28 Şubat 2018 Çarşamba

25 Şubat 2018 Pazar

OLTAYA TAKILMAK YOK

Olaylar düşünceleri, düşünceler duyguları, duygular da eylemleri doğurur. 
Herhangi bir olay karşısında içimizde uyanan düşüncelerin bize söylemek istediği birtakım duygular ve ihtiyaçlar vardır. Bunlara kulak vermezsek, kendimizi kolayca olay örgüsüne kaptırırız. Böylece düşünceler zihnimizi bir mikser gibi karıştırır, anlık tepkiler verir ve eylemlerimizin istenmeyen sonuçlarıyla karşılaşırız. Olaylar, düşüncelerimizi tetikleyebilir ancak duygularımızın ve davranışlarımızın sorumluluğu her zaman bize aittir. Hayalini kurduğumuz huzurlu ve sakin ilişkiler büyük ölçüde iletişim becerilerimize bağlıdır. 
Çocuklara küçük yaşlardan itibaren suçluyu dışarıda aramayı öğretiyoruz. Düştüğü, canı acıdığı zaman canını acıtan nesneye vuruyor, ağladığında ilk olarak "Kim ağlattı seni?" diye soruyoruz. Suçluyu dışarıda arayarak büyüyen çocuklar, karşı karşıya geldiklerinde duygularıyla, düşünceleriyle nasıl başa çıkabileceklerini bilemiyor ve çatışıyorlar. En temel hayatta kalma tepkisi devreye giriyor: savaş ya da kaç. Bir üçüncü yola ihtiyacımız var.
Teo'nun Dalga Geçme Kitabı çocuk okura ve ona rehberlik eden ebeveyne, ihtiyaç duydukları üçüncü yolu, adım adım gösteriyor. 

Kitabın kahramanı Teo, heyecanla beklediği, topu defalarca çemberden geçirmeyi umduğu bir basketbol maçı esnasında istediği performansı sergileyemez. Rakip takımın oyuncularının alay etmesi ve gülmesi sonucunda hem utanır hem de öfkelenir. Üst üste kaçırdığı atışlar nedeniyle kendisini yetersiz ve beceriksiz hisseder ve öfkeyle rakip takımın oyuncularına saldırır. Olayı baştan sona gözlemleyen annesi onu sahadan uzaklaştırır ve eve giderler. Teo ya çok sevdiği basketbol antrenmanlarından uzaklaşacak ya da hemen hemen her gün bu çatışmayı yaşayacaktır. 
Hikâye ebeveynlere asla terk etmemeleri gereken mevkiyi, sakinleştirici otorite olma mevkisini göstererek devam ediyor. Anne, gözlemci pozisyonundan uzaklaşmıyor ve Teo'yu akıl vermeden, onu suçlamadan ya da haklı bulmadan dinliyor. Teo'yu serinkanlı olmaya ve bu durumla başa çıkmaya davet ediyor. Annenin sakinliği bir müddet sonra Teo'ya da sirayet ediyor. Ardından anne Teo'ya bir tablo hazırlamalarını öneriyor. 
Olay:         Arkadaşlarım basket atamadığım için benimle dalga geçtiler. 
Duygular: Çok kızdım. Utandım. 
Düşünme: Hep benimle dalga geçiyorlar. Ben beceriksizin tekiyim. 
Yapılan     Onlara bağırdım, vurdum. Oyunu bıraktım. Topu fırlattım. 
hareket:

Bu tabloyla duruma hâkim olduktan sonra ertesi günkü antrenmanda karşılaşabileceklerine dair bir projeksiyon hazırlıyorlar. Döngüyü kırmak, öfkeyle başa çıkabilmek için hâlâ bir eksik var. Eksik olan hikâyeyle geliyor. 
Annesi Teo'ya çok heyecanlı oldukları için hemen oltaya takılan sazan balıklarının hikâyesini anlatınca eksik parça tamamlanıyor, bir de slogan doğuyor. "Oltaya takılmak yok."
Ertesi gün antrenmanda Teo, öğrendiklerini hatırlamakta hiç zorluk çekmiyor. Ve ilk fırsatta armağanını ihtiyaç duyan bir arkadaşıyla paylaşıyor. Çünkü ne derler bilirsiniz: 
Ne kırılır ne yıpranır 
Başkasına verseniz de yine sizin kalır
Her paylaştığınızda daha da güzelleşir 
Paylaşmazsanız kimseye bir faydası yoktur.




Yazan Yağmur Artukmaç ve Psikolog Ceylannur Akgün 
Resimleyen Nurbanu Asena 
Bilgi Yayınevi Çocuk Kitaplığı 






23 Şubat 2018 Cuma

RESET

Spirütüel alemdeki kurs, atölye, online eğitim enflasyonu maşallah edebiyat camiasını aratmıyor. Alınan ücretlerin adına katkı payı, armağan ekonomisi demek bende daha olumlu bir intiba uyandırmıyor. Birlikte öğrenme alanları yaratmanın paraya dayanmayan bir yolu olması gerektiğine inanıyorum. Böyle bir ortamda Zeynep Aksoy'un Youtube üzerinden her akşam Türkiye saatiyle saat 22.00'de yayınladığı Reset dizisini çok anlamlı buluyorum. Reset iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Zeynep Aksoy kendi bilgi ve deneyimlerini, okuduklarıyla, eşi travma terapisti ve psikolog David Cornwell'in bilgi ve deneyimleriyle harmanlıyor ve meditasyon ve bize kattıkları üzerine bilgiler paylaşıyor. Gelen seyirci yorumlarını aktarıyor, soruları yanıtlıyor. Bazen seyircilerden gelen sorular ertesi günlerin konu başlıklarını belirliyor. Bu bölümün ardından Zeynep Aksoy'un yönlendirme ve direktifleriyle canlı yayında mindfulness meditasyonu yapılıyor. Yeni yılla beraber başlayan Reset serisine bir göz atın derim. Aşağıda serinin ilk bölümünü izleyebilirsiniz.




19 Şubat 2018 Pazartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ: 10



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
Yaptığınız her şey, bir ihtiyaç karşılama çabasıdır. 
Öğrenme ihtiyacınızı karşılamak için, biraz zaman ayırıp hata adını verdiğiniz şeylere bir bakın. 
Kendinizi fırçalamak yerine, yapmış olduğunuz şeyi yaptığınızda hangi ihtiyacınızı karşılamaya çalıştığınızı belirleyin. 
Sonra da, eylemlerinizle karşılanmamış ihtiyaçlarınızı belirleyin. 
Daha fazla ihtiyacınızı karşılamak için farklı yapabileceğiniz bir şey var mıydı?
Bu farkındalık sizin için yeni bir öğrenmeye vesile oldu mu?

Ben ne düşünüyorum?
Sura Hart, bizi, kendimizi ya da başkalarını suçlamadan hatalarımızı fark etmeye, kabullenmeye, kendimizi yiyip bitirmek yerine bu hatalarla bağlantı kurmaya, onları büyüme, öğrenme alanı olarak kullanmaya ve bir basamak yukarı zıplamaya davet ediyor. Bu yeni yerin müthiş bir öğrenme ve özgürleşme alanı olduğuna inanıyorum. Hatamızı kabullendiğimizde, onu örtbas etmek yerine sorumluluğunu aldığımızda gerçekten özgürleşiyoruz. İşte o zaman hatalar, bizi utandıran, öfkelendiren, unutmak istediğimiz anlar olmaktan uzaklaşıyor, öğrenmenin, deneyimin ta kendisi hâline geliyor. Deneyim dediğimiz şey, tecrübedir. Hatalarımızdan öğrendiklerimizdir. Telafi ettiklerimizdir. Tekrarlanmaması için aldığımız önlemlerdir. Süreci gözlemektir. Dilimize ve davranışlarımıza yerleşen özendir. Deneyim, başarıyla beraber başarısızlığı da planlayabilmektir.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Annelikte kendimi en başarısız ve suçlu hissettiğim anlar, Deniz'e kızdığım, sesimi yükselttiğim ve otoritemi kullanarak onu bir şeyleri yapmaktan men ettiğim anlar. Bu pozisyona düşmekten hoşlanmasam da zaman zaman yaşıyoruz. Deniz de sesini yükseltiyor, bana etiketler yapıştırıyor, kızıyor, ağlıyor. Ona duygularını boşaltması için zaman ve alan tanıdıktan sonra, ben de kendimi hazır hissettiğimde elimi uzatmanın bir yolunu buluyorum. Sakin bir konuşma ortamı hazırlıyorum. Duygu kartlarını yere seriyorum. Etrafında dolaşıp bakıyor ve az evvelki patlama esnasında kendimize en yakın hissettiğimiz duyguyu seçerek hakkında konuşuyoruz. Elimdeki kar küresini sallayarak ona o esnada  yaşadıklarımı, duygularımı, düşüncelerimi, kafama üşüşen yargıları anlatıyorum. O da bana anlatıyor. Birbirimizin sözünü kesmeden sonuna kadar dinliyoruz. Sonra neye ihtiyaç duyduğumu söyleyerek ondan ricada bulunuyorum. Benzer şekilde ihtiyacını belirlemesi, ricada bulunması konusunda onu teşvik ediyorum. Kısa sürede ikimiz de kendimizi rahatlamış ve huzurlu hissediyoruz. Peşinden bir de oyun patlattık mı, bizden mutlusu yok.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Çocukların kemikleşmiş yargıları, inanç sistemleri olmadığı için değişime direnç göstermiyorlar, olumsuz davranışlarımızın yerine olumlularını koyduğumuzda altında bir çapanoğlu aramıyor, bıraktıklarımıza değil getirdiklerimize bakıyorlar. Küçücük adımlar kocaman değişimler yaratıyor. Bunu görmek beni motive ediyor. Şiddetsiz iletişim konusunda ilerlemek, derinleşmek için arkadaşlarımla bir araya gelmeye devam ediyorum. Bu konuda Deniz'den aldığım en güzel geri bildirim ise şu: "Anne sen zürafa dili öğretmeni değilsin, arkadaşlarına nasıl öğretebilirsin? ... Ha anladım, sen usta değil, çıraksın."
Turgut Uyar'ın kulakları çınlasın. "Efendimiz acemilik"

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Şefkatli ebeveynlik yolunda karşılaştığım bir kalıp "connect or correct". Türkçeye çevrildiğinde kafiye bozuluyor ama anlam değişmiyor. Bağlantı kurmak mı, düzeltmek mi? Amacımız düzeltmek olduğunda, en baştan tüm aile adına en doğru kararı verdiğimizi varsaydığımızı, onların istek ve ihtiyaçlarını görmezden geldiğimizi, kendi istek ve ihtiyaçlarımıza değişmez yargılarmış gibi yapıştığımızın farkına varamıyoruz. Sinirleniyoruz, kızıyoruz, duymazdan geliyoruz. Anlık tepkiler veriyoruz. Bu anlık tepkiler nedeniyle kendimize kızıyoruz ve suçluluk duyuyoruz. Bunu değiştirmek elimizde. 
Bazen etrafımıza kendi ellerimizle taştan duvarlar ördüğümüzü, kendi inşa ettiğimiz kuyunun içinde bunaldığımızı, ne de olsa düzelmez, değişmez, yardım etmez diyerek kendimize müttefikler seçmediğimizi, görev dağılımı yapmadığımız, kendimize alan açmadığımız için giderek daha da çok sıkıştığımızı düşünüyorum. Sevdiklerimize, güvendiklerimize (buna çocuklarımız da dahil) şikayet etmeden, suçlamadan, sadece ihtiyaçlarımızı anlattığımız zaman bize destek olma konusunda ne kadar cömert olduklarını görebiliyoruz. İşte o zaman etrafımıza ördüğümüz taşlar yıkılıyor, üzerlerine basıp yürüyebileceğimiz tutamaklar, basamaklar hâline geliyor. Bunu unutmamaktır tüm gayem ve gelecek planım.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Olaylar düşünceleri, düşünceler de duyguları doğuruyor. Uzun zamandır olumsuz duygularımla somatik ağrılarım arasındaki bağlantıyı görebiliyorum. Çoğu zaman ağrının hangi düşünce neticesinde çıktığını bile fark edebiliyorum. Amma velakin uzun süre bu durumun büyüyüp genişlemesini, sanki tek başına bu duygudan ibaretmişim algısını, hissini engellemenin bir yolunu bulamadım. Şimdi kendimi bu denli çaresiz hissetmiyorum. Çünkü kendime duygusal ilkyardım uygulama yollarını öğreniyorum. O anda yapacak durumda değilsem, ilk fırsatta bu konuya eğilmeye gayret ediyorum.

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3 
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6 
Şefkatli Anne Günlüğü 7
Şefkatli Anne Günlüğü 8 
Şefkatli Anne Günlüğü 9






15 Şubat 2018 Perşembe

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:9



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor? 
Temel, evrensel insan ihtiyaçlarından biri kendinin ve başkalarının iyiliğine katkıda bulunmaktır.
Bir eğitimci olarak her gün bir sürü katkıda bulunuyorsunuz. Akademik "başarı" bu kadar çok vurgulanırken, yaptığınız duygusal katkılara da gereken değeri verdiğinizden emin olun. Bazen öğrencilerinizin sahip oldukları potansiyele ulaşma becerilerini geliştirme konusunda en çok işe yarayan katkılar, görünüşte en küçük olanlardır.
Kendinize zaman ayırın ve öğrencilerinize, çalışma arkadaşlarınıza ve ebeveynlere yaptığınız katkıları bir not defterine yazarak fark edin. Bağlantı kurduğunuz o kısacık anları; öğrencinizi can kulağı ile dinlemek, ona mevcudiyetinizi sunmak için kendi duygu veya ihtiyaçlarınızla bağlantı kurduğunuz zamanları fark edin. Başarılarınızın izini sürün ve her başarınızı kutlayın.

Ben ne düşünüyorum?
Bu günlüklerin başında yer alan Sura Hart alıntıları doğrudan öğretmenlere sesleniyor. Onlara temel meselenin yalnızca öğretmek olmadığını hatırlatıyor. Şefkatli, huzurlu, saygılı bir sınıf ortamı yaratmaya gösterilecek özenin, akademik başarıya giden yolu da açtığını, öğrenmeyi hızlandırdığını anlatıyor ve yükte hafif pahada ağır tavsiyelerde bulunuyor. Bazı tavsiyeleri sınıf ortamından ev ortamına nasıl taşıyabileceğimi bilemiyorum. Bu gibi durumlarda kısa molalar veriyorum, günlükleri yazmayı ve hakkında düşünmeyi boş verip başka şeylerle ilgileniyorum ve cevap kendiliğinden geliyor. Yazmak anlamaktır. Öyleyse bu günlüğü yazmaya bir hafta ayıracağım. Bir hafta boyunca Deniz'e herhangi bir katkıda bulunduğumda defterime not alacağım. Hafta sonunda yazdıklarımı okumak, onları duygu ve ihtiyaçlarımla ilişkilendirerek değerlendirmek, üzerine düşünmek için zaman ayıracağım. Bununla beraber Deniz'i fark ettiğim büyük, küçük her türlü akademik ve duygusal başarıda, attığı iyi adımlarda, tekrarlayan çalışmalarında, çaba gösterdiği anlarda sözlü olarak takdir etmeyi ihmal etmeyeceğim.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
En temel yazma nasihatlerinden biridir: "Anlatma göster."
Deniz'in şu sıralarda en tahammül edemediği şey, yetişkinlerin ona nasihat etmesi, onun tabiriyle vırvırlaması. İçerik ne kadar iyi niyetli, kullanılan dil ne kadar yapıcı olsa da Deniz ona nasihat edildiğini, bir davranışını düzeltmesi konusunda tavsiyeler dinlediğini fark ettiğinde, buna inandığında, surat asıyor, kızıyor, kulaklarını tıkıyor. Çok net şekilde nasihat dinlemekten hoşlanmadığını belirtiyor. Ona hak veriyorum. Ben de bana nasihat edilmesinden hiç hoşlanmıyorum. Bundan hoşlanan kimse de yoktur, sanırım.
Anlatmak yerine göstermek, yani okuduğumuz kitapların kahramanlarından yardım almak işleri kolaylaştırıyor. Bize yardımcı olan çok kahraman var, Uzun Yeleli Kedi Çocuk, Zackarina, Teo, ev canavarları bir çırpıda aklıma gelenler.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz hayal kırıklıklarını, üzüntüsünü, mahçubiyetini, mutluluğunu, hoşlandıklarını, hoşlanmadıklarını, ciddiye alınma isteğini, duyulma talebini açıkça dile getiriyor. Onun kadar şeffaf olabilmek isterdim. Çocuk ve ebeveynin öğrenme ilişkisi karşılıklı. Onların da bizim üzerimizde değiştirici ve dönüştürücü bir gücü var, hem de tahminimizin çok ötesinde. Bunu görmeye ve uygulamaya açık olduğumuzda sakin ve dengeli ailenin temellerini de sıkıca atmış oluyoruz.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Bir sonraki günlük, ihtiyaçları fark etmek, olumsuz duygularla savaşmak yerine onları duymak, ardında yatan karşılanmamış ihtiyaçları belirlemeye çalışmakla ilgili. Üzerinde düşünmeye, uğraş vermeye değer.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Ülkenin ve gezegenin geleceği konusunda giderek daha kaygılı ve yalnız bireyler hâline geliyoruz. Çoğu zaman akraba, eş dost desteğinden yoksunuz. Sosyalleşme, eğlenme ihtiyaçlarımızı çoğunlukla karşılayamıyoruz. Çocuklarımızın her şeyi olmaya çalışıyoruz. Ahçısı, şoförü, arkadaşı, organizatörü, oyun arkadaşı, öğretmeni... Yorgun ve yalnızız. Kendimiz olmaya ve eğlenmeye ihtiyacımız var. Şİ buluşmaları ve bu günlükler vesilesiyle bu ihtiyaçlarımı gidermeye, kendime odaklanmaya başladım. Kendime odaklandığımda, istek ve ihtiyaçlarımı giderdiğimde, hayallerimi gerçekleştirdiğimde hafifliyorum, sakinleşiyor ve yavaşlıyorum. Bunun için kendimi takdir ediyorum. Hemen ardından rahatlıkla keşke diyebilirim, keşke bunu çok daha erken yaşlarda fark edebilseydim ve hayatıma geçirebilseydim. Ama dilimizi keşke yerine iyi ki ile terbiye etmeliyiz. Ne derler bilirsiniz: "Bir ağaç dikmek için en iyi zaman yirmi yıl öncesiydi. En iyi ikinci zamansa şimdi.

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3 
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6 
Şefkatli Anne Günlüğü 7

8 Şubat 2018 Perşembe

Kırsala yerleşenler anlatıyor: İlknur Urkun Kelso



Şehirden ayrılıp kırsala yerleşme süreci nasıl gelişti? 
Önce daha sakin ve sağlıklı yaşamak için küçük bir sahil kasabasına taşınmaya karar verdik. Ancak gittiğimiz küçük kasabanın yazları İstanbul'u aratmadığını, çevremizde kimsenin sağlıklı gıda yetiştirmediğini fark edince başka türlü bir yer aramaya başladık ve uzun bir süreçten sonra şu an yaşadığımız köye yerleştik.

Karar alma aşamasında sizi en çok zorlayan ne oldu? 
Karar almakta zorlandığımızı söyleyemem, kararı almaktan çok uygulamakta zorlandık. Zorlanmamızın başlıca sebebi de sanırım maddi imkânlarımızın kısıtlı olmasıydı.

Nasıl bir evde yaşıyorsunuz? 
Sahipleri vefat edince satılığa çıkmış, kırmızı tuğladan, bize göre oldukça geniş bir ev. Tabii bol miktarda tadilat yaparak yerleştik.

Bir gününüz nasıl geçiyor? 
Mevsimden mevsime ve günden güne çok değişiyor ama sabit olanlar sabah kalkınca ördeklere yem atmak, akşam üstü köpeklere yemek pişirmek ve onları beslemek :) Bazı günler erkenden kalkıp akşama kadar bilgisayar başında oturmam gerekiyor, kışın haftanın bir kaç günü halk eğitim kursuna gidiyorum, günün geri kalanı da çalışarak, kitap okuyarak, örgü örerek geçiyor. Yazınsa sabah erken kalkıp bahçede çalışmak, öğlen sıcağı basınca evdeki işlerle uğraşmak, belki biraz öğlen uykusu, akşam hava serinleyince yine bahçe işleri ve sulama, bazı akşamları da köyde yaşayan arkadaşlarımız ve yazın bollaşan misafirlerle yemek, sohbet ve müzik yaparak geçiriyoruz.  

Kırsalda sizi en çok ne zorluyor? 
Beni en çok zorlayan şey toplu taşıma imkânlarının sınırlı olması sanırım. Arabamız olmadığı için köy dışındaki tüm işlerimi günde bir kere köyden kalkan ve bir kez köye dönen, hafta sonları da çalışmayan otobüsün saatlerine göre ayarlamak zorundayım. Acil durumlarda mutlaka bir araç bulunuyor elbet ama gündelik işler için istediğim saatte kasabaya gidip gelememek bazen hayatımı zorlaştırıyor.

Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? 
Serbest çevirmenim.

Kendi gıda ormanınızı yaratabildiniz mi? Üretiminiz karnınızı doyurmaya yetiyor mu? Neleri dışarıdan satın alıyorsunuz? 
Hayır gıda ormanımızı yaratabilmiş değiliz. Gıda ormanı kurmaya ve ev inşaatı yapmaya başladığımız arazi için bir baraj projesi olduğunu öğrendik. Oraya diktiğimiz ağaçlara hâlâ bakıyoruz ama geliştirmek için yoğun bir çaba gösteremiyoruz. Onun yerine şimdi yaşadığımız evin önündeki küçük bahçeyi ekmeye başladım. Yazlık sebzeler için neredeyse tüm ihtiyacımızı karşılıyoruz ama kışlık sebze, hububat vb ihtiyaçlara hem benim şu an verebileceğimden fazla emek, altyapı hem de biraz daha bilgi ve deneyim gerekiyor. Bazı ürünleri ise tek ailenin ihtiyacı için yetiştirmek verimli olmayabiliyor. Un, pirinç, tahin, pekmez, tuz gibi şeyleri doğal ya da organik tarım yapan küçük çiftçilerden alıyorum. 

Üretim fazlanızı nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Sebze bahçesini ekerken özellikle ihtiyacımızdan fazla ekmemeye çalışıyorum, çünkü kurutmalar, konserveler de ayrıca zaman alıyor ve deneyimsizseniz sağlıksız olabiliyor. Aromatik ve şifalı bitkileri ise bol yetiştiriyorum ve fazlasını hediye ya da takas ediyorum. Meyveleri ise fermente ederek değerlendiriyoruz.

Kırsaldaki hayatınızı paylaştığınız bir sosyal medya hesabı ya da bloğunuz var mı? 
Hayır, bilgisayar başında geçirdiğim süreyi asgari düzeye indirmeye çalışıyorum.

Çocuğunuz var mı? Okul konusunu nasıl çözdünüz/çözeceksiniz? 
Çocuğumuz yok.

Yerleştiğiniz araziyle ilgili olarak;
Evimin penceresinden bir kavak tarlası ve arkasında uçsuz bucaksız bir dağ silsilesi görünüyor.
İyi ki yaptım iyi ki sağlam bir çit yaptırmışız.
Keşke yapmasaydım yaptığın değil yapmadığın şeylerden pişman ol lafına inanıyorum :) O yüzden keşke buraya daha erken yerleşip ağaç dikmeye başlasaydım.

Kırsala yerleşmek isteyenlere verebileceğiniz en önemli tavsiye nedir? 
Eğer kırsala yerleşme sebebiniz ideallerinizse, yani emekliliği geçirmek değil de diyelim kendine yeten bir çiftlik, bir ekoköy, bir eğitim merkezi vs. kurma hayali ise, kırsalda sudan çıkmış bir balık olacağınızı, o ortama ayak uydurmanın ve orada hayal ettiğiniz şeyleri gerçekleştirebilmenin hesapladığınızdan daha fazla zaman alacağını unutmayın. Hesaplarınız tutmadığında ve planlarınız gerçekleşmediğinde tutumunuzun ne olduğu buradaki hayatınızın gidişatını belirleyebilir.






7 Şubat 2018 Çarşamba

Günlerin içinden geçerken

İzliyorum
Bizim evde televizyon yalnızca çizgi film ve radyo kanalları için açılıyor. Kendimi bildiğimden yeni eve taşınırken dijital yayın platformu üyeliğimi iptal ettim. Gel zaman git zaman film izleme ihtiyacı baş gösterdi. Ben de çareyi blutvde buldum. Özellikle dizileri ilgimi çekiyor. Uykusuz kalmadan, insan gibi her akşam bir bölüm izliyorum. The Handmaids Tale, The Young Pope, Apple Tree Yard, Fearless izlediklerimden. Yeni favorim: 11.22.63 
Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlanan dizinin konusunu kitabın arka kapağından alıntılayalım.

22 Kasım 1963'te, Dallas'ta üç el silah sesi duyuldu, Başkan Kennedy öldü ve dünya tarihi değişti. Peki, bütün bunları değiştirme şansınız olsaydı? Kendi kuşağının sosyal, kültürel ve politik meselelerini sindirmiş bir yazar olan Stephen King, bu mükemmel kurgulanmış gövde gösterisinde okuyucuları geçmişe uzanan inanılmaz bir yolculuğa çıkarıyor. 
Her şey Maine'deki Lisbon Falls kasabasında yaşayan ve fazladan iki kuruş kazanmak için sınavlara hazırlık derslerine (blog yazarının notu: yetişkinler için açılan dışarıdan lise bitirme derslerinden bahsediliyor) giren 35 yaşındaki İngilizce öğretmeni Jake Epping'le başlıyor. Öğrencilerinden kompozisyon ödevi olarak hayatlarını değiştiren bir olayı yazmalarını isteyen Epping, nefesini kesen bir ödevle karşılaşıyor: Harry Dunning'in babasının elli yıl önce eline çekici alıp ailesini katlettiği gecenin tüyler ürpertici hikâyesi. O kompoziyonu okuduğu an, Jake için bir dönüm noktası. Tıpkı 1963'ün ABD tarihi için bir dönüm noktası olması gibi... Kısa süre sonra kasabadaki lokantanın sahibi ve Jake'in arkadaşı olan Al, ona bir sır veriyor: Deposu, aslında  geçmişe, 1958'deki belirli bir güne açılan bir geçit. Ve Al, Jake'ten saplantı hâline getirdiği görevi devralmasını, Kennedy suikastını engellemesini istiyor. Böylece Jake, George Amberson olarak Ike, JFK ve Elvis'in büyük Amerikan arabalarının ve fiyonklu çorapların dünyasında, herkesin her yerde sigara içtiği bir Amerika'da yeni bir hayata başlıyor. Maine'deki Dunning ailesinin yaşadığı boğucu Derry şehrinden, Jake'in hayatının aşkıyla karşılaştığı Texas'taki sevgi dolu Jodie kasabasına, Lee Harwey Oswald'a ve Dallas'a uzanan bu romanda; geçmiş, geçmiş olmaktan çıkıp gerilim ve heyecan dozu yüksek bir maceraya dönüşüyor. 
Zamanda yolculuk hiç bu kadar inandırıcı ve bu kadar ürkütücü olmamıştı! 

Son cümledeki gerilimden bahsetmek gerekirse, inanın bana, tarihi önceden bilmek yetmiyor. Jake Epping için işler tereyağından kıl çeker gibi yürümüyor çünkü geçmiş değişime karşı koyuyor ve akıl almaz kazalar, dirençler Epping'in önünü kesiyor. 11:22:63 inandırıcılığı, heyecan dozu yerinde başarılı bir yapım. Alet çantası dolu bir kurmaca yazarın elinden çıkan romana dayalı senaryo, izlediklerimizden haz almamızı sağlıyor. 

Okuyorum
Ursula K. Le Guin'i ilk kez Çağlar'ın hediyesi Mülksüzler kitabı ile tanıdım. Aradan geçen on yılda Kanatlı Kediler Masalı serisi ve Balık Çorbası adlı çocuk kitaplarını okumak ve Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar ve Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitaplarını karıştırmaktan öteye geçemedim. 2017'nin bahar aylarında Yerdeniz serisini, Aya Tırmanmak ve Diğer Öyküler'i aldım. Dört, beş ayımı onun romanları içinde kaybolarak geçirebilirdim. Bunun büyüme yolculuğuma katkısı olacağından, bana iyi geleceğinden emindim. Notos 66. sayısını (Ekim Kasım 2017) Ursula'ya ayırdığında, yeni yayımlanan Anlatış da kitaplıkta yerini aldığında tam da ihtiyaç duyduğum şeyin, Ursula'nın ejderha bilgeliği olduğunun, bunun için kendime alan açmam gerektiğinin farkındaydım ama her nedense ilk adımı atamıyordum. Derken Ursula öldü ve Margaret Atwood'un onun hakkında The Guardian için yazdığı yazı Hanife Aliefendioğlu çevirisiyle Çatlak Zemin'de yayımlandı. Ve ben aradığım ivmeyi bulabildim. Mülksüzler ile çıktım yola. 1974'te yayımlanan kitabın bir nebze bile eskimemesine hayranlık duyarak, yavaş yavaş içiyorum satırları. 30larındaki ben'in altını çizdiği yerlere bakıyorum, en çok da Çağlar'ın el yazısına, "tek mülkümüz aşk olsa şu dünyada" temennisine... 

Düşünüyorum
Toplumun sürüklendiği kamplaşma, üzerimizde gittikçe artan baskı, şiddet, düşünmeyen, muhakeme etmeyen, soru sormayan, verili cevapları tekrar sunmayı marifet sayan bir eğitim öğretim sisteminin velisi hâline gelmek beni kaygılı, endişeli bir ebeveyn yapıyor. Pek çok beyaz yakalı gibi, gitme fikri zaman zaman (hadi doğrusunu söyleyelim düzenli ve sık periyodlarla) beni de yokluyor. Bir planım yok. İçimde gerçek anlamda gitme isteği de yok çünkü normal koşullarda yaşamaktan memnun olduğum ve de olacağım tek şehirdeyim. Amma velakin kötü haber bombardımanı altında yaşamaktan, içtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın zehirlenmesinden, dört beş yıllığına seçilen hükümetlerin yerele bu denli karışmasından, geri dönüşü olmayan kararlar almasından, çevre kıyımlarından bıktım usandım. Her defasında yeter noktamızın sınırlarının zorlanmasından, OHAL kisvesi altında yaptım oldulara seyirci kalmaktan ve bu dönemde çocuk büyütmeye çalışmaktan yoruldum. Yakındığım konularla yakından ilgilenen, mücadele eden pek çok dernek, sivil toplum örgütü var. İyi ki varlar ve hepimiz adına direniyorlar. Yaptıklarını ilgiyle takip etsem de yerimden kalkıp bir şey yapmıyorum. Bu umutsuzluk mu, kişilik özelliği mi onu da bilemiyorum. Damarlarımda aktivist kanı akmadığı kesin.  Hafiften duyduğum mahçubiyet nedeniyle hepimizin direnme şekli, mücadele yolu farklı diyerek kıvırabilirim. Değişimin bir parçası olmak istiyorum ama onun direnen tarafında durmaktan uzağım. Daha neşeli ve ümit veren, evet diyen tarafında yer almak benim karakterime daha uygun. Meselem daha çok, çocuk ve ebeveyn olmak odaklı. Burada açılması planlanan topluluk okulunu ilk duyduğumda, toplantılarına katılmaya başladığımda kendim gibi düşünen ebeveynlerle bir araya geleceğimi, ülkede süregiden otoriter dilin aksine özgür bir iklim bulacağımı düşünmüştüm. Kısa sürede bunun gerçekleşmeyeceğini anladım ve çocuklara vaat edilen ortamın çekiciliğine rağmen süreçten ayrılma kararı aldım. Orada edineceğini umduğum değerlerden vazgeçmiş değilim. Elimden geldiğince okumaya, araştırmaya ve uygulamaya çalışıyorum. Şefkatli Anne Günlükleri bu arayışın bir sonucu. Bu yolculuğu tek başıma sürdürmek istemiyorum. Ne zamandır bu konuda harekete geçmek, benim gibi düşünen ebeveynlerle bir araya gelmek, mesleki ve yaşamın getirdiği bilgi ve deneyimlerimiz doğrultusunda çocuklarımız için neler yapabileceğimize bakmak istiyordum. Kafamdan geçenler belli: Çocuklara iyi edebiyattan zevk alma tohumları ekmek, yaratıcılıklarını korumak, yaşadıkları kentin kültürel mirasını öğretmek, merak etmelerini, sorular sormalarını sağlamak, yaşadıkları çevreyi bilen, saygı duyan, suyuna, ağacına, havasına sahip çıkan bireyler olmalarına katkıda bulunmak...
Bu amaçlar doğrultusunda ebeveynlerle bir araya gelerek endişelerimizi paylaşmak, olumlu ve olumsuz deneyimlerimizi konuşmak, hem özlemini çektiğimiz barışçıl toplulukların kurulmasına  hem de birbirimizin gelişimine katkıda bulunacaktır. Özellikle şehirde yalnız, akraba desteğinden yoksun yaşayan anne babalar ve çocuklar için diğer aileler ile kurulacak güvene dayalı ilişkiler son derece hayati önem arz ediyor. Konuşmak için, destek almak, gelişmek, çocuklarımıza sahip olmasını umduğumuz değerleri verebilmek için birbirimize ihtiyacımız var.

Dinliyorum
Anadolu Beat'in 2012 yılında çıkan Flört albümünden geç haberdar oldum. Şu sıralar severek, döne döne dinlediğim gruplar arasında. 



İzleyeceğim
Çanakkale'de sinemaya gidebilmek büyük lüks. Aksiyon ve tapon romantik filmler haricinde gelen, zevkime hitap eden her türlü filmi sinemada izlemekten keyif alıyorum. Coco ve Cebimdeki Yabancı vizyonda. İlk fırsatta gidile.

1 Şubat 2018 Perşembe

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:8



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
İnsanın kendini acımasızca eleştirme ve yargılama hâli genellikle başkalarını da eleştirmesi ve yargılamasıyla sonuçlanır. Unutmayın başkalarına şefkat kişinin kendine şefkatiyle başlar.
İhtiyaçlarınıza şefkatinizi artırmak için kendinize yönelttiğiniz ahlakçı yargıları tercüme etmeye zaman ayırın. Kendinizi yargıladığınızı fark ettiğinizde, bu yargıyı bir deftere not edin. Yargılarınızı, hemen o an duygu ve ihtiyaçlara tercüme etmeye vaktiniz yoksa; günün sonunda yargılarınızın üzerinden geçin ve not ettiğiniz her bir yargının ardındaki ihtiyacı belirleyin.

Ben ne düşünüyorum? 
Üst üste Şefkatli Anne Günlükleri yazdıktan sonra yaklaşan (şu anda devam eden) yarı yıl tatilini fırsat bilip günlüklerle ara vermek ve başka konular hakkında yazmak istedim. Bu araya ihtiyacım vardı çünkü hem özlediğim edebiyat yazılarına, kolektif işlere yönelmek (her ne kadar yapamasam da biri yargı ve kendine şefkatten mi bahsetmişti) hem de "yargı" haftasının hakkını vermek istiyordum. Hakkını vermek nedir açıklayayım.
8. günlüğü layığıyla yazabilmek için gözetmem gereken bazı hususlar vardı: kendimi yargıladığım anları fark etmek, bunları belirlemek, Sura Hart'ın önerdiği şekilde ardında yazan ihtiyacı saptamak, bunlara dair notlar almak gibi. Bu hazırlıklar olmaksızın yeni günlüğü yazmak istemiyordum. İşte o an bir türlü gelmedi. Haftalarca bir şey yapacaktım ben, günlük notlar alacaktım, neydi yahu o konu dedikten sonra, hatırladım ve başladım.
İtiraf etmek gerekirse bir hafta boyunca her gün kendimi yargıladığım anları belirle(ye)medim. Çoğu zaman bunu yapabilmek için kendime duraklama fırsatı dahi tanımadım. Gene de kimi anlar için, zihnimde çentikler atmayı, bazı akşamlar eve gittiğimde defterime yazmayı başardım. Yazmak, eşittir hatırlamak. Yazdıkça tuttuğum notlar çoğaldı, yeniden hatırladım.
Yargıların ardında yatan ihtiyaçlara bakmak... Kendiliğimden, çaba harcamadan yapabileceğim kıvamda değilim, henüz. Kırk fırın ekmek yemem lazım. Zira hoşuma gitmeyen bir davranış sergilediğimde, yargının ardında yatan ihtiyacı belirlemek yerine en iyi bildiğim şeyi yapıyorum, yani kendime kızıyor ve suçluyorum. Bu döngüyü ancak biraz zaman geçince, sakin kafayla düşündüğümde kırabiliyorum. Şimdi bütün çabam bu: içten gelen ilk tepkileri susturmanın bir yolunu bulmak, kendime ve karşımdakine yönelik suçlayıcı ve yargılayıcı ifadelere sarılmak yerine, olumsuz duygularıma ve davranışlarıma bakmak, altında yatan ihtiyaçları görmek. Bunu yaptıkça olaylar, kişiler, mekânlar değişse de, her defasında karşımdaki insandan işbirliği ve anlayış beklediğimi, kabul görmek, takdir edilmek, desteklenmek, duyulmak, görülmek, gözetmek/gözetilmek istediğimi açıkça görüyorum. Bunu fark etmeyi önemsiyorum. Çünkü bu sayede dikkatimi kendime çevirebiliyorum. Karşımdakini suçlamadan, serzenişte bulunmadan kendime odaklanmanın bir yolunu bulduğumda, merkezimde kalmayı başardığımda, muhatabım savunmaya ya da saldırıya geçmeden beni dinleyebiliyor en azından bu olasılık artıyor. Şiddetsiz İletişim'in bizi davet ettiği yer, tam da burası. Formül basit: gözlem yap, duygularının ve ihtiyaçlarının farkına var ve "ben" dilini kullan. Uygulamak ise bir o kadar zor.
Bir kitap okumak ve kendini değiştirmek kolay iş değil. Bu yolda birlikte yürüyebileceği, konuşabileceği, alıştırmalar yapabileceği, oyunlar oynayabileceği arkadaşları olmalı insanın. Akıl vermeden, varsayımlarda bulunmadan, teselli etmeden, lafı ağzınızdan çalmadan, sizi can kulağıyla dinleyen bir arkadaş bulduğunuzda, olay örgüsünden, saatlerce aktarsanız bıkmayacağınız diyaloglardan ve dahi monologlardan kurtulmak,  duygu ve ihtiyaçlara odaklanmak mümkün. Bunu denemeye değer buluyorum. Yine de kendimi şiddetsiz iletişimin ancak eşitler arasında kurulabileceğine inanmaktan alıkoyamıyorum. Zalimin, seçimini ahlaki olandan yana kullanmayanların yaptıklarının ardında yatan ihtiyaçları görmek, anlamak istemiyorum. Ne peygamberim ne de derviş...

Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3 
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6 
Şefkatli Anne Günlüğü 7