22 Mart 2021 Pazartesi

Nasıl Yazar/Şair Oldum? (60)

 Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.   



                               Soruya Soruyla Cevap: Olabildim mi?

Çocukluğumun yazları ve tüm tatilleri anneannemin tek katlı bahçeli evinde geçerdi.

Hiç göremediğim dedemden kalan kocaman, tahta, mavi bir sandık vardı. Boyumdan büyüktü ve içi dedemin kitaplarıyla doluydu. 

Gündüzleri Ege güneşi kavurur, siyah beyaz televizyonumuz akşamdan akşama açılırdı. Tüm günüm bomboş olduğundan o sandıkla geçerdi.

Bahçedeki asmadan topladığım korukları tuza banıp yerken gözlerim kapanana kadar kitap okumak en sevdiğim şeydi ve bu yaşıma kadar o huzurun üzerine çıkabilen an pek olmadı.   

Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Aziz Nesin vardı sandıkta. Rus ve Bulgar klasikleri vardı bir de Varlık Yayınları tiyatro serisi.

7-8 yaş için garip sorular sormaya başlayınca annem beni Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü ile tanıştırdı. Ökkeş serisini elimde parçalanana kadar okudum.

Hababam Sınıfı'nı okurken gülmekten sedirden düştüm. Sonra da Aziz Dede'ye düştüm, hayatımda bir kere kendimi yere atıp ağladım onda da imza gününde Tüm Eserleri özel sayısını bana almadılar diye.

İyi bir okur oldum.

İlkokulda Türkçe dersi ile barışamadım başlarda.

Ben zaten okumayı sökmüş, güzel bir dünyaya girmiştim. O kelimenin görevi edatmış, zamirmiş, dolaylı tümleçmiş kime ne?

Okul bir etüt açtı, beni de oraya yazdırdılar. Çocuklara çocuk gibi davranmayan, yetişkinmişiz edasıyla yaklaşan güler yüzlü bir lise öğretmeni geldi.

Önce masal anlattırdı bana. Sonra "Çok beğendim bunu yazıp getirir misin?" dedi.

Yazarken anlattığımdan daha uzun ve güzel bulduğunu söyledi. Benim için böylece kompozisyon sayfası açıldı.

Sınıfta heyecanla kompozisyon ödevi verilmesini bekler oldum.

Baktım ki ben yazarken düşüncelerimi daha iyi ifade ediyorum, duygularımı kontrol edebiliyorum.

Düşündüğümü yazayım diye oturuyorum ama yazarken daha iyi, daha geniş düşünüyorum.

Ergenlikte anneme, babama kızardım, oturur yazardım. Arkadaşıma darılır yazardım, içim sevgiyle kabarırdı, yazardım.

Yetmedi mektup arkadaşı edindim, hiç tanımadığım birilerine yazdım.

Lise bitti, Siyasal'ı kazandım. Çarşaf dediğimiz o devasa sınav kağıtlarına sayfalarca yazdım.

Göz korkuturcasına uzun yazdım, Anayasa'yı, Uluslararası Hukuku, Karşılaştırmalı Siyasal Sistemleri ve hatta Kamu Maliyesi'ni 

"Hocam bir kağıt daha alabilir miyim? diye diye yazdım.

Okul bitti, işe başladım. Sosyal medya yok, internetin en iyisi işte var, evdeki hala "dial-up". 

Hala çok okuyordum, okuduklarım aklıma farklı olayları, bakış açılarını getiriyor ama yazacak yer bulamıyordum.

Bornova Anadolu Lisesi mezunlarının açtığı bir "mail grup"ta üyeliğim oldu. Oraya yazmaya başladım. Yani aslında uzun bir e-posta yazıyordum. Sonra birileri onu alıp başkasına iletiyordu: "forward mail"lerin içeriğindeki bir yazardım artık.

Benden üst dönemler, yani ablalar, abiler yanıt veriyordu. "Aferin kız" diyorlardı. O zaman daha çok yazasım geliyordu. Aferin kelimesi, neslim için kıymetli bir hediye gibiydi, bizim zamanımızda pek sık bulunmazdı. 

 Yazılar elden ele yayıldıkça gazetelerde bazı köşe yazarları benden bahsetmeye başladı: "Bir e-posta geldi arkadaşımdan, genç bir kadının kaleminden çıkmış..." diyorlardı, alıntı yapıyorlardı. 

 

Sonra Ekşisözlük 6. nesil yazar alımlarına başladı, oraya yazar oldum.

İşte o ara yazdıklarımın okunduğunu fark ettim. Birine değil, ortaya yazıyordum, insanlar okuyordu. Hem de karşılık veriyorlardı.

Yanıtlıyorlar, mesaj gönderiyorlardı.

Kendim gibi insanlarla buluşmanın bir yolunu daha bulmuştum. Yazı beni kalabalıklaştırıyordu, ben de kalabalık bir yaşamı çok seviyordum. 

İlk kez Ekşisözlükçülerin çıkardığı Ekşi Dergi'de bir yazım basıldı. Sonra kolektif bir kitapta öyküm. Sonra kolektif başka bir kitapta daha.

 

Bir gün, yine Ekşisözlük'ten genç bir kadın benimle röportaja geldi. O kadar eğlenceli vakit geçirmiştik ki bir saatlik röportaj diye oturup birlikte içmeye başlamış, saatler sonra gece yarısında ayrılırken sımsıkı kucaklaşmıştık. Birbirimizi çok sevdik, birlikte madambrownie.com diye bir site yapıp orada kadınlık halleri yazmaya başladık.

Okurumuz bol oldu, iş büyüdü, ikimiz ortak olduk, bir ajans kurduk. 10 yılı geçti, birbirimize yoldaşız hala. Kendi işimi yapmak biraz özgürlük vermişti, o sıralar Evrensel Gazetesi benden bir pazar yazısı istedi. O kadar heyecanlandım ki her şeyi bir kenara bırakıp hemen oturup yazdım. Hatta yetinmedim iki yazı yazdım: "Siz seçin" dedim.

Bir daha istediler yine şevkle yazdım. Ne kadar yazı isterlerse o kadar yazdım.

Bavul Dergi kuruluyordu, ilk sayısı için bir yazı istediler. İlk kez bir dergide yazıyordum, basılacağı gün heyecandan uyuyamadım.

Dergi çıkınca bizi röportaja çağırdılar şimdilerde kapatılmış olan İMC kanalına.

İzlerken baktım, alt bantta adımın başına "yazar" kelimesini koymuşlar. Televizyonun fotoğrafını çektim. O alt banda uzun uzun baktım. İlk kez gördüm adımın başında "yazar sıfatını. 

Bir yıl sonra beni Everest Yayınları aradı. Rüya gibi bir şey oldu: onlar istedi, ben üç ayda yazdım, üç ay da düzenlenmesine harcadık ve ilk kitabım çıktı.

Söyleşilerden birinde "Editörlere gönderirken nasıl dosya hazırlamalı? Yazar olmak için ne yapmalı?" diye sordular.

Bilmiyorum, dedim. Ben çok şanslıydım çünkü dosya ile yayınevi yayınevi gezmedim.

Bunu söyledikten sonra nasıl olduğunu anlatırken bir de baktım ki ben kendimi bildim bileli yazmışım.

Belki de yirmi sene, imkan bulduğum her yere yazmışım, her isteyene, her gerekene ikiletmeden yazmışım. Tarihi bir gün bile kaçırmadan, kelime sayısını tam dedikleri ölçüde tutmaya çalışarak. Sözlüye kaldırılmak için ön sırada oturan öğrenci gibi günü gününe çalışarak, ödevleri hep renkli kalemle süslemeye uğraşarak, özene bezene yazmışım.

Nasıl yazar olunur bilmiyorum, ben sonunu düşünmeden, sonsuz yazarak oldum. Yazar olmak için değil, yazmaktan keyif aldığım için, okuyanın beni anlama ihtimalinin heyecanıyla, kendimi anlatabilmek umuduyla, aynı pencereden bakanlarla yazı vesilesiyle buluşuruz belki diye, zaman zaman düşüncelerimi toparlayabilmek için, zaman zaman içime atamadığımdan, bir zaman sonra da başka türlü rahat edemediğimden yaza yaza baktım ki yazar olmuşum.

 

Şimdilerde düzenli olarak aylık iki dergiye, haftalık olarak gazeteye, zamanı geldikçe Rağmen'e ve hala nereye istenirse yetişebildiğim kadar yazıyorum.

İkinci kitabım pandeminin ilk günlerinde Karakarga'dan çıktı. Yine şanslıyım dedim, yine dosya elimde gezmedim.

Ama şimdilerde bilgisayarımda yarım kalmış bir romanla düzenli olarak bakışıyorum.

Tam zamanlı bir işte ekmeğimi kazanıyor, iki çocuk yetiştiriyorum. 

Her güne bir vaka çıkıyor, adliyelere, emniyet kapılarına koşturuyorum herkesle birlikte, hep birlikte sokağa, alanlara çıkmak gerektiğinde eve sığamıyorum.

Gitmesem oturur yazarım, gitmesem kendim olamam,  o zaman da yazsam neye yarar diyorum.

Başka türlü bir yazar olmayı hayal ediyorum zaman zaman.

Sabahları kahvemi alıp telefonu kapatıp camın önündeki masaya oturup yazdığım karaktere bürünüp parmaklarıma kramp girene kadar yazsam diyorum

Yazmaktan yorgun düşüp elimde bir kitapla divanda uyuyakalsam. Çalışanların mesaisi biterken kısacık uykumdan uyansam, bir demlik çay koyup yeniden başlasam.

Bizde sabah ezanı diye anılan, doğanın uyandığı, varlığından haberdar bile olmadığımız hayvanların seslerinin şehrin merkezindeki balkonlardan duyulabildiği, göğün maviye döndüğü saatlere kadar yazsam. Fırıncılar kepenkleri açarken yeniden kısa bir uykuya yatsam. Sonra kalkıp kahvemi alıp...

Bir gecekondunun salonunu mu yazıyorum, öyle içine girsem ki tutuşmayan ucuz kömürü beslemek için habire sobaya atılan çıraların kokusu gelse burnuma.

Karakter mi yazıyorum, hiç bölünmeden öyle uzun düşünebilsem ki üzerine, burun kenarındaki ufacık iki yağ bezesine hiç dikkat etmeyişi üzerinden kendine boş vermişliğini anlatabilsem, karakterim aynaya bakmıyor olsa ama ben aynaya baktığımda bir an onunla yüz yüze gelecek gibi hissedebilsem. Yetişmesi gereken raporlar kovalamasa, çocuklar üç öğün acıkmasa, mutfak dağılmasa, ev tozlanmasa, telefonum sürekli çalmasa, her gün peş peşe toplantı benimse sürekli uykum olmasa, zamanı kovalamasam da içinde salınsam, tek işim keşke yazmak olsa.  

 

İşte ben o gün gönül rahatlığıyla "yazar oldum" diyebileceğim.

Var bir hayalimiz…

                                                                                                     Ayşen Şahin 

* Bu yazı ilk kez 16 Mart 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır. 


                                            


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder