30 Aralık 2018 Pazar

Philip Pullman'dan Yazar Adaylarına Öneriler


Fikirler yazarların aklına nasıl gelir? 

Sanırım, bu soruyu on farklı yazara sorsanız, on farklı yanıt alırsınız. Çok eski zamanlarda ozanlar, ilham perisi olduğu düşünülen Musa'lara inanırlardı. Şiir, tragedya, dans ve diğer sanat dalları için toplam dokuz Musa olduğuna inanılırdı. Ozanlar ve müzisyenler, ilham vermesi için kendi Musalarına dua eder ya da belki kurban keserlerdi. 
Günümüzde hâlâ Musa'lara inananların olduğunu zannetmiyorum ama bir zamanlar insanların neden onlara inandığını anlayabiliyorum. Akla bir fikrin gelmesi gizemli bir olaydır; "ben yazarım" demeniz ille de yazacak bir fikir bulacağınız anlamına gelmez. Fikirler sanki dışarıdan bir yerlerden, karanlıktan, sebepsiz yere çıkagelir. 
Fakat hazırlıklı olmakta fayda var. İnsanlar bana fikirlerimin nereden geldiklerini sorduğu zaman onlara bazen şöyle derim: "Nereden geldiklerini bilmiyorum ama nereye geldiklerini biliyorum: Çalışma masamın üstüne geliyorlar ve ben orada değilsem gerisin geri dönüp gidiyorlar." 
Demek istediğim şu: "İster masa başında olun ister başka bir yerde, aklınıza iyi bir fikir geldiğinde hazırlıklı ve ne yapacağınızı biliyor olmalısınız." 
Okuldayken kriket oynadığım zamanlarda aklıma iyi fikirler gelirdi. Çünkü ne doğru dürüst atış yapabiliyordum ne de topu yakalayabiliyordum. Onun için de beni sahanın en uzak köşesine gönderirlerdi ve ben de orada yarı hayal âlemine dalmış, yarı oyuna dikkatimi vermiş halde vakit geçirirdim. Zaten galiba hayatımın büyük bölümünü bu şekilde geçirdim. 
Bazı yazarlar, akıllarına bir fikir gelir gelmez yazabilmek için yanında bir defter taşır. Bu yöntem sizin de işinize yarayabilir. Zaman zaman ben de denedim ama çok işime yaramadı çünkü bir öyküyle ilgili iyi bir fikir yakaladığımda o fikir zihnime yapışıp kalır, tıpkı kırlarda yürürken üstünüze başınıza takılan pıtraklar gibi. İstesem de ondan kurtulamam. 
Fikirler her yerden gelebilir. Okuduklarımdan pek çok fikir alırım; bir başka yazarın yazdıklarından ilham almakta hiçbir sakınca yoktur. Çoğumuz okuduğumuz bir yazıdan çok etkilendiğimiz için benzer bir yazı yazma isteğiyle başlarız bu işe. Sadece insanları seyretmek ve dinlemek bile aklınıza pek çok fikir getirir. 
Fakat aklınıza iyi bir fikir gelmesi yalnızca bir başlangıçtır. O fikirden yola çıkarak bir öykü kurgulamanız gerekir. Kimileri yazar olmak için gereken tek şeyin esinlenmek olduğunu düşünür. Hiç de değil! Pek çok kişinin aklına iyi fikirler gelir ama bunların pek azının gerisi gelir ve bir öyküye dönüşür. İşte sıkı çalışma bu noktada devreye girer. 
Ama sakın endişelenmeyin; düzenli ve sıkı çalışırsanız ve istediğiniz gibi yazamadığınızı hissettiğiniz  anlarda bile yılmadan devam ederseniz Musa'nız sizi görecek, yeni fikirlerle size ilham verecektir. Ve yaşayacağınız en güzel duygulardan biri, haftalardır üzerine uğraştığınız sorunu çözmenizi sağlayacak fikrin aklınıza gelmesi olacaktır. Bunun ne olduğunu gerçekten de olabildiğini biliyorum ve Musa'lara bir açıdan hâlâ inanmamın nedeni de bu zaten. Öyle ya da böyle, ilham perilerine saygı duyuyorum. 

Kaynak:
Küçük İnsanlardan Büyük Sorular 
Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar 
Derleyen Gemma Elwin Harris 
Çeviri Şiirsel Taş 
Domingo Yayınevi 

26 Aralık 2018 Çarşamba

Andrew Clements'ten Yazar Adaylarına Tavsiyeler



Genç yazara verebileceğim en iyi tavsiye: Okumak. Ulaşabildiğiniz tüm iyi kitapları okuyun. İyi yazının nasıl göründüğünü ve hissettirdiğini öğrenin, dikkatinizi iyi yazının size nasıl hissettirdiğine ve nasıl düşündürdüğüne verin. Ve bir sonraki aşamaya geçin, yazarın kullandığı unsurları keşfetmeye çalışın. Bir kitapta olan her şeyin bir amacı olduğunu hatırlayın. Kelimeler öylesine sayfada belirmez. Başkalarının binlerce ve binlerce kez yaptığı seçimlere bakıyorsunuz ve bir yazar gibi düşünmeye başlayacaksanız o cümlenin neden öyle yazıldığını keşfetmek zorundasınız. 

*Bu tavsiye, yazarın www.andrewclements.com adlı şahsi web sitesinden alınarak tarafımdan Türkçeye çevrilmiştir.


SAKAR CADI VİNİ VE DİŞ PERİSİ

Edebiyatta diş hekimliği teması "Sakar Cadı Vini ve Diş Perisi" hikâyesinden tadımlık bir bölümle devam ediyor.
Vilbur patisini ağzına götürdü. Gözlerinde bir telaş ifadesi vardı.
"Eyvah, Vilbur!" dedi Vini. "Yoksa dişlerini mi döktüm?"
Vilbur patilerini yavaşça ağzından çekti. Sonra da ağzını açıp diliyle tek tek dişlerini yokladı. Hepsi yerli yerindeydi.
"Bunun için kokmuş peynirlere şükret!" dedi Vini. "Yine de seni Dişçi Parıldakdiş'e götüreyim mi, bir kontrol etsin?"
"Mırrıv-ov-ov!" dedi Vilbur.
Yakalanmamak için hemen perdeden yukarı tırmandı.
"Tamam, tama!" dedi Vini. "Ama dikkatli olsan iyi edersin. Dişlerin gevşemiş olabilir. En iyisi şu güzelim sıcak kabaklardan ye ve kamışla portakal suyundan iç."
Vini tekrar koltuğa yerleşti.
"Çelme tak! Pas ver" diye bağırırken bir havuç dilimini yoğurt sosuna batırdı, sonra da ağzına attı. Nam-nam! "Gıdıkla onu!" dye haykırırken susamlı gevreklerden biraz aldı ve onu da katır kutur yemeye başladı.
Ama birden, "Aıııı!" yaparak elini ağzına götürdü Vini. Uzun parmaklarını ağzına sokup bir şey çıkardı...
"Bir diş!"
"Miyoov!" dedi Vilbur. Diş çok ilgisini çekmişti.
Vini elindeki dişe bakarak, "Şimdi ben dişsiz ne yapacağım?" dedi. "Bu dişe ihtiyacım vardı! Televizyondaki güreşçiler gibi görüneceğim şimdi! Bir daha asla güzel olamayacağım! Üstelik açlıktan öleceğim. Ne olacak şimdi?"
Vilbur onu dürtükleyerek su içme kamışını vermek istedi.
"Hayır!" diye sızlandı Vini. "Her şeyin suyunu kamışla içmek istemiyorum!" Ama Vilbur bu sefer elinde bir telefon rehberi tutmuş ona bir telefon numarasını gösteriyordu.
"YOK, yok, yok!" diye çığlık çığlığa bağırdı Vini. "Hayatta Dişçi Parıldakdiş'e gitmem! Katiyen olmaz!"
...

Bu hikâye Sakar Cadı Vini'inin Fotoğraf Albümü kitabından alınmıştır.



Yazan Laura Owen
Resimleyen Korky Paul
Çeviren Bülent O. Doğan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


21 Aralık 2018 Cuma

CANIM AĞACIM*


Canım Ağacım Kanadalı yazar ve illustratör Jacques Goldstyn’in Türkçeye çevrilen ilk eseri. Jacques Goldstyn’in yazıp resimlediği Can Sanat Yayınları’ndan yayımlanan kitabın çevirisi Mehmet Erkurt’a ait. 

Kitap pek çok yönüyle Cömert Ağaç kitabını çağrıştırıyor. Her iki kitap da ismi bilinmeyen bir çocuk ve ağacın dostluğunu ele alıyor, kısa ve yalın bir hikâye anlatıyor, anlatıya sade çizgiler eşlik ediyor ve her iki hikâye de ağacın ölümüyle bitiyor.

Cömert Ağaç’ta çocuk ve ağacın bir ömür boyu süren arkadaşlığı ele alınırken Canım Ağacım kısa bir zaman diliminde geçiyor ve çocuğun Bertolt adını verdiği ağacın son kışının ardından hikâye nihayetleniyor. Cömert Ağaç’ta ağacın ölümü bizzat çocuğun elinden (maddi hırslarını gidermek için) gelirken, Canım Ağacım’da çocuk, ölümünün ardından yakın arkadaşı Bertolt’u onurlandırıyor.

Cömert Ağaç’taki çocuğun aksine onu asla terk etmiyor çünkü o bir münzevi, farklılıklarıyla yaşadığı toplumda göze battığının, insanların onunla alay ettiğinin farkında ama bu onu hiç de rahatsız etmiyor. Yalnızlığından memnun, ilgi alanları var.



Ağaca tırmanmak en sevdiği şeylerin başında geliyor. Elbette Bertolt’a ve elbette ilkbaharda. Çünkü bahar gelince, tepeden tırnağa yeşile keser Bertolt. Harika bir gizlenme yerine döner. Gizlenme yeri yeterli değil onu tarif etmeye. Bertolt, bu koca meşe, bir ev, sığınak, labirent, hatta bir kale, bir çocuğa, sincap ailesine, bir kargaya, puhu kuşuna, ağustos böceklerine, sıvacık kuşlarına ve diğerlerine… Bir 500 yılı var ki ayakta, dimdik ve de dilsiz. O sustukça dile gelir çocuk, bir bir anlatır yaşadıklarını, baharda, yazda, sonbaharda ve de kışta.


İlkbaharda, yaprakların arasına saklanmak gibisi yoktur. Kimselere görünmeden, tepeden görür kasabanın tüm gizli saklısını, kilometrelerce öteyi, hatta yer yuvarlağını… Fırtınanın koptuğu günlerse bir masal gibidir! Dante’nin şiirleri gibi. Rüzgâr sizi önüne katıp götürmesin diye sımsıkı tutunmanız gerekir. Dalı budağı, tıpkı fırtınaya yakalanmış bir kalyonun direkleri gibi gıcırdasa ve çatlasa da Bertolt güvenli bir sığınak gibidir. Ona sığınanları yarı yolda bırakmaz ama asıl cümbüş baharda, onun da eli kulağında. 

İlkbaharın gelişi ilk kez neşelendirmez çocuğu. Tüm ağaçları çiçekler, tomurcuklar, yapraklar basar, Bertolt hariç. Günler, haftalar geçer, ümitle bekler çocuk ama bir gün gerçeği kabullenir. Bertolt ölmüştür.

Şöyle dillendirir içinden geçenleri: 

Bir kedi öldüğünde, bunu hemen anlarız. 

Aynı şey bir kuş için de geçerli. 

Ama bir ağaca baktığınızda, 

bunu hemen anlamazsınız. 

Karşınızda hareketsiz, 

dev bir sırık gibi dikilir. 

Nefesini tutuyormuş gibi... 

Bize bir oyun oynuyormuş gibi... 

Oysa oyun oynamıyordur Bertolt. Yalnızca yeryüzündeki zamanı bitmiştir. Ölen bir kediye, kuşa veda etmek gibi değildir ayakta ölmüş bir ağaca veda etmek ama bir mobilyaya ya da yakılacak oduna dönüşmeden önce sevgili dostunu onurlandırmanın bir yolunu bulacaktır çocuk. 


Canım Ağacım

Yazan ve resimleyen Jacques Goldstyn

Çeviren Mehmet Erkurt

Can Çocuk

+8

* Bu yazı 14/12/2018 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır. 

19 Aralık 2018 Çarşamba

Çocuk ve Kitap

Sık sık velilerden çocuklarının kitap okumayı sevmediğini söylediklerini işitiyorum. Çocukların kitap okumayı sevmesi için okul öncesi kitaplarla bağ kurmaya başlaması, evde mütevazi de olsa bir kitaplık olması, ebeveynlerini kitap okurken görmesi şart. Okumayı sökene kadar kitaplarla, anlattıkları hikâyelerle bağ kurmamış bir çocuğun yetişkin desteği olmadan kitap okumaktan zevk alır hâle gelmesi her zaman mümkün değil. Çocuğunuzun içine kitap okumaktan zevk alma tohumları ekmek için yapabileceğiniz bazı basit yöntemler ya da bizim evin hâlleri:
Birlikte düzenli kitap okuyun
İki yaşından beri Deniz'e düzenli olarak kitap okuyorum. Elbette iki yaşlarındayken bu tam bir okuma olmuyordu. Çoğunlukla resimler üzerinden takip edebileceği şekilde kısaltarak okuyor ya da anlatıyordum. Bazen yalnızca tek bir sayfaya bakmak istiyor. Bir resim üzerine konuşuyorduk. Zamanla onu gözlemledim ve dikkatini okuduğumuz metne vermeye başladığında kısa hikâyeleri baştan sona okumaya başladık. Ve "bir daha oku anne" çağı başladı. "Bir kere oku, iki kere oku, bir kitap daha oku" evresi oldukça uzun sürdü. Aynı kitapları döne döne okuduğumuz, tutkuyla bağlandığı kitapların olduğu dönemlerde birlikte okuduğumuz kitapları paylaştığım bir de blog vardı: bikipak
İsim annesi Deniz. Kitap yerine kipak dediği, yatağa girerken "Ben bi kipak alayım, oku" dediği günlerde açtığım bloğa bir başka isim vermek de aklıma gelmedi doğrusu. Blog bugünlerde atıl. Belki ileride Deniz okuduğu kitaplar hakkında kendi yazmaya başlar. 
Kitaplar ulaşabileceği bir yerde bulunsun. 
Kitapları odasında ulaşabileceği yerde bulundurmak çocuğun kitaplarla bağını arttırıyor. İstediği zaman istediği kitabı bulmasını sağlıyor. Siz okumasanız bile kitabı elinde eviriyor çeviriyor, resimlerine bakıyor. Onlarca kez dinlediği kitabı ezberden oyuncaklarına ya da evcil hayvanlarına okuyabiliyor. 
Kitap okumayı uyku öncesi ritüeline dahil edin.
Kitap okumadan uyuyakaldığı geceler hariç Deniz'e hep kitap okudum. Yolculukta, tatilde, her nerede olursak olalım. Geç yattığını düşündüğüm bir iki istisnai gece "Hadi geç oldu, bu gece kitap okumayalım" dediğimde "Annoş bana kitap okumuyor" diye ağlaması, yaygara koparması beni kendime getirdi. Bu saate kadar ayakta durduysa, beş on dakika daha durabilir diye düşündüm ve kitap okuma keyfimizi sabote etmedim. 
Birlikte kitap okumak üzere yatağa girmek, birlikte heyecanlanmak, meraklanmak ve hikâyelerden keyif almak özel bir zaman. Bu çocuğunuzun ona değer verdiğinizi, sevdiğinizi anlamasını sağlıyor. 
Günümüzde çocuk kitapları çok eğlenceli. Birlikte kitap okumanın size de kendinizi iyi hissettireceğinden eminim. 
Bir kütüphane kartı olsun.
Deniz üç yaşlarından beri Halk Kütüphanesi'ne üye. İlk defa üye kartı çıkartmak istediğimizde okula gitmediği için üye olamayacağını, kendi kartımla çocuk bölümünden ödünç kitap alabileceğimi söylemişlerdi. Konuşup ısrarcı olunca kendi üyelik kart çıktı. 2015 yılında "En Çok Kitap Ödünç Alan Üye" ödülü bile aldı. Kütüphane yıkılıp yeni yerine taşındığından beri çok nadiren kullanıyoruz. Çocuk Kültür Evi'ne ve Çocukluk Bizde Kalsın Derneği'ne düzenli gittiğimiz için onların kütüphanesinden faydalanıyoruz. Böylece kitap karıştırma, bir arı gibi kitaplar ve raflar arasında gezinme Deniz'de huy ediyor.  
Okumayı söktükten sonra da ona kitap okumayı sürdürün. 
Okumayı öğrendikten sonra da ona kitap okumaya devam ettim. Çünkü Deniz artık iyi bir dinleyiciydi ve bölümlü hikâyeleri, kısa romanları takip edebiliyordu. Onları okumaya çalışsa, çok yavaş okuyacak, harfleri çözmeye çalışmaktan hikâyenin anlamını kaçıracak, belki de kitaplardan soğuyacaktı. İşin aslı birlikte kitap okumaktan ben de keyif alıyordum. Kendi becerene kadar eşlik ettiğim, zorunluluk olarak gördüğüm bir süreç değildi. O yüzden devam etti. Bunun yanı sıra eskiden benim ona okuduğum kitapları onun bana okuması konusunda onu cesaretlendirdim. Bu bir süre devam etti. Okuması hızlanınca, daha önce okuduğu, konusunu bildiği kitapları okumanın onun için heyecan verici olmadığını, sıkıldığını (bir kez daha oku anne yaşını geçmişti) ifade edince her ikimiz de birbirimize yeni kitaplar okumaya başladık. Ve daha sık kütüphane yolunu tutar olduk. Çünkü okuma hızı gereği az yazılı, iri puntolu erken çocuk kitaplığı kitapları okuması gerekiyordu ama okuduğunu anlama, zevk alma yaşı daha ilerideydi. Bu kısa dönemi çok fazla yeni kitap almadan kütüphaneyle geçirmek daha akılcıydı. 
Deniz şimdi ikiye gidiyor. Hâlâ her gece birbirimize kitap okuyoruz. Bu sayede Deniz öğretmenin her gün 20 sayfa kitap okuma önerisini bir ödev, zorunluluk olarak görmüyor, kaç sayfa daha okumam gerek diye sormuyor. Bazen 10 sayfa okuyor, bazen 20, bazen 30... Bir bölüm bittiğinde çok heyecanlandıysa, meraktan çatlayacaksa bir bölüm daha okuyor. Böylece sayfalar çoğalıyor. Telaffuz düzeliyor. Kelimelerin hakkını vererek, noktalama işaretlerine özenerek, bir dinleyicinin varlığını da gözeterek okumaya çalışıyor. 


Çocuklar hikâye dinlemekten hoşlanır. Kitaplar aynı çizgi filmler gibi onlara hikâye iletmenin bir aracıdır. Çocuklar iyi hikâyeleri avlamaktan hoşlanır. Bir kez buldular mı ellerinden düşürmez, kısa sürede yalayıp yutarlar. Kitap okumak keyif vermenin yanı sıra kelime dağarcıklarını, kendilerini ifade etme becerilerini, olayları, durumları ve insanların ne hissettiğini anlama kapasitelerini arttırır. Tüm bunlar okul başarılarını da olumlu etkiler.
Rengârenk çizimler, şahane illüstrasyonlar çocukların sanata ilgi duymasını, taklit etmesini, sonra kendi özgün çizimlerini ortaya çıkarma cesareti göstermelerini sağlar. Kısa sürede okumaya başlayınca kelimelerin canlandığını, gözünün önünde yepyeni bir dünya canlandığını görürler. 
Evet, iyi kitaplar pahalıdır ama bir Lol bebek kadar değil. Bir Lol bebek fiyatına alacağınız 5-6 şahane kitap, çocuklarınıza yaratma cesareti verir, onlara ilham olur. İçinde didaktizm barındırmayan iyi bir hikâye, hümanizm, eşitlik, dayanışma vb evrensel davranış ve değerlerle tanışmasını, içselleştirmesini, üzerine düşünmesini sağlar. 



16 Aralık 2018 Pazar

ÇOCUK OLMAK ZOR (mu acaba?)

Çocuk Olmak Zor! 
Jennifer Moore-Mallinos'un yazdığı, Marta Fabrega'nın resimlediği Tübitak Popüler Bilim Kitapları'na ait bir yayının ismi bu. Hikâyenin anlatıcısı Tatiana'nın gözünden çocuk olmanın zorluklarına değinilen kitabın çevirisi Ebru Kılıç'a ait.


Tatiana çocuk olmanın zor olduğuna çok emin. Zorunluluklardan, kurallardan ve onları her an, her yerde izleyen büyüklerden şikâyetçi. 
Oysa biz yetişkinler pek de fazla sorumluluğumuzun olmadığı, sokakta doyasıya oynadığımız, vara yoğa güldüğümüz o günleri mumla arıyoruz. Çocukluk ne bizim anımsadığımız kadar dertsiz, tasasız ne de Tatiana'nın düşündüğü kadar zor. Hikâye ilerledikçe kitabı okuyan yetişkin de, hikâyenin kahramanı Tatiana ve çocuk okur da ortada bir yerde buluşuyor zaten. 
Hepimiz anlam arayışı içindeyiz, çocuklar da dâhil. Çocuklara herhangi bir şeyi yapmalarını buyurmak yerine, onlara neden-sonuç ilişkisini gösterdiğimizde, bu eylemi neden yapmaları gerektiğini söylediğimizde gerek ev gerek okul yaşamında şahane iş ortaklarına dönüyorlar. Tecrübeyle sabit. Bu açıklamaları yapmaya biz yüksünüyoruz bazen. Yüksündükçe çocuk olmak zor nidaları yükseliyor. Açıklamalar çoğaldığında ise "yetişkinler ve kuralları" algısı siliniyor, yerini daha düzenli, planlı, kolay, güvenli, huzurlu ortamlar yaratmak için gücü birlikte kullanmak, işbirliği, dayanışma, yardımlaşma, destek olma kavramları alıyor. İşte o zaman çocuklar, yetişkinlerin yalnızca çocuklara kurallar koymadığını, kendilerinin de uyduğu bir dizi kural olduğunu, bu kuralların da toplumsal bir mutabakatın güvencesi olduğunu rahatlıkla görebiliyor. İşte o zaman çocuk yetişkinliği göklere çıkarma hevesine kapılmaz ve çocuk olmanın iyi yanlarına odaklanır.
Uzun yaz tatilleri, oyunlar, saçmalama hakkı... Büyümek kesinlikle bekleyebilir!




Çocuk Olmak Zor!
Yazan Jennifer Moore-Mallinos
Resimleyen Marta Fabrega
Çeviri Ebru Kılıç
Tübitak Erken Çocukluk Kitaplığı
+6

4 Aralık 2018 Salı

İYİ ÖYKÜLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ




“Dil”

Diğer yazınsal türlerde olduğu gibi öykünün de genel geçer kuralları yok. Ancak tüm iyi öykülerin mutlaka belli başlı özellikleri var. Bunların başında “dil” gelir. İyi öykülerin en önemli özelliği dil başarılarıdır.

“Tavır, duruş, teklif”

İyi öykülerin aynı zamanda bir tavrı, bir duruşu, bir teklifi, sunumu, tercihi vardır. Değilse insani durumları sorgulamayan, bizi rahatsız etmeyen, bir teklifi ve sunumu olmayan insansız bir öykünün/metnin bir anlamı olamaz. 
“Atmosfer”
İyi öykülerde, dille, anlatımla, kurguyla, atmosferle bir güzellik yaratılır. Öykü ister gerçek ister fantastik/gerçeküstü öğelere yaslansın, ister lirik ister dramatik olsun, gerek duyduğu yegâne şey, her tercihin gereklerine uygun “atmosfer”in varlığı ve kendi içinde tutarlılığıdır. 
“Tek etki”
İyi öyküde odaklaşma ve tek etki yaratma gerçekleştirilmiştir. Öykücü tek bir “merkezi nokta” tespit eder ve öyküsünü ona göre kurgular. Artık öyküye giren her şey o merkezi noktayı sağlamlaştırmak, güçlendirmek ve açığa çıkarmak için kullanılır. 
“Ayrıntı/yoğunluk”
İyi öyküler, öncelikle “ayrıntı”nın gücünden yararlanır. Ayrıntı önemlidir, zira öykü aslında bir ayrıntı sanatıdır. İyi öyküler bir olayı, durumu, küçük bir ayrıntıyla bütün bir hayatı özetleyen, temsil eden bütünlüğe ulaştırır. 
“Azaltma/rafineleşme”
Kuşkusuz hayatın özünü damıtmaktır öykü. Hayatı tanımlayacak o ayrıntı, o seçim ne kadar yerindeyse öykü de o kadar başarılı olur. Çünkü öykü biraz da ayrıntı, rafineleşme sanatıdır ve sıkıştırılmış bir cevher gibi parlar. 
“Biçim/yenilik”
Bir kurmaca değerini, yalnızca konunun iyi seçilişinden değil, iyi bir biçimde sunuluşundan, biçimlenişinden alır. Yeni teknik, olayları yeni bir bakış açısından kavrayıştır. Bir anlamda kişiseldir ve devrede olan yaratıcı kişiliktir.
“Zenginleştirme-çoğaltma”
İyi öykünün çoğaltmaya, zenginleşmeye uygun bir yapısı vardır. Çünkü öykü formunu benimseyen bir yazarın “yapması” gereken şey, sadece hayatı yansıtmak değil, onu çoğaltmak, üretmek olmalıdır. 
“Zamanın dili”
İyi öyküler, her dönemde, hayatın akışı, anlamı ve ritmi üzerine söz alır. Bulunduğu coğrafyanın dili, gerçekliği ve koşulları içerisinde değişmez duyguları, o çağın, o anlayışın verileriyle yeniden, yeniden üretir. 
Buraya kadar saydıklarımız, öykünün kuralları değil, iyi bir öyküden çıkarabildiğimiz anlamlı, temel belirlemelerdir. Dil başarısı, anlatıma denk düşen atmosfer, tek etki, ayrıntının gücünden yararlanmak, hakikatin “yeni dili”ni bulmak, azaltma/rafineleşme, duruş, yenilik, çoğaltmaya uygun yapı iyi öykülerin ortak özellikleridir.
                                                                                                                                  NECİP TOSUN