30 Nisan 2021 Cuma

Yazı beklerken


 

Nasıl Yazıyorlar? (28)

Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. 

Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim.
İşte yirmi sekizincisi: Feridun Andaç 


Yazmak, biraz da bir duygunun peşine gitmektir. Sizi kazıcı kılan, arayışlara sürükleyen de bu. Bunlarsız bir yazı bulabilmenin 'sahici'liğine inanmıyorum. İçten gelen, içe işleyen duygunun/düşüncenin kıvılcımlarıyla beslenmeyen oradan ağışanların yansımadığı bir yazma çabası güdüktür, eksiktir, tutkusuzdur. İşte bu nedenle yazmak, bir ayindir bana. Günüme, geceme ağan. Bu da birçok gereci hayatımda vazgeçilmez kılmıştır. Tıpkı o sözünü ettiğim yolculuklar gibi. 
Defter, ille de defterler. Dolmakalem ve kurşunkalem. Kâğıtla kalemin buluşmasındaki sesi, hışırtıyı duyarak yazıyorum. Bu da bir ayin gibidir aslında. Kendi ritüellerim var. Küçük bir masa örtüsü, çeşit çeşit renk renk defter ve kalemler... sonrasında ise seçilmiş mekânlar. Bazen çok dingin bir ortamda, seçilmiş yalnızlığın dipsularında sevdiğim müzikleri (Bach, Boccerini, Haçaturyan, Çaykovski) dinleyerek, bazen de bir kahvede veya çay bahçesinde başkalarının ve evrenin gölgesinde yazmayı seviyorum. Başka sesler, başka renkler de bir tür çağrı gibi geliyor bana. 
Kaynak: Varlık Dergisi Aralık 2002 1143. sayısında yazarın  Aynanın Ardı deneme kitabı üzerine yapılan söyleşiden alınmıştır. 

Tomris Uyar'dan Yazar Adaylarına Tavsiyeler*




İyi yazılmış bir öyküyü ben iyi yapılmış bir makyaja benzetirim. Bitirdikten sonra silinir, allık filan hepsi biraz hafifletilir. Sanki zaten hep öyleymiş gibi olur. 

Her gün aynı güneş doğar ve güneşi yeniden doğduramazsınız ama sizce nasıl doğduğunu söyleyebilirsiniz her zaman. Aslında ortalama konu diye bir şey yoktur edebiyatta. Zaten temalar üçü, beşi aşmaz. Ayrılıktır, ölümdür, doğumdur, aşktır, intikamdır, dostluktur, gitmektir, dönmektir... Bunları ille de aşmaya gerek yok. Yeniden gözden geçirilmesini sağlarsınız. Okurun da yaşadığı bir olayı yazarın ışığı altında anlatırsınız; sizin dünyanıza da okuyucunun girmesini sağlayabilirsiniz. Budur. 

Eskiden yazarların kullanabileceği görsel ipuçları çok değildi. Bir Balzac, Stendhal döneminde örneğin TV yoktu, gazete yaygın değildi. Yazarın bir sokağı anlatacağı zaman, kaldırım bile, taşlarını bile sayfalarca anlatması gerekebilirdi... ben Paris'i Balzac'tan biliyorum. Burada bir ipucu deposu söz konusu. Şimdi bizler TV  gibi avantajlarla, mesela sınıf atlayan biriyse nasıl giyindiğini biliyoruz, gerek duymuyorsunuz uzun uzun betimlemeye. Orada çarpıcı bir özelliğini ortaya koyuyorsunuz ve gerisini okurun tamamlamasına bırakıyorsunuz. Okurun sizin kadar akıllı ve gözlemci olduğunu düşünmeniz gerekir. Yazarın sağladığı bellek, ipucu deposu, TV gibi etkilerle okur da kendi dağarcığını oluşturuyor.

Yazar için okur istemenin bir suç olduğunu sanmıyorum ama okura göre yazmak bir suçtur. Okura göre yazılsaydı ortalama okurun çok altında bir yerde olurdu edebiyat hâlâ. Oysa okur bizi aşacak, boy ölçüşebilecek durumdadır. Yazarla her zaman birikim açısından boy ölçüşebilir okur. Zaten aksini düşünmek yanlış olur. Okurun en az sizin kadar akıllı ve birikimli olduğunu düşünmelisiniz. 

Bestseller yazarını ise kitabın çok satın alınması ilgilendirir. Okunsa da okunmasa da... Edebiyata kendini vermiş bir yazarsa kimlerin okuduğuyla daha çok ilgilenir. Çünkü yazarı, kimin sevdiği kadar kimin sevmediği de belirler. Çok okunmaktan fazla kimin okuduğunu olabildiğince bilmek isterim. Kimlere seslendiğimi. 

* Tavsiyeler, Varlık Dergisi Aralık 2002 1143. sayıda Hande Şarman'ın Tomris Uyar ile  yaptığı söyleşiden alınmıştır. 

29 Nisan 2021 Perşembe

Sarılırdık eskiden...

Bu gece üç haftalık kapanma başlıyor. Bir süredir her hafta farklı bir yerde baharı karşılamaya mecburen ara vereceğimiz için geleneksel cuma gezintimizi bugüne aldık. Bu defa niyetimiz kumsalda, kayaların üzerinde aramak baharı. 

                                                                                   *

Geçen bahar bir yaz önce hasbelkader aldığımız çekme karavanda geçirmiştik sıkı kapanma günlerini. Dört duvar içine kapanan akranlarının aksine kızım kedilerin, köpeklerin, sincapların, kırlangıçların, mavibaştankaraların arasında geçmişti. Hayatımda ilk kez bir kumsalın çiçekten bir halı ile kaplandığını görmüş, sabah yatağımda bir sincapla göz göze gelmiştim. Belirsizlik baki ama içe kapanma hâli yok şu an. İşler tam gaz sürüyor, bulaş da... Her zamanki gibi kapanmanın ön hazırlık olmadan paldır küldür açıklanması, beraberinde gelen dayatmalar can sıkıcı. Umalım da beklenen yavaşlama sağlansın. 

                                                                                  *

Bu aralar Netflix'te yayımlanan Crown dizisini izliyorum. Kraliçe Elizabeth'in tahta çıkmasına yakın günlerden başlayan dizinin her bir bölümü en az elli dakikalık görsel bir şölen. Tarihe dayanan kurmaca bir dizi olduğunu akılda tutuyorum elbette. Tarihle çelişen yanları vardır, olabilir, yine de yakın tarihe, iktidar hırsına, barış için savaş çığlıkları atan kodamanlara bakmak, kraliyet tabularının bireyler üzerindeki ezici baskısını görmek tatminkar bir izleme deneyimi sunuyor. Keşfedeni çoktur ama henüz izlemeyenler için bir tavsiye de benden gelsin. 

                                                                                  *

Geçenlerde kızımla bir örnek maskelerle yürürken ileride bu günleri nasıl hatırlayacağını düşündüm bir anlığına. O yaşlara dair kendi anılarım pek de canlı olmadığı için bu anın ağırlığı içinde ezici, yakıcı, zor görünen bu günleri anımsayacak mıydı acaba? Sordum. Yanıt kısa bir distopya gibiydi. 

"İleride çocuğuma biz eskiden birbirimize sarılırdık der miyim sence?" 

Pandeminin kalıcı bir distopyaya dönmeyeceğine dair inancım ve umudum tam elbette ama bir an bunun kalıcı olabileceğini, eskiye dair hatıranın giderek belirsizleştiği ve silindiği bir dünyada yaşamanın ne büyük bir kabus olacağını düşündürten bu cümle, sizce de kısa kısa öykü örneği sayılmaz mı?







28 Nisan 2021 Çarşamba

Umudum Var

Lise iki ve üçüncü sınıfı Kayseri'de okudum. Şimdi baktığımda keyifli arkadaşlıklar kurduğumu net bir şekilde görsem de, ergen ruhum, Çanakkale'den ayrıldığı için isyanda ve yastaydı. Bununla nasıl başa çıkacağımı, dile getireceğimi bilmediğim için pek çok güzel an'a gölge düşürdüğümü şimdi gayet net biliyorum, görüyorum. O zamanlar elime üzerinde Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi yazan bileti alınca lise arkadaşlarımla yollarımız ayrıldı. Pek çoğu doktor olmak üzere Ankara'ya gitti. Üniversite yıllarında birkaç sınırlı Ankara ziyaretim haricinde çoğunu görmedim, sesini duymadım. Bir gün instagramda bir duyuru gördüm. Arkadaşlarımdan birinin kişisel gelişim alanında bir kitabı çıkmıştı. Birden geçmişe döndüm, tatlı güzel günlere... Bir kenti sevememek ve o kente arkadaşlar sayesinde dayanabilmekti sanırım tam olarak yaşadığım. Oradaki ikamet süremiz bitince coşkuyla ayrılmıştım beni sınırlayan, kızlı erkekli aynı havuza sokmayan kente. Şimdi bu satırları yazdığıma göre buna çok içerlemişim, belli. Bir hafta karma girdiğimiz havuza, ertesi hafta giremeyince, annemin çocuklar benimle demesinin yeterli gelmemesine ne çok kızmışım. Anılar, tuhaf şeyler, uçucu, akışkan... Bir kez kapağını açınca, dışarı çıkmasına izin verince seni asıl anlatmak istediğin konunun uzağına taşıyor, rastgele fotoğraflar çıkarıyor. Kendini anlatmanın hevesine kaptırmışken, her defasında daha uzağa savrulurken birden bire "Ne anlatıyordum ben?" sorusuyla irkiliyorsun, ya da kendine "Ne işim var burada?" diye soruyorsun. 
"Ne işim var burada?" güzel bir soru aslında. "Ben kimim?" gibi, "Ben şimdi ne yapıyorum?" gibi, seni durduran, kendini yavaşlamaya ve farkında olmaya çağıran sorular. İşte o gün instagramda karşıma Gökhan'ın kitabının duyurusunun çıkması bende tam olarak bu etkiyi yarattı. Geride bıraktığım arkadaşlarıma karşı özlem uyandırdı. Hemen harekete geçtim. Sosyal medyadan Seçil'e ulaştım ve bir whatsapp grubu varsa, beni de eklemelerini rica ettim. Hiç sevdiğim şeyler değildir bu tür gruplar, olabildiğince kaçarım, ama o an iletişimde kalmak ve yeniden bağlantı kurmak hoş geldi. Meğer yokmuş ve bu talep üzerine kuruldu ve hemen pandemi öncesinde kurulan bu grup, özellikle doktordan yana zengin çeşitliliğiyle eve kapandığımız günlerde elimi tuttu, gerçekten. Henüz denize karşı bir rakı sofrasında buluşamadık ama umudum var. 

Hepimizin bizi bu zor günlerde elimizden tutacak, rahatlatacak alanlara ihtiyacı var. Kendi adıma bu dönemi, mesafe dolayısıyla katılamadığım, ilgimi çeken alanlarda çevrimiçi eğitimler alarak geçirdim. Verimli ve keyifli geçen eğitimlerin üretimime yansıması da umut ettiklerim arasında. 

Umut etmek güzel şey doğrusu. Sizin de kendinizi diri, heyecanlı tutan umutlarınız var mı? 






24 Nisan 2021 Cumartesi

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 35

 Bilmek isteyen yola çıkar. 

Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Çocuklar, hepimiz gibi, bölünmemiş dikkat ister. Her gün çocuğunuza on beş dakika bölünmeden dikkatinizi verdiğinizden emin olmak için neyi farklı yapardınız?

Ben ne düşünüyorum?
Bir yılı aşkın süredir pandemi koşullarında yaşıyoruz. Olayın şoku ile günlük 4bin vakalarda iken yavaşlamışken şimdi tam mesai çalışıyoruz, eğer hâlâ gidebilecek bir işimiz varsa. Üstelik vaka sayısı günlük 60 binlere tırmandı. Değişen koşullar, uzun süreli kısıtlanma, kaygı hepimizi derinden etkiledi. İlk günlerdeki gibi mola alma hâli değil, şimdi yaşadığımız. Eve vardığımızda nefes almak, dinlenmek istiyoruz. Evdeyse tüm gün ekran hariç sosyalleşememiş, eğlenememiş çocuk/lar bekliyor bizi. Onların eğlenme ihtiyacıyla, bizim dinlenme, ev işleri gibi yükümlülüklerimiz karşı karşıya geliyor. Bölünmemiş dikkati, uzun süreli vermek mümkün olmuyor. 

Deniz'le nasıl paylaşıyorum? 
Bu konudaki tavsiyeler, bizi memnun eden deneyimler, süre belirlemek, daha uzun oynamak, gezmek üzerine belli günler seçmek ve ona uymak, telefonsuz ve ekransız zaman ayırmak, o anda ilgilenilmesi gereken bir konu varsa dile getirerek ne zaman ilgilenebileceğini söylemek ve ona uymak yönünde. Erken çocuklukta olduğu gibi uzun saatler boyunca ona ihtiyaç duyduğu ilgiyi ver(e)miyorum. Kendi yaratıcılığını kullanmasını ve bu sıkıntının içinden çıkmak için yol bulmasını bekliyorum. Birlikte dizi izlemek, tavla, okey oynamak günlük aktivitelerimiz arasında. Bir de önceden belirlediğimiz, sözleştiğimiz, gezdiğimiz günler var. 

Deniz'in geri bildirimi ne? 
Deniz bölünmemiş ilgi istiyor, eğlenmek ve oyun oynamak istiyor. Arkadaşlarıyla buluşamamaktan doğan eksikliği bizimle gidermek istiyor. Onun istediği kadar oynamak mümkün değil. Buna rağmen oyun öncesinde belirlediğimiz kurallara uyuyor ancak yaptığımız şey biter bitmez sıkılmaya başlıyor. Ve çoğunlukla yeni, hazır, hap öneriler istiyor, mümkünmüş gibi. Çocukluktan çıkıp ergenliğe yürürken ilgisini en çok çeken şeyin, seçtiği tarifleri tek başına yapmak olduğunu görüyorum. Bunu yapmasına olanak sağlamak onu memnun ediyor. 

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Çanakkale şu sıra yangın yeri. Okullar, parklar, bahçeler kapalı. Sık dışarı çıkma imkânımız yok. Haftada bir de olsa kırlara gitmeye, baharı karşılamaya, Deniz'i ahçılık becerilerini geliştirme konusunda desteklemeye devam! 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum? 
Şu sıra kendimi daha çok kendi içime çekilmiş, kendi ilgi alanlarımı tatmin etmek üzere çalışırken buluyorum. Bu da bir çeşit suçluluk hissi yaratıyor. Bunun da benim pandemiyle başa çıkma şeklim olduğunu kendime hatırlatmalı, bu yersiz suçluluk hissinin yerleşmesine izin vermemeliyim. Boş zamanlarını televizyonda dizi izleyerek geçirdiği için kendisini yeterince iyi baba olmakla suçlayan erkek sayısı pek de kabarık olmasa gerek. Oysa biz kadınlar, kendimizi geliştirmek, tatmin etmek için el attığımız alanlarda zaman harcarken hep ikircikli haller içindeyiz. Bunu yaparken rahat ve doğal olmak, o alanı korumak belki bugün kız çocuklarımıza verebileceğimiz iyi şeylerden birisidir. İleride kendi olma yollarını suçluluk hissi olmadan açmalarını sağlamak, bizim kendiliğimizi yaşayabilmemizden geçiyordur. 

Eski günlüklere buradan ulaşabilirsiniz


Kuşların Fısıldadığı

Çanakkale nüfusa göre vaka artışı konusunda peş peşe rekor kırarken üzerimdeki duygusal baskı da giderek artıyor. Geçen baharı düşünüyorum. Doğa içinde geçirdiğimiz zamanları, deniz sezonunu erkenden açışımızı, karavanımınızın önünde maskesiz, sere serpe günlerimizi... Her şeyin bir nostaljisi, daha iyi zamanları var, pandeminin bile. 

Geçen bahar yuvadan düşen bir mavibaştankarayı yaşatmaya çalıştık iki gün boyunca. Proteinden zengin sık besleme işi kolay değildi. Başaramayacağımız söylenmişti ama denedik. Sinek kuşlarını tanıdık Çanakkale- Gülpınar arası gide gele. Hatırlamanın da kendine ait bir yolculuğu, bir tetikleyicisi var elbette. 

Öykü yazmaya yoğunlaştığım bu günlerde aylak okurluk hakkımı bir kenara bıraktım. Bir öykü kitabını baştan sona nadiren bitiriyorum. Daha çok bir öyküyü mercek altına alıyor, yazmaya verilen emeği okumaya vermeye çalışarak bana fısıldanan ipuçlarını görmeye, öğrenmeye, uygulamaya çalışıyorum. Çarşamba öğleden sonra çıktığımız 2,5 günlük kısa tatil diş ağrısıyla sabote olsa da, ağrı kesicinin işe yaradığı anlarda, aylak okurluk hakkı için, düşünmeden bir metnin içinde sürüklenmek için yanıma aldığım Kuş Evi'ne başladım, bir miktar da okudum. İki farklı zaman diliminde ilerleyen roman, bir kadının 1910'lu yıllarda kendine dayatılanlara karşı koyup kendiliğini keşfini anlatıyor. İkinci zaman diliminde ise bu çabanın sonucunda kurulan hayattan sesleniyor yazar bize; çok sevilen kuşları gözlemlemek üzere tanzim edilen evin içinde yazılan kuşlarla ilgili raporları okutuyor. Belki de pandeminin nostaljisini, sinek kuşlarını, kırlangıçları, si-si-si-siii diye öten mavibaştankaraları hatırlamam bu yüzdendir. 

Yeniden baharın geldiği bugünlerde, umarım yeterince sık kırlara gidebiliyor, doğanın uyanışını, kuş cıvıltılarını dinleyebiliyor, yolunuzu kesen bir karahindibayla umudunuzu yükseltiyorsunuzdur. 





6 Nisan 2021 Salı

DİLDE ANLAMSIZLIK

Devrik cümlenin gerçeğini anlamıyanlar konuşma dilinin inceliklerine, varamamış kişilerdir. Konuşma dili devrik cümleden anlam adına yararlanır. "Buraya gel" sözü ile "Gel buraya" sözü arasında gözden kaçmaması gereken bir anlam ayrılığı var. Konuşmalarda kendiliğinden olagelen bu işi yazarların bilerke yapması beklenir; beklenir ya, devrik cümleyi salt bir, üslûp işi sananların az olmadığı da bir gerçek. Devrik cümlenin kullanılışında üslûp kaygısının hiç etkisi bulunmamalı, denemez. Ne var ki bu kaygı arkada olmalı. Anlamın itisiyle gelmiyen devrik cümleye pek bir önem verilemez kanısındayım. Ama bir ara modaya uymak hevesiyle kimi yazarların nasıl her cümleyi ters söylemek, devirmek isteğine kapıldıklarını görmüştük. Tek kalınca bir özgünlük, bir özellik tadı verebilir böyle bir davranış: yayılması, üslûpların ortak niteliği durumuna yükselmesi kötü. Demek ki anlam adına devrik cümle kuranlarla, bu işi salt üslûp kaygısı ile yapanları ayırmak, ikincileri yererken birincileri övmek gerekiyor. 

Yeni terimler, yeni sözcükler konusu da böyle. 

Anlamsızlık arayanlar, kapalılıktan bir şey umanlar, açıklıktan kaçmakla düşüncelerine derinlik havası verebileceklerini sananlar, yeni terimlerle sözcüklere dört elle sarıldılar. Bunların dildeki gelişmelere, dili güçlendirmek için girişilen çabalara gerçekten yakınlık duyduklarını sanmıyorum. Yazışlarını elden geldiğince karışıklaştırıp kör düğüme çevirirken, yeni terimlerin, yeni sözcüklerin bilmiyenlerce "yadırganmasından", gölgeli kalmasından yararlanmak istiyorlar. 

Derinliği anlamda, düşünüşte, duyuşta aramak gerektiğini bilirler bilmesine!.. Ama çözülememiş, derin anlamları ortaya vurmak istiyenlerin katlandıkları kapalılık, gölgelik onlarda bir "derin görünme" yöntemi olarak soysuzlaşıyor. Bilmek yetmiyor çünkü; kestirme yolların gösterişli rahatlığına kapılmıyacak kadar işine güvenmek, olduğundan başka görünmek istemiyecek kadar erdemli olmak gerekiyor. Kapalı, anlaşılmaz, karışık yazarak "derin" görünebilirim sanan yazarla (ki bu sanı her zaman boşa çıkmıyor), gerçek bir derinliğin oluşturduğu düşünceler, duygularla yüklü bulunduğu, söyliyeceklerini başka türlü söyleyemiyeceği için kapalılığa, karışıklığa düşen yazarın birtakım kavgalara yan yana girmek zorunda kalmaları büyük talihsizlik (ikinciler için). Bir diğer talihsizlik de derin görünme yöntemini uygulayanların dilcilerin yanında yer almaları. 

Dilin anlatma gücünü arttırmaya çalışanlar, yeni sözcükler, yeni terimler, belirlenen kavramlarla düşünce hayatımızda olumlu etkiler yaratacak kadar ileri gidenler... Sonra onların arasında, yeni sözcükleri, yeni terimleri kapalılık, anlamsızlık, karışıklık yaratmak için kullananlar... 

Edebiyat, sanat, düşünce alanlarının her zaman şarlatanları olmuştur; ama bu şarlatanların gerçek edebiyatçılara, sanatçılara, düşünce adamlarına hiçbir zaman günümüzdeki kadar zarar verebildiklerini sanmıyorum. 

Amaçları bulandırmaları bir yana, bu gibi kimselerin yeni yetişenler üzerinde kötü etkileri de oluyor. Güvendiğim sanatçıları (daha çok da kapalı şiir yolundakileri) açık, aydınlık, anlaşılır eleştiri yazıları yazmıya çağırmam bu yüzden. Bir de dilcilerin yeni terimleri kullanmada çok ustaca davranmaları, anlamsızlığa yönelen yolları kesmeleri gerekiyor. Yoksa kapalı eleştiri modası alıp yürürse, ondaki şarlatanlıklar yüzdesi şiirdekiyle ölçüştürülemeyecek kadar yüksek olacaktır. 

                                                                                                                                      MEMET FUAT 

Kaynak: Varlık Dergisi 563. sayı Aralık 1961