30 Haziran 2023 Cuma

Yolcu yolunda gerek

Parga arkamızda kaldı. Dağları aşıyoruz. Yol kenarlarında katırtırnakları, zakkumlar... Tepeler yemyeşil... Gelirken bir seferde aldığımız yolu ikiye böleceğiz bu kez. Dedeağaç'ta konaklayacağız, Liedl ve Jumbo'ya uğraşacak. Biraz alışveriş, biraz gümrüğe yakınlaşma, anlayacağınız.



Her yeni görülen yer, insanda iyi ki duygusu yaratıyor, az  veya çok. Parga'yı da sevdim haliyle. Doğallığını, agresif olmayan kentleşmeyi, yavaşlığını, manzarasını, yemeklerini, sokak aralarından taşan çiçeklerini, gözün estetik ihtiyacını karşılayan her şeyini....



Tatil bize ihtiyaç duyduğumuz yavaşlığı sağlıyor. Yunanlılar bu konuda örnek alınası insanlar. Bir frappeye sığdırdıkları uzun, upuzun, şen şakrak muhabbetleri... Ben de kendimi bırakmak istiyorum o yavaşlığa, bedenimi suya bırakır gibi. 




Yolda yazıyorum bu satırları. Yan koltuktan. Kendi sürüş sıram gelene kadar. Biraz yorgun, biraz uykulu. Güneşe doğru ilerliyoruz. Yakıcılığı kollarımda. Tüneller girince klima daha serin üflüyor kollarımı serinletiyor. Işık ve gölge el ele, ardı sıra, yol boyunca. 5 saat 34 dakika kaldı



Güneş bacaklarımda, kollarımda patlamasa, parlak ışıklar gözümü almasa, telefon yerine klavyede olsam, deneyimin içinde değil, ardından evde olsam farklı yazardım, daha uzun, belki fotoğraflar eşliğinde. Eve varınca ilave ederim fotoğrafları. O zamana dek eyvallah. Yolcu yolunda gerek. 

29 Haziran 2023 Perşembe

Gölgesini satmayan ağacın fısıldadıkları

Bugün bizi kızdıran olaylar, acıtan sözler karşısında yaralı hayvanlar gibi saldırmak (sözle elbette) yerine susmayı başarıp gerçekten içimize bakabilmeyi, orada görülmesi gerekeni görmek için kendimizi dinlemeyi başlarsak nasıl olurdu diye düşündüm.



Tam olarak bu ağacın altında işte.

Ancak kızgınlığımı üzerimden atınca fark edebildim, kalbimin acıdığını, kendime dönebilince hissettim. Boğazım düğümlenmiş. O zaman hayatımda daha fazla uyum, huzur ve kolaylık dilediğim dile geldi. Kendimi duydum. Bence bana bu gerçeği fısıldayan üstümdeki ağaçtı. Okuduğum kitapta bitkiler dile geliyordu. Orada söylenmesi iyi olan ama can sıkan gerçekleri söyleyen her defasında bir pelin otuydu. Bu defa bu ağaç. Bir yabani zeytini belki. Emin olamadım. Biraz daha kitap okudum o ağacın altında. Yüzdüm. Ve otele gitmek üzere merdivenleri tırmandım. Bu öğleden önceydi. Şimdi ikindi yüzmesi sonrası frappemi yudumlarken yazıyorum. Kızım ilk frappe siparişini verdi. Kadının şaşkın bakışları arasında. Evet, dedim, içebilir. Kalbim hafif şimdi. Deniz sonrası ılık duş, biraz şekerleme ve yeniden denize girmenin alamayacağı yük değildi neticede. Ve fakat uyum, kolaylık ve huzur ihtiyaçları önemli ve de baki.



28 Haziran 2023 Çarşamba

Relax you are in Parga

Eskiden tam bir kontrol manyağıydım. Bir yere mi gidiyorum günler öncesinden bavulumu hazırlar, gideceğim yeri araştırır, gezi kitabını alır, öncesinde planlamalar yapardım.

Tamamen öte uca savruldum diyebilirim. Bavul toplama işi hep son dakikaya kalıyor. Tatile giderken derler ya "Nereye gitsen kendini de götürüyorsun." Eksik! Ben olmadığım birini daha götürüyorum, özellikle de arabayla çıktığımız seyahatlerde. Akşam yemeği için elbise, uygun ayakkabı, takı. Oysa ben pantolon, şort, spor ayakkabı insanıyım. Hoş Parga tam da bu giyimi gerektiriyor, elbette benim için. Çünkü topukluların, parmak arası terliklerini içinde hayli rahat yürüyen kadınlar da var. Bi zamanlar benim de yapabildiğim gibi. O esneklikte ve rahatlıkta hissetmiyorum kendimi. Mış gibi yaptığım tek yer bavulun içi.... 

Yol uzun demişti Bey kişisi. Haklıydı. Araba kullanmak ona kalıyordu. Gümrükte uzun saatler beklemek çileli işti. Pazartesi gecesi bavulları hazırladık. Kapadık. Saat olmuş 02.00 suları. Sani'nin de düzeni şaştı. Üç insanım da ayakta. Bahçeye çıkma zamanı gelmiş kafasında miyavladı durdu. Bizden sonra uyumuştur. 








2.30'da çıktık yola. Otuz dakika sürdü iki gümrüğü almamız. Güneşin doğuşunu Dedeağaç'ta gördük. Neredeyse tüm Yunanistan'ı katettik ve vardık. Yorgun, uykusuz ve terli. Sınırı geçtikten sonra dönüşümlü araba kullandık. Sınırı geçince "kaplana döndün" dedi Bey kişisi. (Haklıydı, sınırlar bizi hep sınırlandırıyor, olabileceğimiz üstüne çıkmamızı engelliyor. Büyümek uğraşı da bu değil mi zaten. Güvenli alanlarını genişletmek için sınırları esnetmek, genişletmek çabası... Böyle demedim tabi Mandıra Filozofu muyum ben?) Uzak gözlüğümü işaret ettim onun yerine. Bir de teşekkür tabi. Sen olmasaydın yurt dışına arabayla çıkma, araba sürme cesareti bulamazdım dedim. Düşündü, bana artık verebileceği bir şey kalmadığını söyledi. Bu da bakmak ve görmek meselesi galiba. 

Dün ikindi sularında fotoğraflarına meftun olduğum Parga'ya vardık. Navigasyon oteli bulamayınca telefon açtık. Çok yakınsınız aslında bekleyin dedi telefondaki ses.



 Bir süre sonra motoruyla belirdi. Mobiletin önüne attı iki bavulu. Yolu tarif etti. Kaleden aşağı indi. Mini market, Romantika... Gerisi karıştı, azıcık dolandık sonra bulduk. Manzaranın bedeli basamakları indik. Kendimizi serin sulara attık. 






Kıyıya yakın adacığa yüzdük. Çıktık. Kızımın yüzünde bunca yorgunluğun ardından elde etmenin mutluluğunun yarattığı ee noktasından hızlı bir düşme anına tanıklık ettim sanki bir an. Ama bizi karşılayan beyin sözleri hala canlıyı kulaklarımda. Relax you are in Parga. Hem çocuğumun duygularından sorumlu değildim. Ardındaki karşılanmamış ihtiyaçları tahmin edebilirdim en çok. Baba dile geldi önce. Gyrosları gömdük, soğuk içecekler yuvarladık. Babayı otele uyumaya yolladık, biz yeniden suya kavuştuk. Biraz yüzme, biraz su içinde oyun. Dönüş yolunda 50 basamak fazla tırmandık. (zalimsin Parga) duruma aydık. Geri dönüp oteli bulduk. Duş, uyku... 23 sularında uyanıp frozen yoghurt yemek için sahile indik. Yolları biraz daha zihnimize kaydettik. 

Otele varmak isyorsan Odyssia'nın gemisini aşma.


 

Bu satırları yazarken bomba gibiyim diyemem hala. Üst bacaklarım hala isyanda. 

26 Haziran 2023 Pazartesi

Şikayet Etmeme Günü

Geçen haftaydı sanırım. Süt dişinde apsesi olan bir oğlan çocuğu geldi. Şu öğretmenlerin küçük harflerle konuş evladım dedikleri türden ele avuca sığmaz bir oğlan. Koltuğa oturduğu anda ne zaman kalkacağını düşünen, cesur ama tezcanlı, canı sıkılınca bağıran bir insan evladı... Bir ara seri halde şikayete başlayınca "Bugün şikayet etmeme günü," dedim ve her şikyetine karşılık mevcut durumla ilgili olumlu bir şey söyledim. Sonra da düşündüm. Hayata nasıl baktığımı, ne sıklıkla şikayet ettiğimi? Bir günü hiç şikayet etmeden geçirmek hiç kolay değil. Eni konu antrenman gerekiyor. 
Bugün bayram öncesi son iş günüydü. Yoğundu. Ama işlerin bir şekilde aktığı bir gündü. Zaman nasıl geçti, inanın hiç anlamadım. Eve geldim. Bavul topladım. İki posta çamaşır yıkadım. Kurutucu hâlâ çalışıyor. Elimde telefon bu satırları yazarken sırtımı dinlendiriyorum. Sani bacağıma yaslanmış uyuyor. Bir telaş, koşturmacadır gidiyor. Gözlerim kapanıyor. Bey kişisi eve gelecek daha bavul hazırlayacak. Liste uzar gider ama bugün şikayet etmeme günüymüş. Tanıdığım biri söyledi. 
Her şey zıttıyla varsa, şikayet etmiyorsak şükredeceğiz, sahip olduklarımız için minnet duyacağız demek ki. 
Ee sevgili arkadaşım senin "iyi ki" listende neler var? Bak ben sana benimkilerden sayayım:
Muayenehanemin önündeki kaktüsler çiçek açtı.
Bayram öncesi işler yetişti ve yolunda gitti. 
Bir hastam iki kutu bayram çikolatası getirdi. 
Gün boyu yoğun tempoda çalıştık ama bana mısın demedik. Yorgun düşmedik. Yüzümüz asılmadı. 
Annem yaprak sarma getirdi. 
Önlükler haricinde kirliler yıkandı. Kurudu (neredeyse) 
Sebastian (robot süpürgemiz) evde gezindi, durdu. 
Yeni bir yer göreceğiz ve nefis plajlarda yüzeceğiz. 
Sani ayaklarımın dibinde. O da beni seviyor. 
Neymiş. Günü nasıl hatırlayacağımız seçme gücü bizimmiş. Unutma bugünün seçimi şikayet etmemek ve güzellikleri sıralamak. Sıra sende! 

25 Haziran 2023 Pazar

Yetiş peri!

Pazarın dinlenme günü olduğunu kim iddia edebilir! Bir süredir kızımla yatak odasında duran masayla çalışma odasında duran şifoniyerin yerini değiştirmeyi, böylece onun da çalışma odasında bir masası olacağını, yatak odasını yalnızca kendine ait bir yaşam alanı olarak kullanmasını konuşuyorduk. Bugün yaptım. Çektim, ittim, taşıdım. Sonlara doğru yoruldum. Elimdekileri çekmecelerin içine sokuşturdum. Daha da bitmedi. Ev halen dağınık görünüyor. Şimdi baba kız gelecekler. Baba "Ne yaptın bütün gün? Mutfak olduğu gibi duruyor," diyecek. Kız odamı neden topladın diye yüzünü ekşitecek. Toplamadım oysa. Üç kişilik bir ekip gerek en az. Yetiş Perisi neredesin? 

                                   *

Ülkemizde düşen süt dişleri çatıya atılır ve farelerin eski dişi alıp yenisini getireceğine inanılır. Dişini fare mi yedi deyişinin kökeninde de bu eski halk geleneği yatar. Süt dişlerini farelerin almasına başka kültürlerde de rastlanır. Arjantin'de çocuklar üşen süt dişlerini bir bardak suyun içine atar. Gece  El Rotancito adlı fare gelir, suyu içer, diş ialır ve yerine bozuk para veya şeker bırakır. Afganistan'da süt dişi fare yuvasına bırakılır. Kirli ve eksik dişin yerine küçük ve temiz bir getirmesi umulur. Arnavutluk'ta aynı ülkemizde olduğu gibi süt dişi çatıya atılır. Ancak "Fare, fare bozuk dişimi al ve bana sağlıklı, güçlü bir diş gönder," denir. Bu adetler kültürün bir parçasını oluşturmanın yanı sıra süt dişinin çekilmesinden çekinen çocukları süt dişlerini bırakmaya daha istekli ve gönüllü hâle getirecek işlevselliktedir. Küçük bir mesleki paylaşım. Genel kültür niyetine.

                                 *

Öğlenleri yemeği madem evden götürüyorum bari diyete başlayayım, dedim. 2 kg gitti bile. Kaldı 10. Tatili kilo almadan atlatmak mümkün olur umarım. 

24 Haziran 2023 Cumartesi

Huzurlu Yaşam İpuçları: 9

 www.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür. 

                                                                        *

İnsanlar olaylardan değil, onlara bakış açılarından rahatsız olurlar.

– Epiktetos

9. Gün: Uyaran ve Sebep

Duygular, diğer insanların eylemlerinin değil, karşılanmış veya karşılanmamış ihtiyaçların sonucudur. İnanması zor?

Sevdiğiniz bir arkadaşınız sizi selamlamak için kolunuza yumruk attığında neler olabileceğini bir düşünün. Onu gördüğüne sevinebilir ve koluna yumruk yemekten zevk alabilirsin çünkü senin ihtiyaçların arasında eğlence, arkadaşlık ve bağ kurmak var.

Başka bir gün, aynı arkadaş koluna bir yumruk atıyor. Onu gördüğüne hâlâ seviniyorsun ama kolun bir gün önce incinmişti, bu yüzden yumruk ağrıyı tetikliyor. Bu durumda, muhtemelen acıdan korunmaya ve rahatlamaya ihtiyacınız olduğu için endişeli hissedeceksiniz. Her iki durumda da aynı uyaran vardı - iyi bir arkadaş koluna yumruk attı - ama bununla ilgili hislerin, karşılanmış ya da karşılanmamış ihtiyaçlarınıza bağlı olarak değişti.

Dolayısıyla insanların söyledikleri ya da yaptıkları uyarıcı iken, duygularımızın asıl nedeni karşılanmış ya da karşılanmamış ihtiyaçlarımızdan kaynaklanır.

Duygularınızın, bugün karşılanmamış veya karşılanmış ihtiyaçlarınızın sonucu olduğuna dikkat edin.

23 Haziran 2023 Cuma

Güneş damlasın içime

Bayram yaklaştı. Pazartesi çalışıyoruz. Sonra ver elini altı günlük tatil. Birkaç hafta önce bir pazar denize girdim, çıktım ama su soğuktu. Pek zevk alamadım. Kızgın kumların, masmavi suların, sahilde uzanmanın özlemini çekiyorum. Parga seyahati ilaç gibi gelecek diye umuyorum. Parga fikri çok yıl evvel düşmüştü aklıma. Kim bilir nerede gördüğüm bir fotoğrafına vurulmuş hep Ege kıyılarında dolandığımız Yunanistan'ın diğer ucuna, İyonya Denizi'ne kadar uzanmanın hayalini kurmuştum. Vizenin bitmesine kalmış beş, beş buçuk ay. Hakkını vermek gerek. Euro alıp başını gitse de ülkede yüksek enflasyon ve pahalılık varken fiyatlar hâlâ en fazla baş başa, hatta kimi kalemlerde orası daha ucuz. Tatil bazen uzaklaşmayı gerektirir, bazen yerinde yavaşlamayı, bazen de yalnızca evinde durup kalbine yaklaşmayı... 

Şu sıra uzaklaşmak iyi gelecek bana. Hiç görmediğim bir yeri görmek. Berrak sularda yüzmek. Leziz deniz ürünleri yemek. Gün batımına karşı radler içmek. Dar sokak aralarında gezinmek. Komik, ilginç, farklı fotoğraf kareleri yakalamaya çalışmak. Kumsalda uzanmak. Gölgesinde bir ağacın kitap okumak. Cep telefonundan bloğa girmek. Fotoğrafların altına kısa notlar yazmak ve gezi güncesi gibi anlık paylaşmak. Sizin bayram tatilinden muradınız ne bilmiyorum ama ben Sertab'ın şarkısında dediği gibi haller özlemindeyim. Hadi yatalım, kalkalım, çalışalım, sonra güneş damlasın içime. 




                                                                           *

Bu ay gerçekten yoğun ve hızlı geçti. Finallere doğru düzgün çalışma imkânı bulamadım. Şimdi sorgulama ekranına baktım ve aslında en çok ilgimi çeken ders olan Erken Çocukluk Döneminde Montessori Eğitimi'nden kaldığımı fark ettim. Şaşırtıcı değil. Neredeyse kapak kaldırmamıştım. Şimdi bütünlemede tek ders ile ilgileneceğimden hakkını vererek okuma imkânı bulurum belki. (Kendi de inanmadı. Şimdi yaz sıcağında kim pdfden onca üniteyi okuyacak. Bölüm özetini okusam ve konu tarama testlerini görsel hafızaya alacak kadar üç, beş Allah ne verdiyse tekrar etsem daha ne isterim.) Onca işin gücün, sorumluluğun arasında mezun olmaya 20 soru kaldı. Aferin bana! 

                                                                                                         *

Günlük hayhuyun arasında okuma yazma işleri de yalan oldu. Blog hariç kendimi yazmaya uzak, çok uzak hissediyorum. Okuduğum onlarca çocuk kitabı arasından hakkında yazmayı istediklerim oldu esasında ama konu özeti yapar gibi tanıtım yazısı yazmayı kendime yediremediğimden öteledikçe öteledim. Söz verdiğim dergi yazısını yetiştiremedim. Aslına bakarsan bırak yazıyı yetiştirmeyi seçtiğim kitabı okuyup bitiremedim. Buna karşın geçen ay hazırlığını yaptığım bir söyleşi yayımlanacak. TDBD'de yayımlanır yayımlanmaz buraya da alacağım çünkü söyleşi Prof. Dr. M. Taner Gören'in yazdığı Sağlığın Ölümü kitabı üzerine. Sağlık sisteminin geldiği nokta, AKP iktidarının bir başarıymış gibi lanse ettiği  Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın yol açtığı problemler üzerine pek keyifli, bilgilendirici bir sohbet oldu. Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitabı da okumanızı tavsiye ederim. İster hekim olun, ister hekim adayı, hasta ya da hasta yakını. Hepimize hitap eden bir yanı var çünkü. 

Uzun sessizliğimi bu yazıyla bozdum. Emin olun arayı fazla açmayacağım. Altı yazı ve ay sonunun ardından bir karabatak gibi günlük hayhuyun içine dalacağım hiç kuşkusuz. Takvimi fark edip yeniden belirene kadar. Yıllardır her ay olduğu gibi. 






14 Haziran 2023 Çarşamba

Günün izi: 5

2  Haziran 

İlk finalim ayın 9'unda. Çocuk Gelişimi Uygulaması. Vizeler sonrası altı ünite var. İlkini okudum. Konu tarama testini çözdüm ve sakızlı muhallebi pişirme molası verdim. Muhallebiyi kâselere dökerken elime damlatmayı da başardım. Sıcak muhallebi hayli yakıcı. Anestolün dindiremeyeceği bir yangı olmasa gerek. Bu aralar yangı yangı üstüne. Nasıl söndürmeli bilmem. Şöyle deniz suyuna kendimi sırt üstü atsam işe yarar mı?  

Katırtırnakları soldu. Kaynağı belli. Pazar günü gidip bir kucak dolusu toplasam sarı, sapsarı çiçeklerle dolsa kollarımın içi, keyfim yerine gelir mi? Kaçan keyfi yerine getirmenin yollarından biri de, anne muhallebisi pişirmek olabilir mi? Anne muhallebisi çünkü kendin için değil. Çocuğun için, arkadaşların için. Evde tencerenin dibini yalayacak birisi varsa, biyolojik olarak doğurmasan da anne yerine geçmiş sayılırsın.  Aynı şefkat ve merhamet yayılır tencerenin kapağını açınca. Ilık bir muhallebi var mutfakta. Beni kor gibi yaktığını unutmuş, kendini soğutmakla meşgul. 

4 Haziran

Bu hafta sonu kızımın okulunun alışveriş merkezinde hem resim sergisi de hem de engelliler yararına yürüttükleri bir sosyal sorumluluk projesi vardı. İki gün boyunca 11.00-18.00 arası stantlarda satış, stantların arasına kurulan masalarda çeşitli etkinlikler vardı. Dün iş çıkışı gittim. Onu beklerken gözlüğümü yaptırdım. Bir süredir alt yazıları rahat okuyamadığım için presbiyopi geliştiğini ve bir okuma gözlüğüne ihtiyaç duyduğumu varsaydım ve bey kişisinin ameliyatı için hastaneye yattığımızda göz doktoruna muayene oldum. Şok haber! Meğer miyopmuşum. Bu on yedi (17 gün) önceydi. Dün bir optikçiye girdim. Çerçeve seçtim. Yalnızca uzak gözlüğü yapılacağı, numaralar ellerinde mevcut olduğu (biri 0,50 diğeri 0,75) için çerçeveme göre cam takmaları bir saat civarı sürecekti. Ben de evlat kişisi çiçek satmayı sürdürdüğünden tamam dedim. Bir saat içinde gözlüğüme kavuştum. Birden renkler parıldadı. Yazılar canlandı, büyüdü. Dünya ışıltılı bir yermiş. Amma velakin yakını okuyabildiğimden uzaklara bakmak için gözlük takan, telefonuma gelen mesajı okumak için alnına kaldıran o kişilerden biri oldum. Şu ana kadar fark etmemem en meşgul olduğum dişçilik, okumak yazmak eylemlerinde hep yakına bakmammış meğersem. Neyse burnumun ucunu görememektense uzağı görememek daha bir havalı geldi. Ben bunlarla meşgulken evladımın ayaklarına kara sular inmiş. Eve döndüğümüzde arkadaşları bahçede olduğu halde gözü dışarısını görmedi. Biz de birlikte film izlemeye karar verdik. Enola Holmes'un 2. filminde karar kıldık. 

İlk filmde arka planda sufrajet hareketi vardı. Bu filmde ise kibritçi kızların grevi. Bunu belki ayrıca yazarım.  

 12 Haziran 

Deniz'in boynuna kene yapıştı. Muhtemelen Sani getirmiştir eve üzerinde. Sonra da yatağa yayılınca... Olan Deniz'e oldu. Kendimi epey suçlu hissettim. Sani'nin sokağa çıkmasına izin verdiğim için, fark ettiği esnada evde olmadığım için, tek başına göğüslemesi gerektiği için. Babasını aramış hemen. Onun iş yeri daha yakın diye. Neyse ki hastalık bulaştıran bir türü değilmiş. Kolayca almışlar. Aynı işlemi biz de kendi aletlerimizle kolayca yapardık ama kene olunca acile yönlendirmiş aile hekimi. Hastane dönüşü yanıma geldi. Ben çalışırken eczaneye gitti. İlaçlarını aldı. Ağrı kesiciyi hap olarak yazmış doktor. Hastaneyi aradı. Doktorla görüşüp tablet yerine şurup istedi. Doktor içersin küçük demiş, bizimki içemem demiş. Kazanan doktor oldu. Evde parol yoktu calpol ise çoktu. Ağrısı ve ateşi de olmayınca kullanmasına da gerek kalmadı ama tüm bu işleri tek başına hallettiği için hem gurur duydum hem yeniden suçlu hissettim. 

13 Haziran 

İki finale girdim. Geriye kaldı iki. Cuma ve pazar günü. Bu akşam çalışmak için uygun ortam vardı aslında evde ama işe güce daldım. Yemek, mutfak, çamaşır... Aralarda siber aylaklık... Okuduğum çocuk kitabını bitirdim. Bu aralar okuma konusunda en tutarlı olduğum alan çocuk edebiyatı. Sanırım dikkatimi daha kolay verdiğim ve bir çırpıda bitirebildiğim için. Bugün üç hastam randevusuna gelmedi. Boşluğu çekmeceleri düzenleyerek ve stok kontrolü yaparak değerlendirdik. Yedek malzemeleri son kullanma tarihine göre bile dizdim. Euro almış başını gitmişken dolap diplerinde son kullanma tarihi geçmiş ürün bulmak istemem doğrusu. 

Dün bir yayınevi, yaklaşık bir yıl önce yolladığım öykü dosyasını yeniden reddetti. Yeniden diyorum çünkü dört, beş ay önce de reddetmişti zaten. Önce nereden geldiğini anlamadım, hevesim kaçtı. Sonra mükerrer ret olduğunu fark ettim. Üç kitaptan sonra hâlâ yayınevi aramak hayli sıkıcı. Sanırım bu işlerden bir süre elimi eteğimi çekecek, bloğa yazmakla yetineceğim. Bloğu açma sebebim de bu değil miydi zaten. Bir editörün, yayın kurulunun onayını beklemeden yazmak ve paylaşmak. Bu bana yetsin bakalım bir süre... Siz de arada sesime ses verirseniz benden mutlusu yok.