Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerinizin üzerinde cezalandırıcı güç kullanmamaya karar vermek kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek zorunda olduğunuz anlamına gelmez.
İlişki tabanlı bir sınıfta, herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak stratejiler bulma niyeti ile her bir kişinin ihtiyacı dikkate alınır.
Sanki bir teraziymişsiniz gibi kollarınızı iki yana açın -elleriniz aşağı yukarı omuz hizasında olsun. Bir elinizde öğrencilerinizin ihtiyaçları. Diğer elinizde sizin ihtiyaçlarınız. Nasıl dengeye getiriyorsunuz teraziyi? Bazı sınıflarda neredeyse tamamen öğrencilerin kefesi ağır çeker. Kural dolu, meliler/malılar dolu sınıflarda öğretmenlerin (veya idarecilerin) kefesi ağır çeker.
Teraziyi dengeye yaklaştıracak yollar bulabilir misiniz?
Ben ne düşünüyorum?
Çalışan bir anneyim. Üstelik Deniz iki ayını doldurduktan sonra hemen çalışmaya başlayan bir anneyim. Bunun yol açtığı suçluluk hissinden uzun süre kurtulamadım. Onunla olabildiğim her an, onun ihtiyaçlarını kendiminkilerin önüne koydum. Kendi ihtiyaçlarımı suçluluk duymadan gidermenin bir yolu olabileceğini tahayyül edemiyordum. Buna kafa da yormuyordum, zaten. Haliyle yoruluyor, kendime zaman ayıramıyor, keyif alacağım şeyleri nadiren yapabiliyordum. Deniz'in kefesi ağır çekiyordu. Onunla oyun oynuyor, etkinlikler planlıyor, dışarı çıkıyorduk. Küçük bir şeye surat astığında, hiç yoktan ağladığında bunu üzerime alınıyor, kızıyordum. Nesi vardı bu çocuğun? Onu gözlemlemek, neye ihtiyaç duyduğunu (uyku, açlık, seçim yapma, karar alma) anlamak yerine, durumu yönetmeye, hızlı şekilde çözmeye çalışıyordum. Bunu yaptıkça onun kefesi daha da ağır çekiyor, kendimi yorgun, kızgın, tahammülsüz hissediyordum. Çünkü dengelemeyi bilmiyordum.
İlişkilere şöyle bir bakıyorum. Ne zaman çok veren taraf olsak, buna inansak, yapılan davranışları olduğu gibi görmek yerine, kişisel algılamaya başlıyor ve duygusal tepkiler veriyoruz. Duygusal tepki vermek, karşı taraf tepede olmanın hazzı içindeyken aniden tahteravallide oturduğumuz yerden kalkmak gibi. Karşımızdaki aniden düşüyor ve şoke oluyor.
Bunun yerine kendimizle bağlantıda kalmaya, istek ve ihtiyaçlarımızı fark etmeye ve dile getirmeye çalışsak, gidermenin yollarını bulsak... Kendimize odaklansak... Bunu yapabildiğimizde her daim kibar ya da otoriter olmadan her iki tarafın ihtiyaçlarını gidermek mümkün olacak.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Tipik bir çatışma ânı. Kibar olmayı ve getirdiği geçici konfor alanını seçebiliriz. Ya da otoriter olmayı ve getirdiği geçici çözümü. İkisi de çözüm değil.
Her daim kibar olduğumuzda çocuğun duygularından kendimizi sorumlu tutuyoruz. Ne ağır yük! Otoriter olduğumuzda ise karşımızdakine onu umursamadığımız mesajını veriyoruz.
Üçüncü yol, şefkatli yol. Gözlem yap, yargılamadan, etiketlemeden, eski hikâyelere tutunmadan olduğu gibi gör, kendi ihtiyaçlarınla bağlantını koparmadan onu duy, dinle.
Bu üç yol arasında salınıp duruyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Onun kefesi ağır bastığında ne durumun farkında ne de şikâyetçi. Memnuniyetle bu durumu kabul ediyor. Benim kefem ağır bastığında isyan bayrağını açıyor. "Hep senin istediğin oluyor. Benim istediklerim olmuyor." Empati kurabildiysek şayet, o zaman ikimize de çatışma gibi görünmüyor yaşadığımız. Konuşuyor, birbirimizi anlıyor ve genellikle ileriye dönük de işleyen bir formül buluyor, oturtuyoruz.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Duygular, duygular... Dönüp dönüp konuşmamız, farkına varmamız gereken asıl mesele. Bu yazı bana yeni fikirler verecek, kendi aile yapımıza uygun çözümler üretebilmemi sağlayacak, beni çocuk dünyasına ve algısına yaklaştıracak çocuk kitapları okuyarak geçirmek istiyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Haftanın altı günü çalışmak beni yoruyor. Bu yorgunluğa yakından baktığımda asıl meselenin yalnızca mesleğimi yaparak geçen bir yaşamın beni tatmin etmemesinden kaynaklı olduğunu, muayenehanede geçirdiğim fazla zaman nedeniyle diğer ilgi alanlarıma yetişememekten rahatsızlık duyduğumu fark ediyorum. Sanırım kendime resmi olarak bir tatil günü daha vermeyi, bu günü ilgi alanlarıma yönelik faaliyetlerle geçirmeyi düşünmeliyim.
Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerinizin üzerinde cezalandırıcı güç kullanmamaya karar vermek kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek zorunda olduğunuz anlamına gelmez.
İlişki tabanlı bir sınıfta, herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak stratejiler bulma niyeti ile her bir kişinin ihtiyacı dikkate alınır.
Sanki bir teraziymişsiniz gibi kollarınızı iki yana açın -elleriniz aşağı yukarı omuz hizasında olsun. Bir elinizde öğrencilerinizin ihtiyaçları. Diğer elinizde sizin ihtiyaçlarınız. Nasıl dengeye getiriyorsunuz teraziyi? Bazı sınıflarda neredeyse tamamen öğrencilerin kefesi ağır çeker. Kural dolu, meliler/malılar dolu sınıflarda öğretmenlerin (veya idarecilerin) kefesi ağır çeker.
Teraziyi dengeye yaklaştıracak yollar bulabilir misiniz?
Ben ne düşünüyorum?
Çalışan bir anneyim. Üstelik Deniz iki ayını doldurduktan sonra hemen çalışmaya başlayan bir anneyim. Bunun yol açtığı suçluluk hissinden uzun süre kurtulamadım. Onunla olabildiğim her an, onun ihtiyaçlarını kendiminkilerin önüne koydum. Kendi ihtiyaçlarımı suçluluk duymadan gidermenin bir yolu olabileceğini tahayyül edemiyordum. Buna kafa da yormuyordum, zaten. Haliyle yoruluyor, kendime zaman ayıramıyor, keyif alacağım şeyleri nadiren yapabiliyordum. Deniz'in kefesi ağır çekiyordu. Onunla oyun oynuyor, etkinlikler planlıyor, dışarı çıkıyorduk. Küçük bir şeye surat astığında, hiç yoktan ağladığında bunu üzerime alınıyor, kızıyordum. Nesi vardı bu çocuğun? Onu gözlemlemek, neye ihtiyaç duyduğunu (uyku, açlık, seçim yapma, karar alma) anlamak yerine, durumu yönetmeye, hızlı şekilde çözmeye çalışıyordum. Bunu yaptıkça onun kefesi daha da ağır çekiyor, kendimi yorgun, kızgın, tahammülsüz hissediyordum. Çünkü dengelemeyi bilmiyordum.
İlişkilere şöyle bir bakıyorum. Ne zaman çok veren taraf olsak, buna inansak, yapılan davranışları olduğu gibi görmek yerine, kişisel algılamaya başlıyor ve duygusal tepkiler veriyoruz. Duygusal tepki vermek, karşı taraf tepede olmanın hazzı içindeyken aniden tahteravallide oturduğumuz yerden kalkmak gibi. Karşımızdaki aniden düşüyor ve şoke oluyor.
Bunun yerine kendimizle bağlantıda kalmaya, istek ve ihtiyaçlarımızı fark etmeye ve dile getirmeye çalışsak, gidermenin yollarını bulsak... Kendimize odaklansak... Bunu yapabildiğimizde her daim kibar ya da otoriter olmadan her iki tarafın ihtiyaçlarını gidermek mümkün olacak.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Tipik bir çatışma ânı. Kibar olmayı ve getirdiği geçici konfor alanını seçebiliriz. Ya da otoriter olmayı ve getirdiği geçici çözümü. İkisi de çözüm değil.
Her daim kibar olduğumuzda çocuğun duygularından kendimizi sorumlu tutuyoruz. Ne ağır yük! Otoriter olduğumuzda ise karşımızdakine onu umursamadığımız mesajını veriyoruz.
Üçüncü yol, şefkatli yol. Gözlem yap, yargılamadan, etiketlemeden, eski hikâyelere tutunmadan olduğu gibi gör, kendi ihtiyaçlarınla bağlantını koparmadan onu duy, dinle.
Bu üç yol arasında salınıp duruyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Onun kefesi ağır bastığında ne durumun farkında ne de şikâyetçi. Memnuniyetle bu durumu kabul ediyor. Benim kefem ağır bastığında isyan bayrağını açıyor. "Hep senin istediğin oluyor. Benim istediklerim olmuyor." Empati kurabildiysek şayet, o zaman ikimize de çatışma gibi görünmüyor yaşadığımız. Konuşuyor, birbirimizi anlıyor ve genellikle ileriye dönük de işleyen bir formül buluyor, oturtuyoruz.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Duygular, duygular... Dönüp dönüp konuşmamız, farkına varmamız gereken asıl mesele. Bu yazı bana yeni fikirler verecek, kendi aile yapımıza uygun çözümler üretebilmemi sağlayacak, beni çocuk dünyasına ve algısına yaklaştıracak çocuk kitapları okuyarak geçirmek istiyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Haftanın altı günü çalışmak beni yoruyor. Bu yorgunluğa yakından baktığımda asıl meselenin yalnızca mesleğimi yaparak geçen bir yaşamın beni tatmin etmemesinden kaynaklı olduğunu, muayenehanede geçirdiğim fazla zaman nedeniyle diğer ilgi alanlarıma yetişememekten rahatsızlık duyduğumu fark ediyorum. Sanırım kendime resmi olarak bir tatil günü daha vermeyi, bu günü ilgi alanlarıma yönelik faaliyetlerle geçirmeyi düşünmeliyim.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder