İki hafta muayenehaneden uzak kalınca geri dönmek beni zorlayacak sanmıştım. Geride başa çıkamayacağım bir iş yığını bıraktım sanmıştım. Gözümde büyütmüşüm. Pek çok başka meselede olduğu gibi. Uzun araba yolculukları örneğin. Ordu'ya apar topar bir günde gitmek durumunda kalınca, "uzun yola gidemem" düşüncesinin hükümsüz olduğunu, yorulmakla beraber bunun mümkün olabildiğini bu yargının yolların bozuk, yolculukların uzun sürdüğü dönemlerden kaldığını fark ettim. Kör inançlarla yüzleşmek ve onları bertaraf etmek insanı özgürleştiriyor. Peşin hükümle "Hayır," dediğimizde pek çok kapı açılmamak üzere kapanıyor. Bunun farkına varmak, daha çok "Evet," demek daha iyi olsa gerek.
*
Yıllardır Ordu'ya gitmeye niyet ediyor, eyleme geçemiyorduk. Bu yaz, bayramı geçirsek mi niyeti, babamın vefatıyla gerçekleşti. Babamın vasiyetiydi, köyde, oğlunun yanına gömülmek. Gittiğimizde yeri hazırdı. Yanında Alper, arkasında sırayla en küçük amcam, babaannem, dedem, kendi babaannesi... Üzerinde köknarlar... Köy mezarlıklarının insana huzur veren bir yanı var. Ağaçların hışırtısını dinlemenin, aynı soyada sahip mezar taşlarının arasında dolaşmanın, bir yandan konuşurken diğer yandan mezarların üzerini kaplayan yabani otları, sarmaşıkları temizlemenin, onları birbirine emanet etmenin, unutulmayacaklarını, köyde her zaman bir sonraki kuşağın yazları dahi olsa yaşayacaklarını, ziyaret edeceklerini bilmenin gönül rahatlığı veren bir yanı var.
*
Babam yıllardır felçliydi. Bir tarafı tutmuyordu. Felçli ve yardıma muhtaç geçirdiği onca yıl, bundan gocunduğunu, bununla başa çıkamadığını görmedim. Hayata tevekkülle yaklaşan bir yanı vardı galiba. Uzun yıllar evvel görece zor bir ameliyatken bypassa girerken, onunla ameliyathane kapısına kadar yürümüş, kapıda ben uğurlamıştım. Tam olarak ne dediğini hatırlamıyorum ama verdiği his, kaderde ne varsa o yaşanır, haydi üzülme idi, son dakikada elime tutuşturduğu kol saatini çıkışta takmak, yeniden yürümek mümkün oldu. Babam yaşadığı onca ameliyatı, evlat acısını kaldırdı ve uzun yaşadı. Gezmeyi ve futbolu çok severdi. Tekerlekli sandalyeden utanmadı, kendine yedirememezlik yapmadı. Büyük hayalleri yoktu artık yaşamdan, torununun daha çok doğum gününü görmeyi diledi. Torun sesiyle dolu bir evde, kendi yatağında, uykuda öldü. Pandemi nedeniyle insanların tek başına cenaze kaldırdığı günler bittikten sonra, sevdikleriyle uğurlandı. Tüm akrabaları yanındaydı.
*
Ordu'da bulunmak tam da umduğum, hayal ettiğim gibi oldu. Kayba ve üzüntüye rağmen keyifli ve güzel anlar, anılar koyduk belleğimize. Eski şehrin sokaklarında gezindik, sanat galerisine dönüştürülen kilisedeki sergiyi gezdik, Denizciler'den dondurma yedik, teleferikle Boztepe'ye çıktık, sahilde dolandık, ırmak boyuna, Ohtamış Şelalesi'ne gittik, ailenin genç bireyleriyle tanıştık. Defalarca sofra kurduk, kaldırdık. Deniz geniş aile tarihini öğrenmek için kolları sıvadı. Muradı gelecek yaz, kimin kim olduğunu öğrenmek ve herkese hava atmak. İşin içinden çıkamayınca kardeş torunları dediğim aile bireylerini bir soy ağacı vasıtasıyla öğrenmek benim de yapacaklarım arasında.
*
Tarihi Taşbaşı Kilisesi, Uğurcan Ataoğlu'nun girişimleri, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Hilmi Güler'in desteğiyle güzel bir sanat galerisine dönüşmüş. "Taşın hafızası vardır" sloganıyla yola çıkan ekibin Demo ismini verdikleri ilk sergi bundan sonra yapacaklarının da teminatı. "Taşın hafızası vardır," bir kenti yazmaya başlamak tam da buradan başlıyor galiba. Doğduğum toprakları, taşa nakledilmiş hatıraları, göçleri, kayıpları, yasları anlatmak istiyorum ilk defa. Niyet bu, yolu zaman gösterecek.
Tekrar başın sağ olsun. Taşa nakledilmiş hatıraları nasıl yazacağını merakla bekliyorum dostum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Onur. Umarım bir çatlağını bulur, çıkar. Ben de merak ediyorum. :)
Sil