27 Nisan 2023 Perşembe

Kan ve Kül Kokuları Altında Yakılan Bir Ağıt: Troyalı Kadınlar




 


                                                                      

Avrupa epik sanatının babası olarak bilinen Homeros, İlyada Destanı'nda Troya Savaşı'nın son on gününü anlatır. Destan, Apollon Tapınağı rahibi Khryses'in yakarışlarıyla başlar. Kızı Khrysesis, Agamemnon'un esiridir. Yaşlı adam "kurtarmalık" teklif eder ancak Agammemnon, Akhaların en büyük komutanı, ganimetsiz kalmak istemez ve yaşlı rahibi huzurundan kovar. Gözü yaşlı rahip, Apollana niyaz eder: 

“Gümüş yaylı tanrım. Oklarınla gözyaşlarımın intikamını al!”

Apollon’un okları dokuz gün boyunca Akhalar’ın üzerine düşer, veba ve ölüm olarak. Ta ki bu yanlıştan dönülene kadar. İlk sahneden itibaren Troya Savaşı’nın yalnızca Akhalar ve Troyalılar arasında geçmediğine tanıklık ederiz. Yunan tanrıları ve tanrıçaları sıklıkla işin içine karışır, savaşın seyrini değiştirir. En nihayetinde savaşı başlatan olay, Paris’in hakemliğinde gerçekleşen bir güzellik yarışmasıdır. Reddedilen Athena ve Hera Akhalar’ı desteklerken altın elmayı kazanan Afrodit, Paris’in ve Troyalılar’ın yanında yer alacaktır. Buna karşın on yıl boyunca ne Troya düşer ne de Akhalar işgalden vazgeçer. Savaşı bitiren koca bir hiledir. Surların önüne bırakılan devasa tahta atı, geri çekilmenin bir işareti, armağanı olarak gören Troyalılar şehrin yakılıp yıkılmasına yol açacak tarihi hatayı yaparlar ve atı kentin surları içine alırlar.

Apollon’un öfkesiyle açılıp Hektor’un defnedilmesiyle biten İlyada bize kentin nasıl yakılıp yıkıldığını, geride kalanları anlatmaz. İlyada daha ziyade bir savaş öyküsüdür çünkü. Savaşın güzelliğini dizelere döker. İlyada, savaşan kahramanların adeta ışıldadığı, silahlara, askerlerin hareketlerindeki estetik güzelliğe duyulan hayranlığın, övgünün bitmediği epik bir şölendir. Buna rağmen satır aralarından barışın ve yaşamın savaştan ve ölümden yeğ olduğu ince ince kendini belli eder. Akhalı komutanların tartışıp savaş meydanına gitmeyi erteledikleri yerlerde savaş bir süreliğine de olsa askıya alınır. Güçlü Akhileus er meydanına en geç inen komutandır, örneğin. Agamemnon ile tartışırken Troyalılar ile bir husumetinin olmadığını söyler. Yaşamın kutsiyetinden dem vurur şu ünlü tiradında:

“Canın yerini hiçbir şey tutamaz dünyada, ne bakımlı İlyon’un, Akhalardan önceki zenginliği, ne de okçu tanrı Apollon’un, taşlı Pytho’da, mermer tapınağında saklı hazineler. Sığırları, besili koyunları yakalar getirirsin, üçayakları, kızıl yeleli atları satın alırsın, ama ne savaşla geri gelir, ne de parayla, dişlerin arasından bir çıktı mı canın.”

Buna karşın savaş sürer, canlar yiter. Kadınların çığlığı daha dolaysızdır, daha keskin. Andromakhe, savaşmaktan yorgun düştüğü için surların içine giren kocası Hektor ile karşılaşınca gözyaşları içinde onu durdurmaya çalışır.

“Ah kocacığım, bu hırs yiyecek seni

yavruna, talihsiz karına acıma yok sende,

dul kalmama, biliyorum, az gün var,

Akhalar üstüne saldırıp öldürecekler seni.

Sensiz kalmaktansa toprak yutsun beni daha iyi.

Benim senden başka dayanağım yok,

Alıp götürdüğü zaman ölüm seni

Yalnız acılar kalacak bana.”

Hektor, yurttaşları savaşırken geride kalmayı gururuna yediremez. Üstelik şehir düşecek olursa karısının esir düşeceğini, kentten çok uzaklara götürüleceğini de iyi bilir. “Köleliğe sürüklenirken çığlığını duymaktansa/ Dağlar gibi toprak örtsün beni daha iyi,” der ve savaşa geri döner. Korkulanın neler getirdiğini bize bir başka tragedya anlatır.

Euripides’in yazdığı Troyalı Kadınlar Troya kentinin düşmesinin ardından yakılan, yıkılan, yenik düşen kentin görünümünü, halkın içine düştüğü ruhsal durumu gözler önüne serer. Erkeklerin yiğitliği, silahların ışıltısı yerine kadınların gözyaşlarını anlatır. Ana metnin bazı kısımları günümüze kadar ulaşamamıştır. Çevirilerde bu boşluklar … ile gösterilmektedir. Buna karşın metinde anlam yitimi söz konusu değildir.

Tragedya, alınışından iki gün sonra Troya harabelerinde başlar. Esir kadınlar çadırların içinde karanlıkta gözyaşı dökmektedirler. Düşmüş kentin kraliçesi Hekabe uyumaktadır. Çadırın üstünde Poseidon ve Athena belirir. Troya yağmalandığı, tanrıların tapınaklarına saygısızlık edildiği için her ikisi de Akhalar’a karşı öfkelidirler. Geri dönüş yolculuğunu zorlaştırmak için ellerinden geleni yapacakları konusunda işbirliği yaparlar ve gözden kaybolurlar. Tragedya Hekabe’nin uyanmasıyla devam eder. Anlatılan savaşın mağlup tarafında yer alan Troyalı kadınların hikâyesidir. Oyun süresince Troyalı kadınlar bir yandan savaş sonrası kimin kölesi olacaklarını, hangi Yunan kentine gideceklerini öğrenmeyi beklerken diğer yandan ölüleri ve yıkılan vatanları için yas tutarlar. Çünkü kadınlar dünyasında savaş ve ardından gelen mağlubiyet, tecavüz, katledilen çocuklar, kölelik ve sonsuz acı çekmekle eşdeğerdir. Hekabe, Kassandra, Andromakhe hatta savaşın başlama sebebi olarak görülen Spartalı Helen gibi soylu kahramanlar sahneye çıkar, kendi trajik hikâyelerini birinci ağızdan anlatırlar. Troya’nın soylu bir aileden gelmeyen ancak aynı kaderi paylaşan kadınlarının temsili ise koro aracılığıyla gerçekleşir. Sosyal statüler değişse de keder ve onları bekleyen akıbet aynıdır. Troyalı kadınlar, kocalarının, oğullarının, babalarının katillerine yatak arkadaşlığı etmek üzere Akha gemilerine doğru yürüyeceklerdir, vatanlarını ve ölülerini artlarında bırakarak. Boreas rüzgârlarının zenginlik getirdiği kent, kan ve kül kokuları altındadır. Her şey tersine dönmüştür. Çocuklar sokaklarda neşeyle oyun oynayamayacaktır, kadınlar İda dağındaki ağaçlardan yapılma tezgâhlarda dokuma yapamayacaktır. Kenti diriltecek, eski ihtişamlı günlerine kavuşturacak tek varis kalmamıştır. Priyamos’un mutluluk ve refah dolu kentinden geriye kalan, kadınların yanık ağıtıdır artık; binlerce yılı aşıp da gelen, gücü bir nebze olsun eksilmeyen.

Troyalı Kadınlar

Euripides

Tragedya

* Bu yazı ilk kez TDBD 202. sayıda yayımlanmıştır. 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder