Bu ay ikinci kez, mesleki bir eğitim için İstanbul'dayım. İlkinde bana annem ve ablam da eşlik etmişti. Ben gün boyu eğitimdeyken onlar da İstiklal'de gezmişti. İyi ki beraber gelmişiz çünkü üç kişi arabayla gelmek daha ekonomik ve konforlu olduğu için otobüsle gelme fikrini elemiş, ilk kez arabayla tek başıma İstanbul'a gelmiştim. Araba kullanmayı İstanbul'da öğrendiğim halde ayrıldıktan sonraki gelip gitmelerde hep yan koltuğa kurulmuş, İstanbul'da araba kullanılmaz düşüncesine giderek daha fazla tutunmuştum. Yalnız ebeveynlik, bu mesnetsiz düşünceleri çöpe atmayı, gereksiz kaygıları büyütmemek ve inançlara dönüştürmemek için eyleme geçmeyi gerektiriyor.
Bu sebeple bu yaz ilk kez arabayla Dedeağaç'a gidip geldim. Sınır kapısında kuyrukta perişan olsam da değdi. Çünkü insanın kendisine yapabilirim diyebilmesi şahane bir şey. Velhasıl ikinci kez arabayla İstanbul'a geldim. Navigasyonla yolları buldum. Bu kez tek başımayım. Pera'da bir otelde. İki günlük uygulamalı kurs bitti. Sertifikam ve taze bilgilerim cepte.
Dün sabah erken saatlerde yola çıkarak dört saatlik yolculuğun üzerine gün boyu eğitim biraz yorsa da duş alıp kendimi İstiklal'e attım. Hep yaptığım şeyleri yapmak istemedim. Geçen gelişte tesadüfen keşfettiğim Minoapera'ya gittim örneğin. Meşrutiyet Caddesi'nde tarihi bir binada yer alan iki katlı bir kitabevi ve kafe.... Kitaplar ve bitkilerle dolu bir mekan. Tavandan sarkan ampullerin üzerini kanat açmış gibi örten kitaplar gibi tatlı detaylar var. Merdiven basamakları arasından ciltli kitaplar seçiliyor. Masalara yayılmış insanlar var, kimi sohbet ediyor, kimi bilgisayarını açmış çalışıyor, kimi yalnızca içeride dolaşıp fotoğraf çekiyor. Bir önceki sefer bizim de yaptığımız gibi.
Bu defa oturdum. Felafel panini söyledim kendime. Yanımdaki çocuk romanını bitirdim.
Hollandalı yazar Anna Woltz'un yazdığı Köpekbalığı Dişleri ince bir roman. 91 sayfada anlatıyor derdini. Bisikletle yola çıkmış iki ayrı çocuğun çarpışma anı, küçük kazanın ardından yaşadıkları şaşkınlık, didişme, yolların ayrılması, yeniden birleşmesi, önce birbirine zorunlu tahammül, sonra sahici bir yol arkadaşlığı hikayesi sunuyor okura. Yola çıkan her kahraman gibi yolda dönüşüyor, birbirlerine de merhem oluyorlar. Yabancı yazarlar zor meseleleri daha çok konu ediyorlar kendilerine. Boşanmış aileler, hastalıklar gibi. Acı gerçeklerden kaçan bu iki çocuğun macera dolu ve birbirlerine iyi gelmelerini hikaye eden kitabı bir çırpıda bitirdim. Kitaplarla dolu o kafede. Üzerine kahvemi içtim, İstiklal'de bir ileri, bir geri yürüdüm. Otele döndüm. Epeyce yorulmuşum. Uyudum. Pera'nın kalbinde kalmak demek dışarıda devam eden cumartesi eğlencesinin seslerinin odaya girmeye devam etmesi demekmiş. Yoldan geçen araba, motor, insan sesleri sızdı gece boyu içeri içeri. İki adımda Galatasaray'a, Tünel'e, Şişhane'ye ulaşmanın bedeli. Seslerle didişmeden, uyudum.
Pazar sabahı eğitimin yapıldığı eski Alman Hastanesi yeni Kent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ne yürürken dünkü kalabalıktan eser yoktu. Boşluk binaların, caddenin güzelliğini daha da belirgin kılıyordu. İstiklal'de yeni şeyler vardı, kimi eski şeyler de, elbette. Her tarafı basan, kocaman vitrinli, baştan aşağı rengarenk şekerlemelerle, lokumlarla bezeli eskiden olmayan, tarihi 19. yüzyılı gösteren dükkanlar yeniydi örneğin, bir de kokucular... Gençliğimde olmayan yerler ... Eğitime geç kalmamak için pergelleri açtım. Hasta üzerinde uygulamamı yaptım. Hollanda'dan gelen genç bir hekimden denklik alma ve yerleşme hikayesini, günlük çalışma pratiklerinin neye benzediğini dinledim. Hocaları dinledim, başka hekimleri dinledim. Dersliğe kaçak girmiş bir sokak kedisiyle göz göze geldim. Onca boş sandalye varken mantomun üzerine yayılmış yaramaz. Kucağıma davet ettim. Hop diye atladı, okşattı kendini, boğazından yükselen mırıltılar ninni gibiydi, rahatlatıcı. Hoca vakalarımızı değerlendirmese ben de kapardım gözlerimi ama uyanık kalmalıydım. Oyunbozanlığımdan hoşnut kalmayan kedi kucağımı terk etti. Zıpladı eski yerine, mantomun ve çantamın üzerine. Rahatını kaçırdım en sonunda, ders bittiğinde. Hava hâlâ aydınlık ve güzeldi. Cadde kalabalık. On yedi yıl önce bir apartmanın dış kapısı önünde, bir yazı atölyesinin kapısında tanıştığım arkadaşımla buluştum. Yeni yerler, yeni tatlar cazipti, Hint yemekleri lezzetli, sohbet bir o kadar zevkli. Kahve içmek için tekrar Pera'ya çıkarken Sen Antuan'ın önündeki kalabalık bizi de içine çekti. Süslemelerle bezeli ağacın önünde poz verdik, mumlarımızı yaktık.
Narmanlı Han'da feneri söndürdük ve dağıldık. Ben bir otel odasındayım, arkadaşım evinde. O ne yapıyor bilmiyorum ama ben son 32 saatte ne yaptığımı anlatıyorum, çok da lüzumu olmadığı halde.
Son cümlene karşılık, öyle iyi geldi ki şu yazı bana... Sanki kendim gitmişim 32 saat kalmış dönüyorum :) O kitapçıyı mesela not aldım bir dahaki sefer için! Böyle küçük mesleki eğitim de içeren "amaçlı" kaçışlar, tek başına, nasıl iyi geliyor insana.....
YanıtlaSilHem mesleki gelişim hem eğlence hem de rutinden uzaklaşma iyi geliyor gerçekten de. Bu kez hemen anılarımın, ayaklarımın ilk çektiği yerlere de gitmedim. Minoapera gerçekten nefis 👌 Umarım geldiğinde gitme fırsatı bulur ve seversin.
Sil