3 Nisan 2023 Pazartesi

Kayahan Demir ile söyleşi*

Mart ayında boş durmadım sevgili okur. Parşömen Edebiyat çocuk edebiyatı köşesi için Kayahan Demir ile yaptığımız söyleşi, mart ayı verimlerinden. İçinde yazmaya dair hoş ipuçları var. Keyifli okumalar... 

                           "Polisiye edebiyatın matematiğidir"



Genellikle tarihi mekânların, sembol binaların, eserlerin, geçmişte yaşamış ünlü kimselerin de kurguya dâhil edildiği polisiye ve korku romanları, eğlenceli bilmeceler, matematik fıkraları yazıyorsunuz. Bahsi geçen türlerde çocuklar için verilen ürünlerin daha az olduğunu görüyoruz. Sizi bu alanlara iten, buradan yazmaya teşvik eden unsurlar neydi?

 

Aslında zamanında eksikliğini hissettiğim her şey... Ben polisiye okumaya ortaokul yıllarında başladım. Agatha Christie kitaplarıyla... O dönem keşke Agatha Christie’nin bir kitabı Türkiye’de, mesela İstanbul’da geçseydi diye düşünürdüm hep. O zamanlar polisiye türünde bizim kültürümüzü, şehirlerimizi, insanlarımızı anlatan kitap yok gibi bir şeydi. Haliyle görmediğiniz, bilmediğiniz kültürler, yaşantılar sizi tam olarak içine çekemiyordu. İnsan bazen okuduğu kitaplarda kendini evinde gibi hissetmek istiyor sanırım. Şu anda ben tam olarak bunu yapıyorum aslında. Benim yıllar önce duyduğum bu eksikliği özellikle ortaokul seviyesindeki genç okurlarım duymasın istiyorum. Kitaplarımı okurken aynı zamanda kendilerini evlerinde gibi hissetsinler.

Bir de özellikle analitik zeka ve hayal gücünün gelişimi için en verimli yaşlar ortaokul dönemine tekabül ediyor. Polisiye edebiyatın hem analitik zekâya hem de hayal gücüne çok ciddi katkıları var. Bilimsel bir gerçek bu... O sebeple ben polisiyenin özellikle ortaokul seviyesindeki çocuk ve gençlere okutulması gerektiğini düşünürüm. Ancak her polisiye kitap o yaş seviyesi için uygun olmayabiliyor. Kitaplarımda kullandığım kelimelerden tutun, şiddet sahnelerine kadar hassas olmamın en büyük sebebi de bu... İlk önce geleceğimiz olan gençlerimizin bu türü okumasını istiyorum. Yetişkinler zaten istedikleri her türden kitabı okuyabiliyorlar. Ki benim yediden yetmişe farklı yaş skalasında okurlarım var ve bu beni çok mutlu ediyor.

 

Son romanınız “Pera Palas’ta Onbir Gece”de Pera Palas Oteli anlatının merkezinde yer alıyor ve yalnızca bir mekân olmanın ötesine geçerek kahramanlaşıyor. Pera Palas’ın sizin hayatınızdaki yeri, önemi nedir?

 

Ruhu olduğuna inandığım Pera Palas’ın kalbimdeki yeri her zaman farklı olmuştur. Zira Pera Palas benim çocukluğum, ilk gençliğim... Hayatımın önemli bir bölümünde benim en büyük kahramanlarımdan... Bir yer, bir yapı kahraman olabilir mi? Benim için tam olarak öyle... Doğduğum, büyüdüğüm ve hala ikamet ettiğim evime dört beş dakika yürüme mesafesindedir Pera Palas. Çocukken ve öğrencilik yıllarımda önünden kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum bile. Sonrasında uzun bir süre restorasyonu yapıldığı için kapalı kaldı. Tekrardan açıldığındaysa bir otelden ziyade Beyoğlu’nun kültür merkezi haline geldi. Buraya boşuna Beyoğlu’nun incisi denmiyor. Özellikle edebiyat buluşmaları kapsamında birçok etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. Hatta tüm Avrupa’da organize edilen Kara Hafta Festivali her yıl Pera Palas’ta yapılır. İstanbul Kara Hafta Festivali, polisiye yazarlarını tek bir platformda buluşturan uluslararası bir organizasyondur. Hatta ben de üç dört yıl önce bu organizasyona konuşmacı yazar olarak katılmıştım. Tüm Avrupa’dan gelen yerli yabancı polisiye yazarlarla polisiye edebiyatı üzerine sohbet etmek harika bir duyguydu. Keza ‘Pera Palas’ta Gölge Oyunu’ kitabını bu organizasyondan esinlenerek kaleme almıştım.

Ama Pera Palas’ı sevmemin bir sebebi daha var. Az önce ortaokul yıllarımda bana polisiyeyi sevdiren yazardan bahsetmiştim: Agatha Christie... Bilen bilir, onun da Pera Palas’ta bir odası var. Ne zaman Türkiye’ye gelse Pera Palas’ta 411 numaralı odada kaldığı rivayet edilir. Son kitabım ‘Pera Palas’ta On Bir Gece’de Agatha Christie’nin bu gizemli hikayesini anlatıyorum. O 1926’daki meşhur kayıp on bir gününü...

Anlayacağınız Pera Palas’ı sevmem için o kadar çok sebebim var ki! Pera Palas’la ilgili yazdığım kitaplar da bu kıymetli otele karşı bir nevi vefa borcumdur.

 

Kitapta gerçek bir cinayet işleniyor, polisiyenin olmazsa olmaz sorusu “Katil kim?”in peşine de düşülüyor. Bunun yanı sıra romanın geneline yayılan, okura sık sık hatırlatılan bir başka cinayet türü daha var: “En büyük cinayet, bir insanın mutluluğunu ve hayallerini öldürmektir.” Roman bize bu cinayetin her zaman dışarıdan gelmediğini, kişinin bazen kendi hayallerinin de katili olabileceğini gösteriyor. Adeta okura “Ne cinayet işle ne de intihar et,” diyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

 

Bir insanın kendisine yaptığı kötülüğü başka hiç kimse yapamaz. Daha önce yaşadığımız acı tecrübeler, çevremizdeki insanların olumsuz yorumları, özgüven eksikliğimiz ve korkularımız içimizdeki yeteneklerin özgür kalmasını engelliyor. Birçok yetenek emin olun, sırf bu sebeplerle gün yüzüne dahi çıkmadan yok oluyor. Farkında olmadan kendi hayallerimize, mutluluklarımıza suikastlar düzenliyoruz. Veya çevremizdeki insanların hayallerimizi çalmalarına izin veriyoruz. Aslında bize, hepimize doğuştan verilen bir yetenek var: Hayal gücü... Bu yeteneği zamanla farkında olmadan yitiriyoruz. İşte hayallerimiz, mutluluklarımız da bu yeteneğimizle birlikte yok oluyor. Sonra bir bakıyoruz ki, istemediğimiz mesleklerde, kasvetli şehirlerde ve sevmediğimiz insanların arasında buluyoruz kendimizi. Kendi mutsuzluğumuzu tıpkı bir salgın hastalık gibi diğer insanlara da bulaştırıyoruz. İşte mutsuz toplumlar bu şekilde ortaya çıkıyor. Başta önemsiz sayılabilecek küçük bir kelebek etkisiyle...

Polisiyeyi sevmenin bir sebebi de bu aslında. Cinayet kavramını daha geniş ele alabilmeyi, olaylara farklı açılardan bakabilmeyi sağlıyor. Cinayet, sadece bir insanın öldürülmesi demek değildir. Hayvan, doğa katliamları ya da kendi hayallerimize karşı hunharca yaptığımız eylemler de cinayete giriyor. Sadece bu cinayetlerin yasalarda bir karşılığı yok, hepsi bu.

 

Elbette her tür için kurgu, yapıyı ayakta tutan bir iskelet sistemi gibi vazife görür ancak polisiye roman söz konusu olduğunda işin matematiği, okuru merakta bırakacak unsurların azar azar verilmesi, yanıtların ustalıkla geciktirilmesi, anlatıda nesnelerin, ayrıntıların yerleşeceği yerler çok daha önem kazanıyor. Lisans eğitiminizin matematik ve astronomi üzerine olması sizin için işleri ne ölçüde kolaylaştırıyor?

 

Büyük ölçüde kolaylaştırıyor. Hatta size şöyle söyleyeyim, eğer ben ortaokul yıllarımda polisiye okumasaydım muhtemelen üniversitede matematik eğitimi almazdım. Bana göre, polisiye edebiyatın matematiğidir. Genellikle matematik dediğimizde insanların aklına sayılar ve sıkıcı formüller geliyor. Oysa matematiğin olmazsa olmaz önemli bir alt dalı var: Mantık. Evet, aslında biz polisiye yazarları kitap yazarken aynı zamanda bir mantık sorusu da hazırlıyoruz. Yanıtını okurdan almak istediğimiz, cevap anahtarının kitabın sonunda olduğu bir eser... İpuçlarını tamamen mantık doğrultusunda doğru bir şekilde vermek polisiyenin altın kuralıdır. Eğer siz ipuçlarını doğru bir şekilde verirseniz, polisiye okuru analitik zekâsını da kullanarak katili dedektiften önce yakalayabilir. Ama bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor. Zira polisiye okuru çok zekidir. Yaptığınız en ufak bir mantık hatasında faturayı haklı olarak size, yani polisiye yazarına kesecektir.

Ben matematik bölümünde okurken bir dersimde dahi hesap makinesi kullandığımı hatırlamam! Tuhaf değil mi? Çünkü akademik matematikte mantık vardır, analiz vardır, teoremler ve ispatlar vardır. Yani işin özünde analitik zekâ vardır. Üniversite yıllarında edindiğim bu yetenek şu anda polisiye yazarlığı kariyerimde çok işime yarıyor. Aynı şekilde başka bir sayısal branş olan astronomi bölümü de bu konuda bana çok şey katmıştır. Oralardan edindiğim bilgilerle kitaplarımda matematiğin, astronominin eğlenceli taraflarını gösteriyorum aslında. Ama bu aramızda kalsın, zira birçok polisiye okuru matematiğin ve mantığın kurguda saklı olduğunu bilmiyor. Onlar sadece eğlenceli, heyecan verici bir roman okuduklarını zannediyorlar.

 

Çocuklar kendileri için yazılan kitaplarda, daha çok sahicilik arıyor, yetişkin muamelesi görmek istiyor. Oysa yazarlar kimi zaman kahramanları, arkadaş çevrelerini, içinde yaşadıkları aileleri fazla idealize edebiliyor. Kahraman bir çatışma yaşasa dahi anlatı boyunca onu hemen her şeyin çok steril olduğu bir atmosfer içinde izliyoruz. Sizin romanlarınız böyle değil. Cinayet, kan, entrika mevcut. Bu konuda çocuklardan aldığınız geri bildirimi merak ediyorum. Ne düşünüyorlar?

 

Hayatın bazı gerçekleri vardır ve edebiyat bu gerçekleri yansıtmada iyi bir ayna görevi görür. Hayatı sürekli toz pembe gibi gösterirsek bu durum belirli bir zamandan sonra bilinçli okur tarafından da yapay görünecektir. Polisiye hayatın gerçeklerini ve toplumsal sorunları yansıtmada mahir bir tür... Özellikle de insanın karanlık taraflarını çok güzel fısıldıyor yine biz insanların kulaklarına... Aslında bize bizi anlatıyor desek yalan olmaz sanırım. İkinci Dünya Savaşı’nda insanın insana verdiği zararı bizzat gözleriyle gören insan, polisiyeyi sevmeye başladı. Önceleri polisiye çok da sevilen, değer gören bir tür değildi aslında. Ama artık günümüz insanları kendisini tüm gerçekliğiyle anlatan eserlere yöneliyor ve bu çok normal bir durum.

Tabii çocuk edebiyatında bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Polisiyenin genellikle çocuklara tavsiye edilmemesinin en büyük sebebi cinayet, kan ve entrikanın açık bir şekilde verilmesidir. Ben kitaplarımda bu noktaya dikkat etmeye çalışıyorum. Evet, bir polisiye kitapta cinayet, kan olması gayet normal. Ama bunu daha küçük yaştaki okurlarımın psikolojilerini de düşünerek kaleme alıyorum. Genellikle ben cinayet romanlarının biraz daha analiz ve çözümleme kısmıyla ilgiliyim. Yani Agatha Christie’nin de söylediği gibi küçük gri hücrelerimizi ne kadar çalıştırabildiğimizle ilgileniyorum. Kitaplarımın her yaştan okura hitap etmesinin sebebi de bu aslında ve genç okurlarımdan her gün çok güzel dönüşler alıyorum. Sadece genç okurlarımdan da değil, bilinçli öğretmenlerimiz, anne ve babalarımızdan da harika yorumlar geliyor, çok mutlu oluyorum. Tek sorun bir kitabı okuduktan hemen sonra yenisini beklemeleri... Polisiyenin böyle ağızda tat bırakma gibi bir huyu var. Bir kere o lezzeti aldınız mı, sürekli devamının gelmesini istiyorsunuz. Ben de kalemimin mürekkebi yettiği müddetçe sevgili okurlarımın bu kıymetli taleplerini karşılamaya çalışacağım.

 

Her yazar, kalem oynattığı türün iyi örneklerinin de sıkı bir okuru öncelikle. Siz bu türe emek verirken hangi yazarlardan beslendiniz, kimleri kendinize örnek aldınız?

 

Kesinlikle öyle. Bana göre kendi alanımızla ilgili bir yazıyorsak üç okumalıyız. Ben de polisiye yazarlığımın yanı sıra iyi, sıkı bir okur olduğuma inanıyorum.

İlk olarak bana bu türü sevdiren Polisiyenin Kraliçesi Agatha Christie’yi söylemek isterim. Birçok kitabını birkaç kez okuyan sıkı bir hayranı olarak ondan ve kitaplarından çok şey öğrendim. Zekasına hayran olduğum bir yazar ve muhtemelen bugün yaşasaydı birçok polisiye yazarı işsiz kalırdı! Salt polisiyede açık ara favorim diyebilirim. Benzer şekilde Sir Arthur Conan Doyle’u da bu listeye ekleyebiliriz. Meşhur Sherlock Holmes serisiyle salt polisiyenin mihenk taşı haline geldi. Ki gururla söylemeliyim ki, Sherlock Holmes külliyatını da ortaokul yıllarımda okumuştum.

Günümüz çağdaş polisiye yazarları arasında Grange ve Tess Gerritsen’ın kalemini beğeniyorum. Bilim ve teknolojiyi çok başarılı bir şekilde polisiyeye enjekte ediyorlar.

 

Okurlarınızın yakından tanıdığı dedektif Milas, Şifreli Dosyalar ekibi, tatsız espriler kralı Engin Ar bugünlerde neler yapıyor? Onları yeni bir maceranın içinde görecek miyiz?

 

Şu sıralar bizim Dedektif Milas’la Engin Ar’ın keyfine diyecek yok! Çünkü biraz karışık ama bol sürprizli, bol entrikalı yeni bir cinayet olayını çözdüler. O kadar yeni ki, henüz dumanı üstünde desem yeridir. Ama sevgili okurlarımın bu yeni maceraya şahit olması için biraz daha sabırlı olması gerekecek. Umuyorum ki, yazım sürecini yeni tamamladığım kitabım en kısa sürede değerli okurlarımla buluşur. Zira Dedektif Milas, henüz yeni çözdüğü bu cinayet olayını genç ve genç ruhlu hayranlarına anlatmak için sabırsızlanıyor.


* Bu söyleşi ilk kez 17 Mart 2023'te Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır. 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder