29 Eylül 2017 Cuma

What about me?

Etgar Keret'ten kısa film


28 Eylül 2017 Perşembe

ÇÜNKÜ ERGONOMİ ÖNEMLİDİR


Bir süredir sol elimin işaret parmağı ağrıyor. Aeratör tutarken sorun yok ama ne zaman elime bir kalem alsam kendini belli ediyor. Reçete yazdığım ya da protokol defterine hasta bilgilerini kaydettiğim zamanlarda inceden ağrıdığını hissediyorum ama sebebini de bulamıyorum. Kalemi bırakıp masaj yapıyorum. Günün yoğunluğu içinde unutuyorum.
Dün aljinat karıştırırken parmağımın yeniden sızladığını duydum ve elime baktım. Bol kaşığını tüm avcumla kavramak yerine işaret parmağımı kaşığın ucuna doğru uzattığımı, parmağımın aşırı gerilmesine sebep olduğumu fark ettim. Diş hekimliği sayısız tekrarlayan hareketten oluşuyor. El bileğimiz, parmaklarımız sayısız kereler dönüyor, itiyor, çekiyor. Günün önemli bölümünü öne eğik bir postürle geçiriyoruz. Diş hekimlerinin büyük çoğunluğunun bel ve boyun ağrıları çekmesi, fıtık olmaları şaşırtıcı değil. Tüm bu risk faktörleri yetmezmiş gibi, bizzat kendim, hiç de gereği olmadığı halde kötü bir duruşla parmağımın ağrımasına yol açmıştım.
Farkında olmak her türlü sorunun çözümünde ilk adım. İki gündür aljinat karıştırırken bol kaşığını avucumun içiyle kavrıyorum. Ve ağrı neredeyse tamamen kayboldu. Ağrıyı önlemenin yolunu fark etmek bana katıldığım bir eğitimi hatırlattı.
Dört beş yıl önce dental lazerlerin kullanımıyla ilgili bir eğitime katılmıştım. RWTH Aachen Üniversitesi işbirliğiyle İstanbul'da düzenlenen eğitimin dili İngilizceydi ve içeriğin tamamı Aachen Dental Laser Center tarafından sağlanıyordu. İki yıla yayılan dört modülde, farklı dalga boylarındaki dental lazerlerin kullanımıyla ilgili pek çok güncel teorik bilgi edindik. Koyun kafaları üzerinde pratik uygulamalar yaptık. Her modülün sonunda bir sınava girdik. Tüm modüllerin ardından kendi vakalarımızı sunarak sertifikalarımızı aldık. Bu eğitimin, lisans eğitimimden önemli bir farkı vardı. Gerçekten dersi derste, tüm yönleriyle kavramıştım. 
Sebep sonuç ilişkisini kurmanızı sağlayan, işinde uzman, hitabet sanatını iyi bilen bir eğitmenle dersi derste öğrenmek mümkün. Alman profesörde tüm bunlar fazlasıyla vardı. Profesyonel diş hekimlerine yönelik eğitimin katılımcılarının yaş ortalaması 35'in üzeriydi. Hepimiz uzun zamandır muayenehanecilik yapıyorduk. İçimizde diş hekimliği fakültelerinde çalışan akademisyenler dahi vardı ancak profesör Gutknecht'in anlatım tarzı hiç değişmiyordu. Her bir yeni bilgiyi ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi, tabiri caizse Bilal'e anlatır gibi anlatıyordu. Dental lazerin kullanımını anlattığı derse, "Cihazı fişe takın, hasta, hekim ve asistanın koruyucu gözlüğü taktığından emin olun, açma kapama düğmesini açın, her zaman lazerin pedalına kendiniz basın" diyerek  başlayabiliyordu örneğin. Çünkü iş güvenliğini önemsiyordu. Hastanın, hekimin ya da asistanın retinasında oluşabilecek hasarı, asistanımıza kısacık bir an emanet ettiğimiz pedal, istemimiz dışında çalışırsa ya da dur dediğimizde çalışmaya devam ederse yumuşak ya da sert dokuda  oluşabilecek zararı, her daim aklımızda tutmanızı istiyordu. İşte bu yüzden "hiçbir diş hekimi bunu yapmaz  zaten" demeden sabırla, tane tane anlatıyordu. Bu, biraz da kültürel bir farktı. Bazı kültürlerde kervan yolda düzülmüyor, başarısızlık da planlanıyordu. Bizse ulaşmamız gereken sonuç hakkında bilgilenmeye devam ediyorduk. Bu esnada kendimizi nasıl koruyabileceğimize değinen yoktu. Bu yüzden preklinikte elektrik akımına kapılan arkadaşım da oldu, tendonunu kesen de. Almanya'da diş hekimliği eğitimi alsaydım, elimize ilk kez kesici ve delici aletler alıp birtakım modeller üzerinde çalıştığımız preklinik yıllarından itibaren kendimizi koruma yolları, ergonomik bir çalışma alanının nasıl sağlanacağı, kas iskelet sistemini zorlamadan nasıl çalışılacağı vb konuların müfredatın önemli bir parçası olacağına eminim. Çünkü ergonomi önemlidir, hem muayenehanede hem yaşamın içinde. 
Artık kırklı yaşların başındayım. Geçen yıllar içinde istemediğim pek çok duruma maruz kaldım. Bazılarında süreci hiç de iyi yönetemediğimi düşünüyorum, özellikle ikili ilişkiler söz konusu olduğunda. Çünkü daimi güvence, daimi mutluluk, daimi refah arıyordum. Bunların azaldığı her duruma şiddetle karşı koydum. Oysa değişime karşı koymak hiç de ergonomik değil. Hayatın, enerjinin, gücün, besinin, fırsatların iniş ve çıkışları var. Değişime ve belirsizliğe karşı koymak yerine, durumu kabul etmek ve bu döngüyü yaşamaya izin vermek bazı kalp ve beden ağrılarını dindiriyor.

26 Eylül 2017 Salı

Esin Kaynağı Olarak Müzik



...
Ve müzik benim için hep esinleyici oldu. İçimde bir şeyleri hep kıpırdattı. Hatta öğrencilerime zaman zaman, yine kendimden hareketle, şunu söylerim: "Diyelim ki yazı masasının başına oturdunuz, bir yazı yazmaya kalkıştınız ve bir yerde tıkandınız, durun o zaman. Yazmayı bırakın. 'Neden yazamıyorsunuz?' onunla yüzleşin. Belki anlatamıyorsunuzdur, belki birileri anlatmanızı engelliyordur. Belki malzemeniz yoktur. Belki tükenmişsinizdir. Bunların hepsi birer olasılık... Ama eğer kapanmış birtakım kapaklar varsa, müzikle açabilirsiniz. Özellikle sizde hatırası olan müzikleri dinleyin. Bakın o zaman kapaklar açılıyor mu, açılmıyor mu?" Müzik çok güçlüdür. Bu yüzden başka evlerimden taşımış olduğum plaklarımı, kasetlerimi hep korumaya çalıştım. Bunlar benim için birer güvenlik subapı. Biliyorum ki, onlar bir yerde duruyor. Günün birinde yazma konusunda bir tıkanmayla karşı karşıya olduğumu hissedersem, onlara başvuracağımı biliyorum. Onların bana başka kapılar açacağını biliyorum. Bu nedenle müziğin hayatımda çok büyük bir yeri vardır. 
                                                                                                                                               Mario Levi
Kaynak: Notos Öykü

23 Eylül 2017 Cumartesi

NASIL YAZIYORLAR?(8)

Yazarların yazma alışkanlıkları, okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. İşte sekizincisi: Julio Cortazar



Hiç değişmemiş, asla değişmeyecek olan tek şey kargaşa ile düzensizlik. Kesinlikle hiçbir yöntemim yok yazarken. Bir öykü yazmak istediğimde her şeyi boş verip öykümü yazarım. Ayrıca kimi zaman, öyküyü yazdıktan sonra bir iki ay içinde iki üç öykü daha yazarım. Genellikle, öyküler bir dizi halinde gelir zihnime. Bir öyküyü yazıp bitirince, algılarım açık kalır, sonrasında bir tane daha "yakalarım." Ne tür bir benzetme yaptığıma dikkat edin, ama gerçekten bu böyle. Öykü birden içime düşüverir. Ama bunlardan sonra, bazen bir yıl geçer hiç ama hiçbir şey yazmadan. Şu son birkaç yılda zamanımın büyük bir kısmını daktilomun başında politik makaleler yazarak geçiriyorum. Nikaragua, Arjantin hakkında yazdığım metinlerin edebiyatla hiç ilgisi yok, militan yazılar bunlar. 

Kaynak: Julio Cortazar söyleşi: "Hayat bana kimsesiz bir ada, kimsesiz bir oda olabilir."
               İngilizceden çeviren Nermin Özdilkural
               Notos Öykü

22 Eylül 2017 Cuma

FUAT SEVİMAY İLE ÇEVİRİ VE ÇEVİRMENLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Tim Parks "Çevirmenler Niçin Biraz Takdiri Hak Ediyor" (The Observor 25 Nisan 2010 - Çeviri: Yiğit Yavuz) adlı makalesini "Her neslin, kendi çevirmenlerine ihtiyacı vardır. Güzel bir edebiyat eserinin asla güncellenmesi gerekmez; oysa bir çeviri, ne denli harika olsa da zamanla toz tutar. Pope’un Homeros’unu okurken, Homeros’tan ziyade Pope’u duyarız. Constance Garnett’ın Tolstoy’unu okurken, 19. yüzyıl sonları İngiltere’sinin sesini duyarız. Büyük eserleri yeniden ele alıp, onları kendi dilimize uydurmamız icap eder. Bunun için taze zihinlere, taze seslere ihtiyaç duyuyoruz. Her yıl birkaç dakikalığına, çevirmenlerin önemli olduğunu gerçekten kabul etmemiz, en iyi çeviriyi okuduğumuzdan emin olmamız gerekiyor," sözleriyle bitiriyor. 
Gelin Parks'ı dinleyelim. Birkaç dakikalığına çevirmenlerin önemli olduğunu kabul edelim, yazar ve yayınevi seçimi kadar çevirmen seçimine dikkat etmek gereğini akılda tutalım ve çevirmenlere kulak verelim.  



Çeviriye nasıl başladınız? 

2012 yılında, tamamen kendimi denemek amaçlı giriştiğim bir işti. Altından kalkabilirsem devam edecek, aksi takdirde de biraz dil talimi yapmış olup bırakacaktım. Çevirdiğim ilk metnin, Pirandello’nun nefis romanı “Biri Hiçbiri Binlercesi” olması, romanın eğlenceli dili kendimi çeviri için zorlamama sebep oldu ki iyi ki de öyle olmuş. Çünkü arkasının güzel geldiğini düşünüyorum.  

Sizce çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin taşıması gereken özellikler nedir?

Çevirmen köprüdür. Kültürleri birbirine bağlayan kişidir. Kalem oynatma yeteneği ve dile yatkınlığıyla sınırları ortadan kaldıran, kültürel birikime tuğla koyan kişidir.
Bir çevirmen olarak ritüel diyebileceğimiz belirli alışkanlıklarınız, elimden asla düşürmem dediğiniz araç, gereç, başvurduğunuz kaynaklarınız var mı?
Çeviriye başlamadan önce amuda kalkarım ki kafam aşağı aksın J İşin şakası bir yana, belli başlı ritüellerim yok ama işin doğasında olan, olmazsa olmaz bir takım araç gereç ve kaynak kitap var tabii. Çeviri sayfalarının uçmasını önlemek üzere kullandığım taş, hayat kurtarıcı olabiliyor bazen. Sonra masa lambası var ki bazen kendisiyle gecenin kör bir saatinde dertleştiğimiz oluyor. O kadar yakınlaştık ve anlayın işte, çevirmen ne kadar yalnız J Elbette sözlüklerden bahsetmeli. Argo sözlüğü, mesleki sözlükler gibi. İrlanda İngilizcesi ile çokça haşır neşir olduğum için bolca kullandığım bir Slanguage sözlüğü hep elimin altındadır. Özellikle Joyce çevirilerinin çilingiri, rehber kitaplar da genelde masanın üstünde yayılıdır hep. Bir de öğlen uykum vardır. Herkes mesaideyken, iki saat uyudum, dediğim dostlarım müthiş rahat ve lüks bir hayatım olduğunu düşünürler ama kazın ayağı öyle değil. James Joyce gibi bir adamın diliyle 4-5 saat uğraştığınızda beyniniz, ringde patates çuvalına dönmüş gibi oluyor. Sonra mutlaka dinlenmek gerekiyor. Belki de çeviriden kaynaklı en büyük alışkanlığım bu öğlen uykusu.  
 

Çeviri yaparken nelere dikkat edersiniz?

En çok ama en çok, son okumayı yaparken, Türkçenin duygularına ne kadar sadık kaldığıma ve çeviri sosuna bulanmamaya dikkat ederim. Okuduğum cümleler Türkçede yanlış tınladığı sürece, kendimi işimi tamama erdirmiş saymam.

Türkçeye henüz çevrilmemiş hangi kitabı dilimize kazandırmak isterdiniz?

Açıkçası ve tam aksine, Türkçeye gereğinden çok ve bazen çok kof kitapların da çevirisinin yapıldığını düşündüğüm için, beni X dilden Türkçeye yapılacak yeni bir metinden çok, Türkçeden yabancı dillere yapılmış çeviriler müthiş heyecanlandırıyor. Ahmet Hamdi, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan daha henüz, çok yakın zamanlarda İngilizceye çevrilmişken, Kentucky Postası’nda bestseller görünen, arka kapağına da oh it’s fantastic diye iki yorum geçilen tırı vırılar için vakit ve kaynak harcanması doğrusu canımı acıtıyor. Ne yazık ki sevimsiz bir kültür emperyalizminin etkisi altındayız ve bu müstemleke ruh halinden çıkılması gerekiyor.

Klasiklerin çevrilmesi konusunda yayınevleri ve çevirmenlerin üzerine düşen sorumluluklar nedir? Okur, seçim yaparken nelere dikkat etmelidir?

Klasik, adı üstünde, ağır mesele. Yayınevinin de çevirmenin de bu ağırlığı taşıdığının bilincinde olması gerekir. Okurun yapacağı en doğru iş ise kanımca, özellikle de klasiklerde yayınevi ve çevirmen tercihinde bulunması. Örneğin, İşbankası Yayınlarının klasik serisinde yer almış bir eseri gönül rahatlığıyla elinize alabilirsiniz. Kapakta çevirmen olarak Şadan Karadeniz’in Azra Erhat’ın, çağdaşlardan Sabri Gürses’in Betül Parlak’ın adı varsa, o kitap gönül rahatlığıyla okunur. Oysa okur, aynı Rus, İtalyan ya da İngiliz klasiğinin, Kaydırıkuppak Yayınlarından çıkmış, 3-5,-TL daha ucuzunu aldığında, bir hayli cümle ya da paragrafın eksik olduğunu, cümlelerin tepetaklak yapısını, hepsinden önemlisi bir tür sahtekarlığı satın aldığını da kabulleniyordur.

Yaptığınız çeviriler sizde kurmaca metinler yazma isteği uyandırıyor mu?

Kurmaca metin yazma isteğim hiç sönmediği için, ayrıca çevirinin körüklemesine gerek kalmıyor aslında. Bendeki durum biraz, kurmaca ile çevirinin birbirlerine kuma gözüyle bakmasını andırıyor. Hangisine yoğunlaşsam diğeri kıskanıyor.

Şu anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsunuz? Okurla ne zaman buluşacak?

James Joyce’un 6 temel eserinin 5’ini çevirmiştim ki bunlardan 3 tanesi (Finnegan Uyanması, Sanatçının Delikanlılık Portresi ve Deneme Yazıları) yayınlandı, 2 tanesi de (Dublinliler ve Sürgünler) yakında yayınlanacak. Halkayı tamamlamak adına Ulysses’i de ele almam gerekiyordu ki bildiğim kadarıyla dünyada Joyce’un tüm eserlerini çeviren başka bir çevirmen yok. Şimdi Ulysses’i de tamamladım ve edit sürecinde bir aksilik olmazsa Kasım 2017 gibi okurla buluşacak.

Teşekkür ederim.

Dünyanın tüm kurmacaları adına ben teşekkür ederim.


Fuat Sevimay hakkında:

72'de doğdu. Erenköy ve Üsküdar'da yaşadı. Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okuldan kaçmayı ve hayattada bazen kaçmak gerektiğini, Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme'de dostluğu, arkadaşlığı, ve paranın "beş para etmez" olduğunu öğrendi. Yazarlık ve çevirmenlik yapıp iyi bir insan olmaya çalışıyor.
İstanbul Mimarlar Odası, Maden Mühendisleri Odası, Ümit Kaftancıoğlu (2 kez), Yenimahalle Belediyesi, Foça Belediyesi, Ölüdeniz Belediyesi tarafından ödüllendirilen ve dergilerde yayınlanan öyküleri, 2013 yılında Ara Nağme kitabında derlendi ve bu eser, 2014 Orhan Kemal Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Ankara Mimarlar Odası tarafından, Kent Öyküleri Yarışması’nda birincilikle ödüllendirilen Haydar Paşa’nın Evi adlı çocuk kitabı yine 2013’te yayınlandı. Kapalıçarşı adlı romanı 2015 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Yarışması’nda ödüle değer görüldü ve 2017 yılında yayınlandı. Yazar, Kadıköy Anadolu Lisesi tarafından, "Kristal Martı" ödülüne değer görüldü. 2015 yılında 2011’de yayınlanan Aynalı ve 2013’te yayımlanan AnarŞık adında iki romanı, İngilizceden James Joyce, Henry James ve Oscar Wilde, İtalyancadan Luigi Pirandello ve Italo Svevo çevirileri var. AnarŞık oyunlaştırıldı ve 2015'te sahnelendi. Literature Ireland ve Trinity College’ın desteği ve kazandığı burs çerçevesinde Dublin’de, James Joyce’un Finnegans Wake eserinin çevirisi üzerine çalıştı ve bu eser 2016 yılında Finnegan Uyanması adıyla yayımlandı. Yazar, muhtelif mekânlarda Türk edebiyatı ve çeviri üzerine dersler veriyor.

21 Eylül 2017 Perşembe

YİĞİT YAVUZ İLE ÇEVİRİ VE ÇEVİRMENLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Tim Parks "Çevirmenler Niçin Biraz Takdiri Hak Ediyor" (The Observor 25 Nisan 2010 - Çeviri: Yiğit Yavuz) adlı makalesini "Her neslin, kendi çevirmenlerine ihtiyacı vardır. Güzel bir edebiyat eserinin asla güncellenmesi gerekmez; oysa bir çeviri, ne denli harika olsa da zamanla toz tutar. Pope’un Homeros’unu okurken, Homeros’tan ziyade Pope’u duyarız. Constance Garnett’ın Tolstoy’unu okurken, 19. yüzyıl sonları İngiltere’sinin sesini duyarız. Büyük eserleri yeniden ele alıp, onları kendi dilimize uydurmamız icap eder. Bunun için taze zihinlere, taze seslere ihtiyaç duyuyoruz. Her yıl birkaç dakikalığına, çevirmenlerin önemli olduğunu gerçekten kabul etmemiz, en iyi çeviriyi okuduğumuzdan emin olmamız gerekiyor," sözleriyle bitiriyor. 
Gelin Parks'ı dinleyelim. Birkaç dakikalığına çevirmenlerin önemli olduğunu kabul edelim, yazar ve yayınevi seçimi kadar çevirmen seçimine dikkat etmek gereğini akılda tutalım ve çevirmenlere kulak verelim. 




Çeviriye nasıl başladınız?

Çeviriye, yıllar içinde uğraşa didine belli bir düzeye getirdiğim ama profesyonel anlamda işime yaramayan İngilizcemi bir şekilde değerlendirme arzusuyla başladım. Önce medya araştırmaları alanında yazılmış birtakım makaleler çevirdim, bunlar bir kitap içinde yayımlandı. Daha sonra, çok sevdiğim Jack London’ın Türkçede bulunmayan kurmaca dışı yazılarını derleyip çevirdim; çeşitli dergilerde dağınık şekilde çıkan bu yazılar belli bir sayıya ulaşınca, kitaplaşabileceklerini düşündüm. İmge Yayınevi’yle anlaştım ve ortaya, “Bana Göre Hayatın Anlamı” başlıklı bir kitap çıktı. Sonra İletişim Yayınevi’nden ve başka yayınevlerinden çeviri teklifleri geldi bana ve art arda kitaplar çevirdim.

Sizce çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin taşıması gereken özellikler nedir?

Çevirmen bir dil işçisidir; yapı bozumcu ve yapı kurucudur. Dil öğrenmeye, kelimelerle, cümlelerle uğraşmaya, bir dilin ve kültürün ürünü olan yapıları başka bir dil ve kültür içinde yeniden inşa etmeye çalışan ve bu çabadan zevk alan biridir. İyi bir çevirmenin her şeyden önce bu uğraşıyı çok sevmesi, dil yapılarına ve bu yapılar arasındaki ilişkilere, geçişlere merak duyması gerekir. Bu merakın doğal sonucu olarak, iyi bir okur ve söz sevdalısıdır çevirmen. Anadilini ayrıntılarıyla, girdisi çıktısıyla bilmeli, hedef dile ise en azından mühim hatalar yapmayacak denli hâkim olmalıdır. İyi bir araştırmacı, sabırlı bir sözlük tarayıcısı olmalıdır. Dikkat ve kuşkuculuk da, iyi çevirmenin önemli bir vasfıdır. Bir söz için akla gelen ilk karşılığı kâğıda geçirmeden önce, kelimelerin ve ifadelerin farklı ya da saklı anlamlarının da bulunabileceğini aklına getirmelidir; bu refleks zaman içinde, tecrübe ve bol pratikle gelişir. Burada, tecrübenin önemini vurgulamak lazım: Çevirmenlik “olunan”, gelişim manasında önü açık bir uğraştır. Çevirmen en iyi ihtimalle dört beş kitap çevirdikten sonra, acemilikten çıkmış kabul edilebilir.

Bir çevirmen olarak ritüel diyebileceğimiz belirli alışkanlıklarınız, elimden asla düşürmem dediğiniz araç, gereç, başvurduğunuz kaynaklarınız var mı?

Öyle sadık kaldığım ritüeller, ihtiyaç duyduğum özel koşullar yok. Çok konforlu bir çalışma masam mevcut olsa da, farklı ortamlarda, türlü gereçlerle çeviri yapabilirim. Gazetecilik mesleği, gürültülü ve karışık ortamlarda da işime yoğunlaşabilme alışkanlığı kazanmamı sağladı galiba. Bir sohbet ortamında da, sessiz bir odada da çalışabiliyorum. Yerine göre masaüstü bilgisayar da işimi görüyor, kâğıt ve kalem de. Elbette ihtiyaç duyduğum sözlüklere, ansiklopedilere erişebilmeliyim ve iyi-kötü bir internet bağlantım olmalı.

Çeviri yaparken nelere dikkat edersiniz?

Birçok şeye! Çerçevesi çok geniş bir soru gibi geldi bana.

Türkçeye henüz çevrilmemiş hangi kitabı dilimize kazandırmak isterdiniz?

Türkçeye henüz çevrilmemiş kitaplardan ziyade, kötü çevrildiğini düşündüğüm iyi kitaplarla karşılaşınca, “keşke bunu ben çevirseymişim,” dediğim oldu. Onun dışında, Emily Dickinson’ın toplu şiirlerini çevirmeye yeltenmiştim ama bu zor işi başaracak yetkinliğe ve zamana sahip olmadığımı çok geçmeden anladım.

Klasiklerin çevrilmesi konusunda yayınevleri ve çevirmenlerin üzerine düşen sorumluluklar nedir? Okur, seçim yaparken nelere dikkat etmelidir?

Sorunuzun esaslı yanıtı başlı başına bir yazı oluşturur aslında. Telif müessesesinin ortadan kalkması sebebiyle, klasik çevirileri alanı intihale, tahrif edilmiş-budanmış edisyonlara ve kötü çevirilere açık hale geldi. Dürüst ve iyi niyetli yayınevlerine hitaben söyleyebileceğim, onlara tavsiye edebileceğim en temel şey, yayınlamaya karar verdikleri eserlere hak ettiği özeni göstermeleri, bu eserleri tecrübesiz ve yetersiz çevirmenlerin, editörlerin eline teslim etmemeleri. Okurlara gelince: Bir klasiğin hangi çevirisini tercih etmesi gerektiğine karar verememiş okurların işi epey zor aslında. Onlara tavsiyem de basitçe şu: Klasik çevirileri konusunda kendisini ispatlamış, itibarlı yayınevlerini tercih etsinler, bunun yanı sıra çevirmenleri de tanımaya gayret etsinler. Fırsatçı, üçkâğıtçı, emek hırsızı yayıncıları da öğrenmeye, aradan seçmeye gayret etsinler.

Yaptığınız çeviriler sizde kurmaca metinler yazma isteği uyandırıyor mu?

Aslında, çevirdiğim kitaplar kurmaca yazma hevesimi söndürüyor demem daha doğru olur. Ağırlıklı olarak çok iyi yazarların çok değerli kitaplarını çevirdim. O kitaplar düzeyinde bir şey yazabileceğimi sanmıyorum. O halde neden yazayım? Bu soruya bir cevap bulamadım.

Şu anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsunuz? Okurla ne zaman buluşacak?

İş Bankası Kültür Yayınları için, John Milton’ın Paradise Lost’unu çeviriyorum. Çeviriyi 2018’in başlarında bitirmeyi umuyorum ama yayına hazırlanma sürecinin ne kadar
süreceğini ve kitabın ne zaman yayın programına alınacağını şimdiden bilemiyorum.

Yiğit Yavuz hakkında:

1970 senesinde, tiyatro sanatçısı Mustafa Yavuz ve radyo prodüktörü Tülay Kutdemir Yavuz'un oğlu olarak Ankara'da dünyaya geldi. Çocukluğu ve gençliği, Ankara ile İzmir'de geçti. İzmir Karataş Lisesi'nin ardından, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü'nü bitirdi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün Radyo-TV Sinema Ana Bilim Dalı'nda yüksek lisans yaptı. 1989 yılının sonundan itibaren, TRT'de çalışmaya başladı. Henüz üniversite öğrencisiyken girdiği Ankara Haber Dairesi Başkanlığı'nda geçirdiği yılların ardından, Başbakanlık Basın Merkezi'nde görev yaptı. Bir süre özel kanallarda çalıştıktan sonra, TRT'ye prodüktör kadrosuyla döndü. Halen TRT Trabzon Radyosu'nda radyo prodüktörü olarak çalışıyor. 
2003 yılından itibaren kitap çevirmenliğine başladı. Çeşitli yayınevleri için değerli edebiyat ve kültür yapıtlarının çevirisini yaptı. "Radyo'nun ABECESİ" adlı kitabı, Ütopya Yayınları'ndan çıktı. 
Prof. Dr. Şahinde Yavuz ile evli olan Yiğit Yavuz'un Işık ve Tan isminde iki oğlu bulunmaktadır.