28 Kasım 2013 Perşembe

SENELERCE SENELERCE EVVELDİ

ANNABEL LEE
It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of Annabel  Lee;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.

I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea;
But we loved with a love that was more than love-
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.

Senelerce senelerce evveldi. Hazırlıktaydım, belki de 6. sınıfta tam hatırlayamıyorum. İngilizce dersinde Annabel Lee şiirini okumuştuk. Okuduğum kitaplarda altını çizdiğim bölümleri ve sevdiğim şiirleri yazdığım bir defterim vardı. O deftere düzgün bir el yazısıyla önce İngilizcesini sonra Melih Cevdet Anday'ın özenli çevirisiyle Türkçe'sini yazdım. Düzenli günlük tutma alışkanlığım olmadığı için bir müddet sonra araya üzgün olduğum zamanlarda yazdığım içlenmeler girdi ve ben defteri yırtıp attım. Sonra sevdiğim şiirleri ve yazıları tekrar el yazısıyla yeni bir deftere yazdım. Bir sonraki, hatta bir sonraki defterin akıbeti de aynı oldu elbette.

Seneler, seneler sonra Murathan Mungan'ın “Yaz Geçer” kitabında Kadırga diye bir şiir okudum:

Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde... ve belki de
birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
bu şiir vardı:
Senelerce, senelerce evveldi;
Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık

Bu satırları okumak beni sevindirdi. Sevdiğim bir yazar, şairle aynı dizeleri sevmek, kayıt altına almak, onunla bir ânı paylaşmak... Çocukça bir şaşkınlık, sevinç...
Bunları neden mi hatırladım?
Bugün 28 Kasım...
Melih Cevdet Anday'ın 11. ölüm yıldönümü...

ISLIK ÇALMAK

Balıklar için deniz lazım,
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanının sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Bir şey lazım değil.

MELİH CEVDET ANDAY



24 Kasım 2013 Pazar

CAMUS'NÜN İZİNDE


     Bu yaz Çanakkale'de bir kitap kulübü kurduk. "Tavanarası buluşmaları" adını verdiğimiz toplantılarda ele aldığımız ilk yazar Albert Camus idi. Yabancı ve Veba'yı okumuş, Camus'nün   absürt felsefesini tartışmıştık.

(www.tavanarasi.org dan okuma grubumuzla ilgili detaylı bilgi alabilirsiniz.)

    Albert Camus'nün izinde ikinci ve daha büyük adımım 100. doğum gününde Yekta Kopan eşliğinde Paris turuna katılmak oldu. Onun dolaştığı sokakları, oturduğu kafeleri, romanlarını yazdığı otelleri gördüm. Bir yazarı anlamanın yolu onun bir dönem yaşadığı şehirde, ayak bastığı mekanları dolaşmak değil belki. Ancak kahve içtiği, yazı yazdığı, dostlarıyla edebiyat tartıştığı kafelerde romanlarından bölümler okumak, Yekta Kopan'dan Camus okumaları dinlemek ve sohbet etmek hayatıma hoş anılar, tatlar kattı. Biz okurlar, bize dokunan, hayatımızda iz bırakan yazarları takip etmeyi severiz. Onların kurduğu bir cümle, sorduğu bir sorudan yola çıkıp düşünmüş, yazmışızdır.
Kurmaca metinleri aracılığıyla bizimle doğrudan konuşmuş yazarlara yaşadıkları mekanlarda dokunabileceğiz sanırız. Ve düşeriz ardına adım adım.
      Bu düşüş, yaşadığı şehre gitmek gibi fiziksel de olabilir. Yazdığı metinlerin içine girmek gibi düşünsel de olabilir. Bu yolculuğa Feridun Andaç'la çıkmak ister miydiniz? Atölye Ceres'in edebiyat seminerleri bize bu imkanı sağlıyor.

    "Herkesin bir yazarı olmalı" sloganı ile her ay farklı bir yazarın incelendiği seminerin, Aralık ayı yazarı Albert Camus. Feridun Andaç'ın yönetiminde sürdürülen seminer programıyla ilgili daha detaylı bilgiyi aşağıda paylaşıyorum.


1. Karşılayan Bakış: Göçmen Dil

*”Sanatçı ve Çağı”

*”Defterler”e yansıyan Camus

*1899’dan 1986’ya Uzanan Süreçte Borges

*Bağlanma ve Zaman/Düş Yolculuğu

*Cezayir’den İzler/ Yansılar
Okuma Metni:“Sanatçı ve Yazar”, Albert Camus

2. Yaşamın Anlamı: Varoluş Sorgusu

*Etkileyici Kaynak: Felsefe

*Din Sorgusu:Tez’ine Yansıyanlar

*İçyaşamın Sezgi Kapıları

*Mutlu Ölüm’le Gelen Yabancı

Okuma Metni: Düşüş’ten bir bölüm, Albert Camus

3. Kurban’ın Yolculuğu

*Arayış ve Sorgu

*Akdenizlilik Duyumu: Düğün

*1940’lara Gelince Camus

*Paris Yüzleşmesi: Bireysel Özgürlük

*Caligula’dan Sıkıyönetim’e…

Okuma Metni: “Albert Camus’ye Övgü”, John Cruickshank                                                                                                                                                          4. SavaştanArınma Yolu

*Veba’nın Kuruluş Öyküsü

*Bir Alman Dosta Mektuplar’a Yansıyan Bakış

*Çağın Duyarlığı

*Başkaldıran İnsan Miti

*Birey/Sorumluluk/Özgürlük/Absürd ve Yabancı

Okuma Metni: Yabancı’nın Açıklaması, Jean-Paul Sartre

Adres: Merkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.

Üçler Apt. No:141 Kat:5 D:9

Şişli-İstanbul 0.212.296 41 30 - 0 532 325 97 18

www.atolyeceres.com
















21 Kasım 2013 Perşembe

SULTAN ABDÜLAZİZ VE EUGENİE


YASAK AŞK

Sultan Abdülaziz, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde temaslarda bulunmak ve ikili ilişkileri geliştirmek amacıyla seyahate çıkan ilk ve tek Osmanlı İmparator'udur. 3. Napolyon'un 1867'de Paris Evrensel Sergisi'ne daveti üzerine 46 gün süren Avrupa gezisine çıkmış İngiltere'ye kadar gitmiştir. Bu gezi sırasında Sultan, Paris'te Eugenie ile tanışır.

İki yıl sonra Süveyş Kanalı'nın açılışı için Mısır'a giden İmparatoriçe, İstanbul'u da ziyaret etmeye karar verir. Sultan Abdülaziz, Beylerbeyi Sarayı'nı hazırlatır. Eugenie'yi denizde Saltanat Kayığı içinde karşılar. Ona sunduğu hediyeler arasında binlerce altın değerinde mücevherlerle kaplı oldukça şık şal, tüm İstanbul halkının dilindedir. Sultan'ın bir akşam Beylerbeyi sarayına gidip sabaha kadar misafir olduğu da yüzlerce yıldır söylene durur.
     Hikâye eski. Ancak ben ilk kez geçen haftaki Paris ziyaretimde duydum. 3.Napolyon'un Paris'teki ünlü Garnier Opera Binası'nı, İstanbul'da misafirliği uzamış Eugenie'ye olan aşkının bir işareti olarak yaptırdığı rivayet edilince hikâye ilgimi çekti. Cinsellik, soyluluk, gizem...
    Somerset Maugham'ın anektodunu bilirsiniz. Yeri gelmişken bir kez daha hatırlatalım.
Yazar, bir okulda yaptığı konuşmada iyi bir öykünün şu unsurları barındırması gerektiğini söyler: din, cinsellik, gizem, soyluluk, edebi olmayan bir dil ve kısalık
Ertesi gün bir öğretmen heyecanla gelir. Bu formüle göre bir öykü yazdığını söyler. Maugham, ilk fırsatta okuyup değerlendireceğini söyler. Öğretmen ısrar eder. Öykü, çok kısadır hemen okur.
'Aman Tanrım,' dedi Düşes. 'Hamileyim! Kimden acaba?'”

Sultan Abdülaziz ve Eugenie'nin aşkıyla ilgili daha fazla bilgi almak için şu kitapları okuyabilirsiniz.
Mavi Sütunlu Saray 1867 Evrensel Sergisi'nden Boğaziçi'ne Pablo Martin Asuero (Dost Kitapevi Yayınları)
Saltanat Gecesi: İmparatoriçe Eugenie ve Sultan Abdülaziz Ay Han/ Arif Oruç (Erciyaş Yayınları)
    
   AŞK, İLHAM VERİR.    
    Kapalı kapılar ardında Eugenie ile tutkulu bir aşk yaşayan Abdülaziz, onun aracılığıyla İmparator Napolyon'a bir hediye göndermek istemiş. Yakut ve zümrütle bezeli bir kılıç yaptırmış. Kılıcın kabzasına adaleti ve mücadeleyi simgeleyen 'Pese et Veinque' (Tart ve Yen) sözünü altın harflerle işletmiş.
    Türkçe'de 'Pez-e- Venk' diye okunan bu "ironik"  hediye ve aşk hikâyesi İtalyan ressam Gianluca Malgeri'ye ilham vermiş.
    
     GEÇ GELEN SERGİ HABERİ
     Gianluca Malgeri(d. 1974) İtalyan bir ressam. Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimi aldı.Venedik'te görsel sanatlar üzerine lisans programına katıldı. Performans sanatçısı Marina Abramoviç ile çalıştı.
     Malgeri'nin "Pese et Veinque" adını verdiği sergi 17 Ocak-  18 Şubat 2011 tarihleri arasında Galeri Artist İstanbul'da ziyaretçilerle buluştu.
Kurumuş ağaç dallarından yaptığı Antlers çalışması ile korku ve ihtirası, Love Letter adlı çalışması ile hüznü anlatan sanatçı, Oriental Tower ve Anphora adlı seramiklerini ışık oyunları ile birleştirdi. Sultan ve imparatoriçenin Çırağan Sarayı'ndaki portrelerinden esinlendiği kolajında ise mimari ilgisini ön plana çıkardı.


Sergiyi kaçıranlar sergilenen eserlere şu linkten ulaşabilir. www.k-w-y.org


20 Kasım 2013 Çarşamba

UÇAN KAZIN YAZARI 155 YAŞINDA



Çocuktum. Ufacıktım. En çok sokakta oyun oynamayı severdim, bir de çizgi film izlemeyi.
Şeker Kız Candy, Çiçek Kız, Arı Maya ve Uçan Kaz en sevdiklerimdi. Ne Nobel Edebiyat Ödülü'nden haberim vardı ne Selma Lagerlöf'ten...

 

19 Kasım 2013 Salı

Joan MIRÓ İstanbul’da Basın Bülteni

Joan MIRÓ İstanbul’da
20 KASIM 2013 / 19 OCAK 2014
MSGSÜ TOPHANE-İ AMİRE KSM
 

2012 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen ve büyük ilgi gören Salvador Dali Sergisi’nden sonra yine Kült işbirliğiyle 20. yüzyılın en ilham verici isimlerinden Joan MIRÓ, dünyaca tanınmış Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan 60 eseriyle 20 Kasım 2013 / 19 Ocak 2014 tarihleri arasında Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde olacak.
1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayınlayan Andre Breton’un “içimizdeki en Sürrealist” diye tanımladığı Joan MIRÓ canlı renklerin, biomorfik yaratıkların, arabesklerin, kadınların, kuşların, güneşin ve yıldızların göksel bir mekana serpiştirildiği çocuksu ve nükteli resimleriyle izleyiciye fantastik bir dünya sunacak.  
Büyük çağdaş ustalar arasında Joan MIRÓ eserlerine hakim olan hayat dolu şiirsel, ince zeka ürünü ve doğaçlama atmosferle ön plana çıkar.
 

İlk dönemlerinde Fovizm ve Kübizm etkisinde yaptığı Katalan manzaraları 1920’lerin başlarında sürrealizm etkisiyle “rüya resimlere” doğru yönelir. 1930’larda ise İspanya’daki iç savaşa dönüşen siyaset nedeniyle MIRÓ’nun Katalan kimliği ve yaşadığı çelişkiler bu dönemde ürettiği eserlerde baskın hale gelir. Şiddetin ve ruhsal ıstırabın baskın olduğu bu yıllarda eski düşsel ortamın yerini vahşet, eğilip bükülmüş, biçimi bozulmuş figürler ve siyah renkler alır.
Bu ruh hali yine de MIRÓ’nun sanatındaki en büyük özelliklerinden biri olan materyallerin alışılmadık kombinasyonları üzerinde deneme yapma ve birbiriyle bağlantısı olmayan imajları şaşırtıcı biçimde yan yana getirme arzusuna engel olmaz. Bu keşifler sonucu da MIRÓ’nun sanata yaptığı en büyük katkılardan biri olan yeni bir işaret dili vücut bulur. “Resim mağara adamlarının çizimlerinden beri çöküş içerisindedir” diyen MIRÓ, işaret ve sembollerden oluşan evrenini hep ilkel bir ressamın doğallığıyla oluşturur ve ulaşmaya çalıştığı bu “saflık” onu çağdaşlarından ayıran en belirgin özelliği olur.  
ÇOCUKLAR İÇİN MIRÓ
 

Çocuk Sanat Atölyesi
Sanatsal aktivitelere önem vererek bilinçli ve yetenekli nesiller yetiştirmeyi hedefleyen Doğa Koleji, MIRÓ Sergisi’nde çocuklar için özel bir “çocuk alanı” oluşturuyor.
Çocuk alanı, serginin geniş bir bölümünde yer alarak birçok çocuğa sanatla iç içe zaman geçirmelerini sağlayacak. Çocuklar bu özel alanda MIRÓ’nun eserlerini boyama, duvar resimleri yapma ve eserlerini projeksiyonla sergileme imkânı yakalayacak. Böylece çocukların çalışmaları saflığın, ilk resmin, çocuksuluğun peşinden giden MIRÓ’nun eserleriyle ortak bir paydada buluşacak.
Birçok başarılı sergiye imza atan, sanatsal etkinliklerde yer alan deneyimli sanat ekibi, etkinlik alanında çocukları yalnız bırakmayacak. Çocukların yorum ve yaratıcılıklarını geliştirme imkânı yakalayacağı bu alanda, farklı yaş grupları, kendi renkli dünyalarını MIRÓ’nun bir o kadar canlı evreniyle buluşturma şansı bulacaklar

 
20. YÜZYILIN EN OLAĞANDIŞI SANATÇI-ŞAİRİ:
JOAN MIRÓ
 
 
1893 yılında Katalonya’nın kalbi Barcelona’da doğan Joan MIRÓ özellikle kamusal alanlarında bulunan eserleriyle aynı Gaudi gibi şehre mimari kimliğini kazandırmış bir isimdir.

Joan MIRÓ uzun kariyeri boyunca yalnızca yağlıboya, baskı resim ve kitap resimleri üretmekle yetinmemiş; eskiz, kolaj, seramik, heykel, sahne tasarımı, duvar resmi ve dokuma alanlarında da çalışma yapmıştır.
 
“Kırsalda geçen ömrümün özeti ve peşinden gideceğim şeyin başlangıç noktası" dediği ilk önemli eseri "Çiftlik" ünlü yazar Ernest Hemingway tarafından satın alınır. Hemingway içinse bu eser şunu ifade etmektedir: "Çiftlik'i dünyadaki hiçbir tabloya değişmem."
 
 1924 yılında Andre Breton Sürrealist Manifesto’yu yayınladığında, Andre Masson, Max Ernst, Louis Aragon ve Paul Elouard ile birlikte akıma ilk katılanlar arasındadır.
 
 Paris’te geçen yıllarında en yakın dostlarından birisi İspanya’dan sürgündeki bir başka isim Pablo Picasso’dur
İspanya İç Savaşı esnasında General Franco’ya tepkisini bu dönemde yaptığı, yumruğunu hiddetle sıkmış bir Katalan ırgatın faşizme başkaldırısını gösteren Aidez L’Espagne (İspanya’ya Yardım Edin) isimli çalışmasıyla gösterir.

15 Kasım 2013 Cuma

DÖNÜYORDU

 
                                   "Time never dies. The circle is not round."

 
 

    



Alice Munro hikâye anlatmayı bir eve benzetir.
"Öykü takip edilecek bir yol değildir. Bir eve benzer. İçine girip bir süre orada kalır, sevdiğiniz yere oturur, odaların ve koridorların bağlantılarını, dış dünyanın pencereden nasıl göründüğünü keşfedersiniz."
Aile Çay Bahçesi'ni bu duygularla okudum.

Öyle şeyler anlatırdım ki sana, tek kelimesi aklını başından alır,” dedim.
İçimden.
Yine de bir şey duymuş gibi döndü baktı Çiğdem. Kayalığın tam ucunda duruyordu. Dalgalanan saçlarının arasından bir bulut geçti.

Kapıyı açtım. İçeri girdim. Beni tam olarak neyin beklediğini bilmiyordum. Kısa, çok kısa hikâye tadında bölümleri okuyarak bol odalı evi adım adım dolaştım. Her bir odada Müzeyyen'in, annesinin, onu büyüten yarı felçli Müzehher teyzenin, babaannenin, babanın, Çiğdem'in, Özlem'in hayatından kesitler vardı. İlerledikçe karanlıklar aydınlandı. Belki de gözüm karanlığa alıştı. İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı, bir daha istese de kurtulamıyor ondan. Ben Müzeyyen'i tanıdım. Ve çok sevdim. Yıllarca aklımdan silip atamayacağım bir roman kahramanı olacağı kesin.

Karanlık ama hepimizin ezbere bildiği bir bahçenin” binlerce yaralısından biri o. Kardeşinin doğumu, annesinin trajik ölümüyle kötü olmayı seçiyor. Sinan abiyle yaşadıklarının ardından içinden yeni bir Müzeyyen çıkarabileceğini, her istediğinde kabuğunu geride bırakıp kaçmanın bir yolu olduğunu öğreniyor. Arkasına bakmadan yıllarca üzerini örtüyor yaralarının. Çocukluğunun karanlık bahçesine geri dönüp bakamıyor. Hesap soramıyor.

Yıllar sonra iki kardeşin babalarını ölüme uğurlamak üzere bir araya gelişi.
Geçmişle yüzleşme...
Şekerli sesiyle herkesin sevgilisi olmayı başarmış Çiğdem'in hiç de şeker pembesi olmayan hayatı. Yalnızlığı, ablasının kayıtsızlığı, arkasını dönüp gidişi, onu hiçbir zaman sevmediği gerçeği.
Müzeyyen, ne masaldaki cadı ne de romandaki vampir,
Annesiz ve babasız büyüyen iki kız kardeşten biri,
Ne daha iyi ne de daha kötü.

Bir ezgisi var bu kitabın. Adı dilimin ucunda bulamıyorum. “Sormak yetiyor bana. Cevap bulmakla zaman kaybetmiyorum.” Okumaya devam ediyorum. Saniye kolu hızında okuyup bitiriyorum. Bir daireyi yürüyorum yazarla beraber. Adım adım... Başladığım yere getirip bırakıyor beni. Ancak ne hikâye ne ben aynıyız. Göz kırpıyor uzaklaşırken. Oynadığı oyunu anlıyorum.

Mutlu çocuklar olamaz mıydık sence?”

 
 

13 Kasım 2013 Çarşamba

CAFE DE FLORE

2. Dünya Savaşı'nın yaşandığı günler Paris Alman işgali altında...
Bir Paris kafesi düşünün. İyi yanan sobalar sayesinde her daim sıcak, entelektüellerle karşılaşmak istemeyen Almanların asla adım atmadığı... Kafenin eski sahibi Paul Boubal o günleri şöyle hatırlıyor; "O zaman adını bilmiyordum. Sabah açılış saatinde gelir gece kapanana kadar kalırdı. Yanında genellikle bir kadın olurdu. Kadın köşede başka  bir masaya otururdu."
Adam Montparnesse'ten ayrılıp St. Germain'de bir otele yerleşmişti. Sıcak olduğu için burada yazıyordu.


Aylar sonra adam 35000 kelimelik felsefi eseri Varlık ve Hiçlik'i, kadın da  Konuk Kız'ı bitirince kim olduklarını öğrenir. Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir
Zamanla Sartre o kadar tanınır ki, kafede ona ait ayrı bir telefon hattı dahi  bulunur. 1946'dan sonra ünü iyince artar, kafe onu görmek isteyen edebiyatsever turist akınına uğrar. Sartre, St. Germain'de bulunan kendi dairesinde yazmaya başlar. Kafeye artık dostlarıyla buluşmak için gelmektedir.


O günden bugüne pek bir değişiklik yok. Hâlâ edebiyatseverler Sartre'ın oturduğu köşede oturmak, Beauvoir'ın, Camus'nün izini sürmek için kafeyi dolduruyor.

 
 
Spesiyal demeye dilim varmıyor ama Cafe de Flore kaynamış yumurtasıyla meşhur. Yılda 25000 yumurta tüketiliyor. Kafede satılan hediyelik magnetlerden birinde yumurta resmi dahi var.
Cafe de Flore'da yumurta nasıl yenir? Gerçek bir Parisien kahvaltı için kaynamış yumurta, kahve, kızarmış ekmek ve tereyağına ihtiyacınız var. Yumurtanın üzeri bir kapak gibi açılır. Beyazı kaşıkla alınıp yenir. İçi yumuşak sarı kısma ulaştığınızda (bildiğimiz rafadan yumurta) kızarmış ekmeğin üzerine tereyağ sürülüp yumurtanın içine batırılır yenir. Afiyet olsun.

 






                     
 
 

 

12 Kasım 2013 Salı

ALBERT CAMUS 100 YAŞINDA

 
 
Albert Camus'nün 100. doğum gününde Paris'te ulusal bir kutlama yok.
7 Kasım 2013. Albert Camus 100 yaşında. Yekta Kopan'ın rehberliğinde bir grup edebiyat sever Paris'te onun ayak izlerini takip ediyoruz. Paris, bizim kadar coşkulu görünmüyor.
Gallimard Yayınevi yıl boyu yeni baskılar yaptı, Camus hakkında inceleme, deneme kitapları bastı, söyleşiler düzenledi. Ancak 100. doğum gününde ulusal bir kutlama yapılacağına dair bir işaret yok. Le Figaro gazetesinin tam da o gün yayınlanan kitap ekinde Camus ile ilgili bir haber, sokaklarda, kitapçılarda bir afiş, poster arıyor gözlerim. Bulamıyorum.
 
Camus, Fransa'da hâlâ bir yabancı mı?
Catherine Camus, babasının doğumunun 100. yılının Fransa'da ulusal bir etkinlikle kutlanmamasına şaşırmıyor.
"Doğal olarak doğumuyla ilgili ulusal bir kutlama yok. Fransa'da güç odakları hiçbir zaman ondan hoşlanmadı. Güçten her zaman iğrenirdi. Her zaman tarih yüzünden acı çekenlerin yanında oldu, tarihi yapanların değil. Pek çok yönden Camus hâlâ Fransa'da bir yabancı."
Ulusal kutlama yapılmasa da ülke genelinde köylerde, kasabalarda pek çok etkinlikle anıldı.
"Köylerde, kasabalarda pek çok etkinlik yapıldı. Çünkü Camus, hâlâ çok okunuyor. İnsanlar üzerinde büyük etkisi var. Okurları onu çok seviyor. İnsanlara dokunuyor. Herkesin sorduğu soruları soruyor. Herkesi ilgilendiren acıları işaret ediyor. Onlarla doğrudan konuşuyor ve derinden etkiliyor. Bunu aldığım yüzlerce mektuptan biliyorum."

Cezayir'de durum nasıl?
Camus, Cezayir'deki Fransız sömürgeciliğini eleştiriyordu. Ancak o, bağımsızlıktan değil, barışı tesis edecek bir mutabakattan yanaydı. Cezayir, Camus'nün bağımsızlığı desteklemeyen tutumunu unutmamış gözüküyor.
Kızı Catherine,  bu durumu "O, ırkçı değildi. Cezayir'de yaşayan hem Müslüman Cezayirlilerin hem de Fransızların kaderi onu yakından ilgilendiriyordu. Bağımsızlıktan bu yana gelişen olaylar, duruşunun haklılığını gösteriyor." sözleriyle açıklıyor.

100. yıla özel kitap Le Monde en Partage (The World to Share)


 
Catherine Camus'nün kitabı 100. doğum yılı vesilesiyle basıldı. Kitap gerçek bir hazine. Fotoğraflar, çizimler, notlar, mektuplar, telgraflar, kitaplarından ve makalelerinden özetler, Albert Camus'nün Cezayir, Avrupa, Amerika ve Rusya'ya yaptığı yolculuklarla ilgili sayısız doküman...
Kızı Catherine'in paylaştıklarının büyük bir kısmı ilk kez basılmış.

Camus öldüğünde 46 yaşındaydı. Kızı Catherine ve ikiz erkek kardeşi Jean ise 14.
Bu kaza bazılarına şüpheli gözüktü. Rivayetler hiç eksik olmadı. Kızı Catherine Camus, babasının ölümü üzerine bakın ne diyor?
KGB tarafından mı öldürüldü? Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Onu kaybettim. Başka da söylenebilecek bir şey yok. Onun gitmesi yeterince kötüydü. Bunun kasten yapıldığı fikri dayanılmaz ancak sonuç aynı. O  öldü."
 
100. yılda Google Albert Camus'nün anısına özel bir doodle hazırladı.