14 Mart 2019 Perşembe

NASIL YAZIYORLAR? (15)

Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum.
Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. İşte on beşincisi: Nermin Yıldırım




Gece yazdığım dönemler oldu. Uykusuzluktan mustarip olduğum zamanlarda, uzun süre önce. Bütün şehir kendini ılık, şefkatli bir uykunun kucağına bıraktığında, yazı masamın başına otururdum. Sonra zamanla uyku perileriyle aramda daha dostane bir ilişki kuruldu ve ben de geceleri uyuyup gündüzleri yaşayanlar kervanına katılabildim. Ama günümün büyük kısmını ofiste geçirdiğim için ancak kafamın kazan gibi olduğu akşam saatlerini yazmaya ayırabiliyordum. Bu sınırlandırılmışlıktan rahatsız oluyor; çareyi kimi mecburiyetlerimden çaldığım zamanı yazmaya vakfetmekte arıyordum. Tıpkı senin arabana kapanıp yazışın gibi, yalnız kalabileceğim, kapalı bir kapının ardına sığınabileceğim her yerde şansımı denedim. Her nevi gürültüden dikkati dağılan biri olarak mümkün olduğunca sessiz yerleri tercih etmeye çalışıyordum. Mesela hiçbir zaman kafelerde filan yazabilen biri olmadım. Kahramanım kendini bilmem kaçıncı kattaki bir balkondan aşağı atmak üzereyken yan masadan yükselen bir sakız ya da kahkaha sesi, içimde kendimi balkondan atma isteği uyandırabiliyordu çünkü. Velhasıl, roman yazmak yepyeni bir gerçeklik yaratma çabasıysa, ben içinde bulunduğum hakikatin izlerini taşıyan ve durmaksızın bana hatırlatarak kurmaya çalıştığım yeni dünyaya müdahale eden ortamlarda yazmayı pek beceremedim. Günlük hayatımı ve mecburiyetlerimi yazma eyleminin etrafında pervane edebilir hale geldikten sonra, çalışma sistemim büyük ölçüde değişti. Şimdi nasıl çalıştığımı soracak olursan, en sevdiğim saatler kafamın en ferah olduğu sabah saatleri. Ama günün her saati bir şekilde yazıyorum aslında. Bizzat bilgisayarımın başında olmasam bile kafam hep orada oluyor. Eğer metnin çok içine girdiğim bir dönemdeysem, yolda yürürken, yemek yerken, hatta uyurken, aklım hep romanın bir yerine takılmış oluyor. Çantamda taşıdığım defterlere, cebimdeki minik kâğıtlara, hiç olmadı gazete sayfalarının boş kenarlarına, bilgisayarıma ulaşır ulaşmaz yazmayı planladığım notlar alıp duruyorum. Genellikle evde, Viginia Woolf’un vaktiyle önerdiği gibi kendime ait odamda yazıyorum. Kapımı dışarıdan gelen seslere, becerebildiğim ölçüde başka türlü sorumluluklara kapalı tutuyorum. Bilirsin, kendine ait bir oda metaforu, hem fiziki hem duygusal anlamda çok basit bir istek gibi görünmekle beraber, günlük hayat pratikleri içinde yazmaya niyetlenmiş bir kadın için bazen ulaşılması güç bir lükse bile dönüşebiliyor. Belki sonraki mektuplarımızdan birinde bu konuyu da konuşuruz. Ne dersin?
Tıpkı senin gibi bilgisayarda yazıyorum. İlk gençlik yıllarımda daktiloya gönül verdiğim bir dönem olmuştu ama bilgisayarda yazmanın pratik kolaylıklarıyla tanıştıktan sonra, o romantik yazım makinesiyle yaşadığım tutkulu aşktan çabucak vazgeçtim. İtiraf etmek gerekirse yazarken bencilleşebiliyorum. Ama sadece sorumluluklarımdan değil, kimi konfor ve şefkat ilişkilerinden de istifa ediyorum. Zira bu bencillik kendi rahatımı tesis için değil. O esnada iç huzurumu filan değil, sadece yazının selametini düşünüyorum. Sanırım benim için mühim olan yazarken mutlu olmak değil, yazmak. Hayattan keyif almak için yazmıyorum, yazdığım için keyif alıyorum.

Kaynak: Manchester Mektupları

Manchester Mektupları İngiliz yazar Jenn Ashworth ile Türk yazar Nermin Yıldırım arasında gerçekleşen çevrimiçi yazışmalar dizisidir. Bu kapsamda yazarlar, çalışmaları, ilham kaynakları, içinde bulundukları sosyal ve politik ortamlar, bunların yaratıcılıklarını nasıl etkilediği vb konularda birbirlerine altışar mektup yazmıştır. Yukarıdaki alıntı Nermin Yıldırım'ın Jenn Ashworth'e yazdığı ilk mektuptandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder