Bugün cumartesi. Okulların ilk haftası da bitti. Alışma sürecindeyiz hâlâ. Günlerin uzun, sabahların aydınlık, havanın ılık olmasının faydası var. Yataktan kalkmak kolay. Gün ışığının dolmasıyla kolayca uyanıyorum. Karanlık ve soğuk, sıcak yataktan ayrılmayı güçleştiriyor. Yavaş yavaş ritmimizi buluyoruz.
Yeterince erken uyandıysam güne üst bedeni de açan bir yüz yogasıyla başlıyorum. Müziği açıyorum. Kahvaltı hazırlıyoruz el birliğiyle. Bazen çay demliyoruz, bazen kahve... Beslenme çantasını hazırlıyorum. Giyiniyoruz ve çıkıyoruz. Okul yürüme mesafesinde değil ama arabayla trafiğin en sıkışık zamanında 15 dakika sürüyor. Ne zaman çıkacağımızı araştırıyoruz. Minik bir kedi edasıyla, merakla, ilgiyle araştır diyordu, çektiğim bir melek kartı. Günün birinde. Bu oyunsu hâli biliyorum. Kedileri izlediğimden... Onların kaygısız, tasasız, neşeli hâllerinde insanı özendiren bir yan var. Benim gibi gamlı baykuşsan hele, boynunun üstünde taşıdığın kafanın içinde yaşıyorsan bir de... Son yıllarda zihinden bedene inmeye çalışıyorum. Zihin, beden, ruh dedikleri üçlü bir denge istiyor neticede.
Dün İnstagramda gezinirken bir tanıdığın videosuna denk geldim. Yaza veda eğlencesi göbek atmacalı falan. Allahım kullarına neşe saçarken ben neredeydim? Düğün dernek işleri hiç benlik değil. Hele davul zurna sesi, harbiden rahatsız ediyor. Karnımda hissediyorum o tokmakları, sanki benim kafamı dövüyor, güm de güm... Bununla beraber o tür ortamlarda gerçekten eğlenen insanlara da imreniyorum. O yüzden kendi çalma listemde sevdiğim hareketli parçalar da var. Sabah mutfakta iş yaparken açıyorum, kendimi ritme bırakıyorum. İşte onlardan biri:
Bugün cumartesi. İlk hastamın keçisi doğum yapmış. Gecikecekmiş. Canına bir can gelmiş. Ekmek kapısı. Boşluğu değerlendirme benimkisi. Bolca bilinç akışı. Nereye varacağını bilmeden, hesap kitap yapmadan yazmak... Blog yazılarım genellikle böyle çıkıyor zaten. Bazen yakalıyorum bir yerden ipin ucunu, bağlıyorum, bazen de dağınık bırakıyorum.
Bu aralar rüyalarımda hep eskiler var, eski sevgililer, eski arkadaşlar... Geçen gün biriyle yıllar sonra karşılaştığımı görüyorum. Hâl hatır soruyorum. Boyu kısalmış. Mecazi anlamları araştırmak mümkün ama yeri değil şimdi. Ben olabildiğince naziğim. O da öyle karşılık veriyor. Kızımı görünce bir hınç kaplıyor sanki içini. Sonra biraz zehir zemberek. Öyle hakaret falan değil ama bıraktığı tat bu. Şaşırıyorum. Belki içini dökmek iyi gelmiştir. Belki zehrini akıtıyordur o da bu aralar, kendini sağaltıyordur, kim bilir...
Bugün cumartesi. Üçe kadar çalışıyorum. Dörtte söyleşi var. Oraya gideceğim. Troia kazı başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan'ın Yeni Başlayanlar İçin Homeros kitabının söyleşi ve imza günü var. Kitabı almıştım. Okumadım henüz ama Yeni Başlayanlar İçin Troya gayet güzeldi. İnsanın ömrünü Troya'ya, Homeros'a vermesi nasıl bir şey acaba? Antik metinler arasında gezinmek, bir zamanlar öğrenci olarak gittiğin kazı alanının şimdi başkanı olmak... Güzeldir herhalde. Bir tutkunun peşinden gitmek gibi geldi bana. Dışarıdan. Mitoloji, Troya, Homeros ilgimi çeken konular... Ara ara kitaplar alıyor, daha derin okumalar yapmayı hedefliyorum. Çocuklar için yazılmış İlyada ve Odyseia hariç, orijinallerini okumadım daha. Belki oralara da girerim bir gün. Bu ara ÇOMÜ'de Arkeoloji okuma fikri yokluyor. Orayı kazanmak için çalışmam gereken lise dersleri, orada geçireceğim zamanı düşününce duraklıyorum. Bir de düşünüyorum? Bunu neden yapmak istiyorum? Öğrenme hazzı mı? Başarmak mı? Mutlu olmak için hep bir şeyleri başarmalı mıyım mesela? Arkadaşım gibi göbek atarak mutlu olamaz mıyım? Hep ciddi mi durmalıyım şu hayatta? Haytalığa yer yok mu örneğin?
Böyle işte sevgili dostlar... Keçinin doğum yapmasının beni getirdiği yerdeyiz, hep beraber. İyi hafta sonları diliyorum.