20 Aralık 2017 Çarşamba

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:5



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.

Sura Hart ne diyor? 
Beynin duygusal merkezi öyle güçlüdür ki düşmanlık, öfke, korku ve kaygı gibi negatif duygular karşısında beynin fonksiyonlarını otomatik olarak temel hayatta kalma düzeyine indirir. 
Akademik veya sosyal baskıların, cezalandırılma tehdidinin veya akran zorbalığının baskın olduğu bir ortamın öğrencinin öğrenmesine yapabileceği etkiyi gözünüzün önüne getirin. Böyle bir ortamda, beynin akıl yürütme merkezi durur ve öğrenciler otomatik olarak kaçmaya, savaşmaya ve donakalmaya hazırlanırlar. Beyin hayatta kalma ihtiyaçları ile öylesine meşguldür ki öğrenciler zihnin öğrenme için gerektirdiği kompleks aktiviteleri yapamazlar. Merakları, öğrenme arzuları ve odaklanma becerileri abartılı bir tetikte olma hâli ve acil korunma ve güvenlik ihtiyacı tarafından gasp edilmiştir. 
Kendinizde ve öğrencilerinizde böyle durumların oluştuğu anlara bakın. Öğrenme ortamınızda duygusal güvenliği arttırmak için ne yapabilirsiniz? 

Ben ne düşünüyorum?
Sura Hart haklı. 
Öğrenmek, eskilerin üzerine yenilerini koymak suretiyle ilerleyen, bitmeyen bir yol. Eski bilgi oturmadıysa, henüz tam anlaşılamadıysa, üzerinden yeniden geçmeye ihtiyaç varsa, öğretmeninize işaret vererek, yavaşlamasını istersiniz. Kafanıza takılanları sorar, bazı bölümleri yeniden anlatmasını rica edersiniz. Bu çok basit gereksinimi hayata geçirebilmeniz için öğretmeninize ve sınıf arkadaşlarınıza güvenmeniz, ortamda rahat olmanız, olduğunuz gibi kabul görmeniz gerekir. İşte o zaman içten ve dıştan gelen "bu kadar basit bir şeyi nasıl olur da anlamam/z" okları sizi rahatsız etmez. Mış gibi yapmanıza (anlamış gibi, biliyormuş gibi) gerek kalmaz. Mış gibi yapmak zordur, tonlarca yük bindirir insanın üzerine. Bilmiyorum demek ise ferahlatır, yükü paylaşmanıza imkân sağlar. İçtenlikle yardım istediğinizde pek çok şefkatli anlatıcı bulabilirsiniz etrafınızda. 
Bununla beraber hiçbir çocuk, sınıfta her alanda "son öğrenen" olmak istemez. Farklı öğrenme hızlarını, değişik alanlarda yetenekleri olduğunu kabul edebilirler ancak bunun için iyi gözlem yapan ve daha iyi olduğu konuları övgüyle ortaya çıkartan bir öğretmene ihtiyaçları vardır. Öğretmenin, yalnızca okuma yazmayı hızlı öğrenen, matematiği kuvvetli çocukları takdir etmesi, biraz çalışarak aradaki açığı kapatabilecek çocukları (onların da bir kısmını) belki motive edebilir ancak sınıf ortamında her zaman tahtaya çıkmayacak öğrenci kalacağını da unutmamak gerekir. Onları gücendirmemek için başarılı öğrencilerin görmezden gelinmesi değil, beklediğim. Bana göre en doğrusu ve makulu kutlama alanlarını geniş tutmak.
Kutlama alanları Türkçe, matematik gibi derslerle sınırlı kalmaz, enstrüman çalma, satranç, şarkı söyleme, hikâye anlatma, mizah, spor, yardımlaşma, hayat bilgisi dersinde öğrendiğini sınıf ortamına taşıma, uygulama gibi farklı alanlara taşınırsa birkaç kişinin kazandığı rekabetçi ortam yerine tüm sınıf kazanır.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Geçen günlükte Deniz'in okuma hızı ve yazma performansı konularındaki kaygılarından bahsetmiştim. Ders çalıştırarak okuma yazma hızını ve performansını arttırmak bir yol, ama benim tutmak istemediğim bir yol. 
İstiyorum ki, kendisini gözlemlesin, olduğu gibi kabul etsin ve her koşulda kendisine şefkat göstersin. İstiyorum ki, bazı konuları hızlı öğrenirken, bazı alanlarda daha çok tekrara ihtiyaç duyacağının farkında olsun. Tekrar gereksinimi nedeniyle bu alanlardan geri de çekilmesin, sabretmeyi, kaydettiği ilerlemeyi kutlamayı bilsin. 
Bu yüzden yazı masama gösterdiğimin özenin aynısını Deniz'in masasına da gösteriyorum. Masamı süsleyen her bir objenin aynısı ya da benzeri Deniz'in masasında da mevcut. Bazen birbirimizin masasına konuk oluyoruz. İkimiz ayrı defterlere yazarken o ânı özel kılmak için mum yakıyoruz örneğin. Masanın üzerini temiz ve derli toplu tutmaya özen gösteriyoruz. Okur yazarken yayılsak da, sonrasında düzeni sağlamak için zaman ayırmayı ihmal etmiyoruz.
Haftada üç dört gün öğretmenimizin önerdiği kelime tombalası oyununu oynuyoruz. Rastgele çekilen kelimelerle anlamlı ya da komik cümle oluşturuyor ve okuyoruz. Deniz'in tercihi kelime türetmece. Amaç çekilen hece ve harfleri bir araya getirerek olabildiğince çok kelime üretmek ve onları deftere yazmak. Deniz bulduğu kelimeleri heyecanla okuyor, aklına gelen kelimeyi yazabilmek için uygun hece arıyor. Kelimeler tükendiğinde değiş tokuş yapıyor ya da yeni heceler çekiyoruz. Basit ama eğlenceli.
Kumkurdu'ndan her gece bir bölüm okuyoruz. Günlere yayılan okumalarda Deniz her zaman ertesi gün okuyacağımız bölümün adını öğrenmek istiyor. Artık bir sonraki bölümün adını kendisi okuyor. Bu bir ritüele döndü. 
Okulun verdiği ve kaynak kitaptaki ilk okuma parçaları, bir bütün oluşturmuyor ve okuma keyfi vermiyor. Ardı sıra gelen cümleler. Örneğin: "Irmakta ayı ile yılanla oynadım." Bildikleri harf sayısı her kelimeyi yazmalarına ve okumalarına engel ancak daha anlamlı hikâyeler oluşturmak da bu kitapların yazarlarının öncelikli vazifesi. Okumak ardı sıra dizilmiş harfleri okumaktan ibaret değil; çok daha öte ve derin bir anlamı var. Okumak bize iletilen hikâyenin bütününe ulaşmak demek. Ve Deniz yıllardır bunu dinleyerek yapıyor. Son yıllarda 6-10 yaş arası hikâyeler paylaşıyorum onunla ancak eskilere geri dönmenin ve onun bana okumasının zamanı geldiğini düşündüm ve denemeye başladık.
İlk kitap Yataktan Düşen Ayıcık. Julia Donaldson'ın erken dönem kitabı yeni başlayanlar için çok uygun. Üç akşamda okudu, bitirdi. Dün gece, özenle kitabın künyesini, okuma notlarını okuma günlüğüne kaydettik.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Kelime türetmece oyununu seviyor ve her akşam oynamak istiyor. Bana kitap okumaktan da hoşlandı. Dün gece 26 sayfalık ilk kitabı bitirdiğinde çok gururluydu. Ben okumakta daha iyiyim, dedi. Kıyasladığı yazmaktı. Bazen "okula" yazmam gerektiğinde "okulla" yazıyorum, dedi. Yaptığı hataların farkında olması, öğreniyor olduğunu gösteriyor.
Bugün okuldan geldiğinde neşeli ve heyecanlıydı. Dikte çalışmasında üç yanlış yaptığını söylemesi, ve bundan duyduğu memnuniyet, sabrının ve kaydettiği başarıyı kutluyor oluşunun göstergesi.

Sonrası için ne düşünüyorum?
Geçtiğimiz haftalarda Ali Koç'un Birgün'e verdiği söyleşide, beni en çok etkileyen bölüm şuydu:
"Bugün geldiğimiz noktada ebeveynin çocuğun bakıcısına, eğitimcisine dönüştüğü ve nitelikli ana baba rolünün dışında çocuğun bütün yaşam alanını tasarlayan, çocuğu adına bütün problemleri çözen, çocuğunun konforu uğruna kendi konforundan vazgeçen bir profil var. Bunun yarattığı en önemli sıkıntı şu: Ebeveynler çocuklarının kendi başına yapabilecekleri işi onlar adına yaptıkları sürece çocukların kendi başlarına iş yapma becerileri gelişmiyor. Bugünkü çocukların ne yazık ki kendi bedenleri ve kendi hayatlarıyla ilgili hiçbir sorumlulukları yok. Ben yeniden o geleneksel yönteme dönülmesi, ana babanın ana baba, okulun okul, öğretmenin öğretmen olarak eski rollerine yeni yaklaşımlarla dönmesi gerektiğini savunuyorum. Bizim nesil sadece sorumlulukları olan bir çocukluk geçirdi. Bize hep sorumluluklarımız hatırlatıldı. Bu elbette denge bozukluğu noktası değil. Bir insan sadece sorumluluklarıyla var olamaz, haklarıyla birlikte de var olur. Bugünkü çocuklar ise sadece haklarıyla tanımlanıyorlar. Bu yüzden velilerden ricam; çocuklarının kendi sorumluluklarıyla ilgili sorunlarını onlara bıraksınlar. Onlar adına iş çözme alışkanlıklarından vazgeçsinler."
Çocukları, sınırları çizilmemiş özgürlük alanının içine bırakmak ve biz çocuk haklarını hayata geçiriyoruz diyerek onları yalnızca sahip oldukları haklarla tanımlamak, davranışlarının sorumluluğunu taşımaya teşvik etmemek bizim kuşak ebeveynlerin en büyük sorunu, bence. Deniz'in öğretim kadar yaşamsal becerileri öğrenmeye de ihtiyacı var. Evde basit işlere yardımcı olmasının yanı sıra okul çantasını düzenleme, ihtiyaç listesini bana iletme, balığını besleme işlerini başarıyla götürüyor. Her öğlen bana pişirdiği Türk kahvesi de cabası. Kesin bilgi: kimse kahveyi Deniz kadar köpüklü yapamıyor. 

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Duyguları konuşma konusunda başarılıyız. Deniz'in duyguları çoğu zaman olumlu: mutluluk, neşe, heyecan. Benimkiler telaşla (sahi bu bir duygu mu?), koşturmacayla başlıyor, akşam saatlerinde yerini yorgunluğa bırakıyor. Eve vardığımda şükran, huzur, mutluluk ve heyecan. Günü muhakkak bu duyguları konuşarak bitiriyoruz. Matematik ilmi, iki noktadan bir çizgi geçtiğini buyuruyor. Biz onu alıp genişletip çembere çeviriyoruz. Her ne kadar çemberin zenginliğini, çeşitliliğini taşıyamasak da, bu sahip olduklarımız için şükretmeyi de içerdiğinden kıymetli. Üstelik ne kadar şanslısın, bak yediğin önünde, yemediğin arkanda türünde buyurgan bir şükran duygusu değil bu. Gün içinde yaşadığımız olumlu anları hatırlayarak, yeniden anlatıp çoğaltarak günü bunlarla bitirmek ânı yavaşlatıyor, genişletiyor ve kıymet bilmeyi sağlıyor. Etrafımda pıtrak gibi çoğalan, yalnızca haklarıyla ve sahip oldukları materyallerle varlıklarını perçinleyen, doyumsuz çocukları görünce günü sakin ve doyumlu bitirmek için birbirimize alan açabildiğimiz için mutluyum.







1 yorum:

  1. Aslında Koç un söylediğini yapamıyoruz sanırım. Bir şekilde müdahil ve kaygılıyız. Bunu bulunduğumuz statüye göre ince ya da kalın yapıyoruz eğitim sistemi veli deateksiz yürüyemiyor.

    YanıtlaSil