30 Nisan 2017 Pazar

ÜTOPYA

Ütopya ufuk çizgisinde duruyor. Ona iki adım yaklaştığımda, iki adım geri çekiliyor. Eğer on adım ilerlersem, hemen on adım öne geçiyor. Ne kadar uzağa gidersem gideyim ona erişemiyorum. Peki o zaman ütopyanın amacı ne? Amacı şu: Bizi harekete geçiriyor.
Eduardo Galeano, Occupy This Book

29 Nisan 2017 Cumartesi

YANDIRMA

Baharın gelmesiyle geçen sene bir heves başlayıp ihmal ettiğimiz hobi bahçesine devam etme, yakından ilgilenme kararı aldık. Toprakla uğraşmak bizim gibi teoriği bol, pratiği az kimseler için hiç de kolay değil. Toprak sert, işlemesi zor. El birliği ve komşu desteğiyle kazıyor, suluyoruz. İki gün güneşe bırak pazar günü ekersin, diyor bizden daha deneyimli bahçe komşumuz.
Eve gelince öğreniyorum yöntemin adını. Bilgi kaynağım, Murathan Mungan.
Canım uzun soluklu bir şey okumak istemediğinde, Murathan Mungan'ın fragmantal yazı olarak tanımladığı, keyifle okuduğum 189 Sayfa ve 227 Sayfa'dan rastgele bir sayfa açmak, okumak ve üzerine düşünmek hoşuma gidiyor. Dün gece de olan buydu. Rastgele bir sayfa açtım, okudum.
Yandırma
Nezihe Meriç "Yandırma" öyküsünde şöyle yazar:
"Beyaz kağıda önce, 'yandırma' yazıyorum. Egeli bahçıvanlardan bir deyim bu. Çapalanacak yerleri bir güzel çapalar, dört beş gün kızgın güneşe bırakırsın. Toprak yanar ki yanar. Kurur, çatlar, güzelim esmer rengi değişip bozlaşır. Derken suyu bir boca eder, bir foşurdatıp göllendirirsin. Uuf! Haftasına varmadan topraktan yaprak fışkırır, çiçek açar elini değdirdiğin her yer."
Bazen yazarlar, bir deyişten, bir kavramdan, bir terimden ad beğenirler yapıtlarına; böylelikle o sönük, gövdelendiği metin üzerinde "metafor" değeri kazanır. "Yandırma"  örneğinde olduğu gibi, seçilen söz çoğu kez yaygın  okura yabancı bir deyiştir. Ancak okuyunca anlaşılacak, içeriği kuşatan bir durumun işareti, göndermesi olacaktır.
Böyle düşünüldüğünde, Türkçede çoğu yerel deyişlerden alınma bir dolu yapıt adı bulunabilir.
İlk ağızda Abbas Sayar'ın Yılkı Atı geliyor aklıma. Yılkıya bırakmak, yılkıya bırakılmak deyişinden alınma bir söz. Artık işe yaramayacağı anlaşılan atları ölüme terk etmeye işaret ediyor. Seçilen sözcüğü ya da deyişin ne anlama geldiğini bildiğimizde, metin konu edindiği durum, içerdiği olulat anlam ve derinlik kazanıyor. İyi bir taramayla bu çeşit örnekler çoğaltılıp uzun bir yazıya konu edilemez mi. Edebiyatta metaforlaştırma eğilimi ile alımlama işleyişi arasında bu düzlemde bir ilişki kurulamaz mı?
                                                              ***
Doğa ve edebiyat... Elimizi hiç bırakmasın istediğimiz iyi birer öğretmen gibiler.

28 Nisan 2017 Cuma

Bozcaada'da mevsim kadar sıcak öpücükler

Lodos Çarpması'nda yer alan, Bozcaada'yı kendisine mesken tutan Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler öyküsünün hikâyesi, adanın tek basılı dergisi Mendirek'in yeni sayısında (sayı 18 Nisan-Mayıs 2017) yer aldı. 
Mustafa Dermanlı'ya teşekkürlerimle...


27 Nisan 2017 Perşembe

Deniz'in sevdiği şehirler: Belgrad

Çocukken en sevdiğim şeylerden biri, resimli dünya atlasının sayfalarını açmak ve orada kaybolmaktı. Bana hiç benzemeyen insanları, daha önce görmediğim hayvanları incelerken büyülenirdim. Atlasın sayfaları arasından dünya beni çağırırdı, büyük, renkli, davetkar... İçimdeki ilk gezme arzusunun bu atlasla uyandığına eminim. 
Coğrafi haritaları sevmezdim, birbirine karışan kahverengiler, yeşiller kafamı karıştırırdı. Siyasi haritaya bakmak daha çok hoşuma giderdi. Bir şehrin, ya da ülkenin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmekti, beni rahatlatan. Sınırlar sayesinde tam olarak gitmek istediğim yere parmağımın ucunu koyabilir ve oralarda gezinebilirdim. Gözlerimi kapatmam yeterliydi. Uçsuz bucaksız stepler, sular içindeki pirinç tarlaları, ren geyiklerinin gezindiği Laponya, aslanların, kaplanların, fillerin tüm heybetiyle yürüdüğü Afrika çölleri...
Sonra bir okul gezisi çıktı karşıma. Allem ettim, kallem ettim, kendimi o tura yazdırmayı başardım. Annemin aklı çıkmış, Kapıkule'de bekleyeceğim kızımı, demiş ne gam! Ben çok mutluydum. İki hafta 7 ülke, 8 şehir (aklımda kaldığı kadarıyla), bir gece otobüs, bir gece otel, binlerce kilometre yol. Gezinin ilk durağı, Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'dı. Kalemegdan hayal meyal aklımda bir de Yugoslavya'dan İtalya'ya doğru giderken gördüğüm şahane doğa... Şimdilerde Sırbistan'ın başkenti Belgrad. Haritalar, üzerinde yaşayanlar itiraz etse de etmese de değişiyor. Aradan geçen yirmi altı yılda ben de değiştim. Hızlı gezilerden yana değilim artık. Tek şehre gitmek ve orada en az 4-5 gün geçirmek istiyorum. İstediğim sıklıkta seyahat ettiğimi söyleyemem ancak Deniz büyüdü ve bu yaz her bisiklet turumuz dönüşü tırmanmak zorunda kaldığı dik yokuş nedeniyle bacakları çok daha güçlü. Eskiye nazaran daha uzun yürüyor ve daha az yoruldum, diyor. Bundan aldığım cesaretle kısa bir sonbahar gezisi planladım. Ve kızımla yirmi altı yıl önce birkaç saatimi geçirdiğim Belgrad'a gittim. 


Sonbaharın Belgrad'a yakışacağından çok emindim. Yanılmamışım. Havaalanından şehir merkezine doğru giderken otobanın sağında solunda yer alan ağaçlar güzün tüm renklerini taşıyordu. İstanbul'un bina manzaralı yollarından sonra, çok da iyi geldi. Otobüsle şehrin en merkezi meydanı Trige Republic'e kolayca vardık.  Otele doğru yürürken, Deniz bulduğu çınar yapraklarını yüzüne tutmakla meşguldü. Neredeyse kafası büyüklüğündeki yaprakları kuş gözlemi yapabilmek için toplayan Deniz birkaç saat sonra sokakta leziz Sırbistan hamburgeri yerken kentteki güvercin ve serçelerin insanlardan korkmadan masaların üzerindeki kırıntıları özgürce yediğini ve yaprakların ardına saklanmadan da onları izleyebileceğini öğrenecekti.


Daha uçak biletlerini alırken, bu geziyi, Deniz'in temposunda yapmaya, onun keyif alacağı etkinliklerle doldurmaya kararlıydım. Öyle de oldu. Her gün Kalemegdan'a uğradık. Gezinti trenine bindik, Dinopark'ta oynadık, Hayvanat Bahçesini gezdik. Sokak satıcılarından patlamış mısır aldık. Leziz köfteler ve krepler yedik. Ağır ağır yürüdük. Yorulduğumuzda tramvaya atlayıp ring sefer yaparak kenti tanımaya çalıştık. Yayaya kapalı Knez Mihailova'da sokak müzisyenlerini dinledik. Hediyelik eşyalara baktık. Dillerini anlamasak da kitapçılara girdik. Ben Türk Edebiyatı'ndan hangi yazar, hangi kitap çevrilmiş anlamaya çalışırken (Masumiyet Müzesi/ Orhan Pamuk ve İki Kızkardeş/ Perihan Mağden), Deniz kendi kitaplığından tanıdık kapaklar buldu: Cömert Ağaç, Eksik Parça, Eksik Parça Büyük O İle Karşılaşıyor, Küçük Prens.



Alışveriş merkezine bile gittik. Deniz orada iclay ile kendi küçük kedicik heykelini yaptı. Basit İngilizce komutlar duydu: roll a ball. Hamuru hiç durmadan yuvarlamak bir süre sonra ona sıkıcı gelse de, mor kediciğini eline aldığında ondan mutlusu yoktu. 
Çanakkale hızlı bir kent değil, kabul ediyorum ama yine de günlük hayhuyun içinde yavaşlamayı, birbirimizi dinlemeyi unutuyoruz bazen. O yüzden kısa bir Belgrad molası bana iyi geldi. Yemyeşil doğası, hemen her kilisenin/turistik yapının yakınlarında yer alan büyük çocuk parkları ve birbirinden leziz yemekleriyle Deniz'in en sevdiği şehir ünvanını da aldı. 

14 Nisan 2017 Cuma

KİTAPLAR ADASI

Sadık Aslankara 2 Şubat 2017 tarihinde Cumhuriyet Kitap'taki Kitaplar Adası köşesinde Lodos Çarpması'na değindi.


Tuğba Gürbüz, bir ilk kitapla çıkıyor karşımıza: Lodos Çarpması (Notabene 2015). Kimi sözcük seçimi tökezlemelerine karşın bir ilk öykü kitabı için yüksek düzeyli bir çıkış denebilir yazar adına. 
Bir öyküsünde anlatıcısına şöyle dedirtiyor nitekim: "Hikâyenin kısa zamanda okuru içine çekmesini, kelimeleri tasarruflu kullanmasını, aritmetiğini, hiçbir fazlalığa, hantallığa izin vermeyen yapısını yeni yeni seviyorum" (31). Öyküde kalıcı adlardan olmaya aday gördüğüm Tuğba Gürbüz'ün, bu doğrultuda onun peşini bırakmaması zorunlu ama. Yazar salmazsa kendisini öykü de onu bırakacaktır kesinlikle. 

13 Nisan 2017 Perşembe

BALIK TUTMA DERSİ(*)

Amerikalı doğabilimci John Burroughs "Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz. Fakat sevgi önce gelirse bilgi kesinlikle arkasından gelecektir," diyor. Çocuklarımızı üzerinde yaşadığımız gezegene saygı duyan bireyler olarak yetiştirebilmek için biz ebeveynlerin öncelikli görevi, erken dönemde doğa sevgisi verebilmek. Onların minik omuzlarına taşıyabileceklerinden fazla yük ve korku bindirmeden, doğayla oyun arkadaşı olmalarını sağlamak, bu yolda atacağımız ilk adım. İkinci adım ise doğayla ve yaşadığımız çevreyle uyumlu, sürdürülebilir yaşam tarzı benimsemeleri için doğru rol modelleri sunan çocuk kitapları seçmek. Bu amaçla biz bir diziye başladık. Çocuklara çevre bilinci aşılayan, farklılıklarımızla bir arada yaşamanın mümkün olduğunu gösteren kitapları derlemeye karar verdik. Bildiğimiz kitapları anımsamaya, bilmediklerimizle tanışmaya, tanıtmaya niyet ettik.


Ekonomik ve siyasi krizler, artan döviz kurları, işsizlik, terör sorunları, göç dalgaları, doğa katliamları, hallaç pamuğuna dönmüş eğitim sistemi... Saatlik, günlük, mevsimlik kötü haberler sağanağı altında yaşıyoruz. Her an tetikteyiz. Gevşemeye, düşünmeye, içimize dönmeye ve asıl ihtiyaç duyduğumuz anlam arayışlarına yönelmeye bir türlü sıra gelmiyor. Bu arada daha fazlanın daha iyi kabul edildiği bir dünyada yaşıyor, biriktiriyor ve tüketiyoruz.
Daha büyük evlerde oturmak, daha lüks arabalar kullanmak, daha çok eşya alabilmek için daha çok çalışıyor, daha çok para kazanıyor ve daha çok para harcıyoruz. Bu döngü bize mutluluk yerine stres getiriyor.
Alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp kendimize limitler koyduğumuzda, en gerekli olanı seçerek günlük rutinlerimizi basitleştirdiğimizde, gerçekten ihtiyaç duyduklarımızla yetindiğimizde daha iyi ve anlamlı bir hayat sürmemiz mümkün mü? Heinrich Böll'ün ünlü İş Etiğinin Çöküşü Üzerine Bir Anekdot isimli kısa öyküsünden uyarlanan Balık Tutma Dersi bu soruların cevabını veriyor.
Hikâyeyi hep birlikte anımsayalım. Batı kıyılarında bir limanda gezinti yapan turist, kayığında uyuklayan balıkçıyı görür. Bu güzel havada avlanmak yerine neden uyukladığını merak eder. Balıkçı ihtiyacı kadar balık ve ıstakoz avladığı için kıyıya döndüğünü açıklasa da turist, balıkçının azla yetinmesini kabullenemez. Günde bir kez yerine iki, üç ya da dört kez avlanmaya çıkarsa neler olabileceğini açıklamaya koyulur. İkinci bir kayık, motorlu tekneler, soğuk hava deposu, balık restoranı, füme balık tesisi, konserve balık fabrikası, Paris'e canlı ıstakoz ihracatı... Turist, burada duraklar. Hayalleri sona ermiş gibidir.
Sınırlı kaynaklara hırsla saldırmayan, yalnızca ihtiyacı kadar avlanan, azla yetindiği için kendisine zaman ayırabilen,  yaşadığı ânın tadını çıkaran balıkçı ve günün birinde çalışmak zorunda kalmamak için çok çalışmanın bir erdem olduğuna inanan turistin karşılaşma hikâyesi üzerinden kurgulanan Balık Tutma Dersi bize başka türlü bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor ve bizi sürdürülebilir yaşam, gönüllü sadelik kavramları ile tanıştırıyor. 

Metin Heinrich Böll
Uyarlayan Bernard Friot
Resimleyen Emile Bravo
Türkçeleştiren Figen Müge Erel
Desen Yayınları
40 sayfa
Her yaş 

*Bu yazı 8/4/2017 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır. 




3 Nisan 2017 Pazartesi

OKUR SELAMLARI

Kendisini gogıllayan öykücüden ön açıklama: Goodreads ve bazı sanal kitap satış mağazalarında rastladıklarımdır:

Bir ilk kitap olarak güzel. 
17 kısa öykü var. Sevdiklerim: Anı Toplayıcısı, Unutmadım, Eşik, Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler
Bir hikâye anlattıklarını daha çok sevdim. İç ses ve betimlelemelerle olanlar da güzel ama bende bir heyecan yaratmadı. 
"Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler" en sevdiğim oldu. 
                                                        ***

Lodos gibi sersemletici 
Duygu yoğunluğu yüksek, empati yeteneği kuvvetli bir yazar. İlk kitap için çok başarılı denebilir. Kulağı tırmalamayan, etkili bir Türkçe. Son Ezidi, Anı Toplayıcı favorilerimden. 
                                                       ***

Kısa hikâyelerden oluşan bir kitap. Alınabilir, okunabilir. Türk hikâyeciliği için kazanç olacaktır.
                                                       ***
Notabene'den yayımlanan "Lodos Çapması" Tuğba Gürbüz'ün ilk kitabı. Yazarın "Kurmacabiyografiler" isimli bir bloğu da var. Kitaptaki Öyküler inanılmaz çarpıcı ismiyle müsemma☺️Öykülerin başlangıç cümleleri öyle güçlü ki gel beni oku diyor... "Unutmadım.Bir türlü olmadı" Unutmadım öyküsünden Syf 31 "Derdin ne senin?" Gitmezdi O Zaman öyküsünden Syf 33 "Son kadehi içmeseydim iyiydi" Kremalı Patates öyküsünden Syf 37 Hemen hemen tüm öyküler böyle merak uyandıran cümlelerle başlıyor.Ve devamında insanı çarpıyor☺️Ben çok sevdim. Tadımlık... “Babam geri geldi. Yıllar sonra, bir anda… Ben bir yaşındayken Almanya’ya giden, oturma ve çalışma izni için annemden boşanma evraklarını imzalamasını isteyen, bizi hiç merak etmeyen, aramayan, sormayan babam, bir anda geri geldi. Neredeydin, beni niye aramadın, hiç mi özlemedin, diye soramadım. Apar topar soğuk bir musalla taşının üstüne yatırdılar onu.” Veda Syf 25 Lodos Çarpması

1 Nisan 2017 Cumartesi

NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (34)

HAYAL, NİYET VE YOLCULUĞUM





Yıl 2005.
Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Prof. Dr. Sedat Sever’den Çocuk Edebiyatı dersi alıyorum. Çocuk kitaplarını inceliyoruz, metnini, resimlerini yorumluyoruz, bazı kitapların içine öyle çekiliyorum ki kendimi çocuk kitabı yazarı olarak hayal ediyorum. 

Yıl 2006.
Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Resim dersi alıyorum. Ders için bir eşek çizmem gerek. Hoca üzerine basa basa, resimlerimizde şablon kullanmamızı istemediğini, özgün olması gerektiğini söylüyor. Yani bir yerden referans almadan, imgesel çalışmamız gerek. Bir kompozisyon yaratıp içine de eşeği yerleştiriyorum bir güzel, lakin eşek gerçek bir eşekten çok bir çizgi film karakterine benziyor. Heyecanla hocaya gösterdiğimde ise yiyorum azarı. Şablon olmadığına, hayal ürünü olduğuna bir türlü inanmıyor. Bir yandan üzülüyorum, bir yandan eşeğe bakıp, kendimi çocuk kitabı çizeri olarak hayal ediyorum. 


Yıl 2014.
Bir süre çocuklarla ve çocuklar için çalıştıktan sonra köye yerleşiyorum. Dört beş arkadaş domates yetiştiriyoruz, koyun alıp çobanlık yapıyoruz. Koyunlarla hemhal oluyorum, onlar merada otlarken ben de bir ağacın dibine oturup onları izliyorum. Birbirleriyle ve bizim köpeklerle olan muhabbetlerine tanık oluyorum. Önüm, arkam, sağım, solum ilham, hikaye, manzara. Böyle bir ortamda gel de çizme, gel de yazma! Lakin o kadar çok çalışıyoruz ki, hikâyeleri de, manzaraları da hafızaya atmaktan başka çarem yok. Bir gün yazıp çizeceğim diyorum merada o ağacın altında otururken. Hayal kurup gülümsüyorum.



Yıl 2015.
Heybemde o manzaralarla, karakterlerle, hikâyelerle dönüyorum şehre. Artık hayalimin peşinden koşabilirim. Çünkü köyde geçirdiğim zamanlar bana öğretti ki bir hayale koşmak hiç de sanıldığı kadar zor değil. Önce bir hayal kur, sonra bir adım at. Gerisini otur seyret, meradaki koyunları seyreder gibi. 

İşte böyle başladı yazar - çizerlik yolunda ilk adımı atmam. Önce Çevreci Domates Çeri’yi yazıp resimledim. Kitabın yanında bir miktar toprak ve organik domates tohumu da vardı. Çocuklar Çeri’yi de, domates yetiştirmeyi de sevdi sanıyorum. Köyde ektiğimiz domates tohumları da meyvesini hem domates, hem kitap şeklinde vermiş oldu. Çeri’nin her sayfasında o günlerin anısı ve izi kaldı.



Ardından Koyunlar Gibi Yünümüz Olsa geldi. Çeri’nin aksine bu kitap yalnızca ‘eğlendirmeyi’ amaçlıyordu. Bir yandan da çocuklara koyunlar gibi yünümüz olsa hayatın nasıl olabileceğini, neler yapıp neler yapamayacağımızı sorduruyor, birçok açıdan hayvanlar kadar özgür olabilmenin hayalini kurduruyordu.



Üçüncü kitabım Sakalını Taşıyan Adam'da sürekli bir şeyler toplayan, topladıkça ağırlaşan bir adamın hikâyesini anlattım. Kitabın sonuna doğru adam bırakmayı, vermeyi öğreniyor ve verdikçe hafifliyor, özgürleşiyor. Konunun yine özgürleşmek, sadeleşmek ve yüklerden kurtulmak olması tesadüf değil sanıyorum. Köye göçme deneyimimle başlayan bir sadeleşme çabası, yazıp çizdiklerime de yansıyor olmalı. 



Dördüncü kitabım Çiçekli Şiirler ilk şiir kitabım. Şiir yazmaya ilk haikuyla tanıştıktan sonra başladım. Haikuların sadeliğine, az sözcükle çok şey anlatmasına ve içinde doğadan bir parça taşıyor olmasına âşık oldum. Her fırsatta doğaya kaçan ve her kaçışta da büyülenen bir insan olarak 'haiku' tam bana göreydi. Başo’nun Kelebek Düşleri’ni ilk okuduğumda ben de ilk haiku yazma denemelerine başladım. Geçtiğimiz baharda ise ilk kez çocuklar için haikular yazma fikri aklıma düştü ve böylece Çiçekli Şiirler ortaya çıktı. Her ne kadar haikunun 5-7-5’lik hece ölçüsüne sadık kalmasam da büyük oranda esinlendiğim bir üslup oldu haiku.

Mesleğimi sorduklarında halen ‘yazarım’ ya da ‘çizerim’ diyemesem de, yolculuğum bir yerden başladı ve devam ediyor. Tek bildiğim bu işi tutkuyla yaptığım ve bu yolda olmayı sevdiğim. Yol nereye götürür, neler çıkarır karşıma ve ben nelerle çıkabilirim çocukların karşısına, bunu heyecanla bekleyip göreceğim. Hikâyemin, bu yola çıkmayı ya da çıkmış olup devam etmeyi niyet edenlere ilham olmasını dilerim.

GONCA MİNE ÇELİK