28 Şubat 2020 Cuma

Dolu kafam bir delinin cepleri gibi



Kitap yayımlandıktan sonraki ilk birkaç yıl "yazamıyorum" etiketini alıp alnıma yapıştırdım. Bu "yazamıyorum"un meali yazamıyorum, yazmıyorum değildi esasında yeni dosya hazırlıklarına başlamadığım, yol almadığım ve bitirmediğim anlamına geliyordu. Kendini gerçekleştiren kehanet misali öykü ile arama mesafe sokan bu dönemi, bakış açımı değiştirerek atlattım. Bitirmediklerime değil, bitirdiklerime bakmaya çalıştım. Blog yazıları, kitap tanıtım yazıları ve söyleşiler sürüyordu. Bunca işin, gücün arasında ayırdığım zamanla ortaya çıkardığım verimleri kıyaslarsak becerikli ve eline tez bile sayılabilirdim. Sonra kendimi dövmeyi bıraktım. İlk kitabın ardından söylediğim bir sporcu ya müzisyen disipliniyle yazı masasına oturmuyorum cümlesini de aldım, bir kenara kaldırdım. Her gün mutlaka bir şeyler yazıyorum, bazen çok uzaklardaki dostlara mektuplar, bir kısa alıştırma, okuduğum kitaba dair birkaç kişisel not ya da yalnızca rahatlamak, iç dökmek için kendimle konuşmalar... Yazıya harcanan her emek eninde sonunda bir yere varıyor. Her türlü düşünceyi, fikri, yorumu derli toplu anlatma çabası inşa etmeye çalıştığım dile, üsluba yardımcı oluyor, en dişimin kovuğunu doldurmaz bu dediklerim dahi bu amaca hizmet ediyor. O yüzden bölük pörçük, anlamlı anlamsız, uzun kısa her yere yazmayı seviyorum. Bloggerın içi neredeyse iki yüze varan taslakla dolu. O halde paylaşmaya bir yerden başlamalı.

Kısa kısa bu aralar ben...

2019'un ilk günleri ve takip eden yarı yıl tatilinin ardından kendimi yorgun hissetmeye başlamış, sabah okula yürüyerek gitme işini savsaklamaya, yürüyüş, okuma ve yazma gibi oturmuş alışkanlıklarımı yitirmeye başlamıştım. Ardından gelen yaz tatilindeyse ipin ucu eni konu kaçmış, okulların açılmasıyla beraber yeniden kendime çeki düzen vermiştim. Bu yıl da süreç aşağı yukarı aynı gittiğine göre, yorgunlukta veyahut gevşeklikte kolayca yitirdiğime göre oturmuş bir alışkanlıktan bahsetmek mümkün değil. Olsa olsa arzular ve niyetler diyebiliriz. 

                                                                *

Bu yılın arzuları ve niyetleri arasında okuduğum kitaplar, izlediğim filmlerle ilgili daha çok not almak, izlenimleri aktarmak, bunlardan yola çıkarak bir başka insanlık hâline varan, özelden genele ulaşmaya çalışan deneme tadında yazılar hazırlamak vardı. Henüz el atabilmiş değilim. 
    
                                                                *

Hafta sonu İstanbul'daydım. Yıllarca mecbur kalmadıkça gitmediğim, kalabalığından kaçındığım şehrin, tanıdık, bildik sokaklarında gezinmek bu defa hoşuma gitti. Eski muhitte kaldığımızdan olsa gerek kendimi yine şehrin yerlisi gibi hissettim. Belki de artık İstanbul'la barışmışımdır. 

                                                               *

Yurt dışına gittiğim zamanlarda en çok dikkatimi çeken şey, herhangi bir iş yerinde çalışan kişinin kuyruk ne denli uzarsa uzasın her defasında bir kişiyle ilgilenmesi ve bekleyenlerin homurdanmaması. Bizde hâkim olan davranış kalıbı, aynı anda pek çok şeye yetişmek olduğu için, multitask olmak pek makbul sayıldığı için, bu kültürel kuşatmaya itiraz etmek, her defasında yalnızca bir işle ilgilenmek, ona odaklanmak gerçekten  hoşuma gidiyor. Aksi bir dayatma kendimi gergin hissetmeme yol açıyor, özellikle de iş yerinde. Bir hastayla ilgilenirken bir başkasının damdan düşercesine araya girmek istemesi, randevusuz geldiği halde hemen o anda yanıt almak istemesinin ardında ne yattığını merak ediyorum. Kendi zamanını bizimkinden daha değerli sayması mı yoksa kendi durumunu çok istisnai görmesi mi? Bu da böyle bir deli soru, ortaya attığım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder