28 Mart 2025 Cuma

Bir günlükleri: 28 Mart

Pek çok blogger için bir aylık döngü tamamlandı. Bugün "Bir Günlükleri" bitiyor. 28 Şubat'ta başlayıp 28 Mart'a uzanan koca bir yazma serüveni. Ben ipin ucunu 1 Mart'ta tuttuğum için ay sonuna kadar yazacağım. Ne kaldı şunun şurasında. 

Bu sabah kontrole gittim. Kendi arabamı kullanarak. Dışarıdan dikişler alındı. Yara yerlerinde sıkıntı yoktu zaten. Ultrasonda da her şeyin yolunda olduğu müjdesini aldım. Çıkışta iki arkadaşımı aradım. Biriyle Kepez sahilde buluştuk. Tost ve çayla kahvaltı yaptık. Diğeriyle merkezde buluşup yeni açılan bir kafede kahve içtik. 

O yerde eskiden bir kuaför vardı. Sahibi medikal ayak bakımı da yapan tatlı bir kadındı. Pek çok kuaförün aksine tek çalışıyordu. Salonun adı Tayeçe idi. İlk kez duyduğum kelimenin anlamının soylu kadın olduğunu da ondan öğrenmiştim. Salonda asılı açık öğretim sosyoloji diploması, kelime seçiminin nedenini açıklıyordu. Topuklarımın epeyce çatladığı bir dönemde iki seans gitmiştim. Memnun kalınca anneme de önermiştim. Bir gün orada bir köy öğretmeniyle de tanışmıştık. Okul için kitap bağışı yapmaktan bahsetmiş, iş yerimden alabileceğini söylemiştim. Kitap ayırmak dert değil çünkü. Asıl ulaştırmak mesele. Bir daha yolum düşmedi oraya. Kitaplar da artık başka okula. Günün birinde. Geçenlerde tadilatı görünce fark ettim salonun kapandığını. Salonu başka yere mi taşıdı, temelli kapatıp emekli mi oldu bilmiyorum. Yüksek giriş dairenin önündeki küçük veranda, yanı, balkon altları, önündeki küçük alan, içerisi, dışarısı her bilime masa sığdırmışlar. Merkezi de yer. Yakında iğne atsan yere düşmez hâle gelir. Bir sade kahve içip kalktım. Evde dinlendim. Yemek yedim ve işe gittim. Ufak tefek işler gördüm. Eve geldim. Sani'şimle hasret giderdik. Ergenin aksine o ilgiyi seviyor. Ben muhabbetle konuştum. O bacaklarıma süründü. Buzdolabından yoğurdu kaptı. Kendime basit, hızlı bir yemek de hazırladım. Sıkı durun. Tarif geliyor. Noodle haşlandı. Mısırlı ton balıklı karışımla harman edildi. Bir çatal ve kaşık marifetiyle yendi. 

Netflix açtım ama ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Bugün sosyal medyada halimden haber verdiğim ileriye gelen yorumları, mesajları yanıtlıyorum yavaş yavaş. Cevapsız aramalara dönüyorum. Bir yandan da bu satırları yazıyorum. 

Sani gezdi, geldi. Ayak ucumda kıvrılmış uyuyor. Şimdi bacağımı uzatınca bir patisini attı üzerime. Sarmaş dolaş saadet içerisindeyiz anlayacağınız. 

Ne diyelim o zaman. Sarıp sarmalayanınız bol olsun. 

27 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 27 Mart

Günlerdir bacaklarımın ağrısından şikayet edince bugün varis çorabı giymeye karar verdim. Bacakları sarkıtıp güne başlamadan giydim sıkıcasarankandolaşımınırahatlatanumuyorumkiağrımıazaltacak olan çorapları. Uyandığımı fark eden Sani başladı konuşmaya. Mır da mır. Günaydın dedim, bekle kalkıyorum dedim. Banyoda buluştuk. Baktım kuyruğun altında bir karartı. Et beni olacak hali yok. Poposunda kene, salına, sallana geziyor, mama istiyor. Obur şey. 

Aldım elime preseli, tuttum kuyruğu, tam çekip alacağım, pırr. Kuş olsa daha hızlı kanat çırpıp uzaklaşamaz. Dört, beş başarısız denemenin ardından ıslak mama ve takabildiğim boyunluk sayesinde preselle çekip aldım. Sabah sabah macera! 

Kahvaltı, ardından iş. İki küçük prova. Anneme geldim. Akşam üstü göreceğim iki hastaya kadar burada dinleniyorum. Yemek yedim. Bir çocuk öyküsü yazmaya başladım. Yaklaşık üç sayfalık bir ilk taslak var şimdi elimde. Gerisi yeniden yazmak, biçimlendirmek, ahenk sağlamak. Kaba temizlik, ince işçilik. 

Gözlerim kapanıyor. Bir şekerleme istiyor bedenim. Ya onu dinleyeceğim. On, on beş dakika onu rahatlatacağım. Ya da kalkıp bir kahve içip uyaracağım. Makul olan bedene kulak vermek. Gün içinde dinleme fırsatı varken. 

Kısa bir merhaba, bana ufak bir mola. 

Yarın görüşmek üzere. 


26 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 26 Mart

Ayın sonu yaklaşıyor. Bu ay, en çok bu günlükler elimden tuttu. Ameliyat korkumu yatıştırdı. Sonrasında sıkıntımı an be an paylaşabileceğim bir alan sağladı. Gelen yorumlar destek oldu, güç verdi. Ve ilk kez ayda 8 yazı sınırının dışına çıktım. Pek hoşuma gitti bu keyfi genişleme. Her gün azar azar yazma, selamlaşma, diğer günlükçülerle paslasma... Keyifli, verimli şekilde girdim bahara. 

Dün ilk kez muayenehaneye gittim. Ufak tefek işler yaptım. Muayene çoğunlukla. Araya üç, dört saat mola koydum. Anneme yürüdüm. Geceliğimi giydim. Yemek yedim. Uzattım ayaklarımı kucağına. Bir de üstüne masaj yaptırdım. Oh mis! Yaşın kaç olursa olsun, annenin yanında çocuksun işte. 

Akşam arkadaşım beni muayenehaneden aldı. Birlikte eve gittik. Beni baş köşeye oturttu. Kızımla beraber bulaşık makinesini boşalttılar, yemeği ısıttılar. Salata yaptılar. Sofra kurdular. "Televizyon mu, sohbet mi?" anketinden sohbet çıktı. Arka fonda müzik. Hem yemek yedik, hem sohbet ettik. Sofra kaldırıldı. Kirliler yerleştirildi. Ben bitki çayı içtim, onlar birer bardak filtre kahve. 

Konu döndü dolaştı mezuniyete geldi. Kızım yirmili yaşlarımdan iki elbiseyi denedi. Boykot çağrısı üzerine ona da anlamlı geldi bu fikir. İlki, siyah, ince askılı, hafif yırtmaçlı zarif bir elbise. Üzerine ince siyah, ışıltılı şeritler işli. İşlemeler bel bölgesinde yoğunlaşıyor. Bağdat Caddesinde bir butikten almıştım. Bir nişanda giymek için. Kızıma da cuk oturdu. Çok da yakıştı. Diğeri üniversite mezuniyet balomdan kalma. Askılı, uzun siyah bir elbise. Sırtında çok hoş bir dekolte var. Açık sırta, üç sıra çapraz ip hareket veriyor. Bu elbise de yakıştı kızıma. Göğüs kısmı tam oturmadı, bol kaldı. Bir terzi eli değerse o da cuk diye oturacak. Kızımın defilesini sevgiyle izledik. Arkadaşım çok eski çünkü. Yeni mezun olduğum yıllarda bir erkek arkadaşım tanıştırmıştı. Biz ayrıldık ama arkadaşım ve eşiyle hiç kopmadık. İstanbul'dan sonra Çanakkale'de de beraberliğe devam. İyi günde, kötü günde. Doğumlar, hastalıklar, kutlamalar... İki güzel evladın büyümesi... 

Benim çok büyük kalabalıklarım yoktur ama arkadaşlıklarım uzun sürelidir. Yenilerine de yer açarım elbette ama yirmi yıllık, otuz yıllık arkadaşım da vardır. Bu da güven, uyum, samimiyet, kolaylık gibi pek çok konforu da beraberinde getiriyor. Büyük rahatlık doğrusu. Birbirinde sevgin, özenin, zamanın birikiyor çünkü yıllar içinde. 

Dün gece banyo yaptım. Ah bir de üzerine mışıl mışıl uyusaydım.  Şahane olurdu valla. Yataktan yumuşacık, dinlenmiş çıkardım. Oysa tüm gece sırtımda odun taşımış gibiyim. Deliksiz bir uyku çekmeye, dinlenmiş uyanmaya özlemim var. Yatsam bir masörün önüne. Kokulu yağlar eşliğinde bedenimi yoğursa, gevşesem, içim geçse ve uyusam sonra. 

Sabah sabah uykuya hasret satırlar, güne hazırlanmaktan ziyade yatağa çağırıyor insanı. Ama gözü açıldıktan sonra, yeniden uyuyanlardan değilim. En iyisi kalkıp çay demlemek. 


25 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 25 Mart

Sabah Sani'nin sesleriyle başladı. 

Şeker şey şırıl mırıl mırıldandı, miyavladı. 

Telefonda terapötik talimatlarla gevşemeye çalışırken ben. 

Uyanığım, uyanık, uyanmış, uzaklaştı sesler

Üstümde, üzerimde üff dedirten bir ağırlık ve gergin kaslar

Varis var veya huzursuz bacak

Yangı, yangın yara yerlerim hâlâ

Zayıfladıkça zararı, zevk almak kolaylaşıyor

Ansızın, aniden, ağırlaştı zaman

Bekle, bugün burada diyor

Canımda, ciğerimde cam kırıkları

Çile, çaba, çare dönüyor, dönüşüyor

Deniz dilimde değerli en değerli iki hece

Evde evladım en büyük yardımcımken

Fırtına, feryat figan sokaklar

Geri geldi Gezi ruhu

Heyecan, halay, hayret ile yapıştık ekranlara

Islak, ışıltılı, ırak sokaklar taşıyor umudu

İçeri, içeriye, içindeyken

Jale, Jankat, Jandarma 

Kalkan, kılıf, koruma

Limon, Lacan, Lavanta

Milyonlar metroda, metro metro olalı görmedi böyle kalabalık

Nerede, nasıl, neden ve ne zaman? 

Orada, oluyor, o zaman, bu zaman

Öpüyor, öksürüyor, ölüyor

Paraya, patriyarkaya, partilere karşı duranların karşında dev bir 

Rende, rendeliyor, rendeliyor, tırpanlıyor

Sessizlikten sonra ses veriyor milyonlar yine de, yine de. Sen de katıl. 

Şaşırma! Susma! Renklen! Pusma! Öpüş! Oturma! Neşelen! Meraklan! Lanetle! Kalk! Jetgibi! İlerle! Işılda! Heyecanlan! Gör! Fısılda! Ezme! Delirme! Çabala! Cesaretle! Bak! Anla!

Not: Bugünkü yazı da böyle çıktı. Bir çırpıda. Oyunsu bir yanı da var. S ile başladı alfabe, 3 kez yineledi aynı harf en az, her bir satır yeni bir harfle başladı. Başa dönünce geri sayım başladı. 

"İçinde oyun olmayan hiçbir şey yapma."

24 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 24 Mart

Bahar geldi ve kene sezonu açıldı. Sani dışarı çıkıp çayır çimen geze geze eve dönüyor. İç dış paraziti düzenli yapılıyor. Bu sayede kene cildinden içeri girmiyor ama ben bit ayıklayan anne maymun gibi üzerinden bir, iki kene topluyorum her gün. Alıştım artık. Panik yok. Eve girer girmez güvenlikçi gibi çöküyorum ensesine. Postu bir güzel kontrol ediyorum. İşaret ve baş parmağım bir kıskanç, bir pense adeta. Üzerinden alıyorum. Yallah lavaboya. Üzerine musluğu açıyorum. Sel suyuna kapılıp gidiyor. Böyle yazınca kendimi kötülük hissettim ama haşerelerle mücadele diye bir gündemi var insanın. 

                                                                                 *

Bu yazıda parçaları bir araya getirmek için çaba harcamayacağım. Bilinç s.çışı, bu dağınıklığa, gelişi güzelliğe akışı demek ayıp kaçar. Haddimi de bilirim. 

Sabah rutinleri gerçekleşti. Tuvalet, demir hapı, evlatları dışarı sal, kahvaltı... Çalışma masamın üzerindeki dağınıklığı topladım. Kağıtları, kitapları istiflemek, kalemleri kalemliğin içine koymak büyük fark yarattı. Aferin bana. Yazma projesi 101 için bir başka başvuru kitabı daha taşıdım salona. Biraz okudum. Telefonuma ses kaydı aldım. Not tutmanın hızlı yolu. Elimde bir çocuk romanı fikri var. Oleyyyy! 

                                                                                  *

Aslan yattığı yerden belli olurmuş. Çöplüğe döndü salon. Gün içinde salonda yatıyorum. Başucuma dindiğim dört kitabı çalışma odasına taşıdım. Çarşafı düzelttim. Yastıkları, örtüleri hizaladım. Milyon kez arayan ttnet'in çağrısını reddecekken sözleşmenin bittiğini ve son aylarda yüksek tarife ödediğimiz hatırlayıp açtım. Gelen teklifi değerlendirdim. Çocuk öykü dosyaya baktım. Üç ayrı öyküyü birbirine tep ekledim. İki öykü daha yazmayı planlıyorum. Konu fikri yok henüz aklımda. Birkaç kırıntı yalnızca. Üç öyküyü okudum. Düzeltmeleri yaptım. Kaydettim. Biraz uzandım. Dinlendim. Su içtim. Komposto içtim. Bol sıvı almak şart.  

                                                                                  *

Kısa bir çocuk kitabı okudum. Mutluluk Kutusu. Daha önce de okumuştum. Büyükannenin huzur evine gönderilmesi, anne baba ayrılığı, taşınma, annenin piyanosunun satılması, annemin yoğun bir hüzün ve mutsuzluk içine çekilmesi, evin küçük kızının hem kendi mutsuzluğuyla başa çıkma hem de annesine iyi gelme çabalarının anlatıldığı Mutluluk Kutusu Kanadalı yazar Charlotte Gingras'a ait. İncecik bir kitap. Güçlü bir kız ve anne başrolde. Çöküşten, yıkıntıdan çıkışın hikayesi. Baba anneyi iş arkadaşıyla aldatıyor. Çocuk ve anne onları tesadüfen trafikte, arabanın içinde görüyor. Baba evi terk ediyor. Yabancı yazarlar bu konularda bizden daha rahat kalem oynatıyor. Hayatın içinden her tür örneği okura sunuyor. Çünkü hikayeler aynı zamanda duygu eğitimi de sağlıyor. Bizim yayıncılar da çevirip basıyor. Yerli yazarlardan bu tür içerik başvuruları oluyor mu? Yayıncıların yaklaşımı ne oluyor? Merak ettim. Clara'nın babası karısını terk edebilir ve onun akli dengesinden şüphelenebilir, çocuk pekala madem deli olduğunu düşünüyorsun, neden beni onunla yalnız bırakıyorsun diye hesap sorabilir. Peki ya Cansu, Cansu'nun babası? Onların bu deneyimlere izni var mı? Yayıncı, okur, çocuğa kitabı tavsiye eden, alan öğretmen, ebeveyn nezdinde durum nedir? Yaklaşım, yönelim nedir? Merak ettim. Bir öğretmen önerse örneğin hakkında CİMER başvurusu olur mu? Müdüriyete şikayet gider mi? Olmaz diyemeyiz. Öyle değil mi? Sabahtan akşama çocuk yanında tuhaf realite programlarını izleyenler küçüğün ahlakını bozacak örnek teşkil ediyor diye koşa koşa çalabilir bu kapıları. Metnin içinden kopartılan örnek, bağlamından da koptuğu için vereceği mesaja dair ahlakçı yargılarda bulunmak yanlış ve gereksizdir, biliriz ama deneyimleyebiliriz pekâlâ. Al sana sansür, otosansür. 

                                                                                  *

Bugün hava kapalı. Evin içi de soğudu. Tuvaletim geldi. Gözlerim de kapanıyor. İdeal şartları sağlayıp öğle uykusuna yatmak şahane fikir! Tuttum valla. Yapacağım. Bahar ayları, dengenin henüz tutturulmaması demek, mart ayı yarısı kış, yarısı yaz demek. Dengelemek ve mevsim geçişine uyum sağlamak için bir araç da uyku. Hadi müsaitseniz siz de benimle gözlerinizi kapayın ve şekerleme yapın. Tazelenme garantili reçete. Doktordan. 

23 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 23 Mart

Dün gece çok huzursuz geçti. Uykusuzluk, huzursuzluk, ağrı iç içeydi. Tuhaf rüyalar da cabası... Fiziksel rahatsızlık zaten var. Sırtımın, belimin, karnımın ağrısından gerçek anlamda dinlenmeye, gevşemeye, derin bir uykuya hasretim. Benim doğal uyku pozum yan yatmak, bir bacağımı karnıma doğru çekmek, diğerini ise düz uzatmak. Arada dönmek. Karın bölgeme bası gelmesin diye sırt üstü yatmak, uyuyamamak beni çok yordu. Üzerine siyasi iklim, keyfi gözaltılar, tutuklamalar ile hukukun hiçe sayılması hepimizi üzüyor, yoruyor. Bu hallerde girince yatağa uyku da haram oldu. Kalktım, gezindim, bir şeyler dinledim. Salona geldim. Kanepeye uzandım. Bölük pörçük birkaç saat uyudum. 
Bugün dayanışma sandığına gitmeyi istiyordum. Tutukluluk kararını görünce kaçınılmaz oldu. Evde yalnızdım. Çayımı demledim. Menemen yaptım. Peynir, mısır unlu simit. Ağzıma layık pazar kahvaltımı yaptım. Ablamı beklemeye koyuldum. Günlerdir üzerimde pijama var. (Ne nefis bir kıyafet. Yumuşacık, baskı yok.) Giyinmek icap etti. Beli lastikli bir kot giydim önce. İçinde rahat edemeyeceğimi derhal anladım, çıkardım. Beli lastikli penye bir pantolon giydim. Üstüme uzun kollu penye. Eve çıktığımdan beri ilk kez dışarı çıktım. Merdiven yerine rampaya yöneldim. Minik minik adımlarla yürüdüm. Arabaya bindim. Yollar şahaneli olduğu için kıvrım kıvrım kıvrandım. Dayanışma sandığına değil de doğuma gider gibi nefes al, nefes ver şeklinde geçti o birkaç kilometrelik yol. İlgi büyüktü. Kalabalıktı. Ablam ve annem sıraya girdi. Ben bir sandalyede oturdum. 5 sandık olduğu için sıra hızlı ilerliyordu. Kalktım. Yanlarına gittim. Erken çıkmışım dışarı. Çok zorlandım. Sandıktaki görevli adımı yazmam konusunda yardım teklif etti. Nasıl görünüyorsam artık. Adımı yazdım. İmzamı attım. Seçimimi yaptım. Genç, yaşlı, hasta herkes desteğini göstermeye koşmuş. Umutlu şey doğrusu. 
Hazır kordona gelmişken bir kahve içelim, dedik ama ben su koyverdim. Oturmak çok ızdırap verince gerisin geri eve döndük. Karın ağrıma gaz sancısı eşlik ettiği için bitki çayı içmek istedim. Ablamdan adaçayı istedim, bahçede var, dedim. O adaçayı değil, bir çeşit lavanta, dedi. Fark etmez. Her koşulda içilir, dedim. Sıcak suyla demledi. O yaz adaçayı ve lavanta almıştım. Lavanta tutmamıştı. Uzun ince, çiçekli bir de dalı vardı, ben kuruyanın lavanta olduğuna çok emindim yani. Hem çiçek de açmıyor. Bugün kokusu ve tadı karşısında şüpheye düştüm. Epeyce tuttu bu bitki. Belki çiçeğe geç duran bir lavanta cinsidir ya da çiçeksiz bir türü. Bilmiyorum. Anlayacağım. 
Annem ve ablam gittikten sonra yemek yedim. Netflix'te bir film açtım. Hollywood klişesi bir romantik film. İlk sıralardaki önerilerdendi. Cennet Gibi, bir şey adı. Tam da ihtiyaç duyduğum şey. Ansızın karşılaşma, çatışma, tanışma, yardımlaşma ve aşka düşme. İyimser, umutlu. Olaylar San Francisco'da geçiyor. Bir kadın, bir de erkek var. Bu bir fıkrayı anıştırıyor ama neydi bak onu hatırlamıyorum. 
Kızım akşam babasıyla yürüyüşe gitmek için aradı ve izin istedi. Tarihi günler. Heyecanlanıyor ve oradaydım demek istiyor. Anlıyorum onu. İzin de verdim zaten. Bununla beraber kendimi yalnız ve hüzünlü hissettim. Bu tür olaylar, geçmiş travmaları çağırıyor galiba. Kendimi yalnız hissettiğim başka anlar, anılar koştu geldi. Dedim bu iyi değil. Önce bir arkadaşımı, sonra ablamı aradım. Arkadaşım adada, ablam evdeydi. Gelip beni almayı teklif etti. O arada bir başka arkadaşım mesaj attı. Gelmek istediğini söyledi. Müziği açtım. Saçlarımı yıkamadan duş aldım. Pijamamı değiştirdim. Dişlerimi fırçaladım. Yüz kremi sürdüm. Saçlarımı taradım. Topladım. Salondaki yerime kuruldum. Aldım elime telefonu kaldığım yerden yazmaya devam ettim ve burada buluştuk işte. 
Noktayı koyar koymaz arandım. İçimi iyimserlik kapladı. Hak, hukuk, adalet dışında yakınlık, anlayış, destek ve sevgi de arıyoruz, her birimiz. Blogta 1111. kez buluşurken, tüm bu insani ihtiyaçlarımızın karşılandığı güzel günler diliyorum. Nice 1111'lere...


22 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 22 Mart

Bugün bir değişiklik yaptım ve yazma işini erteledim. 

Uykuda geçirdiğim saatlerde büyük bir aydınlanma yaşamadım, ilginç bir rüya görmedim, aynı sabah rutinini satırlara aktarmak istemedim. Dün gece de dizi izlemek dışında bir şey yapmamıştım. Ve evet yataktan zor kalkıyordum. Uyumak zordu. Bla bla... 

Bugün güne değişik başlayacağım arkadaş, dedim. Cumartesi sabahı. Kırk yılda bir evdesin. Keyfini çıkar, dedim. Bir tatil sabahını keyifli kılan nedir? 

İlk sırada deliksiz, uzun bir uykudan kendiliğinden ve dinlenmiş olarak uyanmak gelir bence. İkincisi aileyle güzel bir kahvaltı. Z raporu, samimice: uykum bölündü, illaki, koridorda bir aşağı bir yukarı depar atan bir kedi, kahvaltı yapmayı sevmeyen bir evlat. Sonuç: kediyi saldım, kahvaltıyı yaptım. Kızım ayak üstü birkaç dilim salatalık yedi. Dün annemin katladığı çamaşırları yerli yerine kaldırdı. Sürahi leri doldurdu. Çöp kovalarının kirli poşetlerini aldı, ağzını bağladı, temizlediniz yerleştirdi. Babasının iş yerine gitti. Orada zaman geçirmeyi seviyor. 

Ben de çok temiz olmayan ama derli toplu duran salonla bakıştım. Kendime "Ben bugün ne yapmak istiyorum, neye ihtiyacım var?" diye sordum. İyi de oldu. Duyasım gelmiş. Böylece kendimi dizilerle uyuşturmadan, sosyal medya selinde sürüklenmeden hoşça zaman geçirmek için harekete geçtim. Yardıma ihtiyaç duyduğunuzda kolayca isteyebilir misiniz? Yoksa her şeyi kendim hallederimcilerden misiniz? Ben çok net ikinci gruptanım. Hayatın zorlu evrelerinde genellikle yardımsız o evreyi atlatmaya çalışan, belki de bu yüzden yıllarca gevşemeye fırsat bulamayan bir ben var, benim önümde. Bir git, dedim sabah ona. Telefona sarıldım. 

Bugün bir değişiklik yaptım ve yardım istedim. 

İki arkadaşımı aradım. Birinin evi de yakın. Davet ettim. Yalnızca sohbet etmek için. Üç evladı olmasına, oruç tutmasına ve akşam iftara misafir davet etmesine karşın (son iki koşulu bilmiyordum) kısa sürede atladı, geldi. O gelmeden diğer arkadaşımı da aramıştım. O da geldi. Önce ikimiz, sonra üçümüz, daha sonra ikimiz oturduk. İkinci arkadaşım mutfağı da toparladı, süpürdü. Hem sosyalleşsin, hem desteklendim. Daha ne olsun. Yarım gün böyle geçti. Sonra arkadaşımın getirdiği söğüş dalakla sandviç yaptım. Bitki çayı içtim. Evin içinde yürüdüm. Dizi izledim. Halit Ergenç'in oynadığı Netflix dizisi: Adsız Aşıklar. Hiç fena değil. Tam seyirlik. Yormuyor, üzmüyor, iç karartmıyor. Bundan iyisi Şam'da kayısı. Bu atasözünü doğru kullandığımdan hiç emin değilim ya neyse. 

Annem bamya pişirmiş. Ameliyat sonrası bağırsak aktivitem yavaşladı her nedense. Bu yüzden kuru kayısı almış. Doktor tembihlemişti. Ikınmak, zorlanmak yok. Bağırsak mevzularına da girdim ya burada, inanamıyorum. Edebiyattan, masaldan, ebeveynlikten nerelere geldik! Bugün de böyle olsun.