukarılarda bir yerlerde, gökyüzünün afili filintalarıyla racon kesip, zar atarken arada aşağılara da bakıyorsa, umarım teşekkür ettiğimi de duyuyordur, çünkü ona teşekkür etmeye hiç fırsatım olmadı. 

 
MEHMET FIRAT PÜRSELİM