27 Haziran 2019 Perşembe

Mevsim Yenice ile söyleşi

"Öykücülüğüm ve Bakış Açım Hep Değişip Dönüşüyor, Tıpkı Kendimin de Dönüştüğü Gibi"



İlk öykü kitabınız Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ile geçtiğimiz haftalarda 2019 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülleri’nde mansiyon ödülünü kazandınız. Akabinde yeni öykü kitabınız Bilinmeyen Sular okurla buluştu. Öncelikle her iki başarı için tebrik ederim. Nasıl hissediyorsunuz?

Çok teşekkür ederim. Her ikisi de hayatımdaki güzel gelişmelerden. Mutlu ve heyecanlı hissediyorum.

Bilinmeyen Sular’a değinmeden önce biraz geriye giderek başlamak isterim. Yazmaya nasıl başladınız? Bu serüven nasıl ve kimlerce desteklendi?

Bir şeyler yazmak ortaokul dönemlerinden bu yana var ancak öykü yazmaya 2014 yılının başında, katıldığım bir yaratıcı yazarlık atölyesinde başladım. Serüvenin başında öyküleri derleyip bir kitap çıkarma fikri yoktu aklımda açıkçası. Süreç kendiliğinden buralara getirdi beni. Etrafımda beni bunun için gönüllendiren ve destekleyen dostlarımın ve ailemin oluşu da şanslı olduğumşeylerden biri tabii.

Lisans eğitiminiz fizik üzerine. Fizik eğitimi almak size neler kattı, sizden neler aldı?

Bunu çok düşündüm; en başından edebiyat okusaydım nasıl olurdu? Sanırım istemezdim. Bunun birkaç sebebi var, edebiyat benim için gerçek dünyadan kaçış yollarından biri, akademik bir sıkıntıya dönüşmesi beni çok üzerdi mesela. Bir diğer güçlü sebep ise, fizik eğitimim bana her şeye başka bir boyutta bakmayı öğretti. O nedenle o savaştan galip çıkabildiğim için kendimi hep kazançlı ve iyi hissederim.

2016 yılından bu yana altZine ve altKitap yayın kurulunda yer alıyorsunuz. Böyle bir ekipte çalışmanın öykücülüğünüze katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?

Böyle bir ekiple çalışmanın yalnızca öykücülüğüme değil, maneviyatıma da bir sürü katkısı oluyor. Ben ekip değil “altdostlar” diyorum zaten kendilerine. Dergi hazırlarken ve her yıl düzenlediğimiz altkitap öykü yarışması öykülerini değerlendirirken birlikte çalışmanın keyfini tekrar tadıyoruz. Bu süreçlerde de birbirimize çok şey kattığımıza inanıyorum. Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim, içinde bulunmaktan en mutlu olduğum oluşumların başındaaltzine ve altkitapgeliyor.

Yazmak, bir yandan da kendini tanıma, merakını harlayan, hayal gücünü besleyen, yazdığın ve yazacağın metinleri şekillendirecek temel meseleleri bulmak demek. O yüzden yazarın asıl yolculuğunun ikinci kitapta başladığını, bu yolun biraz daha zorlu olduğunu söylemek mümkün. Yeni öykü dosyası üzerinde çalışmak sizin için nasıl bir deneyimdi? İlk kitapta aklınızı meşgul eden soruların hangileri sizi takip etti, hangileri elendi? Neler sizi şaşırttı?

İkinci dosyanın başına geçtiğimde içimde bir sürü öykü fikri ve mesele birikmişti. Sonra yazmaya başladıkça ilk kitaptaki ironinin dozunun gitgide azaldığını fark ettim ve okuyucunun ne düşüneceğiyle ilgili bir takım sorular aklımı kurcalamaya başladı. Bunu birkaç dostumla paylaştığımda ve üstüne düşündüğümde, tüm bu kaygılardan sıyrılıp yapmak istediğim şeyi en iyi şekilde yapmaya odaklanmaya karar verdim ve kulaklarımı kapadım. Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ve Bilinmeyen Sular arasında yine benzer meseleler var, bu anlamda birbirinden çok uzağa düşmüş iki kitap diyemem ikisi için ancak benim kendi öykücülüğüm ve bakış açım hep değişiyor dönüşüyor, tıpkı kendimin de dönüştüğü gibi. O nedenle dil, bakış açısı gibi konularda daha farklı ilk kitaptan.

Bilinmeyen Sular ve Yamaç öykülerini okuduktan sonra bir müddet hafıza, aidiyet/sizlik, mekân ve mekânın kalıcılığı gibi kavramlarla baş başa kaldım. Kentlerde bu kadar hızlı bir yapı söküm devam ederken büyümenin ve bilinmeyen sulara açılmanın eşiğindeki bu kahramanların geri dönebilecekleri bir evleri olacak mı diye düşünmeden edemedim.

Bu sorunun cevabı bende de yok maalesef. Hatta en çok da “eve bir gün geri dönecek miyiz?” “evimiz neresi?” sorularına cevap aradığım için bu konuları yıkıp yıkıp tekrar inşa etmeye çalıştım. Dileğim, eve dönelim ya da dönmeyelim, biraz olsun ait hissedebileceğimiz bir yer bulabilmemiz umudunun bizi terketmemesi...

Kitapta beni en çok etkileyen öyküler doğrudan diyalogla başlayan, öncesiyle ve sonrasıyla çok ilgilenmeden okuru bir ânın içine taşıyan ve öykü kişilerine bu ânın içinden baktıran metinler oldu. Özellikle Kırk Saniye öyküsünü anmadan geçemeyeceğim. Öykünün hikâyesini sorsam…

O öyküyü altzine’nin Su ve Hafıza teması için yazmıştım ilk. Bilinmeyen Sular için yazdığım ilk öykü de diyebilirim ayrıca. Dosyanın adının Bilinmeyen Sular olmasının birkaç sebebinden biri. O nedenle benim için de özel bir öykü. Öykünün başındaki ilk sahne, “birinin birini tekrar görmek isteyip istemediği kırk saniye içinde belli oluyormuş,” kısmı yıllar önce yaşadığım ve hayal meyal hatırladığım kayıp bir anın izlerinden biriydi. Öyküye başlarken aklımda en net bu vardı. Ve daha sonra su doldurmayı bekleyen iki arkadaş arasında kurmaya karar verdim öyküyü. Bulundukları yere ait hissetmeyen iki arkadaş olacaktı bunlar. Tıpkı su gibi. Aidiyet duygusunu kuşlar üzerinden anlatmayı, düşünmeyi seviyorum. Bu nedenle öykü kuşlar üzerinden vurucu bir sahneyle devam etti. Yazarken kendimi de üzdüğüm bir öykü oldu Kırk Saniye, okur yorumları “illa öyle davranmak zorunda mıydı?” diye sorunlar oluyor. Yine de ben öyküyü umutlu bitirdim gibime geliyor. Ya da kim bilir öyle düşünmek bana iyi geliyor.

Kitabı ithaf ettiğiniz Alkor ve Mizar, Göründüğünden Daha Uzak adlı son öyküde tıpkı öykülerin başında yer alan Pink Floyd alıntıları gibi etkiyi güçlendiren bir ayrıntı olarak beliriyor ve Pes gibi, Bilinmeyen Sular gibi bazı öyküleri okurun zihnine yeniden düşürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Göründüğünden Daha Uzak öyküsünü yazarken, diğer öyküleri ve meseleleri kapsayan bir öykü olarak düşünerek yazdım. Onun en başından son öykü olacağı belliydi anlayacağınız. Fakat ithaf kısmı son okumaya kadar yine boştu. Kime veya neye ithaf edeceğimi bilmiyordum Bilinmeyen Sular’ı. Daha sonra dosyayı bitirip art arda okuma yaptığım dönemde, yazılan her öykünün, deştiğim her meselenin aslında tam da hepimize ait olduğunu fark ettim. Bu nedenle Bilinmeyen Sular’ı tıpkı bizim gibi, birbirine çok yakın gibi görünen ama aralarında üç ışık yılı uzaklık bulunan Alkor ve Mizar’a ithaf etmekten alıkoyamadım kendimi.

 * Bu söyleşi  23 Haziran 2019 tarihinde Mevzu  Edebiyat'ta yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder