Bir cumartesi sabahı…
Sabahın erken saatleri, kucağımda
laptop, fonda yol şarkıları ve yağmur tıpırtıları, feribotun motor uğultusu
yazmaya başlıyorum. Üç dört hafta önce planladığımız tatil, corona virüsü ve
sınırdaki hareketlilik nedeniyle sallantıda. İçimden bir ses giderek daha gür
bir şekilde “gitme,” diyor. Beni yerime bağlayan ev cini mi bu, yoksa dikkatli
ve temkinli yanım mı emin değilim. Çoğu kararsız hissediyorum. Değil uzun, orta
vadeli planlar bile yapmak gelmiyor içimden. Her şeye son anda karar verme eğilimindeyim.
Durumlar, kararlar, hayatın getirdiği değişimler karşısında kolaylıkla
esneyebilsin istiyorum. Kaptan benim gibi düşünmüyor. “Rezervasyon yaptık, ben
gideceğim,” derken dolabın üzerinden bavulunu indiriyor. Bavulun ağzı açık,
içindekiler yarım. Boşalıyor mu, doluyor mu belli değil. Bavulun boş yanı için
için dürtüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde hafta sonundan olası sahneler canlanıyor
gözlerimin önünde, kızın günlerdir diline pelesenk olan planları… “Hadi,” diyorum,
hazırlan. Birkaç saat önceki eylemsizliğinden eser yok. Koşuyor odasına.
Yoldayız.
Bir cumartesi sabahı… Yol
kıvrılıyor, çamların arasında. Sağıma eşlik eden boğazın suları her
zamankinden daha gri. Denizi görmek için kolumu kullanıyorum, bir dairenin
içinden bakıyorum dışarıya. Kız yanımda camdaki buğuya resim çizmekle meşgul.
Ağaçlar, yıldızlar… Arabanın içi ısındıkça onun çizgileri siliniyor, benim içinden baktığım dairenin sınırları
genişliyor. Eh, bu da fena bir şey olmasa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder