“Annem bu yaptığını görse
bacaklarını ikiye ayırır.”
“Ay çok korktum! Benim annem
seninki gibi değil akıllım. Yemek pişirmeme izin verir, o.”
“Pişirmek mi? Senin yere
döktüğün unla benim annem bir tepsi börek açar. Günah, günah. Paketin yarısını
yerlere dökmüşsün.”
“Amma da abarttın. Bu paket
açıktı zaten.”
“Hiç de bile. Sen açtın
onu.”
“Hadi ya. Bakayım yedeği var
mı? Aooo! Yokmuş. Ne yapacağız?”
“Bana ne kızım. Ben mi
döktüm?”
“Krepleri götürürken iyiydi.
Senin karnın aç diye pişirdim, ben.”
“Krep yapmak senin fikrindi.
Bana hava atmak istedin.”
“Tamam. Bu işte birlikteyiz.
Sen markete git, un al. Ben de mutfağı temizleyeyim. Gider misin?”
“Giderim. Paran var mı?”
“Var da. Bu aptal süpürge
nasıl çalışıyor, anlamadım.”
“Bu süpürgeden bizde de var.
9 numara verdi. Tak fişe. Şu düğmeye bas.”
“Yaşa! Pırıl pırıl oluyor.”
“Tezgâhın üzerini ve
alınlıkları da silelim.”
“Neyle sileceğiz?”
“Banyo dolabının altından
mavi bezle, cif getir.”
“Sen nereden biliyorsun
bizim evdeki bezleri?”
“Okuldan dönünce anneme
yardım ediyorum, bazı.”
“Harçlığım burada. Yeter
mi?”
“Yeter. Üstüne Heygirl bile alırız.”
“Tamam ama önce ben okurum.”
“Nerede kaldın? Aşk olsun, jelatinini de yırtmışsın.”
“Dayanamadım, yolda biraz
okudum. Al un, burada.”
“İki parça şey, elinde
taşısaydın ya. Niye poşet aldın? Annem kızacak şimdi.”
“25 kuruş. Ne olacak. Fişini
atarsın. Olur biter.”
“Dur atma, oraya. Kâğıt
atıkları geri dönüşüme atıyoruz. Market poşetini de çantana sok.”
“Unu yerine kaldıralım.”
“Senin boyun uzun. Şeker
kavanozunun yanına koyar mısın?”
“Hiç iz bırakmadık valla!”
“Baksana bu kadar çalışmak
beni acıktırdı. Biraz daha krep mi yapsak?”
“Olur ama bu sefer ben de
yardım edeceğim. Yoksa ortalığı batırıyorsun.”
“Mikseri uzatsana”
“Boş ver mikseri. Derin bir
kap ver. İki dakikada çatalla çırpayım.”
“Doğru diyorsun. Etrafa
sıçrayan krep hamurlarını silmek ne zormuş. Annenin işi çok ağır.”
“Yoruluyor ama en azından
bir işi var. Köyden geldiğimizde üç ay amcamların yanında aldık. Babam buraya
kapıcı girince havalara uçtuk.”
“Köy güzel mi?”
“Güzel de laf mı? Baharda
bizim oraları gör hele. Keçiler, koyunlar doğurur. Okullar kapanınca sürüyü
alır, yaylaya çıkarız. Keçilerin, koyunların tüyleri uzayınca amcamgiller
hayvanların tüylerini kırkar. Ninem onları eğirir, ip yapar. Çok güzeldir bizim
oralar. Burası gibi değil.”
“Özlüyor musun?”
“Hem de nasıl…”
“Yazın gidecek misin?”
“Annemle babamın çalışması
lazımmış ama babam bizi götürüp bırakacak.”
“Özlemez misin anneni? Ben
hiç ayrılmadım ondan.”
“Özlerim ama yayla çok
güzeldir. Çadırda kalırız orada. Ateşin üstünde koca kazanlarda yemek pişer.”
“Yaylada market var mı?”
“Dağda marketin ne işi var!
Elektrik bile yok.”
“Tabletle nasıl
oynayacaksın? Arkadaşlarınla nasıl konuşacaksın?”
“Tableti, telefonu gözün
görmez orda. Yapacak çok şey vardır. Oğlaklarla, kuzularla oynarız. Dereye
gider balık tutarız. Ninem baharda bostan yapar. Yaz bitmeden salça yaparız.
Biber kurutur, erişte keseriz. Ninem örgü öğretir sonra. Bak bu yeleği ben
ördüm.”
“Hadi ya. Çok güzel. Bana da
öğretir misin?”
“Olur.”
“Ben de karşılığında sana
bir şey öğretirim.”
“Ne biliyorsun?”
“Krep, kısır ve kolay
bonbon.”
“Kolay bonbon ne?”
“Aç ağzını.”
“Sizin evde her zaman tatlı
var.”
“Tabi var. Sizde yok mu?”
“Annem bazen un helvası
kavurur. Reçelli yoğurt yeriz bir de.”
“Hmmm un helvasına
bayılırım.”
“Anneme söylerim. Kavurur.
Sana da bir tabak getiririm.”
“Benim annem de şahane
şinitzel yapar. Almanların en meşhur yemeği.”
“Senin annen gavurmuş.”
“Benim annem gavur değil!
Annesi Alman, babası Türk.”
“Haçlı kolye takıyor. Başı
da açık. Askılı elbiseler de giyiyor.”
“Geç oldu. Gitsene sen
evine.”
“Ben de gidecektim zaten.”
“Sana bonbon yapmayı
öğretmeyeceğim.”
“Hıh! Güzel olsa bari.
Anneme söyleyeyim de helva kavursun. Kokusu ta buraya çıkar. Çatla da patla!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder