Samantha Schweblin, yeni Arjantin anlatısının güçlü seslerinden biri olarak kabul ediliyor. Ses getiren üç öykü derlemesinin ardından, ilk romanı Distancia de Rescate (Kurtarma Mesafesi) ile 2017 yılında Man Booker Ödülü listesine de giren Schweblin’in kitapları pek çok dile çevrildi. Schweblin’in ikinci öykü derlemesi Ağızdaki Kuşlar, Emrah İmre çevirisiyle ilk kez Türkçede. 2018 yılının şubat ayında Can Yayınları’ndan çıkan derlemede on sekiz öykü bulunuyor. Öyküler olağan ile olağanüstünün sınırlarını zorlarken okura rahatsız edici, tüyler ürpertici manzaralar sunuyor. Açık seçik ifadeler, yalın ama sert anlatım tarzıyla dikkat çekiyor. Derlemeye adını veren Ağızdaki Kuşlar şöyle başlıyor:
Silvia’nın arabası evin önüne park edilmişti, flaşörleri yanıp sönüyordu. Bir an öylece dikildim ve ona kapıyı açmamamın mümkün olup olmadığını düşündüm ama maçın gürültüsünün dışarıdan da duyulduğu kesindi, dolayısıyla televizyonu kapayıp kapıyı açmaya gittim.
“Silvia,” dedim.
“Merhaba,” dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden içeri girdi. (s.43)
Silvia, anlatıcının eski eşidir ve on üç yaşındaki kızları Sara’nın ciddi sorunları olduğunu söylemekte, eve gelip durumun ciddiyetini kendi gözleriyle görmesini istemektedir. Birlikte eve giderler. Ortada eski eşinin ima ettiği türden bir sıkıntı göremez. Dışarıdan bakınca ev her zamanki gibidir, çimler yeni kesilmiştir, Silvia’nın açelyaları ebeveyn balkonundan sarkmaktadır. İçeri girdiğinde Sara’yı kanepede sırtı dik, bacakları bitişik, elleri dizlerinde, gözleri bahçedeki bir noktaya odaklanmış oturur vaziyette bulur. Annesinin yaptığı yoga egzersizlerinden birini yapar gibi bir hâli vardır. Genellikle solgun ve çelimsiz görünmesine karşın her yanından sağlık fışkırdığı ilk bakışta fark edilmektedir. Bacakları ve kolları kuvvetlenmiştir. Vücut çalışmış gibidir. Saçları, cildi ışıl ışıl parlamaktadır. Babasının içeri girdiğini fark eden Sara gülümser ve “Merhaba babacığım,” der.
Yavrucuğum gerçekten tatlılar tatlısı bir kızdı ama bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamak için şu söylediği iki kelime yeterliydi, bu şey elbette annesiyle alakalı olmalıydı. Kimi zamanlar, ayrılırken onu yanıma almış olmam gerektiği fikrine kapılsam da çoğunlukla bunun yanlış olduğunu düşünürüm. Televizyona birkaç metre mesafede, pencerenin yanında bir kafes vardı. Bir kuş kafesiydi –yetmiş-seksen santim genişliğinde-, tavandan sarkıyordu ve boştu. (s. 44)
Olağanın içindeki gerilim boş kuş kafesiyle başlar. Kısa süre sonra Sara’nın canlı kuş yemeye başladığı anlaşılır. Kızının ilk kez canlı kuş yediğine tanık olan babanın midesi bulanır, banyoya koşar ve kusar. Silvia’nın gelip kapının ardından suçlamalar ve emirler yağdıracağını düşünse de üst katta yere ağır bir şey konması, dış kapının açılıp kapanması dışında ev tamamıyla sessizdir. Banyodan çıktığında Sara’nın artık kendisiyle yaşayacağını öğrenir. Zira Silvia artık Sara ile yaşamaya katlanamamaktadır. Çaresizce Sara’yı evine götürür. Günlerini Sara’yı gözlemleyerek ve durumun rahatsız ediciliğini rasyonelize etmeye çalışarak (Şu dünyada insan yiyen insanlar varken kuşları diri yemenin çok da kötü olmadığını düşündüm. Dahası, natüralist açıdan bakıldığında uyuşturucu kullanmaktan daha sağlıklıydı; toplumsal açıdansa, on üç yaşında bir kızın hamileliğini saklamaktan daha kolaydı. (s. 47) geçirir. Bazen de Sara’yı bir akıl hastanesine kapatmayı düşünür. Rahatsız edici gıda temini işini Silvia üstlendiği için zaman zaman evin içinde karşılaştığı tüyler ve yemek saatinde -ancak özellikle televizyonun sesini kısarsa- duyabildiği Sara’nın odasından yükselen tiz bir ciyaklama ve musluktan akan suyun sesi haricinde her şey hemen hemen yolundadır. Sara dışarıya hiç çıkmaz ancak cildi sağlıkla parlamaktadır, babasına karşı son derece naziktir.
Öykü Silvia’nın hasta olup evden çıkamamasıyla ilerler. Baba, ilk birkaç gün bu rahatsız edici alışverişi yapmak zorunda kalmak istemez ancak Sara’nın ağzına hiçbir şey koymaması, cildinin parlaklığını, sağlığını yitirdiğini görmesi, gün içinde olağan tutumunu sürdürse de geceleri odasında gergin bir şekilde voltalar attığını duyması üzerine bir hayvan mağazasının önünde durur, koyu renkli küçük bir kuş alır. Bu ilk seferden sonra öyle ya da böyle duruma alışacağını şu sözlerle okura duyururken öyküyü de nihayetlendirir.
“Kısa bir ciyaklama duydum, ardından da banyodaki lavabonun musluk sesini. Su akmaya başlayınca biraz daha iyi hissettim, öyle ya da böyle merdivenlerin beni aşağıya indireceğini biliyordum.”(s. 54)
Ağızdaki Kuşlar, derlemede öne çıkan öykülerden yalnızca biri. Kitaptaki öykülerin hemen hepsi olağan şekilde başlıyor ve kısa sürede rahatsız edici, gerilim yüklü bir yere varıyor. Samantha Schweblin, bizi rahatsız olanla tanıştırdıktan sonra sürekli orada tutmuyor. Öyküyü ilerletirken farklı yönlere bakmamızı sağlıyor. Böylece en tuhaf, tekinsiz anlarda dahi insani yönler bulmaya başlıyor, başlangıçtaki gerilimi unutuyoruz. Kahramana neredeyse sempati duymaya başladığımız anda ise bizi yeniden rahatsız edici olanla yüzleştiriyor ve yumruğu indiriyor. Bu konuya gösterdiği ihtimam, söyleşilerinden de anlaşılıyor. Okuma ve yazma konusunda en önemli şeyin gerilim olduğunu, hem okur hem de yazar olarak gerilime ihtiyaç duyduğunu, yazdıklarında gerilim bulamazsa yazmayı sürdürmediğini söylüyor. Schweblin’in en büyük rehberinin Flannery O’Connor’ın “Okur size bakarken onu kıyasıya dövemezsiniz. Dikkatini başka yöne çeker, sonra onu kıyasıya döversiniz ve kendisini neyin çarptığını asla anlamaz” sözleri olduğu da biliniyor.
Henüz küçük bir kızken, okuma yazma öğrenmeden önce her gece annesine anlattığı hikâyeler aracılığıyla hikâye anlatıcılığının tadına varan Schweblin, Buenos Aires Üniversitesi’nde sinemacılık okudu. 17 yaşlarından itibaren edebiyat atölyelerine katıldı. Arjantin’de yazarların evlerinde bu tür atölyeler vermesinin yaygın olduğunu söyleyen Schweblin, sevdiği, hayran olduğu yazarların oturma odasında ders almanın, onların kütüphanelerine ulaşma kolaylığının etkisini yadsımıyor. Bir yıllığına değişim programıyla gittiği Berlin’in atmosferinden etkilenen Arjantinli yazar hâlen orada yaşıyor. Seçiminin en büyük nedeni Berlin’de yazmaya daha çok zaman ayırabilmesi. Haftanın iki günü çalışıp kalan zamanını yazmaya ayıran Schweblin, Arjantin geleneğini sürdürüyor ve evinde İspanyolca yazma seminerleri yürütüyor.
Ağızdaki Kuşlar
SamanthaSchweblin
Çeviri Emrah İmre
Can Yayınları
Öykü
* Bu yazı 19 Haziran 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder