31 Temmuz 2021 Cumartesi

Halının Altı öyküsü üzerine notlar

Hakkı İnanç sevdiğim öykücülerden. Ne yazsa okurum dediklerinden. Geçtiğimiz günlerde Ateş Etme Silahsızım’da yer alan Halının Altı öyküsünü okudum birkaç kez. İlk okumamdan bu yana geçen okurluk ve yazarlık mesaim nedeniyle daha hakkını vererek, yazarın yazarken harcadığı emeğe yakın bir emek vererek. Bu türden yakın okumalar, yeniden okumalar en az öykü yazmak kadar açıyor kalemin ucunu. Bu emeğin verdiği keyfi görünce, yaklaşan yeni yıl için kendime bir de hedef koydum, her hafta bir öyküyü mercek altına alarak okumak, üzerine notlar almak ve düşünmek. Belki bazı okumaların notlarını burada da paylaşırım. (yapmadı J)

                                                                           * 

Hakkı İnanç bu öyküyü bir ergen oğlanın ağzından anlatıyor. Ben anlatıcı "Ayakkabıları kapıda göremeyince tuhaf bir hüzün kaplıyor içimi," diyerek söze giriyor. Şimdiyle başlıyor. Yedi cümlede genel bilgi veriyor. Babanın yurt dışında çalışmaya gitmesini, başka bir kadın için evi terk etmesini, bunun komşuların da gözünün önünde cereyan etmesini, buna rağmen her ayın ikinci cumartesi eve geldiği için annenin mış gibi yapmaya devam etmesini, annenin temizlik takıntısını bir çırpıda anlatıyor. İkinci paragrafın başında olağan başlayan günün içinde, çok olağanüstü bir anla karşı karşıya olduğumuzu hissediyoruz. 

Öykü, utanç duygusuyla gizlenenleri anlatıyor. Bu durumu ifade etmek için aklımıza ilk gelecek metafor “halının altına süpürmek” deyimi. İlk akla gelenin etrafında öyküyü doğurmak, ilerletmek kolay iş değil. Yazar kolaylıkla klişeye düşebilir. Hakkı İnanç bu zor görevin altından kolaylıkla kalkıyor, yalnızca mecaz anlamda değil, reel anlamda da halının altını anlatıyor. Her bir ayrıntıyı bu durumu güçlendirecek şekilde kullanıyor. 

Halı tüm öykü boyunca ana taşıyıcı, metafor. Ne yandan baksan kendini belli ediyor. 

Bu öykü bana şunları sordurttu: 

Herkesin bildiği bir şey sır olabilir mi? Gizlenebilir mi? Bir şeyi gizlemek için ne kadar ileriye gidebilir insan? 

Aynı zamanda büyük bir yükü de anlatıyor öykü. Kadın gizleyerek anlatmanın, paylaşmanın, yardımlaşmanın bütün imkânlarından da mahrum ediyor kendisini. Oğlanı da bu yüke ortak ediyor. O da aynı ağırlığın altında eziliyor. Bunu da çok ustaca, kurnazlıkla yapıyor anne. İtibarımız için kediyi kestim, bu ellerle senin için elma doğradım, hep bir yük.

Öykü bir yandan da bu el alem ne der meselesine basarak yükseliyor ve boşuna sırtımıza yüklediğimiz yükleri, utançları anlatıyor.

 


İç dökümleri: 2

Geçen bahar ve yazı karavan kampında geçirmiştik. Pandeminin ilk zamanlarının yarattığı bilgisizlik, şaşkınlık, yeniden güvenli iş ortamına ne zaman, nasıl döneceğimiz konuları tartışılırken, hazır yavaşlamışken, dönüşümlü çalışırken, çocuklara tam kapanma gelmişken çektik karavanı bir sahile, kamp yerine. Üzerinde sincapların gezindiği, kovuklarına mavibaştankaraların yuva yaptığı büyük bir çam ağacının altını mesken tuttuk aylarca. Dar alana sığıştık, sahilde yürüdük, taş ve midye kabukları topladık, lodosçuluk yaptık. Bulduklarımızı dönüştürmeye çalıştık. Pek hasat alamasak da küçük bir bostan bile yaptık. O günün koşulları içinde bizi epey rahatlatan, pandemi kabusundan kurtaran, özellikle de Deniz'e hareket ve sosyalleşme alanı tanıyan çok yerinde bir hamleydi. Bir sene önce aldığımız karavan bir anda büyük nimete dönmüştü. 

O günden bugüne şartlar değişti. Rutin çalışma hayatımız sürüyor. Günübirlik gidip gelemeyeceğimiz bir yere karavan çekmek çok da mantıklı değil şimdi. O yüzden bu yıl eve yakın bir yerde sezonluk yazlık kiralamaya karar verdik. Bayram tatiliyle başlayan yazlıkçılığın, keyifli başladığını söyleyebilirim. Yeterince büyük ev, yeterince mobilya, yeterince özel eşya... Sanırım kampçılığın, bizim gibi sezonluk yazlıkçılığın, en cazip yanı da bu. Evde biriktirdiğimiz onca eşyayı geride bırakıp azla yetinmek, daha az betona, daha çok doğaya maruz kalmak... Her defasında doğaya dair yeni şeyler öğrenmek, biriktirmek. Ev sahibimiz iyi bir öğretmen, iyi bir rehber. Deniz fide yapraklarına bakarak hangisinin karpuz, hangisinin kavun olduğunu, neyi nasıl dikeceğini, köstebek yuvalarının neye benzediğini, papatya kurutmayı öğreniyor. Hareket ediyor. Maskesinden kurtulup temiz havayı içine çekiyor. Hayvan dostlarına yenilerini ekliyor. 

Kış ve bahar aylarında yoğun görülen müsilaj belası şimdilik bitmiş, denizler temizlenmiş görünüyor. Bununla beraber kötü haberler bitmiyor. Türkiye'nin dört bir yanından gelen yangın haberleri içimizi yakıyor bu defa da. Çok değil, on, yirmi yıl önce iklim değişikliğinin sonuçları konuşulurken gözümüzün görmeyeceği bir gelecekten bahsedildiğini zannediyorduk. Ne büyük yanılsama... Bireysel seçimler elbette değerli ve önemli ancak devlet başkanları nezdinde alınmayan hiçbir önlemin bu gidişatı durdurmada fazlaca bir etkisi olamaz. Kızımı bekleyen gelecek bazen gözümü korkutuyor. Dilerim kabus gibi bir gelecek değildir onları bekleyen. 

Doğayla didişmek, başı sonundan belli nafile bir çaba. Şimdiye değin kısıtlı olmayan kaynakların, onun emrimize amade olduğu yanılgısını doğurduğu çok açık. Kurban bayramında, duyduğum bir cümle, tüylerimi diken diken etti. Kurban kesilmesinden rahatsız olan bir çocuğa, akrabası bir yetişkin, "Onlar bizim emrimize verildi," dedi. Suların, ormanların, hayvanların bizim kullanmamız için bahşedilmediğini ne zaman anlayacağız acaba? 





29 Temmuz 2021 Perşembe

Başı bulutlarda



Yazmaya ara vermek ve yeniden başlamak, çok eski arkadaşlarla aradan yıllar geçtikten sonra karşılaşmaya benziyor. Kısa sürede tutukluğu atıyorsun üzerinden, kaldığın yerden devam ediyorsun. Ayın son haftasında eksik yazıları tamamlamak üzere hasta aralarını, boşlukları kullanırken tam olarak hissettiğim şey bu oldu. 

                                                                                    *

Bu aralar kitaplar üzerine yazma fırsatı bulamadım. Başka bloglarda ya da dijital içerik üreten edebiyat platformlarında bu tarz yazıları okuduğumda deneme yazmaya dair bir imrenme hissi beliriyor içimde. Pek de okuru olmadığım bu türün emekçisi olmak, düşüncelerimi, bilgiyle harmanlayarak sunmak arzusu, içimde taşıdığım pek çok yazı fikrinden biri. Üretmek için hangisi daha uygun tahmin etmek zor. Daha çok zamana sahip olmak mı? Yoksa, bir başka işle meşgul olup (geçim meselesini çözerek) yazıya kabarmış bir iştahla dönmek mi? 

                                                                                  *

24 Kitchen'da en sevdiğim program Jamie ve Jimmy İle Yemek Düellosu. Rıhtımın ucundaki restorana davet ettikleri ünlülerle (onlarda bir hikâyesi olan) yemekler pişirmeleri değil benim için ilgi çekici olan. Gıda israfına yönelik farkındalık ve fark yaratan sosyal girişimcilik örnekleri bana cazip gelen. Dünkü programda İngiltere'de tatil açlığı diye bir gerçeklik olduğunu öğrendim. İlköğretim okullarında öğlenleri okulda sıcak yemek yiyen, karnı doyan çocuklarin tatil geldiğinde yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kalmasını ifade ediyor tatil açlığı. Bunu fark eden öğretmenlerden biri, yerel marketlerin son kullanma tarihi yaklaştığı için çöpe atacağı sebze ve meyveleri alarak tatil günlerinde de düzenli yemek pişirmek üzere girişimde bulunuyor. Her bölüm bu türden ilham veren örneklerle dolu. İnsanın özünde iyi olduğuna, doğasında paylaşmak ve yardımlaşmak olduğuna inanmak, iyi şeyler yapan güzel insanların hikâyelerini paylaşmak insanın ruhuna iyi geliyor, var oluşuna anlam katıyor. 

                                                                                     *

Kızımın eski okul arkadaşlarımın ya da kuzenlerimin çocuklarıyla arkadaş olması, bağ kurması bana mutluluk veriyor. Mutluluk belki de gerçek anlamda bağ kurmakla, bu dünyada yalnız olmadığımıza inanmakla, bizi gözeteceğini bildiğimiz insanlarımızın olduğunu bilmekle ilgilidir. 

                                                                                 *

Bizim köy çok yüksek sayılmaz. Yine de iki vadi arasından akan ırmağa bakarken, sağlı sollu fındık bahçelerinin arasından arabayla ilerlerken, rüzgârla taşınan hava kütlesinin tepe boyunca yükselerek soğumasıyla oluşan sisi izlerken insanda dünyanın zirvesine çıkmış da, bulutların üstündeymiş gibi bir his geliyor. Ve güzelim Dil Tengi şarkısı dile dolanıyor, huzur veriyor.  Bir ağaç olacak babam şimdi, başı bulutlara değecek. Özleyecek belki bizi, gözyaşı olup dökülecek yamaçlara, yeşilliklere...







28 Temmuz 2021 Çarşamba

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 37

Bilmek isteyen yola çıkar. 

Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait. 

Şefkatli ebeveyn ipuçları
Bazen ebeveynler çocukları ile empati yapmaya korkarlar, yaparlarsa, onlara isteklerini vermek zorunda olacaklarından çekinirler. 
Ancak empati çocuğunuzun isteğini kabul etmenizle ilgili değildir. Senin içinde neler olduğuyla ilgileniyorum anlamına gelir. 

Ben ne düşünüyorum? Nelere dikkat edeceğim? 
Ne zaman empatinin ne olduğu ya da ne olmadığı hakkında bir şeyler okusam, duysam aklıma Brene Brown'un bir animasyon eşliğinde empatiyi anlattığı konuşması geliyor. (İzlemeyenler ya da yeniden izlemek isteyenler için bağlantı aşağıda) 


Empati hak vermek, acımak, sempati duymak, poh pohlamak, teselli etmek, akıl vermek değil, yalnızca ve yalnızca karşındakini duymak ve onunla kalmak. Bunu yapabilmek sizi yalnızca iyi bir ebeveyn değil, iyi bir arkadaş, iyi bir çalışan, iyi bir hizmet veren hâline de getiriyor. Ve çoğu beceri gibi okuyarak değil, izleyerek öğreniliyor. Benim zihnim yargılamaya, etiketler takmaya, tasnif etmeye, elemeye yatkın. Bu becerileri geliştirdiğime göre geçmişte işime yaradı, hayatta kaldım ama artık anlamaya, dinlemeye daha açık, daha önyargısız olmak istiyorum. Buna da en küçük çemberden, aile içinden, ebeveynlik ilişkimden başlamak yerinde olacaktır. Beni bu adımları atarken sabote eden en önemli faktör çözüm bulma eğiliminde olmam. Ben de pek çok anne gibi, bebeklikten itibaren bakım hizmeti verdiğim kızımı korumaya, beslemeye, temel ve duygusal ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorum. Giderek daha çok ipi bırakmam gerektiğinin, ona daha fazla düşünme, tercih etme, seçim yapma alanı bırakmam gerektiğinin de farkındayım. Bunu da büyük ölçüde yaptığım kanaatindeyim. İstenmediği halde çözüm bulma ve akıl verme meylim devam ediyor. Bunun altında büyük ölçüde kendimi onun duygularından sorumlu hissetmek olduğunu fark etmek, insanlık için küçük olsa da benim için büyük bir keşif sayılabilir. 
Deniz büyük ölçüde bana benziyor. Yabancılar onu içe dönük görüyor. Oysa içi cıvıl cıvıl, neşeli. Herkesle dost, arkadaş olmaya çalışmıyor. Ait hissettiği insanların yanında kendisini mutlu hissediyor. Bunun sağlanamadığı koşullarda sıkılsa dahi yalnızlığı tercih ediyor, bununla başa çıkabiliyor. Daha dün, en yakın arkadaşı tatilde olduğu için, tüm günü evde geçirmesini, havuza girmemesini eleştirdim. Oysa o evde kalmaktan şikayetçi değildi. Nitekim isyanını "Diğer çocuklar iyi olsaydı, onlarla yüzerdim. Ben evde kalmaktan rahatsız değilim," diyerek dillendirdi. Benim çözüm bulmak isteyen yanım onca çocuğun arasında onu rahatsız eden, üzen bir, ikisi dışarı çıkmaya, eğlenmeye devam ederken Deniz'in kendisini geri çekmesinden rahatsız elbette. Bununla beraber sorunlar karşısında dilediği stratejiyi belirlemeye, savaşmaya, kaçmaya (seçim yapmaya) hakkı olduğunu kabulleniyorum. Can sıkıntısının yaratıcılığını arttırdığını da gözlemliyorum. Hatta bu seçiminden dolayı mutlu dahi oluyorum. Çünkü yalnız kalmamak için istemediği şeylere evet demek zorunda kalmayacak, kendi seçimlerinin olağan sonuçlarıyla yaşamaya şimdiden başladığı için gerektiğinde rahatlıkla "hayır" diyebilecek. Ki bu da kazanmasının önemsediğim bir meziyet.  

İç dökümleri:1

Herkesin tatil anlayışı kendisine elbette... 
Benimki bazen malak gibi yatmak, kesinlikle ve kesinlikle alarmsız uyanmak, ağır aheste kalkıp bugün ne yapsam diye düşünmek, deniz, şekerleme, deniz, çay ve kahve, deniz yinelemesi şeklinde. Zihnim çok dolu, artık biraz daha fazla su alamayacak dolu bir bardak gibiyim. Bu zihinsel kapasiteyi aşma hâli ara sıra günlük konuşmalara bile yansıyor. Sofrada su servisi yapacağım örneğin. Bardak yerine, bana tabağını uzat diyorum. Dediğim anda fark ediyorum ama evdeki çokbilmişler hemen cevabı yapıştırıyor, alaya alıyor. Bana tez elden bir yavaşlama tatili şart. 
                                                                                        *

İki haftadır çocuk kitabı hariç başladığım/bitirdiğim kitap yok. Ağustos ayı Yeşim Cimcoz'un Yazı Evi'nin geleneksel kitap yazma ayı. Kitap Yazma Ayı, ABD'nde yıllardır kasım ayında süren bir akım. Her gün 1667 kelime, ayda 50 bin kelimelik bir yazı maratonu. Belli bir temanız, konunuz, fikriniz varsa, her gün hedefi tutturduğunuzda, ay sonunda üzerine çalışabileceğiniz bir ilk taslağınız oluşuyor. Vaat bu. Gerçek bireyden bireye değişiyor. Geçen yıl ilk kez 50 bin kelimeyi aştım. Daha çok iç döktüm, hedefe varmaya odaklandım. Roman yazmadığım için aynı kahramanların hikâyesini ilerletmek gibi bir sonuç doğmadı ama katıldığım oyunu bitirdim, kurallara uydum ve son çizgisine vardım. Bu da az bir başarı değil. Bu yıl nasıl geçer, geçecek, hiçbir fikrim yok. İçim bu kadar Ordu ile doluyken, her gün bir anıyı, fotoğrafı yazmak nasıl gelir bana düşüncesi de yoklamıyor değil. Bakalım. 

                                                                                        *

Çocuklar İçin Felsefe Eğitmenliği eğitimine duyduğum ilgiyi kaybettim. İlk modül fikir verdi, birtakım kazanımlar da elde etmişimdir hiç şüphesiz. Bununla beraber ilerletmeyi düşünmüyorum. Yazdığım çocuk öykülerini, felsefi tartışmaya açmanın anahtarını görmek sanırım benim için yeterli. 

                                                                                       *

Bahçecilik işleri bu yıl her zaman olduğundan daha iyi gidiyor. Ürün almaya başladık. Bostan kavun, karpuz dolu. Karpuzlar henüz büyürken çatlıyor ve birer küçük top hâlinin ötesine geçemiyor şimdilik ama içleri tatlandığı için dörde bölüp kabuğunun içinden yemenin de ayrı bir keyfi var. Karavancılıktan sonra yazlıkçılıktan da hevesimizi aldık galiba. Gelecek yazın formülü bakalım ne olacak? 

                                                                                     *

Taşınma sürecini zihnimde başlattım. Yeni eve hiç gitmeyecek oyuncak ve çocuk kıyafeti yığınıyla işe başlamıştım. Dün Çağlar'ın kitaplığını boşaltmaya başladım. Umarım inşaat tahmin edilen sürede biter ve tereyağından kıl çeker gibi biter taşınma ve yerleşme işlemleri. 

                                                                                   *

Çanakkale aşılanma oranlarında ikinci sırada. Bir ara en hızlı vaka artışı görülen il sıralamasında zirveyi gördüğümüz için bu sevindirici bir haber. Yine de genele baktığımızda, aşılanma oranının toplumun 1/4ünde kaldığını görmek hayal kırıklığı uyandırıyor. Okulların bu eylülde tam anlamıyla açılması için en elzem yöntemin, bilimsel akılın kulak ardı edilmesi en hafif tabirle can sıkıcı. Bu akıl tutulması geçer de, aşılanma hız kazanır dilerim. Zira pandemi koşullarında yaşamak ve çalışmak gerçekten sıktı. 


27 Temmuz 2021 Salı

Taşın hafızası vardır



İki hafta muayenehaneden uzak kalınca geri dönmek beni zorlayacak sanmıştım. Geride başa çıkamayacağım bir iş yığını bıraktım sanmıştım. Gözümde büyütmüşüm. Pek çok başka meselede olduğu gibi. Uzun araba yolculukları örneğin. Ordu'ya apar topar bir günde gitmek durumunda kalınca, "uzun yola gidemem" düşüncesinin hükümsüz olduğunu, yorulmakla beraber bunun mümkün olabildiğini bu yargının yolların bozuk, yolculukların uzun sürdüğü dönemlerden kaldığını fark ettim. Kör inançlarla yüzleşmek ve onları bertaraf etmek insanı özgürleştiriyor. Peşin hükümle "Hayır," dediğimizde pek çok kapı açılmamak üzere kapanıyor. Bunun farkına varmak, daha çok "Evet," demek daha iyi olsa gerek. 

                                                                           *

Yıllardır Ordu'ya gitmeye niyet ediyor, eyleme geçemiyorduk. Bu yaz, bayramı geçirsek mi niyeti, babamın vefatıyla gerçekleşti. Babamın vasiyetiydi, köyde, oğlunun yanına gömülmek. Gittiğimizde yeri hazırdı. Yanında Alper, arkasında sırayla en küçük amcam, babaannem, dedem, kendi babaannesi... Üzerinde köknarlar... Köy mezarlıklarının insana huzur veren bir yanı var. Ağaçların hışırtısını dinlemenin, aynı soyada sahip mezar taşlarının arasında dolaşmanın, bir yandan konuşurken diğer yandan mezarların üzerini kaplayan yabani otları, sarmaşıkları temizlemenin, onları birbirine emanet etmenin, unutulmayacaklarını, köyde her zaman bir sonraki kuşağın yazları dahi olsa yaşayacaklarını, ziyaret edeceklerini bilmenin gönül rahatlığı veren bir yanı var.

                                                                            *

Babam yıllardır felçliydi. Bir tarafı tutmuyordu. Felçli ve yardıma muhtaç geçirdiği onca yıl, bundan gocunduğunu, bununla başa çıkamadığını görmedim. Hayata tevekkülle yaklaşan bir yanı vardı galiba. Uzun yıllar evvel görece zor bir ameliyatken bypassa girerken, onunla ameliyathane kapısına kadar yürümüş, kapıda ben uğurlamıştım. Tam olarak ne dediğini hatırlamıyorum ama verdiği his, kaderde ne varsa o yaşanır, haydi üzülme idi, son dakikada elime tutuşturduğu kol saatini çıkışta takmak, yeniden yürümek mümkün oldu. Babam yaşadığı onca ameliyatı, evlat acısını kaldırdı ve uzun yaşadı. Gezmeyi ve futbolu çok severdi. Tekerlekli sandalyeden utanmadı, kendine yedirememezlik yapmadı. Büyük hayalleri yoktu artık yaşamdan, torununun daha çok doğum gününü görmeyi diledi. Torun sesiyle dolu bir evde, kendi yatağında, uykuda öldü. Pandemi nedeniyle insanların tek başına cenaze kaldırdığı günler bittikten sonra, sevdikleriyle uğurlandı. Tüm akrabaları yanındaydı.

                                                                              *

Ordu'da bulunmak tam da umduğum, hayal ettiğim gibi oldu. Kayba ve üzüntüye rağmen keyifli ve güzel anlar, anılar koyduk belleğimize. Eski şehrin sokaklarında gezindik, sanat galerisine dönüştürülen kilisedeki sergiyi gezdik, Denizciler'den dondurma yedik, teleferikle Boztepe'ye çıktık, sahilde dolandık, ırmak boyuna, Ohtamış Şelalesi'ne gittik, ailenin genç bireyleriyle tanıştık. Defalarca sofra kurduk, kaldırdık. Deniz geniş aile tarihini öğrenmek için kolları sıvadı. Muradı gelecek yaz, kimin kim olduğunu öğrenmek ve herkese hava atmak. İşin içinden çıkamayınca kardeş torunları dediğim aile bireylerini bir soy ağacı vasıtasıyla öğrenmek benim de yapacaklarım arasında. 

                                                                            *

Tarihi Taşbaşı Kilisesi, Uğurcan Ataoğlu'nun girişimleri,  Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Hilmi Güler'in desteğiyle güzel bir sanat galerisine dönüşmüş. "Taşın hafızası vardır" sloganıyla yola çıkan ekibin Demo ismini verdikleri ilk sergi bundan sonra yapacaklarının da teminatı. "Taşın hafızası vardır," bir kenti yazmaya başlamak tam da buradan başlıyor galiba. Doğduğum toprakları, taşa nakledilmiş hatıraları, göçleri, kayıpları, yasları anlatmak istiyorum ilk defa. Niyet bu, yolu zaman gösterecek. 

24 Temmuz 2021 Cumartesi

Babama Veda


Ordu'da gün doğuyor. Hava kapalı ve yağmurlu... Bu saatlerde Çanakkale sessiz olur, martı sesleriyle düşüncelerin arasına motor sesleri karışmaz. Bazen dalgalar döver kordonu, bazen usulca yalar, yürürsün Truva atına kadar, Şakir'in yerine kadar. Düşünceleri peşi sıra, görüşün kısıtlı. Tarihî yarımada keser zira. Hep dar bir alana bakarsın, biliyorum, kontrol bende sanırsın. 

Ordu öyle değil. Deniz engin. Gözü her zamanki gibi yaşlı. Ve ben hazırlıksızım. Ne bir kapalı ayakkabı, ne bir gömlek, yağmurluk... Ne benim için ne de Deniz için... Bazı şeylere tam hazırlanmak asla mümkün değil galiba. Yaz yağmuruyla veda edeceğiz babama... Çok sevdiği köyüne, oğluna kavuşacak. 

9 Temmuz 2021 Cuma

Aniden gelen

Aniden gelen bir vefat haberiyle sarsıldım dün. Öğleden sonraydı. Kapı açıldı. Çağlar karşımda, yüzünde dehşetten kasılmış bir ifadeyle baktı bir süre. Oturuyordum o esnada, koltuk temizleniyordu ve ben bilgisayar masamda oturmuş bekliyordum. Bana baktı, durdu, ağzındaki baklanın can acıtacağı her halinden belli bir ifadeyle, nereden başlayacağını bilemez bir halde, durdu, zaman kazanmak istedi, ve gruptaki mesajı gördün mü diye sordu. Pek çok grup, pek çok olasılık geçti zihnimden hızla, kendimi hangi kötü habere hazırlamam gerektiğini bilmeden sordum. "Hayır. N'oldu?"

Her ani gelen vefat haberi sarsıyor. Sırasız ölümler üzüyor. Arkadaşlarına, ailene, kendine karşı yeterince vefalı mısın, kendilik arayışını gerçekleştirdin mi, pek çok sorgulama sürecini başlatıyor bir anda. Dün gece bir arkadaşımız sevdiceğinin kaybıyla başa çıkmaya çalışırken biz şaşırdık, üzüldük önce, sonra yemek yedik, boğazımızdan geçti gitti kolayca. Akşam dondurma yiyerek yürüdük, oturduk çay içtik sonra, hayat devam etti bizde, ve haberi alan diğerlerinde... Üzüleceğiz elbette bugün cenazede saf tutarken, arkadaşımızın yasını gördüğümüzde, o da üzülecek, sonra yavaş yavaş alışacak, belki yine sevecek, âşık olacak belki gün gelecek. Zaman alacak. Alıyor çünkü. 

Zaman en acı yükün bile ağırlığını azaltan, en mutlu hatıraların ayrıntılarını soluklaştıran zaman bizi mutluluktan ve acıdan delirmekten koruyan zaman, kaybolmamız için, yola devam etmemiz için gerekli olan zaman. Zaman alıyor elimizden gençliğimizi, enerjimizi, gün geliyor, hep bildiğimiz ölümlü olduğumuz gerçeğini ortaya çıkartıyor birden. Elimizdekilerin kıymetini bilmemiz için, kendi hayatımızın kahramanı olmamız için, maceralara atılmamız için, neyi istiyorsak onları planlayabilmemiz için, yolun kalanının yaşadığımızdan azaldığını kalın harflerle söylemek için. 

Şimdi ben birkaç saat sonra, bir köy camiinde, henüz vakti dolmayanlarla yan yana duracağım, hakkımı helal edeceğim, niye etmeyeyim, ve yeniden hayatın hay huyunda kaybolmadan önce pek çok yeni karar alacağım tıpkı yaş günlerinde, yılbaşlarında olduğu gibi, bir avlu dolusu insanla... Sıramız gelene kadar kendimize ve yakınlarımıza iyi bakmayı, hayalleri hayata geçirmeyi başarabiliriz umarım, her birimiz. Yaşamın sonunda o en büyük ve tek teselliyi söyleyebilmek için "İyi ki..."