29 Şubat 2020 Cumartesi

Sen bu satırları okuduğunda....

Sevgili Harry Potter,
Seninle geç tanıştım. Dünyada Harry Potter rüzgârları eserken ne kitaplarını okumak ne de filmlerini izlemeyi aklımdan geçirdim. Fakülteyi henüz bitirdiğim yıllarda bir ergen büyücü adayı ve arkadaşlarının maceralarını izlemeyi hafiflik olarak gördüm sanırım. Fantastik edebiyatla ilişkim kısa sürdü. Hobbitler ve Yüzüklerin Efendisi'nin ilk iki kitabının ardından bu sayfa benim için sonsuza kadar kapandı. Daha ciddi işler, metinler ve filmler beni bekliyordu. Yine okumazdım ya, ara tatili hasbelkader senin filmlerinle izleyince, kızım senin için delirince kitaplarını bir bir almaya, kızımın ardından okumaya başladım. 

Elbette kitabı filmden daha çok sevdim. Çok daha heyecanlı, sürükleyici buldum. Baykuşların getirdiği ardı arkası kesilmeyen mektup sağanağı tek kelimeyle şahaneydi. Yemek salonu, ziyafet sahneleri, hiç eksilmeyen yemekler ağzımı sulandırdı. Yüzünü değil, kalbindeki arzuları gösteren Kelid aynasına bağlanmayı, her fırsatta soluğu orada almak istemeyi anladım. Kalbin en derinliklerinde gizli istekler ve gerçekler arasında seçimi gerçekten yana yapmaya, hayatı ıskalamamaya dair incelikli nasihate bayıldım. Görünmezlik pelerinine sahip olmayı ve onunla yapabileceklerimi düşledim. Müttefiği olmayan kahramanın işinin ne zor olduğunu bir kez daha gördüm ve geçmişten bugüne yanımda olan tüm müttefiklerime varlıkları için şükrettim. Hermione, Ron, Weasley biraderler, Hagrid… Hepsinin anısı içimde capcanlı. Unutmadan Hogwarts'a en çok kış yakışıyor. Orayı en çok karlar altında, yeni yıl zamanı sevdim. Harry seninle uzun bir yolu yürüyeceğiz birlikte. Kitaplarını ardı sıra okuyacak, filmleri yeniden sırayla izleyeceğiz. Bazı büyülü sözcükleri bile aklımda tutabilirim kim bilir.
Kısa bir tatildeyiz. Dört gözle kızımın üçüncü kitabı bitirmesini ve maceralarının devamını okuyabilmeyi bekliyorum. O zamana değin yaralı alnından öperim. Sevgilerimle...


Yoldayız




Bir cumartesi sabahı…

Sabahın erken saatleri, kucağımda laptop, fonda yol şarkıları ve yağmur tıpırtıları, feribotun motor uğultusu yazmaya başlıyorum. Üç dört hafta önce planladığımız tatil, corona virüsü ve sınırdaki hareketlilik nedeniyle sallantıda. İçimden bir ses giderek daha gür bir şekilde “gitme,” diyor. Beni yerime bağlayan ev cini mi bu, yoksa dikkatli ve temkinli yanım mı emin değilim. Çoğu kararsız hissediyorum. Değil uzun, orta vadeli planlar bile yapmak gelmiyor içimden. Her şeye son anda karar verme eğilimindeyim. Durumlar, kararlar, hayatın getirdiği değişimler karşısında kolaylıkla esneyebilsin istiyorum. Kaptan benim gibi düşünmüyor. “Rezervasyon yaptık, ben gideceğim,” derken dolabın üzerinden bavulunu indiriyor. Bavulun ağzı açık, içindekiler yarım. Boşalıyor mu, doluyor mu belli değil. Bavulun boş yanı için için dürtüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde hafta sonundan olası sahneler canlanıyor gözlerimin önünde, kızın günlerdir diline pelesenk olan planları… “Hadi,” diyorum, hazırlan. Birkaç saat önceki eylemsizliğinden eser yok. Koşuyor odasına.

Yoldayız.                                                                                  

Bir cumartesi sabahı… Yol kıvrılıyor, çamların arasında. Sağıma eşlik eden boğazın suları her zamankinden daha gri. Denizi görmek için kolumu kullanıyorum, bir dairenin içinden bakıyorum dışarıya. Kız yanımda camdaki buğuya resim çizmekle meşgul. Ağaçlar, yıldızlar… Arabanın içi ısındıkça onun çizgileri siliniyor,  benim içinden baktığım dairenin sınırları genişliyor. Eh, bu da fena bir şey olmasa gerek.

28 Şubat 2020 Cuma

Dolu kafam bir delinin cepleri gibi



Kitap yayımlandıktan sonraki ilk birkaç yıl "yazamıyorum" etiketini alıp alnıma yapıştırdım. Bu "yazamıyorum"un meali yazamıyorum, yazmıyorum değildi esasında yeni dosya hazırlıklarına başlamadığım, yol almadığım ve bitirmediğim anlamına geliyordu. Kendini gerçekleştiren kehanet misali öykü ile arama mesafe sokan bu dönemi, bakış açımı değiştirerek atlattım. Bitirmediklerime değil, bitirdiklerime bakmaya çalıştım. Blog yazıları, kitap tanıtım yazıları ve söyleşiler sürüyordu. Bunca işin, gücün arasında ayırdığım zamanla ortaya çıkardığım verimleri kıyaslarsak becerikli ve eline tez bile sayılabilirdim. Sonra kendimi dövmeyi bıraktım. İlk kitabın ardından söylediğim bir sporcu ya müzisyen disipliniyle yazı masasına oturmuyorum cümlesini de aldım, bir kenara kaldırdım. Her gün mutlaka bir şeyler yazıyorum, bazen çok uzaklardaki dostlara mektuplar, bir kısa alıştırma, okuduğum kitaba dair birkaç kişisel not ya da yalnızca rahatlamak, iç dökmek için kendimle konuşmalar... Yazıya harcanan her emek eninde sonunda bir yere varıyor. Her türlü düşünceyi, fikri, yorumu derli toplu anlatma çabası inşa etmeye çalıştığım dile, üsluba yardımcı oluyor, en dişimin kovuğunu doldurmaz bu dediklerim dahi bu amaca hizmet ediyor. O yüzden bölük pörçük, anlamlı anlamsız, uzun kısa her yere yazmayı seviyorum. Bloggerın içi neredeyse iki yüze varan taslakla dolu. O halde paylaşmaya bir yerden başlamalı.

Kısa kısa bu aralar ben...

2019'un ilk günleri ve takip eden yarı yıl tatilinin ardından kendimi yorgun hissetmeye başlamış, sabah okula yürüyerek gitme işini savsaklamaya, yürüyüş, okuma ve yazma gibi oturmuş alışkanlıklarımı yitirmeye başlamıştım. Ardından gelen yaz tatilindeyse ipin ucu eni konu kaçmış, okulların açılmasıyla beraber yeniden kendime çeki düzen vermiştim. Bu yıl da süreç aşağı yukarı aynı gittiğine göre, yorgunlukta veyahut gevşeklikte kolayca yitirdiğime göre oturmuş bir alışkanlıktan bahsetmek mümkün değil. Olsa olsa arzular ve niyetler diyebiliriz. 

                                                                *

Bu yılın arzuları ve niyetleri arasında okuduğum kitaplar, izlediğim filmlerle ilgili daha çok not almak, izlenimleri aktarmak, bunlardan yola çıkarak bir başka insanlık hâline varan, özelden genele ulaşmaya çalışan deneme tadında yazılar hazırlamak vardı. Henüz el atabilmiş değilim. 
    
                                                                *

Hafta sonu İstanbul'daydım. Yıllarca mecbur kalmadıkça gitmediğim, kalabalığından kaçındığım şehrin, tanıdık, bildik sokaklarında gezinmek bu defa hoşuma gitti. Eski muhitte kaldığımızdan olsa gerek kendimi yine şehrin yerlisi gibi hissettim. Belki de artık İstanbul'la barışmışımdır. 

                                                               *

Yurt dışına gittiğim zamanlarda en çok dikkatimi çeken şey, herhangi bir iş yerinde çalışan kişinin kuyruk ne denli uzarsa uzasın her defasında bir kişiyle ilgilenmesi ve bekleyenlerin homurdanmaması. Bizde hâkim olan davranış kalıbı, aynı anda pek çok şeye yetişmek olduğu için, multitask olmak pek makbul sayıldığı için, bu kültürel kuşatmaya itiraz etmek, her defasında yalnızca bir işle ilgilenmek, ona odaklanmak gerçekten  hoşuma gidiyor. Aksi bir dayatma kendimi gergin hissetmeme yol açıyor, özellikle de iş yerinde. Bir hastayla ilgilenirken bir başkasının damdan düşercesine araya girmek istemesi, randevusuz geldiği halde hemen o anda yanıt almak istemesinin ardında ne yattığını merak ediyorum. Kendi zamanını bizimkinden daha değerli sayması mı yoksa kendi durumunu çok istisnai görmesi mi? Bu da böyle bir deli soru, ortaya attığım. 

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 24

Bilmek isteyen yola çıkar. 
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Çocuklarınızın yaşamı ve kalbiyle aranızdaki bağlantı, onlu yaşlarda olmanın nasıl olduğunu hatırlamak, ortaya koymak konusundaki istekliliğinizdir.
Sizinle kutlamalarını veya acılarını paylaştıklarında onların yaşında ve gelişim aşamasındayken hayatın sizin için nasıl olduğunu hatırlayın.

Haftanın mindful alıştırması
Bu hafta çocuğunuz size ne öğretti?
Belki günün karmaşasına karışmadan önce bir dakika yavaşlamayı ya da stresli bir anda tepki vermeden önce duraksamayı. Eylemleriniz, seçimleriniz ve yanıtlarınız da onlara her gün bir şeyler öğretir.

Ben ne düşünüyorum?
Büyümek nereden baksan zor mesele... Büyümenin zorlu yollarında kızımın yüzünün düşmesine yol açan, onu manevi olarak aşağı çeken her duruma bir wingman gibi yaklaşıyor, bugüne değin edindiğim deneyimlerden süzdüğüm konsantre bilgiyle onu rahatlatmaya, durumun sandığı kadar çözümsüz, üzücü ya da korkutucu olmadığını izah etmeye çalışıyorum. Benim bilgeliğimden bir faydalanabilse, duruma verdiği tepkilerin aşırılığını görecek ve hemen rahatlayacak. Ama öyle olmuyor. Deniz itirazı yapıştırıyor. "Sen çocukken öyle olabilir anne ama artık öyle değil!" Bu cümlelerin taşıdığı kesinlik bana yavaşlamamı, akıl vermememi, sorunu kendisinin çözmesini gerektiğini söylüyor, yalnızca bir süreliğine.

Deniz'le nasıl paylaşıyorum?
Bir sorun baş gösterdiğinde elimde alet çantam, kafamda hemşire kepim daima yardıma koşuyorum, onu sarıp sarmalamak, rahatlatmak istiyorum.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Duygular ve düşünceler yakıcıyken bu yaklaşımım bazen onu kızdırıyor. "Sen çocukken öyle olabilir anne ama artık öyle değil," cümlesiyle ona empatik yaklaşmadığımı, çözüm önerisi değil duyulmak istediğini gösteriyor. Bununla beraber aradan saatler geçtiğinde, düşüncelerinin yol açtığı karmaşa hakkında konuşmak onu rahatlatıyor.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Bir pervane gibi çocuğun etrafında dönmek, yükselmek, alçalmak, onu sarmak sarmalamak, korumak ve çözüm üretmek... Tüm bunların sevgi ve kollama ihtiyacından kaynaklandığı, bildiğinin en iyisini yapma çabası taşıdığı aşikar. Yine de kantarın topuzunu fazla kaçırıp çocuğun çözüm bulma becerilerinin gelişmesini engellememek, daha sert çatışmaların doğmasına yol açmamak da mühim. "Aman dikkat!" diyor, kendime bir not olarak buraya iliştiriyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu günlükler her defasında ebeveynlik niyetlerimi tazeliyor. Bana kesin bir reçete sunmasa da hangi patikada yürüyeceğimi duyuruyor. Amaçsızca, rastgele yürümek yerine farkında olmamı sağlıyor. Zaman zaman içimi yoklayan suçluluk, yetersizlik, ilgisizlik gibi kendime yönelik suçlayıcı ve negatif etiketlerle dolu annelik sicilime daha doğru bir perspektiften yaklaşmamı sağlıyor. Yeterince iyi anne olmak ve kendine yeten, eylemlerinin ve seçimlerinin arkasında durabilen bir çocuk yetiştirmek dışında muradımın olmadığını hatırlatıyor. Yazmaya devam ettiğim için kendimi takdir ediyorum.

Eski günlüklere buradan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 18
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 19
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 20
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 21
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 22
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:23 


27 Şubat 2020 Perşembe

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 23

Bilmek isteyen yola çıkar. 
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Çocuklar, yüksek sesle oynar ve araştırır, güler ve merak eder. Bize onlara katılmamız için sürekli davet yollarlar. Daveti kabul edin ve onların dünyasına geçin. Yaşamınıza katmak istediğiniz kadar neşe ve istekliliği alın.

Ben ne düşünüyorum?
Üzerimde kıştan kalma bir yorgunluk ve heves kaybı varken oyuna katılmak, davetleri kabul etmek her zaman mümkün değil. Daha pasif eğlenceliklerle yetiniyorum, film izlemek gibi. Deniz'in Harry Potter hayranlığı aradığımın kucağıma düşmesine vesile oluyor.

Deniz'le nasıl paylaşıyorum?
Harry Potter filmlerini izleyip Deniz'in ne kadar sevdiğini görünce kitapları da sırayla edinmeye başladık. Önce Deniz okuyor, sonra ben ve kitap bittikten sonra filmi yeniden izliyor, kitapla filmi kıyaslıyoruz. Deniz sık sık bana Harry Potter'dan bir soru sor, diyor. Benim büyü kelimelerini karıştırmamla dalga geçiyor. Ve beni Pottermore gibi sitelerden daha fazlasını bulmaya ve sunmaya yöneltiyor.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Son aylarda Harry Potter ve Hogwarts Akademi ile yatıp kalkan kızım hiç şüphesiz onun ilgi alanına açık olmamdan hoşlanıyor. Bulduğumuz eğlencelik testleri (hangi binaya aitsin vb.) yapmaktan, pinterestten bulup indirdiğim aktivitelerle zaman geçirmekten memnun. Daha fazlasını yapmak konusunda istekli ve yaratıcı.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Harry Potter kitapları ve filmleri ile ilgili etkinlik ve eğlence sayfaları çoğunlukla İngilizce. Bunları çözmeye, anlamaya çalışırken kucağımdan sözlük düşmüyor. Bu sayede yeni kelimeler öğreniyor, Deniz'i de konuşmaya teşvik ediyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Son günlerde çoğunlukla kendimi yorgun, coşkusuz ve ilgisiz hissettiğim için performansımdan pek de memnun değilim açıkçası. Şöyle bir silkinip daha fazlasını yapmak, Deniz'den gelen oyun davetlerini daha çok kabul etmek, bir o kadarını da kendiliğimden sunmak istiyorum.


Eski günlüklere buradan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 18
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 19
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 20
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 21
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 22





Nasıl Yazar Oldular? (43)

Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun. 




                                              Yazar Olmak 
Bu yazma sevdası, yazar olma meselesi hiçbir zaman tam olarak açıklanamasa da, dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım…
        Kitap okunan, kitaba çok değer verilen bir eve doğmak, kitapla daha okul öncesinde tanışma ve etkilenme, annemin şiir defterleri, radyo günleri, arkası yarın’lar, tiyatroda çocuk oyunları izlerken büyülenmeler, tüm bunlar edebiyatla zehirlemiş olmalı beni.
        Düş kuran, kurduğu düşleri kendine saklamayıp gerçekten olmuş gibi evin ahalisine anlatan bir çocuktum. Bu yüzden babaannemin bana ‘uydurukçu kızım’ dediğini hatırlıyorum. Şunu da hiç unutmuyorum: İlk okula başladıktan sonra sokakta oynarken -bütün çocukluğum sokakta oynayarak geçti- bir pundunu bulur, arkadaşlarıma düşlediğim korku hikâyelerini anlatır, sonra da geceleri kendi anlattıklarımdan ürkerdim. Demek ki düşlere, kurmaca hikâyelere inanmışım hep.
Gene ilk okul yıllarında çocuk dergilerinde yayımlanan, hayranlıkla okuduğum şiirlerin etkisiyle şiir yazmaya başladım bir heves.Her çocuğa sorulduğu gibi bana da ‘büyüyünce ne olacaksın’ diye soruldu. Yazmanın verdiği sevinçten, duyurduğu keyiften olsa gerek, yazar olacağım diye cevaplıyordum çoğu zaman yazarlığın ne olduğunu pek de bilmeden.
         Orta okul sonlarına doğru şiirimizin ustalarını keşfedince daha kararlı, tutkulu  ve yoğun yazmaya devam ettim. İlk gençlik  yıllarımda bu şiirlerden bazıları dönemin edebiyat-sanat dergilerinde yayınlanınca da  bu güne dek süren yolculuk başladı. Yirmili yaşlarımda şiirin yanı sıra-radyoyla büyüdüğüm  ve  özellikle Behçet Necatigil’in radyo oyunlarını çok severek dinlediğim için, o etkiyle – TRT radyolarında yayınlanan birçok oyun yazdım.Tiyatro oyunları, senaryo çalışmaları derken yolculuk beni öyküye götürdü. 1998 yılında ilk dosyamı Can Yayınları’na, Erdal Öz’e götürdüm, ilk kitabım ‘Bu Gece Pera’da’ birkaç ay içinde yayımlandı. Artık yazmamak ne mümkün, çok istediğim o şey  gerçekleşmişti işte. Öyküyle yirmi iki yıldır sürüyor beraberliğimiz. 2011-2013 yılları arasında yazdığım ilk romanım ‘Fırtına Takvimi’yle birlikte son yılların verimi ise ‘Belki Yarın’ öyküleri, ikinci romanım ‘Uyanan Güzel’ ve ‘Sait Faik’ ile ‘Sabahatin Ali’yi sahneye taşıyan iki oyun.
Bütün güçlüklerine rağmen bu yazarak yaşama halini - dili, sözcükleri, düşlemeyi, yaratıcı olmayı,soruları, sorgulamayı, anlamaya çalışmayı- çok sevdim, iyi ki yazdım, iyi ki yazıyorum dedim  hep.Yazmak dünyayı katlanılır hale getirdi, ezici ağırlığını azalttı, direncimi çoğalttı.
                                                                                                       Jale Sancak 

* Bu yazı ilk kez 24 Şubat 2020 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır. 

19 Şubat 2020 Çarşamba

Bu Yıl Romanını Yazıyorsun!

Bu Yıl Romanını Yazıyorsun Yazar Adayının Başucu Kitabı, 365 gün içinde roman yazmaya başlamaya ve bitirmeye kendini adamak isteyenler için yazılmış kılavuz niteliğinde bir kitap. 
Walter Mosley, yazma alışkanlığı kazanmak, ilk taslakları ortaya çıkarmak ve yeniden üzerinde çalışmak için gerekli bilgileri 15 bin kelime ve beş kısa bölümde okura aktarıyor. 

"Her Yazarın İhtiyacı Olan Genel Disiplinler" başlıklı birinci bölümde Mosley, her gün yazma disiplinini edinmek ve kendine ket vurmadan yazmayı öğrenmek üzerine yararlı tavsiyelerde bulunurken, yazar adayını yazma eyleminden uzaklaştıran kaytarma, yanlış başlangıçlar ve çıkmaz düşünceleri açık ederek onları bekleyen tehlikeleri de gösteriyor. 

Bu bölümdeki işlevsel tavsiyelerin bir kısmı şöyle:
"Herhangi bir duygunun seni yazmaktan alıkoymasına izin verme. Dünyanın seni yavaşlatmasına müsaade etme. Hikâyen bu yıl önündeki en önemli şey. Bu senin yılın, en iyi şekilde değerlendir." 

Her gün yazma, otosansürü yenerek ilerleme tavsiyelerini heybeye atarak yola devam eden yazar adayını bir sonraki bölümde "Kurmacanın Unsurları" bekliyor. Mosley, anlatıcı ses, olay örgüsü, karakterler üzerine tabiri yerindeyse hap bilgiler veriyor, kısa ve işlevsel. Okuru metnin içine çekme, kurmacada sıradanlıktan kaçma konularındaki ipuçlarını paylaşıyor. 

Teknik konuları alet çantasına koyan okuru bekleyen üçüncü ve dördüncü bölüm yazmak üzerine. Bu bölümlerde yazar, yazmaya nereden başlamalı, nasıl ilerletmeli, ilk taslaklar üzerinde nasıl çalışılmalı konularını irdeliyor. 

Kitabın rehberliğinde içinize sinen bir dosyayı yazdınız, bitirdiniz. Ya sonra? 
Bunun cevabı "Çeşitli Konular başlıklı" son bölümde. Bu bölümde yazdıklarınızı geliştirmek için yararlanabileceğiniz yazı atölyeleri ve  yayımlanma süreci ele alınıyor. 

Mosley anlatısını "Bu kadar işte. Roman yazmak hakkında bildiğim her şeyi on beş bin sözcükte anlattım. Artık iş sana kalmış. Her gün yazar ve bu dersleri ciddiye alırsan eminim ki işe yarar bir roman yazacaksın. Bu süreç seni dönüştürecek. Sana güven ve zevk verecek, nasıl düşündüğünü ve hissettiğini daha derin anlamanı sağlayacak; seni bir sanatçı ve çiçeği burnunda bir zanaatkar hâline getirecek. Belki de daha fazlasını yapacak," sözleriyle bitiriyor. 

Roman yazma arzusu ve iradesi taşıyan herkesi bir başyapıt olmasa da ilk romanını yazmaya davet eden bu ince kitabı okumaya zaman ayırın ve Mosley'in  ilk taslağınızı yazmak için sizi yüreklendirmesine izin verin.  


Bu Yıl Romanını Yazıyorsun 
Yazan Walter Mosley 
Çeviren Oğuz Tecimen 
Notos Kitap 
Deneme Eleştiri 
           

18 Şubat 2020 Salı

NASIL YAZIYORLAR? (22)

Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. 
Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim.
İşte yirmi ikincisi: Walter Mosley



Ben her sabah üç saat yazarım. Haftanın her günü, yılın her haftası yaptığım ilk iştir bu. Bazı günler yapamadığım olur ama ayda bir defayı geçmez. Yazmak ciddi bir uğraştır, belli bir istikrar ve disiplin gerektirir.
Günü gününe yazmak disiplin ve birtakım kazanımlar sağlar ama irade ve düzen işin yalnızca başlangıcıdır.
Yazmaya dair öğrendiğim en önemli şey, başlıca bilinçdışı bir etkinlik olduğu. Bununla neyi kastediyorum? Şunu: Roman, kafandan (ya da bilinçdışı zihninden) büyüktür. Yazarken bulduğun bağlantılar ve metaforlar, girdiğin ruh halleri ve deneyimler içindeki derin bir yerden gelir. Bazen bunları kim yazdı diye hayret edersin. Bazen de başkarakterin gamlı yüreğindeki duygularla dolambaçlı bir yolculuğu anlatırken hummalı bir tutkuya kapılırsın. İşte bu anlarda içindeki derin bir yere temas edersin, seni yazmaya sevk eden güçlü isteği barındıran limana.
Bu bilinçdışı yere ulaşmanın yolu her gün yazmaktır. Sadece yazmak değil. Bazı günler de yeniden yazar, yeniden okur veya metnin orasından burasından gözden geçirirsin. Hikâyenin rüya âlemine dönmek için yeterlidir bu.
Bir hikâyenin rüya âlemi nedir, diye sorabilirsin. Bilinçli zihninin altındaki ruh hali ve düşünce kıstasıdır bu - romanının sözlerine ve dünyalarına her dalışta yaklaştığın yerdir.
Kitap üstünde yalnızca bir buçuk saat çalışmış olabilirsin ama günün kalanında bilinçdışın uyarıcı anlarla - dolu olacaktır. Uyurken içdünyanda dağlar harekete geçer. Uyanıp kitaba dömndüğünde dün bıraktığın yerden ilerde olduğunu hayretle fark edersin.
Yazma seansların arasına bir ya da daha fazla gün girdiğinde zihnin hikâyenin derin anlarından uzaklaşacaktır. Eğer her gün yazmış olsaydın rahatlıkla ulaşmış olacağın bir yere şimdi çalışıp didinerek dönmen gerekecektir.
Bazı günler masanın başına geçersin ama hiçbir şey gelmez. Bunda sorun yok. Bazı günler de keşke kendime daha çok zaman ayırsaydım diye iç geçirirsin. Bunda da sorun yok. Ne de olsa bugün bıraktığın yerden yarın devam edebilirsin.

Kaynak: Bu Yıl Romanını Yazıyorsun Yazar Adayının Başucu Kitabı
              Yazan Walter Mosley
              Çeviren Oğuz Tecimen
              Notos Kitap