25 Aralık 2017 Pazartesi

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:6


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Geniş kapsamlı bir duygu sözcükleri dağarcığı; insanın kendisi ile derin bir bağlantı kurma ve kendisini gelişmiş bir biçimde başkalarına ifade etme becerisini sağlar. Bu beceriler herhangi bir öğrenme ortamındaki şefkati güçlendirir.
Öğrencilerinize duygu sözcükleri dağarcıklarını geliştirmeleri için yardım edin.
Öğrencilerinizle birlikte duygu sözcüklerinin bir listesini yapın ve aradan kaç gün geçerse geçsin her gün listeye yeni bir sözcük ekleyin. Duygu sözcükleri listenizi sınıfınızda herkes için önemli olan bir yere yerleştirin.
Öğrencilerinizi listede olmayan bir şey hissettikleri her seferde, onları duygularını yüksek sesle ifade etmeye veya tahtaya yazmaya davet edin.

Ben ne düşünüyorum?
Duygu panosu yapmak ve duygu&ihtiyaç listesini her an yanımda taşımak için anahtarlık hâline getirmek bir aydır planlarım arasında. Erteleme konusu henüz hastalık boyutunda olmasa da çabucak ve kolaylıkla yapabileceğim kimi şeyleri de erteleyip durduğumun farkındayım. Zamansızlık ya da motivasyonsuzluktan ziyade planlamayla ilgili bir problem, bu. Düzenli eft talimatı, cep telefonuna alınan notlar, zaman uyarıcıları vb teknolojik destekler, yazılı birtakım listeler aracılığıyla öncelikleri belirlemek, yapılması gereken işler için son teslim tarihi oluşturmak... Yeni yılda bu üç ana başlığın işlerimi kolaylaştırma konusunda yardımcım olmasını umuyor ve Ocak ayı bitmeden duygu panosu ve taşınabilir duygu&ihtiyaç listesi oluşturmayı taahhüt ediyorum.
Konuyu Sura Hart'ın duygu sözcükleri dağarcığını geliştirme önerisine bağlayacak olursam, sözlü ya da yazılı olarak kendimi ifade etme, düşüncelerimi derli toplu anlatma konusunda sıkıntı çekmiyorum. Bununla beraber bu öneriyi ciddiye alıyorum. Çünkü duygu sözcükleri dağarcığının kendimizi daha doğru ifade etme konusunda bizi destekleyeceğine inancım sonsuz.  Duygulardan bahsetmek, "olay anlatmak, karşımızdakini suçlamak, anlaşılmadığımızı düşünmek" döngüsünü kırıyor. Yaşadıklarımızı hikâye etme şeklini değiştirdiğimizde, duygularımızın, isteklerimizin ve ihtiyaçlarımızın daha çok farkına varacağımıza, davranışlarımızın sorumluluğunu alacağımıza inanıyorum.
İnsanın bildik alışkanlıklarını terk etmesi o kadar kolay değil. Gün içinde  pek çok kez kendimi geviş getirirken buluyorum. Geviş getirdiğimi fark ettiğim anda, kendimi ya da bir başkasını yargılamadan, düşüncenin kendisini fark ederek, düşünceme şefkatle yaklaşmaya çalışıyorum. Suzi Amado'dan öğrendiğim küçük bir tüyo. Basit ama işe yarıyor. "Ne ilginç ... düşünüyorum" diyerek yaklaşıyorum kendime. Geviş getirdiğimin farkına varıyorum ve kendimi bulunduğum âna ve mekâna taşıyorum. Zihnimi buraya taşımakta güçlük çekiyorsam beş dakika boyunca bir işle (iş yerindeysem protokol defteri doldurmak, gelen bir maili cevaplamak, evdeysem kirlileri çamaşır makinesine atmak vb) meşgul oluyorum ve bu durumdan uzaklaşıyorum.
Duygu, istek ve ihtiyaçlarımı fark etmek, geçmişte yaşananlar yüzünden geviş getirmemek, şimdi ve şu anda olanla ilgilenmek. Günün 24 saatini bu şekilde geçirmem, tüm ilişkilerime bunları taşımam gerçekçi değil ama mümkün olduğunca farkında olmak, bunu yapamadığım anları fark edebilmek ve her defasında yeniden bu alana geri dönmeye çalışmak. İşte bunun için çaba gösterebilirim. Bu uğraş, Eduardo Galeano'nun ütopya hakkında söylediklerini anımsatıyor. Ne diyordu Galeano: 
"Ütopya bir ufuk çizgisi gibidir. Ona doğru iki adım atarım, o da iki adım uzaklaşır benden. On adım atarım, bu sefer on adım uzaklaşır. Ufuk çizgisine erişilemez. O halde ne işe yarar bu ütopya dedikleri şey? Devamlı yürümenizi sağlar."

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Bir süre önce Denizle uyku öncesi ritüelimize "Bugün en yoğun duygun neydi?" sorusunu ekledik. Deniz günün en güzel anlarını paylaşmadan önce, en yoğun duygu hakkında konuşmayı ve konuşturmayı tercih ediyor. Duygularımızı gerekçeleriyle anlatırken günün öne çıkan anlarını hatırlamış, tanıklık etmediğimiz bölümleri birbirimizle paylaşmış oluyoruz. Bilgi alışverişi, okulda günlerinin nasıl geçtiğini anlamama, memnun olduğu ve keyfini kaçıran durumlara hâkim olmama olanak sağlıyor. Bu sayede okulla ilgili endişelerim, kaygılarım kayboluyor. Korkulanı hayal edip düşüncelerimde çoğaltmak yerine gerçekten bir sorun var olduğunda yalnızca onu gidermeye çalışıyor, gerisini akışa bırakıyorum.
Olumsuz duyguları ve onların doğurduğu huzursuzluk hissini tanırsa, karşılanmayan ihtiyacını daha kolay dile getirebileceğine inanıyorum. Bu yüzden ona düşük yoğunluklu olumsuz duygularımdan bahsetmeye çalışıyorum. Duygu denizi oyunu bu duyguları dile getirme ve olumsuz duygularla başa çıkma yöntemlerini öğrenme konusunda faydalı.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz hoşlanmadığı durumlarda duygularını ama tıslayarak ama hırlayarak ama konuşarak illaki dile getiriyor. Saysa bir elin parmaklarını geçmez belki ama mutluluk, üzüntü, korku, şaşkınlık gibi temel duygularının farkında. Yakınlarının bu duyguları taşıdığı anların da farkında. Yaptıklarının sorumluluğunu alıyor ve kabul ediyor ancak yanlış anlama sonucu ya da yöneltilen haksız suçlama neticesinde yapmadıklarından sorumlu tutulursa da bunu bir suç gibi üzerine alıp yapıştırmıyor. Ben yapmadım, bu benim hatam değil, senin ihmalin, acelen vb. gözlemlerini sıralıyor. Ve yargılar dünyasında yaşamadığı için biz yetişkinlerden çok daha kolay gözlem cümlesi kurabiliyor. 

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Dün gece Daha Fazla Kumkurdu'nu okumaya başladık. İlk bölüm Çikolatalı Pasta'da yetişkinlerin evin içinde kural koyarken bunun ortak alınmış bir karar olduğu varsayımında bulunduğunu görmek benim için küçük bir aydınlanma ânıydı. Evdeki düzeni sağlamak adına birtakım kurallar koymak, uygulamaya geçmek istediğimde Deniz'in rızasını aldığımdan emin olmak istiyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Deniz okuma yazma ödevlerini yapma konusunda çok istekli değil. Özellikle okuma alıştırmaları ilgisini çekmiyor. Okuma alıştırmalarına bakınca ona hak vermemek mümkün değil. "Sıkıldığın metni yarım bırakmak" en temel okurluk haklarındandır. Okul kitabında yer alan okuma alıştırmaları yerine erken dönem kitaplarından bildiği, sevdiği, iri yazılı, az cümleli, eğlenceli örnekleri koymak,  bana okumaya başlaması konusunda teşvik etmek ve okuma bitince Kitap Okuma Defterine kaydetmek onu motive etti. Okuma günlüğü hızla doluyor. Şimdiden dört kitap (Yataktan Düşen Ayıcık, Aç Tırtıl, Şuşu ve Üç Teker, Burası Benim Yerim!) okudu.
Dün akşam gene okuma alıştırmasını yapmaktan imtina edince ona resimli mektup yazmaya karar verdim. Okumayı sökmüş olsa da yazdığım metne okulda öğrenmedikleri harfleri sokmadım. Bu sayede daha aşina olduğu harfleri bir araya getirmekte zorlanmayacağını ve bir çırpıda okuyabileceğini düşündüm. Böylece benim yazarken ve çizerken aldığım keyfe o da okurken eşlik edecekti amma velakin sonuç umduğum gibi olmadı. Mektubu okumak yerine yalnızca göz attı. Gözüne çarpan "Deniz" kelimeleri hariç mektubu okumayı reddetti. "Çok saçma şeyler yazmışsın. Bunları okumayacağım çünkü benim okumamı istediğin için bunları yazıyorsun," diye posta koydu. Ona mektubu yazarken ve kapının altından zarf içinde atarken eğlendiğimi, mektubumu okumadan saçma diyerek bir kenara fırlatması karşısında hayal kırıklığına uğradığımı ve üzüldüğümü söyledim. Ona herhangi bir suçlamada bulunmadım, duygularımın sorumluluğunu aldım ve "ben" dilinde kalmayı başardım. O da bunun karşısında mektubu fazla uzun bulduğunu dile getirebildi. Ardında yatan kaygıyı görüp onu yapabileceği konusunda cesaretlendirince uzun mektup bir çırpıda tastamam okundu. Yaptıkları karşısında duygusal tepki vermediğim, ses ve mimiklerimi değiştirmediğim, sakinliğimi koruyarak içimde uyanan duyguları olduğu gibi aktardığım ve yanlış okuma kaygısını aşma konusunda ona cesaret verdiğim için kendimi kutluyorum.
Eski günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5




20 Aralık 2017 Çarşamba

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:5



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor? 
Beynin duygusal merkezi öyle güçlüdür ki düşmanlık, öfke, korku ve kaygı gibi negatif duygular karşısında beynin fonksiyonlarını otomatik olarak temel hayatta kalma düzeyine indirir. 
Akademik veya sosyal baskıların, cezalandırılma tehdidinin veya akran zorbalığının baskın olduğu bir ortamın öğrencinin öğrenmesine yapabileceği etkiyi gözünüzün önüne getirin. Böyle bir ortamda, beynin akıl yürütme merkezi durur ve öğrenciler otomatik olarak kaçmaya, savaşmaya ve donakalmaya hazırlanırlar. Beyin hayatta kalma ihtiyaçları ile öylesine meşguldür ki öğrenciler zihnin öğrenme için gerektirdiği kompleks aktiviteleri yapamazlar. Merakları, öğrenme arzuları ve odaklanma becerileri abartılı bir tetikte olma hâli ve acil korunma ve güvenlik ihtiyacı tarafından gasp edilmiştir. 
Kendinizde ve öğrencilerinizde böyle durumların oluştuğu anlara bakın. Öğrenme ortamınızda duygusal güvenliği arttırmak için ne yapabilirsiniz? 

Ben ne düşünüyorum?
Sura Hart haklı. 
Öğrenmek, eskilerin üzerine yenilerini koymak suretiyle ilerleyen, bitmeyen bir yol. Eski bilgi oturmadıysa, henüz tam anlaşılamadıysa, üzerinden yeniden geçmeye ihtiyaç varsa, öğretmeninize işaret vererek, yavaşlamasını istersiniz. Kafanıza takılanları sorar, bazı bölümleri yeniden anlatmasını rica edersiniz. Bu çok basit gereksinimi hayata geçirebilmeniz için öğretmeninize ve sınıf arkadaşlarınıza güvenmeniz, ortamda rahat olmanız, olduğunuz gibi kabul görmeniz gerekir. İşte o zaman içten ve dıştan gelen "bu kadar basit bir şeyi nasıl olur da anlamam/z" okları sizi rahatsız etmez. Mış gibi yapmanıza (anlamış gibi, biliyormuş gibi) gerek kalmaz. Mış gibi yapmak zordur, tonlarca yük bindirir insanın üzerine. Bilmiyorum demek ise ferahlatır, yükü paylaşmanıza imkân sağlar. İçtenlikle yardım istediğinizde pek çok şefkatli anlatıcı bulabilirsiniz etrafınızda. 
Bununla beraber hiçbir çocuk, sınıfta her alanda "son öğrenen" olmak istemez. Farklı öğrenme hızlarını, değişik alanlarda yetenekleri olduğunu kabul edebilirler ancak bunun için iyi gözlem yapan ve daha iyi olduğu konuları övgüyle ortaya çıkartan bir öğretmene ihtiyaçları vardır. Öğretmenin, yalnızca okuma yazmayı hızlı öğrenen, matematiği kuvvetli çocukları takdir etmesi, biraz çalışarak aradaki açığı kapatabilecek çocukları (onların da bir kısmını) belki motive edebilir ancak sınıf ortamında her zaman tahtaya çıkmayacak öğrenci kalacağını da unutmamak gerekir. Onları gücendirmemek için başarılı öğrencilerin görmezden gelinmesi değil, beklediğim. Bana göre en doğrusu ve makulu kutlama alanlarını geniş tutmak.
Kutlama alanları Türkçe, matematik gibi derslerle sınırlı kalmaz, enstrüman çalma, satranç, şarkı söyleme, hikâye anlatma, mizah, spor, yardımlaşma, hayat bilgisi dersinde öğrendiğini sınıf ortamına taşıma, uygulama gibi farklı alanlara taşınırsa birkaç kişinin kazandığı rekabetçi ortam yerine tüm sınıf kazanır.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Geçen günlükte Deniz'in okuma hızı ve yazma performansı konularındaki kaygılarından bahsetmiştim. Ders çalıştırarak okuma yazma hızını ve performansını arttırmak bir yol, ama benim tutmak istemediğim bir yol. 
İstiyorum ki, kendisini gözlemlesin, olduğu gibi kabul etsin ve her koşulda kendisine şefkat göstersin. İstiyorum ki, bazı konuları hızlı öğrenirken, bazı alanlarda daha çok tekrara ihtiyaç duyacağının farkında olsun. Tekrar gereksinimi nedeniyle bu alanlardan geri de çekilmesin, sabretmeyi, kaydettiği ilerlemeyi kutlamayı bilsin. 
Bu yüzden yazı masama gösterdiğimin özenin aynısını Deniz'in masasına da gösteriyorum. Masamı süsleyen her bir objenin aynısı ya da benzeri Deniz'in masasında da mevcut. Bazen birbirimizin masasına konuk oluyoruz. İkimiz ayrı defterlere yazarken o ânı özel kılmak için mum yakıyoruz örneğin. Masanın üzerini temiz ve derli toplu tutmaya özen gösteriyoruz. Okur yazarken yayılsak da, sonrasında düzeni sağlamak için zaman ayırmayı ihmal etmiyoruz.
Haftada üç dört gün öğretmenimizin önerdiği kelime tombalası oyununu oynuyoruz. Rastgele çekilen kelimelerle anlamlı ya da komik cümle oluşturuyor ve okuyoruz. Deniz'in tercihi kelime türetmece. Amaç çekilen hece ve harfleri bir araya getirerek olabildiğince çok kelime üretmek ve onları deftere yazmak. Deniz bulduğu kelimeleri heyecanla okuyor, aklına gelen kelimeyi yazabilmek için uygun hece arıyor. Kelimeler tükendiğinde değiş tokuş yapıyor ya da yeni heceler çekiyoruz. Basit ama eğlenceli.
Kumkurdu'ndan her gece bir bölüm okuyoruz. Günlere yayılan okumalarda Deniz her zaman ertesi gün okuyacağımız bölümün adını öğrenmek istiyor. Artık bir sonraki bölümün adını kendisi okuyor. Bu bir ritüele döndü. 
Okulun verdiği ve kaynak kitaptaki ilk okuma parçaları, bir bütün oluşturmuyor ve okuma keyfi vermiyor. Ardı sıra gelen cümleler. Örneğin: "Irmakta ayı ile yılanla oynadım." Bildikleri harf sayısı her kelimeyi yazmalarına ve okumalarına engel ancak daha anlamlı hikâyeler oluşturmak da bu kitapların yazarlarının öncelikli vazifesi. Okumak ardı sıra dizilmiş harfleri okumaktan ibaret değil; çok daha öte ve derin bir anlamı var. Okumak bize iletilen hikâyenin bütününe ulaşmak demek. Ve Deniz yıllardır bunu dinleyerek yapıyor. Son yıllarda 6-10 yaş arası hikâyeler paylaşıyorum onunla ancak eskilere geri dönmenin ve onun bana okumasının zamanı geldiğini düşündüm ve denemeye başladık.
İlk kitap Yataktan Düşen Ayıcık. Julia Donaldson'ın erken dönem kitabı yeni başlayanlar için çok uygun. Üç akşamda okudu, bitirdi. Dün gece, özenle kitabın künyesini, okuma notlarını okuma günlüğüne kaydettik.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Kelime türetmece oyununu seviyor ve her akşam oynamak istiyor. Bana kitap okumaktan da hoşlandı. Dün gece 26 sayfalık ilk kitabı bitirdiğinde çok gururluydu. Ben okumakta daha iyiyim, dedi. Kıyasladığı yazmaktı. Bazen "okula" yazmam gerektiğinde "okulla" yazıyorum, dedi. Yaptığı hataların farkında olması, öğreniyor olduğunu gösteriyor.
Bugün okuldan geldiğinde neşeli ve heyecanlıydı. Dikte çalışmasında üç yanlış yaptığını söylemesi, ve bundan duyduğu memnuniyet, sabrının ve kaydettiği başarıyı kutluyor oluşunun göstergesi.

Sonrası için ne düşünüyorum?
Geçtiğimiz haftalarda Ali Koç'un Birgün'e verdiği söyleşide, beni en çok etkileyen bölüm şuydu:
"Bugün geldiğimiz noktada ebeveynin çocuğun bakıcısına, eğitimcisine dönüştüğü ve nitelikli ana baba rolünün dışında çocuğun bütün yaşam alanını tasarlayan, çocuğu adına bütün problemleri çözen, çocuğunun konforu uğruna kendi konforundan vazgeçen bir profil var. Bunun yarattığı en önemli sıkıntı şu: Ebeveynler çocuklarının kendi başına yapabilecekleri işi onlar adına yaptıkları sürece çocukların kendi başlarına iş yapma becerileri gelişmiyor. Bugünkü çocukların ne yazık ki kendi bedenleri ve kendi hayatlarıyla ilgili hiçbir sorumlulukları yok. Ben yeniden o geleneksel yönteme dönülmesi, ana babanın ana baba, okulun okul, öğretmenin öğretmen olarak eski rollerine yeni yaklaşımlarla dönmesi gerektiğini savunuyorum. Bizim nesil sadece sorumlulukları olan bir çocukluk geçirdi. Bize hep sorumluluklarımız hatırlatıldı. Bu elbette denge bozukluğu noktası değil. Bir insan sadece sorumluluklarıyla var olamaz, haklarıyla birlikte de var olur. Bugünkü çocuklar ise sadece haklarıyla tanımlanıyorlar. Bu yüzden velilerden ricam; çocuklarının kendi sorumluluklarıyla ilgili sorunlarını onlara bıraksınlar. Onlar adına iş çözme alışkanlıklarından vazgeçsinler."
Çocukları, sınırları çizilmemiş özgürlük alanının içine bırakmak ve biz çocuk haklarını hayata geçiriyoruz diyerek onları yalnızca sahip oldukları haklarla tanımlamak, davranışlarının sorumluluğunu taşımaya teşvik etmemek bizim kuşak ebeveynlerin en büyük sorunu, bence. Deniz'in öğretim kadar yaşamsal becerileri öğrenmeye de ihtiyacı var. Evde basit işlere yardımcı olmasının yanı sıra okul çantasını düzenleme, ihtiyaç listesini bana iletme, balığını besleme işlerini başarıyla götürüyor. Her öğlen bana pişirdiği Türk kahvesi de cabası. Kesin bilgi: kimse kahveyi Deniz kadar köpüklü yapamıyor. 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Duyguları konuşma konusunda başarılıyız. Deniz'in duyguları çoğu zaman olumlu: mutluluk, neşe, heyecan. Benimkiler telaşla (sahi bu bir duygu mu?), koşturmacayla başlıyor, akşam saatlerinde yerini yorgunluğa bırakıyor. Eve vardığımda şükran, huzur, mutluluk ve heyecan. Günü muhakkak bu duyguları konuşarak bitiriyoruz. Matematik ilmi, iki noktadan bir çizgi geçtiğini buyuruyor. Biz onu alıp genişletip çembere çeviriyoruz. Her ne kadar çemberin zenginliğini, çeşitliliğini taşıyamasak da, bu sahip olduklarımız için şükretmeyi de içerdiğinden kıymetli. Üstelik ne kadar şanslısın, bak yediğin önünde, yemediğin arkanda türünde buyurgan bir şükran duygusu değil bu. Gün içinde yaşadığımız olumlu anları hatırlayarak, yeniden anlatıp çoğaltarak günü bunlarla bitirmek ânı yavaşlatıyor, genişletiyor ve kıymet bilmeyi sağlıyor. Etrafımda pıtrak gibi çoğalan, yalnızca haklarıyla ve sahip oldukları materyallerle varlıklarını perçinleyen, doyumsuz çocukları görünce günü sakin ve doyumlu bitirmek için birbirimize alan açabildiğimiz için mutluyum.







17 Aralık 2017 Pazar

İrem Uzunhasanoğlu ile Çeviri ve Çevirmenlik Üzerine Söyleşi

Tim Parks "Çevirmenler Niçin Biraz Takdiri Hak Ediyor" (The Observor 25 Nisan 2010 - Çeviri: Yiğit Yavuz) adlı makalesini "Her neslin, kendi çevirmenlerine ihtiyacı vardır. Güzel bir edebiyat eserinin asla güncellenmesi gerekmez; oysa bir çeviri, ne denli harika olsa da zamanla toz tutar. Pope’un Homeros’unu okurken, Homeros’tan ziyade Pope’u duyarız. Constance Garnett’ın Tolstoy’unu okurken, 19. yüzyıl sonları İngiltere’sinin sesini duyarız. Büyük eserleri yeniden ele alıp, onları kendi dilimize uydurmamız icap eder. Bunun için taze zihinlere, taze seslere ihtiyaç duyuyoruz. Her yıl birkaç dakikalığına, çevirmenlerin önemli olduğunu gerçekten kabul etmemiz, en iyi çeviriyi okuduğumuzdan emin olmamız gerekiyor," sözleriyle bitiriyor. 
Gelin Parks'ı dinleyelim. Birkaç dakikalığına çevirmenlerin önemli olduğunu kabul edelim, yazar ve yayınevi seçimi kadar çevirmen seçimine dikkat etmek gereğini akılda tutalım ve çevirmenlere kulak verelim.  




Çeviriye nasıl başladınız? Hangi kaynak dil veya dillerden çeviri yapıyorsunuz?

Çeviriye merak sarmam çok küçük yaşlara kadar iniyor. Ortaokulda okurken bir öğretmenimin kitabı için çeviri yapmıştım, sonra lisede çeviri dersimiz vardı, Shakespeare’in Frost’un şiirlerini, sevdiğim şarkıların sözlerini sadece zevk için çevirdim. Sonra Üniversite yıllarında çeviri teknikleri dersi alırken öğrendim ki bu aslında kültürlerarası köprüler kuran çok önemli bir meslek. Çalıştığım iş yerlerinde de onların çevirilerini yapmaya devam ettim. Farklı meslekler yapsam da çeviri her zaman hayatımdaydı. Ben sadece İngilizce’den çeviri yapıyorum. 

Sizce çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin taşıması gereken özellikler nedir?

Ben salt çevirmen değilim, aslında kendimi eğitimci ve romancı olarak tanımlamayı daha çok seviyorum. Çok iyi çevirmenlerimiz var, kendilerini bu işe adamışlar, benimki sadece sahip olduğum dilin edebiyatını o dile sahip olmayanlarla paylaşmak. O yüzden çok ahkam kesmek istemiyorum ama deneyimlerimden yola çıkarak gördüğüm şu ki çevirmenin sadece dile hakim olması yetmiyor,  kültüre de hakim olmalı, kültürün dokusunda sözcük öbeklerinin, deyimlerin dile nasıl girdiği, yaşam alanlarında ne anlamda kullanıldığı gibi detaylar bilecek. Kendim Holst’tan çeviri yaparken bir çok kez şunu fark ettim: eğer ben fakültede Amerikan Edebiyatı Okumasaydım ya da New York’ta kalmış olmasaydım bunu anlamazdım. Yazar dilini kültürüyle yoğurduğu için çevirmen çevirdiği dilin tüm edebiyat geleneğine ve kültürüne de hakim olmalı.

Bir çevirmen olarak ritüel diyebileceğimiz belirli alışkanlıklarınız, elimden asla düşürmem dediğiniz araç, gereç, başvurduğunuz kaynaklarınız var mı? 

Kahve ve sözlük ... Bence sadece bunlar ... 
Tabii bir de bel ve boyun tutulmalarına karşın krem :)


Çeviri yaparken nelere dikkat edersiniz?

Kelime seçimlerine, cümle yapılarına, hedef dilde aynı anlamı sağlayıp sağlayamadığıma. Aynı cümleyi defalarca okur defalarca kontrol ederim.

Türkçeye henüz çevrilmemiş hangi kitabı dilimize kazandırmak isterdiniz? 

Yabancı Edebiyatla çok haşır neşir olduğum için ara sıra keşifler yapıp yayıncı arkadaşlarıma paslıyorum. Ama illa şunu çevirsem diyebileceğim özel bir ideal kitabım yok. Bana gelen tekliflerde titizlendiğim doğru ama :) 

Klasiklerin çevrilmesi konusunda yayınevleri ve çevirmenlerin üzerine düşen sorumluluklar nedir? 
Bence çevirmen öncelikle kendinden önce kimler bunu çevirmiş ona dikkat etmeli. Bana gelen bir klasik roman teklifini sırf benden önce Mina Urgan çevirmiş geri çevirdim mesela. Dili daha iyidir diye değil, belki de daha kötüdür ama netice Mina Urgan İngiliz Edebiyatı’nın üstadıdır ve onun ismi üzerine çeviri yapmak okura saygısızlık olacak gibi geldi.
Tabii bu sadece benim naçizane görüşüm. Yayınevleri ne yazık ki üniversitelerde okuyan, yaşı hayli küçük öğrencilere sırf az para vererek çeviri yaptırsınlar diye teklif götürüyorlar. Çok cüzi paralara, dev eserler ya yüzlerce yanlışla ya da önceki çevirilerden intihalle basılıyor. Yiğit Yavuz, örneğin, tek tek ipliğini pazara çıkardı intihal yapanların. Otantik çeviri yapmak yerine oturup önceki eserlerden çalıp kendileri yazmış gibi koymuşlar. Büyük haksızlık, asla kabul edilemez. 
İşte yayınevinin ve editörün görevi bunu yakalamak olmalı, çeviriyi ucuza kapatmak değil. 
Buna büyük yayınevleri de dahil - ama en çok butik yayıncılar dikkat etmeli. 

Okur, seçim yaparken nelere dikkat etmelidir?

Ben yayınevi ve çevirmenin ismine bakarım. Bu bilinç okurda da oturmaya başladı, artık yazar kadar çevirmen de tercih ediyor bilinçli okurumuz. İş Kültür serisinden pek şaşmıyorum klasiklerde. 
Bazen orjinalini okuduğum bir romanı sırf çevirmeni beğendiğim için aldığım bile oluyor. 

Yaptığınız çeviriler sizde kurmaca metinler yazma isteği uyandırıyor mu?

Benim asıl işim zaten kurmaca metinler yazmak :) Acaba onlar bende çeviri yapma isteği uyandırıyor mu? Kesinlikle evet. 

Şu anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsunuz? Okurla ne zaman buluşacak? 

Şu an elimde Spencer Holst’un bir uzun hikâyesi var, henüz çevirmeye başlamadım, çünkü ben de, editörüm de yoğun doktora derslerinden muzdaribiz... 2018 yılı yayın programı içerisinde yayımlanacak. Onun dışında şimdilik beklettiğim iki metin daha var. 
Zamanla onlara da başlayacağım. 
Teşekkür ederim.


13 Aralık 2017 Çarşamba

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ: 4


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. 
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
Öğretmenler ne yaşıyorsa öğrenciler onu öğrenir.
Öğretmenler öğrencilerin duygu ve ihtiyaçları ile empati kurarlarsa, öğrenciler;
1) ihtiyaçlarının dikkate alındığını
2) okuldaki arkadaşlarının ihtiyaçları ile nasıl empati kuracaklarını öğrenirler.
Bu değerli öğrenme, sınıftaki duygusal güvenlik ve güveni arttırır ve öğrenme sürecinde daha çok işbirliği ve dayanışmanın gelişmesi ile sonuçlanır.
Bir daha bir öğrenciyi "disipline etme"ye kalkıştığınızda, bunu yapmak yerine öğrencinin davranışının ardındaki duygu ve ihtiyaçlarını tahmin etmeyi deneyin.

Ben ne düşünüyorum? 
Deniz 2015'in bahar aylarından itibaren aynı bale öğretmeniyle bale çalışıyor. İlk sezon bittikten sonra aynı zamanda arkadaşım olan öğretmeniyle oradan buradan konuşurken, Deniz'in asla sınıfı sabote etmek gibi bir niyeti olmadığını, sınıf içi düzeni bozan bir davranış sergiliyorsa bunun muhakkak bir ihtiyaçla (susamak, çantasından su matarasını almak, tuvalete gitmek vb) ilintili olduğunu söylemesi beni derinden etkilemişti. Çok yerinde bir gözlemdi. Ne var ki o günlerde Deniz'in ihtiyacını net bir şekilde dile getirmemesi bazen işleri zora sokuyordu. Deniz'in duyguları üzerinde kontrolünü yitirdiği kimi anlarda ne yapacağımı bulamıyor, kendimi kederli ve çaresiz hissediyordum. Surat asma, ortamdan uzaklaşma, sesimi yükseltme gibi davranışlar sergilediğimde ise kendimi yiyip bitiriyordum. Ne kadar da sabırsız, .... (onlarca yargılayıcı etiket yapıştırmak mümkün) bir anneydim, böyle.
O günlerde kütüphaneden ödünç alıp  severek okuduğumuz bir seri vardı. Martin Waddell'in yazdığı, Barbara Firth'ün resimlediği  Eve Dönelim, Küçük Ayı, Seninle Ben Küçük Ayı, Uyuyamıyor musun Küçük Ayı?, Aferin Küçük Ayı! kitaplarından bahsediyorum. Kim bilir kaç kere okumuşuzdur.  Büyük Ayı'nın şefkat, sevgi, sabır dolu davranışları bir ebeveyn olarak beni derinden etkiliyordu. Yorgun, hırçın, korkmuş bir çocuğun sahip olabileceği en iyi anneydi, o. İlham ve suçluluk el ele gidiyordu. Kendime şefkatli yaklaşmak çok da becerebildiğim bir şey değil sanırım. 40 yaşla beraber bir şeyler değişiyor.
Sura Hart'ın bahsettiği "disiplinize etmek" anlık bir tepki, esasında. Olaylar ve durumlar karşısında hızlı reaksiyon vermek yerine, küçük bir mola verip bizi rahatsız eden şeye baktığımızda, duymak ve duyulmak otomatikman devreye giriyor. Kumkurdu'nu okumak bize iyi geliyor, duyma-duyulma meselesi hikâyeler aracılığıyla derinleşiyor, yerleşiyor. Zackarina'yı, Kumkurdu'nu ve Asa Lind'i seviyoruz.

Denizle nasıl paylaşıyorum? 
Şiddetsiz İletişim buluşmalarından birinde yaptığımız bir alıştırma benim için oldukça zihin açıcıydı. Hepimiz kâğıtlara sakar, alıngan, çok bilmiş vb. yargılayıcı etiketler yazdık ve birbirimizin alnına yapıştırdık. Salonun orta yerinde neyi taşıdığımızdan habersiz dolandık ve bu sıfata yönelik yargılayıcı laflar attık ortaya. Örneğin sakar birinin yanından geçerken "Tamam, ben hallederim" vb. Alıştırmanın bir sonraki aşamasında şunlara baktık. Bu cümleleri neden kurduk? Hangi ihtiyacımız giderilmedi? Ne hissettik? Bu alıştırma bana anlık tepki vermek yerine, duraklamayı, bir es verdikten sonra yukarıdaki soruların yanıtını hızlıca kafamdan geçirmeyi ve bu doğrultuda bir açıklama yapmayı öğretiyor. Gözlem yap, duygularının farkına var, onun davranışının altında yatan ihtiyacı  (genellikle oyun ve eğlence oluyor) sezmeye çalış, bunu fark ettiğini dile getir, bununla beraber sende uyanan duyguyu ve karşılanmayan ihtiyacını anlat ve bir ricada bulun. Yol haritası bu. Yazıldığı kadar kolay değil. Hal Edwaard Runkel'ın Bağırmayan Anne Baba Olmak kitabında yazdıklarını hatırlamak işime yarıyor. Ne diyor Runkel?
Çocuklarınız sabrınızı taşırmaz, sihirli düğmelerinize basmaz ve sınırınızı zorlamaz. Onlar kesinlikle bu kadar güçlü değildir. 
Duygusal tepkilerinize siz karar verirsiniz. Daima bir seçeneğiniz vardır.
Daima bir seçeneğimiz var. Bunu bilmek güven veriyor.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz'e duygularımı, ihtiyaçlarımı, beklentilerimi açık ve net bir şekilde izah ettiğimde beni anladığını, kendi ihtiyaçlarının ve duygularının farkına vardığını, yaptığı davranışın sorumluluğunu aldığını ve gerektiğinde telafisi için yardımcı olmaya çok daha istekli ve açık olduğunu görüyorum.

Sonrası için ne düşünüyorum?
Bu sabah içim şükran dolu. Sipariş verdiğim Duygu Denizi oyunu ve Suzi Amado'nun zarif notuyla gelen Ruhuna Pansuman kitabı aynı dakikalarda elime geçti. Suzi Amado, "kendi duygusal ilkyardım çantanı hazırla" alt başlığını kullanıyor kitabında. Eğlenceli, renkli, kolay uygulanabilir alıştırmalarla dolu kitabın içeriği, Denizle yaptığımız çalışmalarla ve ona kazandırmaya çalıştıklarımla uyumlu. Kitaptan ve oyundan faydalanmayı düşünüyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
İki haftadır okuldaki öğrenim işi ivme kazandı. Çocukların (haftada bir iki akşam) eve gönderilen bazı kelimelere aşina olması (çeşitli kereler okuması, yazması), ertesi günkü dikte çalışmasına hazırlıklı olmaları bekleniyor. Deniz bu çalışmayı ödev yerine koymuyor, onları okumak ve yazmak istemiyor. Ben de bu kelimeleri çalıştırma konusunda isteksizim çünkü öğrenme işinin yerinin okul olduğunu düşünüyorum. Ödevin, öğrenme hızının aramıza girmesini ve iletişimimizi bozmasını istemiyorum. Dolayısıyla Deniz dikte çalışmasına hazırlıksız gidiyor ve bazı hatalar yapıyor. İlerleme kaydettiğini, okumanın mantığını çözdüğünü, sınıfta henüz öğrenmediği bazı harfleri tanımaya, okumaya başladığını görebiliyorum. Deniz özelinde tüm çocukların sesleri yan yana getirme, okuma, yazma çabası, elde ettikleri başarılar takdir edilmeyecek gibi değil, zaten. Genetik miras ve çevresel koşulları da göz önüne alınca  öğrenme hızına müdahale etme gereği duymuyorum. Bununla beraber Deniz benim kadar rahat değil. Yaptığı hatalar, el yazısı (bana göre okunaklı ve düzgün) nedeniyle zaman zaman kendisini başarısız hissediyor. Geçen hafta tam da bu kaygıların yoğun olduğu günlerde Füsun teyzenin hediye ettiği kitaplar arasından çıkan Madeline Finn ile Kütüphane Köpeği Deniz ve onun gibi hisseden çocukların yarasına merhem olacak bir kitap. Zamanla öğreneceksin, sabırlı ol diyerek duygularını hafife almak yerine kitabı birlikte okuduğumuz, hakkında sohbet ettiğimiz ve onu empati kurabileceği bir hikâye kahramanıyla tanıştırdığım için kendimi takdir ediyorum. Bir başkasına empati duymak, şefkat göstermek kendine empati ve şükrandan daha kolay.

Madeline Finn ile Kütüphane Köpeği  hakkında yazdığım yazı
Şefkatli Anne Günlüğü 1 
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3





12 Aralık 2017 Salı

MADELİNE'İN YILDIZI NEREDE?

                                                                           
Ülke genelindeki tüm birinci sınıf öğrencileri okuma yazmayı öğrenme yolunda ilerliyor. 
Öğrenim yılına sesi hissetme ve tanıma, sesi okuma ve yazma çalışmaları ile başlayan  öğrenciler sesten heceler, hecelerden kelimeler, kelimelerden cümleler oluşturma, oluşan cümleleri okuma ve yazma aşamasındalar şimdi. Okur yazarlığa ulaşmak için bol bol deneme yapmaları, sınıfın önünde sesli okuma yapmaları bekleniyor. Cümleleri bir seferde, düzgün şekilde okuyabilen öğrenciler tahtaya çıkarılarak, yıldızlı çıkartma verilerek (çoğunlukla) ödüllendiriliyor. Bu teşvik özendirici görünüyor. Bununla beraber henüz o aşamaya gelemeyen çocuklarda kaygı ve baskı yarattığı aşikar. 
Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Kütüphanelerinde yürütülen "Köpeklere Okuyorum" programı okumayı yeni öğrenen çocukların bu tür kaygılarını azaltıp okuma becerilerini arttırmayı hedefliyor. Programa katılan köpekler, uysal, ani sesler karşısında sakin kalabilen, diğer köpeklerin ve çocukların arasında rahat hisseden, çocuklar arasında oturmaktan hoşlanan, başkalarının kendilerini sevmesine izin veren, düzenli veteriner kontrolünden geçen terapi köpekleri arasından seçiliyor. Köpek korkusu ya da köpek tüyüne karşı alerjisi olan çocuklar gözetilerek ayrı bir alanda, minderlerle kaplı, rahat okuma köşeleri oluşturuluyor. Bu köşelerde çocuklar sessiz, sabırlı ve yargılamayan arkadaşlarına yüksek sesle kitap okuyor. Programın yürütücüleri, kütüphanenin rahat ve sıcak ortamında köpeklere kitap okumanın, sınıfta okumak gibi rekabete dayalı, performans odaklı bir eylem olmadığı, çocukların başaramama baskısı hissetmediği, daha fazla ilerleme kaydettiği ve okuma hazlarının arttığı görüşünde.
2010 yılında California Davis Üniversitesi'nde yapılan bir çalışma* projenin amacına ulaştığını doğruluyor. Çalışma, köpeklere kitap okuyan çocukların, diğer grupta yer alan çocuklara nazaran kitap okumaktan daha çok keyif aldıklarını ve okuma becerilerinin daha hızlı ilerlediğini ortaya koyuyor.
Lisa Papp'ın yazıp resimlediği Madeline Finn ile Kütüphane Köpeği bu projeden esinlenerek yaratılmış bir çocuk kitabı. ABD'inde ilk kez Ekim 2016'da yayımlanan kitap, şimdiden yirmi bir dile çevrilmiş. "Köpeklere Okuma" programını ilk kez kendi gittiği kütüphanede keşfeden Papp, yazım sürecinde muhteşem terapi köpeklerinden ve onların iletişim kurduğu çocuklardan ilham aldığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Köpekler bize koşulsuz saf sevgi sunar. Sevgileri koşulsuzdur. Çocuklar bunu hissettiklerinde korkuları yok olur gider. İlerlemede durma ve hızlanma doğaldır. Köpekler, çocuklara büyümeleri için gereken alanı verir, bu tanık olunacak güzel şeylerden biridir. Umarım bu hikâye bu sihrin en azından bir kısmını anlatır.”
Kitabın kahramanı Madeline, öğretmenin sınıfta okumayı öğrenenlere verdiği yıldızlı çıkartmayı almak istiyor ancak payına ‘çalışmaya devam etmelisin’ anlamına gelen kalpli çıkartmalar düşüyor. Okurken hata yaptığında arkadaşlarının gülmesi işini hiç de kolaylaştırmıyor. Bir yandan yıldızlı çıkartma kazanmaya can atarken diğer yandan baskı ve kaygı nedeniyle hata üstüne hata yapıyor. Okumaktan giderek soğuyor. Ne kitap ne dergi... Hatta dondurma arabasının üstündeki dondurma çeşitlerini bile okumak istemiyor. Annesi kitap okumaktan yeniden zevk almasını sağlamak için onu kütüphaneye götürüyor. Orada Bonnie ile tanışıyor. Bonnie kar rengi tüyleriyle kutup ayısına benzeyen kocaman, şahane bir köpek. Sabırlı, dikkatli ve sevecen.


Madeline her cumartesi Bonnie'ye kitap okumaya başlıyor. Kısa sürede kaygısı, endişesi dağılıyor. Sözcükler giderek daha doğru çıkıyor ve arzu ettiği yıldızı almayı başarıyor.


Madeline Finn ile Kütüphane Köpeği okumayı öğrenen çocuklara yavaş okumanın ve hata yapmanın öğrenmenin olağan sonucu olduğunu, her zaman umdukları hızda ilerleme kaydedemeyeceklerini, bununla beraber sabırla çalışmaya devam etmenin önemini anlatıyor.
Lisa Papp'ın metne eşlik eden resimleri son derece başarılı. Çizgiler, Madeline'in kaygı, endişe gibi olumsuz duygularını, Bonnie ile kitap okuma seanslarının ardından gelen değişimi, artan özgüvenini olduğu gibi yansıtıyor.
Okuma yazmayı yeni öğrenen çocuklar Madeline Finn karakterini çok sevecek.

*Çalışma 10 hafta süreyle haftada bir kez kütüphanede köpeklere kitap okuyan ve okumayan çocukların kendi içlerinde okuma becerisinin gelişmesini ve okumadan alınan keyfi karşılaştırmayı ve ölçmeyi hedeflemiştir.




Yazan ve resimleyen Lisa Papp
Çeviren Gönül Çapan
Hep Kitap
4-8 yaş

*Bu yazı tarihinde 9/12/2017 tarihinde Kitapeki'nde yayımlanmıştır. 



11 Aralık 2017 Pazartesi

Sanal Okuma Kulübü:2

Okuma partneri: elmanın içi
Günden Kalanlar
Yazan Kazuo Ishiguro
Çeviren Şebenm Susam-Saraeva
YKY




Günden Kalanlar 2017 Nobel edebiyat ödüllü Kazuo Ishiguro'nun 1989'da yayımlanan üçüncü ve (otoritelere göre) en dikkat çekici romanı. Roman yayımlandığı yıl Booker ödülünü kazandı ve 1993 yılında James Ivory tarafından sinemaya da uyarlandı. Anthony Hopkins'in başrolü oynadığı film en az roman kadar başarılıdır.
Stevens 1920li yılların sonundan beri Darlington Malikânesinin başuşağıdır. Lord Darlington'un ölümününün ardından malikâneyi Amerikalı zengin Bay Faraday almıştır. Malikâne eski ihtişamlı günlerinden oldukça uzaktır. Çalışan sayısı azalmıştır. Stevens az sayıda çalışanla malikânenin işlerini yürütmekte zorlandığı için becerikli bir kahyaya ihtiyaç duymaktadır. Tam bu günlerde ikinci dünya savaşı çıkmadan önce malikânede kahyalık yapan Bayan Kenton'dan bir mektup alır. Stevens, evlendiği için işten ayrılan Bayan Kenton'un mektubunu okuduğunda, evliliğinde sarsıntılar olduğunu ve  eski pozisyonunda çalışmayı özlediğini sezer.
İşvereninin kendisi şehir dışındayken emektar Ford'u alarak biraz tatil yapma önerisini olumlu karşılar. Böylece hem çok methini duyduğu taşraya bir yolculuk yapacak hem de Bayan Kenton ile yüz yüze görüşerek durumu netleştirebilecektir. 
Romanın anlatıcısı Stevens'tır. Anlatının zamanı Bayan Kenton ile buluşmak üzere yaptığı yolculukla sınırlıdır ancak flash backler vasıtasıyla ikilinin ilişkisi, malikânenin gündelik hayatı, Lord Darlington'un verdiği davetlerin ayrıntıları aracılığıyla ikinci dünya savaşının eşiğindeki Avrupa, yapılan pazarlıklar, verilen ödünler gibi pek çok durum anlatılır.
Roman "vakar" meselesi etrafında döner. Stevens'a göre bir baş uşağın sahip olması gereken meziyetler arasında en önemlisi "vakar"dır. Anlatı boyunca Stevens'ın bu inanç yüzünden âdeta robotlaştığını, kendi kişisel hikâyesini arka plana ittiğini, yaşamında yer alan, onun için önemli insanlara en kırılgan anlarında (bunu fark ettiği halde, üstelik eyleme geçtiği anda bir şeylerin değişeceğini de sezdiği halde) ardında bırakıp duraksamadan işine devam ettiğini görürüz. Vakar, sadakat, bağlılık, itaat, dünyanın kaderini elinde tutan saygın beyefendilere hizmet etmekle yetinmek, hatta bundan gurur duymak gibi pek çok farklı duygu ve davranışa uzanır. Bu kırılgan anlar esnasında ve sonrasında Stevens inandığı ve bildiği yolda ilerler. Onu saran zırh yüzünden üzgünlük, pişmanlık vb duygulara kapılıp kapılmadığını anlayamayız.
Seçkin konuklar ağırlanır, barışa hizmet ettiklerini düşünen İngiliz beyefendileri Nazilerin yaptıklarına ses çıkarmaz, onların zulmüne ortak olur, Lord Darlington'un talimatıyla Yahudi çalışanlar işten çıkartılır. Stevens buna zerre tepki vermezken Bayan Kenton kendini paralar. Bu bölümler, romanda dikkat çeken kısımlardır. Çünkü hayatımızın her ânında ahlaki seçim yapma zorunluluğuyla karşı karşıya kalırız. Bay Stevens gibi sorgulamadan uygulayabilir ya da Bayan Kenton gibi karşı koyabiliriz. Belki elimizden değiştirme gücü gelmez, sonuçlarını da göze alamayız ama günün sonunda bu itirazlar güçlünün zulmüne karşı atılan şerhlerdir ve bize boşa yaşamadığımızı, hayatımızla ilgili seçimler yapma gücümüzü koruduğumuzu hissettirir. Önemlidir. Sonuç değişmese bile önemlidir. Stevens bunu yapmadığı için romanın sonlarında "Hatalarımı bile kendim yapmadım" der. Yolculuk onu değiştirmiştir, kaybettiği güzel olasılıklar gün gibi aşikardır ama bu saatten sonra hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini de iyi bilir. O yüzden şu sözler dökülür ağzından:
"Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki?" Bu sahne etkileyicidir çünkü o zamana dek gizli kalmış duyguları, pişmanlığı bir anlığına görünür ve kaybolur.

Ishiguro, onu bu sonu yazmaya itenin "Ruby's Arms" adlı şarkı olduğunu söyler ve karar ânını şöyle anlatır:
‘Kalanlar’ın sonuna geldiğimi düşünüyordum; ama bir akşam Tom Waits’in “Ruby’s Arms” şarkısını söyleyişini duydum. Şarkı; uykudaki sevgilisini trenle gitmek için günün erken saatlerinde terk ederek yola çıkan bir asker üzerine yazılmış bir balattır. Bu hikayede alışılmışın dışında bir şey yok. Ancak şarkı; duygularını açıkça göstermeye alışmamış Amerikalı kaba bir berduşun sesiyle söyleniyordu. Ve şarkıcının kalbinin kırıldığını söylediği o an geliyordu; o hissin kendisiyle, söylemek için aşılan o büyük direncin arasındaki gerilim neredeyse dayanılmaz bir şekilde dokunaklıydı. Waits, mısraları mükemmel bir şekilde söylüyordu ve bir yaşam boyu sürmüş bıçkın adam stoacılığının kahredici hüzün karşısında parçalandığını hissediyordunuz. Şarkıyı duydum ve vermiş olduğum kararı değiştirdim; Stevens acı son gelene kadar duygusal olarak suskun kalacaktı; katı savunması bir an için – bu anı dikkatlice seçmek zorundaydım – çatlayacak ve o ana dek gizli kalmış trajik romantizmi görünüverecekti.*
Günden Kalanlar bu çatlaklardan sızan hayal kırıklıklarını, bastırılmış duyguları, pişmanlıkları bayağılaştırmadan, melodrama boğmadan sade bir üslupla anlatır. Başarısı da burada saklıdır.

* Kazuo Ishiguro'nun yazısının tamamını buradan okuyabilirsiniz.  

8 Aralık 2017 Cuma

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:3


Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. 
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerin güvende oldukları ve güvenebildikleri yerde öğretmenler de şefkat ve derinlemesine öğrenmenin tohumlarını bulacaktır.
Sınıfta güvenli alan ve güven tesisi için harcanan zaman, eğitimcilerin en çok arzuladığı şey olan derinlemesine yeşerdiği şefkatli öğrenme topluluğunu yaratabilir.
Öğrencilerinizle birlikte, herkes için güvenlik ve güvenin önemini keşfedin. Bu süreç, tarihsel bir bağlamda gerçekleştirilebilir - dünyanın her bir parçasında yaşayan bütün insanlar için eskiden nasıl bir önem taşıyordu, şimdi hâlâ nasıl bir önlem taşıyor? Veya günümüz bağlamına taşınabilir ve bugünün olaylarında keşfedilebilir güven ve güvenin önemi?
Grup anlaşmanızın ne kadar iyi işleyip işlemediğini birlikte değerlendirmek için önceliğiniz bu olsun. Sınıfın tüm üyelerinin güvenliğini ve güven duygusunu daha iyi desteklemek için bu keşfi sürdürüp geliştirin.

Ben ne düşünüyorum? 
Bu konuyu ortak paylaştığımız alanların güvenliği ve aramızdaki güven ilişkisi üzerinden değerlendirmek istiyorum.
Deniz ile ev ortamı dışında iş yeri ortamını da paylaşıyoruz. Her öğle tatilinde ve her ikindi okul çıkışı servisle yanımıza geliyor. Çalışma saatlerimizi öğle tatilinde birlikte yemek yemek üzere ayarladık ancak okul çıkışında geldiği zaman çalışıyor oluyoruz. Bu kararı almadan önce birtakım düzenlemeler ve anlaşmalar yapmamız gerekti. İhtiyaç durumuna göre değişen, gelişen bir anlaşma, bu.
Çalıştığımız yer bir muayenehane. Dolayısıyla öncelikle fiziksel güvenlik söz konusu. Delici, kesici, kanlı aletlerden kaçınmak, dezenfekte ve sterilize edilmemiş alanlara, ve/ya aletlere dokunmamak, röntgen çekilirken, lazerle çalışılırken çalışma sahasından uzak durmak gibi konularda hemfikiriz. Deniz özellikle röntgen ve lazer sahasına girmemesi gerektiğini çok iyi biliyor. Onun sağlığı ve güvenliği için bu kurallara uyacağını bilmeye ihtiyacım vardı. Bu konudaki işbirliği benim için son derece tatminkar.
Duygusal güvence:
Benim açımdan: çalışırken dikkatimi, ilgimi yaptığım işe verebilmek, konsantrasyonumun bozulmaması
Deniz açısından: biz çalışırken de eğlenebilmek, oyun oynamak, iyi vakit geçirmek ve fiziksel ihtiyaçlar
Açlık, tuvalet, kıyafet değişimi gibi kendi gideremeyeceği acil, ötelenemez ihtiyaçlar söz konusuysa yanıma gelerek beni fiziksel olarak çekiştirmeden, anlaşılır biçimde ihtiyacını söylemesini rica ettim. Karşılığında da hastanın başından kalkabilecek durumdaysam hemen yardımcı olacağım, yoksa tez elden hastayla çalışmamı mola verebileceğim bir aşamaya getireceğim ve akabinde hemen yanına gideceğim konularında ona garanti verdim. Gözle görülür bir gelişme ve uyum söz konusu.
Yukarıdaki tanıma girmeyen eğlenme ihtiyaçlarını kendi gidermekle yükümlü. Bir iş yeri için geniş sayılabilecek mutfakta yeterince oyuncak, hayal gücünü harekete geçirecek malzeme, yorgun hissettiğinde uzanıp dinlenebileceği bir kanepe ve ortak alanda izleyebileceği televizyon bulunuyor. Elinin altındakileri kullanmak ona kalmış. Ayrıca eser miktarda sıkılmak ve yalnızlık o kadar da kötü değil, onu düşünmeye, hayal kurmaya ve harekete geçmeye teşvik ediyor.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz giderek daha fazla duygularının farkına varıyor. Hayal kırıklığı, üzüntü vb olumsuz duygularını ifade etmesi, sorunları tespit etmek ve birlikte çözüm üretmek için bize alan açıyor. Bunları doğrudan ifade ettiği için, hoşuma gitmeyen, beklenmedik, ani ve beni kendi düşüncelerim, duygularım arasına savuran, onu duymama engel olan davranışları daha az sergiliyor. Bu da aramızda kazan-kazan'a dönüyor. Sakinleştirici otorite olarak kalabildiğim için o duygularını dile getiriyor, o dile getirdiği için ben de savrulmadan merkezimde kalabiliyorum.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum? 
"Bugün içinde en güçlü olan duygu neydi?" sorusu rutine oturdu. Kitap okumayı bitirip yastığı düzeltir düzeltmez Deniz bana bunu soruyor. Ona yalnızca olumlu duygular anlatmıyorum. Günün en güzel şeyi başlığı üzerinden pek çok mutlu ânı paylaşıyoruz, zaten. Duygu aktarırken skalayı geniş tutmaya, mutlu, mutsuz, kızgın gibi aşina olduğu duyguların ötesinde örnekler vermeye çalışıyorum Örneğin şaşkın, kafası karışmış, yorgun, sabırsız vb. Özge'nin günlüklerden birinde bahsettiği duygu ve ihtiyaç kartlarını anahtarlık şeklinde yanında taşımak fikrini beğendim. En kısa zamanda hayata geçireceğim.
Deniz'e olumsuz duygularını ifade etmek için alan yaratmanın yolunun, gün içinde başımdan geçen olumsuz duygularımı anlatmaktan geçtiğini düşünüyorum. Bu konu üzerinde epey durdum. Özetle, istek ve ihtiyaçlarımızı açıkça söylemezsek karşımızdakinin bizi anlayamayacağını, ihtiyaçlarımızı gideremeyeceğimizi, karşılanmayan ihtiyaçlarımız yüzünden kafamızın içinde pek çok sesin yükseleceğini "çok kızgınım, bunu nasıl akıl edemez, bu da yapılacak şey mi şimdi vb.", bunun da kızgınlık, üzüntü, öfke gibi pek çok olumsuz duygu doğuracağını, kafamızın içinin sallanmış bir kar küresine benzeyeceğini ve gerçekte ne hissettiğimizi görmenin ve bulmanın güçleşeceğini anlattım. Kar küresi örneği anlattıklarımı kolay anlamasını sağladı.
Hem iş yeri hem de ev için duygu panosu hazırlamak istiyorum. Birkaç gündür bununla ilgili görseller arıyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Merak etme, soru sorma, öğrenme çabalarımı takdir ediyorum. Deniz'in hissettiği olumsuz duygular karşısında onu avutmak, ona çözümler bulmak istiyorum. Bunun akıl vermek ya da onun duygularını görmezden gelmek olacağını fark edince susuyorum, derin bir nefes alıyorum ve ondan duyduklarımı tekrar ediyorum. Şu olay karşısında böyle hissettiğini duydum. Doğru anlamış mıyım diye ona tekrar soruyorum. Helikopter anne olmak yerine dinleyen, onun yanında duran ama onun adına çözüm bulmak yerine onun kendi adımlarını atması için alan açan anne olmaya çalışıyorum. Deniz henüz küçükken bunun farkına varabildiğim için mutlu ve umutluyum.

Daha önceki yazılar:
Şefkatli Anne Günlüğü:1 
Şefkatli Anne Günlüğü:2



7 Aralık 2017 Perşembe

BÖĞÜRTLEN CİNİ VE SARI GAGA

Sevilen çocuk kitapları yazarı ve illüstratörü Feridun Oral, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil bölümü mezunu. Artful Living için verdiği söyleşide öğrenciyken staj yaptığı dönemlerde tekstil sektörünün kendisine göre olmadığını anladığını, oradaki çalışma şartlarının bilgi, beceri ve yaratıcılığını hayata geçirebilmesinin önünde engel olarak gördüğünü söylüyor. Üniversitenin son yılında çocuk dergileri için vinyetler, illüstrasyonlar çizmeye başladığında çocuklar için çizmenin hayal gücünü, yaratıcılığını arttırdığını fark ediyor ve mezuniyet sonrası çalışmalarını tekstil yerine çocuk kitapları alanına yöneltiyor. O günden bugüne yirmiye yakın çocuk kitabını hem yazıp hem resimleyen Oral, yerli ve yabancı çok sayıda yazarın metinlerini çizmeye devam ediyor.
Feridun Oral çok yönlü bir sanatçı. Çocuk kitapları illüstrasyonları dışında resim, heykel, seramik alanında birçok sergi açtı. Düş Kedileri adlı çalışmasıyla 2001 yılında Japonya’da düzenlenen Avrupalı İllüstratörler Bienali'nde onur ödülü aldı. IBBY Türkiye tarafından 2008 yılında "Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı" olarak ödüllendirilen Kırmızı Elma İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Katalanca, Korece ve Bulgarca dillerinde basıldı. İngilizce basımı yapan WingedChariot Yayınevi tarafından ipad/ipod ortamına aktarıldı ve dünyada internet ortamında yayımlanan ilk Türkçe çocuk kitabı oldu. Pirinç Lapası ve Küçük Ejderha ile IBBY Türkiye tarafından "Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı" (2012) ödülünü aldı. Aynı yıl Kırmızı Kanatlı Baykuş  Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) tarafından "Yılın En İyi Resimli Öykü Kitabı" ödülüne layık görüldü.
Feridun Oral'ın yazıp resimlediği kitaplarda doğa, dostluk, dayanışma ön plandadır. Doğada birbiriyle yan yana gelemeyecek hayvanları paylaşırken, yardımlaşırken görmek şaşırtıcı değildir. Umut hiç kaybolmaz onun metinlerinde. Çizimleri metni görsel olarak destekler, hatta önüne geçer. Çocuklar her bir ayrıntının içinde kaybolmak ister. Bir sonraki sayfaya geçmek kolay iş değildir. Kanımca Feridun Oral'ın kalemine en çok kış masalları yakışır. 
Böğürtlen Cini ve Sarıgaga Oral'ın yazıp resimlediği kış masallarından birisidir. Böğürtlen Cini, yaşlı ağaç ve yavru kuş arasında geçen dostluğu ve dayanışmayı anlatır. Kitabın Deniz'in kitaplığına katılması da ayrı bir dostluk ve dayanışma örneğidir. İlk katıldığımız Doğa Arkadaşımın Kutusu oyununda Deniz'in gizli arkadaşı Emre ve annesi Nilgün hanımın hediyesi kitap, yıllardır başucumuzda, en sevdiklerimiz arasında yerini korur. 


Soğuk ve karlı bir kış gününde Böğürtlen Cini ormanda yürürken bir kuş sesi duyar. Bu soğukta, tüm kuşlar çoktan sıcak ülkelere göç etmişken, olacak iş değildir. Adımlarını hızlandırır. Bir ağacın ona seslendiğini duyar. Tüm ağaçlar yapraklarını dökmüş, kış uykusuna dalmışken yaşlı ağaç olanca gücüyle uyanık, tek bir yaprağını dökmemeye kararlıdır. Zira ilk uçma denemesinde kanadını kıran, ailesi göç ettiğinde onlara eşlik edemeyen yavru bir kuşa ev sahipliği yapmaktadır. Yavru kuşu Böğürtlen Cini'ne emanet eder. Heybetli gövdesini nihâyet rahat bırakır. Bir anda tüm yaprakları dökülür, esner ve kış uykusuna dalar. 



Günler geçer, Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga'nın dostluğu derinleşir. İlkbaharın eli kulağındadır. Bir gece Böğürtlen Cini pabuçlarını tamir ederken korkunç bir fırtına çıkar. Gök gürler, şimşekler çakar. Her ikisinin de aklı yaşlı dostlarındadır. Sabah erkenden dışarı çıkıp yanına giderler ama yaşlı ağaçtan geriye kalan, yanık bir beden ve yeni filizlenmiş bir daldır. İki arkadaş filizlenen dalı diker ve yıllar içinde onun önce genç bir fidana, sonra da yeniden ağaca dönüşünü izlerler çünkü yaşam ve ölüm hep el eledir, doğanın döngüsü hiç bitmez.


1992 yılında Unesco Noma Concour yarışmasında Ormandaki Ses adıyla runner-up ödülü kazandı ve aynı isimle Japonca yayımlandı. Nagazaki'de bir okulda çalışma kitabı olarak kullanıldı.
Türkçede Böğürtlen Cini ve Sarıgaga adıyla ilk kez 1993'te yayımlanan kitap, yeni baskılar yapmaya ve çocuklarla buluşmaya devam ediyor.

Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga 
Yazan ve resimleyen Feridun Oral  
YKY Doğan Kardeş 
Okul öncesi 3-7 yaş
Sayfa sayısı 36

* Bu yazı 2/12/2017 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır. 

30 Kasım 2017 Perşembe

Shiritori: yazıyla oyun

Shiritori, bizim kelime türetmece oyununun Japon versiyonu. İlk oyuncu en az dört harflik rastgele bir kelime söylüyor. Diğer oyuncu, bu kelimenin son harfiyle en az dört kelimelik bir başka kelime türetiyor. Oyun, sırası gelen oyuncu yeni kelime bulamadığında,  ya da daha önce söylenmiş bir kelimeyi tekrar ettiğinde bitiyor. Puanlama ve kurallarla ilgili daha geniş bilgiyi buradan öğrenebilirsiniz. 
Bu oyuna öğle saatlerinde olağan Youtube gezintilerinden birinde rastladım. Oyuncak tasarımcısı Shimpei Takahashi işinde tıkanıklık yaşadığı bir dönemi bu metodla aştığını anlatıyordu. Pek de renkli ve ilham verici bulmadığım videoyu buradan izleyebilirsiniz. 



Yine de oyuna davetin çağrısını aldım ve icap ettim. 
İşte seçtiğim kelimeler: deniz, kaydırak, yosun, bulut, kum, köpek
Kronometreyi 6 dakikaya kurdum. Kâğıt kalemi elime aldım ve başladım. Yazdıktan sonra metne uygun bulduğum görseli yapıştırdım ve paylaştım. Yazmaya heves duyan, nereden başlayacağını bilmeyen, zamanı önünde bir engel olarak görenler için bir kahve molasını geçmeyecek hızlı ve eğlenceli bir yazı alıştırması önerisi. Deneyin ve zihniniz sizi saniyeler içinde nerelere taşıyacak, görün.



Canım sıkılıyor. İşten kaytarmanın yollarını arıyorum.
Bozuk termosifonu bahane edip arabaya atladım. Amaçsızca sürdüm. Kendimi deniz kenarında terk edilmiş gibi görünen paslı bir kaydırak ve zinciri kopuk iki salıncaktan mürekkep çocuk parkında buldum. Önümdeki banka ilişip denizi, gökyüzünü, bulutları izledim.
Çocukken sık sık kurduğum bir hayal geldi aklıma. Bir bulutun üzerine oturmak ve seyahat etmek istedim. Bir dağa, yüksek bir kuleye örneğin Eyfel, takılana kadar bulutumun üzerinde gezinebilirdim. Susadığımda bir ucunu sıkar su içerdim. Uykum geldiğinde içinde kıvrılır yumuşacık uyurdum. Açlığın çaresi yok. Yolculuğa üstümle çıkacak hâlim yok. Sırt çantama atardım birkaç sandviç. Bu hayallere dalmış düşünürken küçük bir köpeğin parkın zeminini kaplayan kumların üzerinde hoplaya zıplaya bana doğru koştuğunu gördüm. Köftehor, salamlı sandviçin kokusunu almış olsa gerek.
Not: Altı dakikalık süre içinde yosun kelimesi kendisine yer bulamamışa benziyor.






29 Kasım 2017 Çarşamba

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:2





Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform. 
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum. 

Sura Hart ne diyor? 
Öğrenmek öğrenciler için sınıfa getirdikleri bir sürü ihtiyaçtan sadece biridir. İlişki tabanlı bir sınıfta; güvenlik, güven, öğrencinin ihtiyaçları, öğretmenlerin ihtiyaçları ve iletişim biçimleri kullanılan müfredat için tarih, yabancı dil, fen bilimleri ve diğer akademik konular kadar önemlidir. 
Sınıfta izlediğiniz müfredat bu değerleri nasıl yansıtıyor? Kullandığınız müfredatta bu değerleri daha güçlü yansıtmaya yarayacak değişiklikler yapmak ister misiniz?

Ben ne düşünüyorum?
Deniz öğrenmeye açık, meraklı, dikkatli, sorgulayan ve soru soran bir çocuk. Dolayısıyla "öğrenmek" büyütülecek bir mesele değil; okula gitmenin olağan sonucu. Güven ve güvenlik konusu, akademik başarıdan daha önemli çünkü Deniz ancak güvendiği ortamda kendisini açıyor ve iletişim kurmaya hevesli hâle geliyor. Beni tanıyan insanların, benim kızım olduğunu bildikleri için onunla tanıştıklarını ve konuşabilecekleri varsayımında bulunmalarını kesinlikle hoş karşılamıyor ve cevap vermiyor. Sorular peşi sıra gelmeye devam ederse rahatsızlığını bağırarak gösteriyor. Bu aşamaya gelmesi beni de zor durumda bırakıyor ve utandırıyor. Toplumun beklediği gibi ona sesli olarak ne söylemesi gerektiğini dikte ediyorum. Sözlerim Deniz'i utandırmak, direnç geliştirmesini sağlamak ve her ikimizi de strese sokmak dışında bir işe yaramıyor. "Seni tanımaları önemli değil. Benimle tanışmadılar ve ben tanımadıklarımla konuşmam" diyerek adım adım tanışmak, güven duymak, akabinde iletişim kurmak istek ve ihtiyacında olduğunu açıkça dile getiriyor. Bu netlik karşısında Deniz'i duymak, onu olduğu gibi kabul etmek ve zorlamamak gerektiği kanısındayım. Ve fakat aynı sebepten onu kalabalık bir sınıftan sakınmam gerektiğine de kuvvetle inanıyordum. Okulların açılmasının ardından kısa zamanda kaygılarımın yersiz olduğunu gördüm. Deniz 28 kişilik sınıfın içinde olduğu gibi duyuluyor, görülüyor.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz öğretmenine güveniyor. Ona şakalar yapmaktan hoşlanıyor. Oturma düzeninin sık sık değişmesini, yeni sıra arkadaşlarının olmasını olumlu ve heyecanla karşılıyor. Arkadaşlarıyla sıcak, paylaşmaya ve güvene dayalı bir ilişkisi var. İlkokul ona daha fazla özgürlük alanı açtı. Hâlinden memnun.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Deniz'in etrafındaki yetişkinlerin ona bazı tavsiyeleri var: erken yatmak, dengeli beslenmek, eve gönderilen alıştırmaları yapmak vb. Deniz'in bunları zorunluluk gibi görmesini istemiyorum. Ona, bu tavsiyelere uyduğunda edineceği kazanımları fark etmeyi, bu kazanımları kendi cümlesiyle açığa çıkarmayı ve olumlu bakış açısı edinmeyi öğretmek istiyorum. Bu istek arabada giderken dile getirdiği bir hayal kırıklığının ardından kendi içimde yaşadığım kızgınlık duygusuna bakarken spontane gelişti.
Deniz yeni dergiyi okula götürmeyi unuttuğu için, öğretmenin o gün okulda yaptıkları çalışmaları evde yapmasını istediğini, ben evde kitap okuyarak eğlenirken onun ders yapmak zorunda kalacağını, bunun haksızlık olduğunu söylüyordu. Bu serzeniş beni kızdırdı çünkü işten erken çıkmıştım. Servisle ofis yerine eve dönmüştü ve birlikte dışarıda yemek yemiş, gezmiş, hoş vakit geçirdikten sonra eve dönüyorduk. Biraz söylendikten sonra, beni neyin rahatsız ettiğini fark ettim (tüm bu emeğin ardından biraz takdiri hak ediyordum). O zaman onun da hayal kırıklığını dile getirdiğini duyabildim. Onun olumsuz bir duygusunu kendi daha güçlü olumsuz duygularım (kızgınlık ve usanmışlık) yüzünden görmezden gelemezdim. Bunu fark etmek beni sakinleştirdi. Davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmekle ilgili kendimden bir örnek vererek kontrolü elime alabildim.
Ütü yapmayı sevmiyorum. Bununla beraber senin okul, benim iş formamın temiz ve ütülü olmasını önemsiyorum. Ütü işini para karşılığında bir başkasına yaptırabilirim ama kendim yapmayı tercih ediyorum. Böylece bu parayla seninle her hafta dışarıda güzel yemek yiyebilirim  çünkü seninle dışarıda vakit geçirmeyi, değişik yemekler yemeyi seviyorum. Bu yüzden ütüyü kendim yapıyorum.
Bir müddet çalışmaların ona kazandıracakları hakkında sohbet ettikten sonra Deniz kendi cümlesini buldu.
"Dergideki çalışmaları yapacağım çünkü bana okuduğun eğlenceli kitapları kendim okumak istiyorum. Dışarıda yemek yerken menüyü okuyup anneannemi şaşırtabilirim çünkü o benim hangi harfleri öğrendiğimi bilmiyor." 
Bu, sürdürmek istediğim bir çalışma.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu aralar yoyo gibiyim. Bazen kendimi fazlasıyla yorgun ve bezgin hissediyorum, bazen de coşkulu, umutlu, iyimser. Deniz'e davranışlarının sorumluluğunu almayı, duygularının farkına varmayı, bunları dillendirmeyi öğretmeye çalışmak benim için önemli ve de zor. Zira kendi duygularımın farkına varmak, onları çeşitlendirmek ve dillendirmek benim de acemisi olduğum bir konu. Aslında hayal kırıklığı olarak dillendirebileceğim pek çok meseleye sessiz kaldığımda, geçiştirdiğimde bunun katlanarak büyüdüğünü, öfke ve bezginliğe dönüştüğünü görüyorum. Belki her akşam uyumadan hemen önce birbirimize yönelttiğimiz "Bugün en güzel ne oldu?" sorusunun yanına "Bugün içinde en güçlü olan duygu neydi?" sorusunu ekleyebiliriz. 

Şefkatli Anne Günlüğü 1