Köprünün açılmasıyla beraber, sınıra daha da yaklaştık. Yunanistan'ın Evros bölgesine gitmek buralarda epeyce revaçta. Ekonomik koşullar, arabanın sigortası, konaklama derken meblağ giderek yükseliyor. Yerel tur şirketleri bu arza günübirlik turlarla çözüm getirmişe benziyor. Geçen yazdan beri takip ettiğim, ancak katılma fırsatı bulamadığım turlar, bu yazın ekonomik seçimi oldu benim için.
Kurban bayramında kısa Balkan turuyla ilk adımı attık. Yaz bitene kadar yüzme molalı bir başka tura daha katılırım, diyordum. Vizyon, misyon belirlenince, eyleme geçmek kolaylaşıyor. Hiç gitmediğim Thassos adasına günbirlik gitmeyi gözüm almadı. Mesafe, adanın kendi popülaritesi, sınır yoğunluğu sağlam birer gerekçe olarak dikildi önüme. Aklın yolu birdi. Daha önce defalarca gittiğimiz Alexandrapolis'ye günübirlik gidebilirdik. Tur şirketinin vaadi, bir yaz günü orada yapmak isteyebileceğimiz her şeyi kapsıyordu. Sabah 5'te çıktık evden. Gelibolu'da kahvaltı molasının ardından İpsala'ya vardık. Tur otobüslerini bekletmiyorlarmış, meğer. Kuyrukta bekleyen binek otolarının yanından geçtik ancak Türk tarafında vardiya değişimine denk geldik. Toplamda iki saate yakın sürdü her iki gümrüğü aşmamız. 11 civarı Jumbo'nun önündeydik. Şen ve meraklı çocuklar gibi dağıldık içeride. Birkaç aksesuar, mutfak eşyası, defter, soğutucu çanta ile nefsimizi körelttik.
Makri koyuna gittik. Nula Beach Bar, güzel bir seçimmiş. Plajda yeterince şezlong şemsiye vardı ancak yeterinceden biraz daha fazla kişi sayısı beklemeye yol açacaktı. Üstünde mayo, önünde deniz varsa, gerisi teferruattır diyerek suya atladık. Girişteki küçük çakıl taşlarını saymazsak deniz tamamen kumdu. Sıcaklığı ise tam benlik. Ne soğuk ne sıcak. Yüz, yemek ye, yüz, kahve iç, yüz, kitap oku, şekerleme yap yüz şeklinde beş saate yakın plajda kaldık. Kitap oku ve şekerleme yap kısmında artık şezlongumuza da yerleşmiştik tahmin edileceği gibi. Yunanistan, bu kurla, benim için pek ucuz sayılmaz artık. Bodrum ve Çeşme beachlerinde tatil yapma ve para harcama alışkanlığım yok neticede. Belediyenin çay bahçesinde beş liraya çay içen insanım şunun şurasında. Alkol desen öyle su gibi akıp gitmez soframda. Ne demeye gidiyorsun, arkadaşım diye soracak olursan...
Benim gitmeyi tercih etme sebebim, değişim ve rutinin dışına çıkma ihtiyacı. Belirli bir şeyi özlemek. Her şeyi istemekle belirli bir şeyi özlemek arasında fark var. Yani dünyaları fethetmek değil arzum. (Görmek istediğim çok yer var ama seyahatin kendisini bir haz alma ve tüketim nesnesine de dönüştürmek istemiyorum) Nedir bu belirli özlenen? Anlatayım.
Yavaşlık ve keyif. Mekanların fiyat politikasındaki şeffaflık, kazıklanmayacağına, kaliteye dair duyduğun güven. Yavaş hazırlanan ama leziz yemekler... Birbirleriyle bol bol sohbet eden insanları görmek... Daha sakin ve gürültüsüz plajlar... Hoş, Nula'daki DJ bu sakinlik ihtiyacıyla çatışıyordu ama sakinlikten kastım yalnızca plajda bangır bangır müzik çalmaması değil. Ne bileyim, gürültü yapan, bağıran çağıran anne bak diye böğüren çocukların da olmaması. Yunan plajlarını biz de epeyce doldurduğumuza göre bizim çocuklar da oraya gidince ortama ve etrafa uyuyor demek ki... Çevre değiştirmek iyidir neticede. Etrafı daha çok gözlemlersin. İlgini çekecek şeyleri fark etmeye, yakalamaya çalışırsın. Burada olsa sabırsızlık göstereceğin konularda sakin ve odaklı kalmanı bile sağlar, bir yerin turisti olmak.
Bir yerin turisti olmak, kısaca tüm duyularını keskinleştirir. Almaya, deneyimlemeye açık hâle gelirsin. Özlediğin şeyleri yapmak istersin. Arzu nesnesinin (burada Yunanistan oluyor) her an elinin altında olmaması, bu deneyimi daha özel ve doyumlu kıldığından kendini bir şeylere ulaşmış hissetmek gibi bir ödülü de vardır bu gidişin. Ödül insan bünyesine iyi gelir. Neyi ödül olarak algılıyor ve sakince, keyiflice yapıyorsak oradan bir doyum çıktığını söylersem bana katılırsınız muhtemelen. Dolayısıyla deniz aynı deniz, yüzmek aynı suyun içinde yapılan eylem olmaktan çıkar ve bütün plaj seni hoşnut etmek için hizalanır. Kızın yüzen bir yosun topağıyla oynar, ona isimler takarsınız. Dalgalar sizi güldürmek için yükselir, alçalır. Dünyanın en harikulada taşları (bütün taşlar güzeldir ne de olsa) plajda ayaklarınızın dibindedir. Bir sürahi huzur üzerinden dökülmüş gibi gevşek, rahat bakınırsınız etrafa. Fotoğraf kareleri yakalamak için ava çıkarsınız sonra. Dikkatinizi bir tabela çeker. Bir sahil gurusu mottosunu paylaşmıştır tüm dünyayla. Haksız da sayılmaz.
"Wet more, worry less"
That's the deal
Ne şanslısın böyle bir yere günübirlik gidebilecek olmakla :) Yavaş yaşam benim de aşırı sevdiğim, çok da güxel uyum sağladığım bir yaşam biçimi fakat çocuklarım yanımda olunca, bilmem neden yaşlarından ve dolayısıyla enerjilerinden mi, akdenix kanlarından mı, yoksa benim yetersix anneliğimle sürekli bir talepkarlık içinde olduklarından mı, kesinlikle yavaş yaşayamıyorum.. Sürekli bir devinim ve geç kalmışlık hissi, sürekli talep ve sorumluluk.. Öyle öxlemişim ki yaxın bile yavaş bir tatil oldu bana :) Ne iyi etmişsin, nicelerine inşallah....
YanıtlaSilYazının sana böyle hissettirmesine çok sevindim. İki çocuğa annelik yapmak kolay değil. Şimdilik olduğu kadar, sonra kim tutar seni ☺️
Sil