30 Kasım 2024 Cumartesi

Durmaktan olmaya doğru

Arada özellikle kış günlerinde eve cumartesi giriş yapıp blok nöbet tutar gibi pazartesiye kadar kalmışlığım var. Öyle tek tük, parmakla sayılır cinsten değil. Bildiğin gönüllü, şikayet etmeden eve girip minimum 36 saati evde geçirebiliyorum. Evde sıkılmıyorum. Evde tek kaldığımda da sıkılmıyorum. Aksine hafta içinden sarkan, hafta içine daha da sarkmasın diye kullanabildiğim en elverişli zaman dilimi pazar günü. Perşembe günü market alışverişini de yapmışım. Kar yağsa, mahsur kalsak dert değil. Kurarız mükellef soframızı. Yeter ki elektrik olsun. 
İnternetim, kitaplarım, bilgisayarım olduktan sonra bana her yer bir, her yer cennet. Yapmak istediklerim ve yapmam gerekenler terazisinin dengede, mümkünse isteklerin ağır bastığı bir hafta sonu diliyorum kendime. İşte listem: bir istek, bir sorumluluktan oluşan dengeli bir liste olsun. 
Güzel bir pazar kahvaltısı (istek)
Yatak odasını süpür (ihtiyaç)
Çocukları Şefkatle Yetiştirmek kitapçığını oku (21 kitap sayfası) (istek)
Beyazları yıka (ihtiyaç)
Şefkatle Öğretmek kitapçığını oku (47 kitap sayfası) (istek)
Nevresimleri değiştir (ihtiyaç) 
Film izle (Mubi Perfect Days) (istek)
Yemek yap (ihtiyaç) 
Güzel, uzun bir banyo (istek)
5 istek 4 ihtiyaç. Böyle yazınca yalnızca dokuz madde. Eğer zihnimi çelecek boş işlerle uğraşmazsam, örneğin telefonda o video, şu ileti derken zamanımı yiyip bitirmezsem çantada keklik. Ama rakibi hiçbir zaman hafife alma, derler. Dolayısıyla hiç de öyle kendimden emin değilim ama elimden geleni de ardıma koymayacağım. 
Bu ay için en önemli görev Cem Şen arşivine dalmak. Bu hem istek hem de ihtiyaç. Çünkü geçen yıl dört modül devam ettiğim eğitimin arşivine erişim hakkı yıl sonunda bitiyor. Onları baştan sona dinlemek, fiziksel egzersiz ve meditasyon videolarını öğrenmek zaman alacak. Birkaç kere başladım dinlemeye. Hep ilk modülden başladığım için en çok ona maruz kaldı kulaklarım. Kulaklarım duydu pek çok defa ama ben ne kadarını öğrendim. Ne kadarını içselleştirdim bilmiyorum. Kas tendon egzersizleri, nefes egzersizleri, organ nefesleri bir yığın kaynak...  Aralık ayından en büyük muradım bu arşivle ilgilenmek.  Altından kalkarsam  kendimden çok memnun kalacağım. Yarın aralığın ilk pazarı. Evdeyim. 31 gün daha var sonrasında. Koskoca 31 gün. O halde bir önceki yazıda belirttiğim gibi bu konuda da küçük ama kararlı adımlar atabilirim. Her gün bir saat dinlemek ve not almak gibi. İyi olma halimi destekleyecek eylemler en nihayetinde. Olmalı, olacak, istiyorum! 

Yarın akşam, aralığın birinde, yeni ayın ilk blog yazısında küçük bir rapor sunma sözü veriyorum size. Durmaktan olmaya doğru geçmek için. 

Küçük ama kararlı adımlar

Hareketsiz bir yaşam sürdüğüm herkesin malumu. Burada da sık sık dile getiriyorum. Buna bağlı kilo fazlası, ağrılı bir beden, kenetlenmiş dişler, fazlasıyla kasılmış çene ve üst bacak kaslarından muzdaribim. 

Ara ara diyet ve spora başlama denemelerim oluyor ancak çok uzun sürmüyor. Eylül ortalarında (yeni yaşla beraber) böyle geldi diye böyle gidecek değil ya dedim. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle nöral terapi, akapunktur, hacamat uygulayan bir tıp doktoruna gidip gelmeye başladım. Arada yoğunluk nedeniyle aksattığım haftalar olsa da devam ediyorum. 

İlk akapunktur seansım çok dinlendiriciydi. Ardından gelen ağrılıydı. Dün yine çok gevşediğim bir seans yaşadım. Gözlerimi kapattım. Üstümde ince bir battaniye, loş bir ortamda 50 dakika uzandım. Zihnimin geleceğe ve geçmişe atlamamasına özendim. Dikkatim nefesimde. Ara ara gözlerimin önünde mor ışıklar, figürler... Oh gevşedim ki ne gevşemek... 

Üzerine hayatımda ilk kez hacamat yaptırdım. İşte o çok tuhaf bir deneyimdi. Kürek kemiklerimin arasından belime kadar olan bölgede sayısız yeri bir kupanın içine hapsetti doktor. Kupanın tepesindeki deliğe kriko gibi bir anahtarı yerleştirdi ve döndürdü. O döndürdükçe kıtaların birbirini sıkıştırıp tepecikleri oluşturması gibi cildimde kum tepecikleri oluştu. Sonradan fotoğrafını gösterdi bana. Bir fanusun içinde yüzeyden kabarık tenim üzerinde enine mor çizgiler... Sırayla her birini serbest bırakıp çizgilerin üzerine bistüri ucuyla çizikler attı ve yeniden vakumladı. Çizik yerlerden kirli, toksin yükü olan kan aktı. Gerçekten tuhaf bir işlemdi. Çok ağrılı ya da acılı bir işlem değil ama tuhaf olduğu kesin. Doktorum kışa ve yaza girerken yapılmasını önerdi. Şimdilik ne akapunkturun ne de hacamatın bedenimde herhangi belirgin değişimini hissetmiyorum. Ama sağlığım için düzenli olarak bir hekimi ziyaret ediyorum. Üstelik bunu yapmak için merkezden bir ilçeye gidiyorum. Yol aşağı yukarı bir saat sürüyor. Büyük şehirler için ehemmiyeti olmayan bir süre ama burada küçük bir şehirde yaşarken o bir saati arabada geçirmek rutinimin kesinlikle dışında. Ve bu aralar fark ediyorum ki rutinim dışında bir şeyleri yapmak için zaman ve alan yaratmak beni epeyce zorluyor. Örneğin göz muayenesine gitmek, arabayı servise götürmek, kediyi veterinere götürmek vb. Hayatımda ancak rutin sorumluluklara yer var. Bu kadarının elimden geldiği bir dönemden geçiyorum uzunca bir süredir. Yeniyi içeri almak hayli güç. Özellikle de bir defalığına değil de haftalık tekrarlayan periyodlarla olacaksa. Not almak, kendine vazife listesi yapmak işe yarayabiliyor böyle durumlarda. 

Ben de buradan yürüyeyim dedim. Evdeki beyaz tahtayı salona kurdum. Ev işi, sağlık, sosyal aktiviteler olmak üzere üç başlık altında her biri en fazla beş olacak şekilde maddeledim. Bugün cumartesi listede yapılmayan üç şey var: kütüphaneye kitapları iade etmek, kızımın nevresimini değiştirmek ve Sani'yi veterinere götürmek. An itibariyla son madde gerçekleşemeyecek ancak nevresim ve kitapları iade etmek için önümde nereden baksan 24 saatten fazla zaman var. Başlangıç için iyi bir performans.  

Bugün aletli pilatese de başladım. Evinde bireysel ders veren arkadaşıma önerilen bu değil biliyorum ama benim kaynaklarım ancak haftada bir gelmeye yeterli dedim. Amerikalılar'ın dediği gibi: better than nothing. Pazar günleri açık havada yürümek için kendime otuz dakika ayırmak da fiziksel egzersiz için ikinci kaynağım, stratejim olabilir pekala. Kararlı ama küçük adımlar, hiçbir şey yapmamaktan iyidir biliyorum. Atalarımız mermeri delen suyun gücü değil kararlılığıdır, derken yanılmış olamaz. Küçük ama kararlı adımlarla yola devam! 

Sen yapsan iyi olur ama yapmaya da çok üşeniyorum durumlarıyla nasıl başa çıkıyorsun? 


Tükenmeden eğlenmek

Kasım ayının son günü. Yarından itibaren ışıltılı aralık! 
Muayenehane de nasibini aldı yılbaşı hazırlıklarından. Ağaç kurulmadı henüz ama bankoda duran yeşil vazonun içi kırmızılı, gümüşlü yılbaşı süsleriyle dolu. İnceden sızdı anlayacağınız yeni yıl ruhu iş yerime. Ay sonuna kadar dozu artacak mı aynı mı kalacak göreceğiz. 
İki yıllık Schengen cepte. Kaldı 1,5 yılı. Yıllardır aralık ayında Noel ruhunu içime çekebilmeyi, Noel pazarlarında dolanmayı, sıcak şarap içmeyi, zencefilli kurabiye yemeyi, stantlar arasında dolanmayı hayal eder dururum. Şimdiye değin fırsat olmadı. Dedeağaç'ı görmüşlüğüm var yeni yıl arifesinde. Ağaçlar, süslemeler, Jumbo'da yeni yıl konseptli yığınla ıvır zıvır ile. Ama benim özlemini çektiğim daha oturmuş Noel pazarının olduğu bir şehir. Bu yıl yapabilir miyim emin değilim. Belki kıyısından uğramak mümkün. Sofya'ya gece treni. Olduğu kadar Noel ruhu. Bu hayal de içimde yıllardır tuttuklarımdan. Bir yandan bunları düşünürken öte yanda gözüm mesleki kurslarda. 14-15 Aralık hafta sonu için bir eğitim sepette. Hakikaten sepette. Online alışveriş yapar gibi satın alıyoruz artık bu tür kursları. Eğitim içeriği yüz yüze ve uygulamalı elbette. 
Aralık ayı hayallerinden birisi daha. Arkadaşlarla ve kızımla beraber birkaç saatlik yeni yıl temalı bir üretim atölyesine katılmak. Artık punch mı olur, mum yapmak mı, seramik obje dekore etmek mi bilmiyorum. Yılbaşı dekorasyonunu elimizle üretip sohbet edeceğimiz bir alan olsun yeter. Geçenlerde bir arkadaşımın doğum günüydü Cumartesi kutlayalım mı dedim. İçki içip dans edebileceğimiz bir yer önerdi. Bunu kafam kaldırır mı emin değilim. Öncesinde bir akşam yemeği yemek istersen haberleşelim gibi bir noktada bitti konuşma. Kesinleşmiş bir plan yok. Bu konuşmadan geriye şu seçimimi net şekilde görüyorum artık. Hepimiz eğlenmek istiyoruz. Hakkımız elbette. Benim eğlenme tercihim tüketmeyen eğlenceden yana. Gürültülü ortam, içki, uykusuz bir gece, beden yorgunluğu yaratan eğlencelere karşı gençliğimden beri mesafeliyim. İçkiyle ilgili kuralım da çok net. Zihni bulandıracak her türlü maddeye karşıyım. Benim eğlenme tarzım dingin kafa, sohbet, kutu oyunları, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek, birlikte el emeği bir şeyler üretmek... Tüketen değil üreten eylemler içinde birlikte olmak, kalpten bağlantı kurmak, iyimser duygular içinde ayrılmak.
Tüketerek ve üreterek eğlence kavramları sende nasıl karşılık buldu? Anlatsana... 


28 Kasım 2024 Perşembe

Paka paka

Bir ay daha bitiyor sevgili okur,

En sonda söyleyeceğimi en başta söyledim. Farkındayım. Gel biraz laflayalım. İnsan dediğin sosyal bir varlık neticede. Sohbete ihtiyacı var, yakınlık kurmaya, duyulmaya... 

Güneşli bir hava var dışarıda. Öğle tatilimin bitmesine nereden baksan 40-45 dakika var. Bir blog yazısı yazmak için ideal süre sayılabilir. Hoş iş yerinde olunca kesintisiz yazma imkânı pek mümkün değil ama bir kelime, bir kelime daha.. Elimden geleni yapacağım. (Bir kısa telefon görüşmesi molasının ardından tekrar buradayım.) 

Hayatıma fiziksel egzersiz ve düzen çekmeye çalıştığım günlerin içinden geçiyorum. Beynin elastisitesi var diyorlar. İşte buna güveniyorum. Kendimi tembel, uyuşuk, meşgul olarak etiketlemeyi bırakıp zihnimi şaşırtmayı planlıyorum. Umarım bu satırları okumuyordur. Mindfulness ve benzeri öğretilerden bilirsiniz etiketler yargı ürünü. Harekete geçemeyecek kadar tembelim dediğimizde yalnızca kendimize kaba ve sert yaklaşmıyoruz. Evet bu dil şefkatten uzak ama aynı zamanda bir yargı. Yargılar tüm bu öğretilere göre düşüncelerden kaynaklanıyor. Düşünceler ise zihin ürünü ve kaynağını geçmiş deneyimlerden alıyor. Velhasıl tembel ve hareketsiz değilim şu sıralar hayatımda fiziksel aktiviteler açısından durağanlık var. Bunu aşmak için yeni, sürdürülebilir stratejiler arıyorum.

Dün resimli çocuk kitabı olabilecek bir aday dosyama sektörün saygın yayınevlerinden birisinden red cevabı geldi. Çocuk kitaplarıma duyduğum ilgi için tebrik edilip bu dosyamın da yayınevi yayın programına yerleştirilmesinin mümkün olmadığını öğrendim. Nazik ve mesafeli mail güzel temennilerle sonlanıyordu. Yanıttaki "da" vurgusuna takıldı aklım. Kibarca daha da yollamayın mı demek istiyorlar emin olamadım. Onlar hayır dediğine göre jürimi değiştirmeliyim. Başka yerleri denemeye devam! Umarım 2025 yılı içinde bu çooook uzun yıllar beklemiş dosyayı kitap bütünlüğünde görmek mümkün olur. Bir baş yapıt değilse de yayımlanabilir nitelikte. Resimleri bile hazır üstelik. O zaman ne diyoruz. Oldu, oldu, oldu! Theta healingcilerin kulakları çınlasın.

Bugün üçüncü kez muayeneye gelen bir çocuk hastama basit de olsa bir işlem yapabildim. İşte buna sevinebilirim. Anne Rus baba Türk bir ailenin çocuğu olan hastam randevulara annesiyle geldiği ve ana dilinde konuşmayı tercih ettiği için koltukta anlaşmamız güç. Oradan kalktığı anlarda güvenini kazanmaya çalışıyorum. Zaman içinde benimle Türkçe konuşmaya başladı. Hatta bugün bir anlaşma yaptık. Her geldiğinde bana Rusça bir kelime öğretecek. Bugünün kelimesi paka paka. Güle güle anlamına geliyormuş. 

Sende ne var ne yok? İzlediğin eğlenceli, sürükleyici film ve dizi önerilerini paylaşır mısın? Uzun kış geceleri için öneri biriktirmek gerek. 





22 Kasım 2024 Cuma

Bir kutlama

22 Kasım ülkemizde bilimsel diş hekimliğinin miladı. Bugün 116. yılını kutlarken mesleğimizi ve mesleğimizin geleceğini tehdit eden pek çok mesele var. Sağlıkta şiddet gibi, meslek dışı sermayenin sağlık kuruluşları açabilmesi gibi, iş gücü planlaması yapmadan diş hekimliği fakültesi kurulması ve kontenjanların arttırılması gibi. Yine de yüzüm gülüyor. Çünkü halk sağlığını doğrudan ilgilendiren bir alanda hastalarıma hizmet veriyor, yaptığım işi çok anlamlı buluyorum. 

Bilimsel diş hekimliği 116, benim meslek yaşantım 24 yaşında. Kutlu olsun!



Kıvılcım yakanların hikâyesi: Bir Cumhuriyet Şarkısı

Çarşamba günü sinemada "Bir Cumhuriyet Şarkısı"filmini izledik. 



Film Ahmet Adnan Saygun'un 26 gün gibi sınırlı sürede ilk Türk operasını sahneye koyma sürecini anlatıyor. İran Şahı'nın Ankara ziyaretine kadar olan 26 günlük kısa sürede ortada henüz ne beste ne koro ne solist varken Gazi Mustafa Kemal'in koyduğu hedefi gerçekleştirmek üzere çırpınan bir avuç sanatçının hikâyesi bir yandan da ülkemizde çok sesli müziğin, orkestranın da kurulma hikâyesi. 

Cumhuriyet'in 101. yılındayız. Cumhuriyetin kurucuları, o ülküye inanarak canla başla ülkeyi yoktan var edenler artık yaşamıyor. Dolayısıyla bu tür filmlere daha çok ihtiyaç var. Cumhuriyet'in yalnızca yurttan düşmanı kovma meselesi olmadığını gösteriyor bu tür filmler. Asıl önemli olan gençlere Cumhuriyet'in bir aydınlanma hareketi, bir devrim olduğunu göstermekte. Ben bu açıdan filmi başarılı buldum. Yer yer güldüm. Yeterince opera sanatçısının olmadığı bir dönemde mevcut sanatçıların yanına eklenen sesi güzel insanların azimle çalışması, ellerinden geleni yapması, umutsuzluğa, yılgınlığa kapılmadan birbirlerini desteklemeleri, diğerinin potansiyelini açığa çıkartmak için gösterdikleri gayret, dayanışma karşısında insan iyimser hislerle çıkıyor o salondan. Bir Süleyman Bey karakteri var ki görünce çok seveceksiniz. Bir o kadar da güleceksiniz. Ama sabrın ve azmin sonu selamet ve alnının açkıyla çıkmak...

Filmi izleyince Atatürk'ünnitelikli öğrencileri yurt dışı eğitimine yollarken söylediği o ünlü sözünü anımsadım. 

"Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz." 

"Bir Cumhuriyet Şarkısı" Türkiye'de operanın, çok sesli Batı müziğinin kıvılcımını yakanların hikâyesi. İzleyin, izletin. 

19 Kasım 2024 Salı

İÇSEL VE DIŞSAL BAKIM

Bu aralar kendimi içsel ve dışsal bakıma aldım. Sessizliğim o yüzden. Uzunca bir süredir bedenimde özellikle de üst bacaklarımda bir katılık, bildiğin gevşeyememe hâli, dişlerimde ise gece boyu süren kenetlenme hissediyor, bunun bedenime düşen ağrılarını çekiyordum. Diş sıkma eylemi malum atasözünün de buyurduğu gibi sık dişini geçsin'lerin sonucu. Dolayısıyla çözümü yalnızca bir diş hekiminde aramak yeterli değil. Dile vurmadığın kızgınlıkların, birikmiş olumsuz duyguların yol açtığı bu somatik deneyimi masseter botoksla baskılamak bana bir diş hekimi olarak doğru gelmiyor. Çözümü de stres yönetiminde arayıp duruyorum. Ancak yılların alışkanlığını bırakmak öyle kolay değil. 
Neler yapıyorum? Anlatayım. Geçen yıl dört modüllük bir Dharma eğitimine katıldım. Bana zihnimin oyunları, çarpıtmaları hakkında epeyce farkındalık sağladı. Bu yıl Şiddetsiz İletişim yıllık eğitimine katılıyorum. Şiddetsiz İletişim toplulukla öğrenilen bir dil. Dolayısıyla empati buddyliği çok öneriliyor. Ben de empati grubumdan olabildiğince destek alıyorum. Farklı kaynaklar kullanmaya da çalışıyorum. 
Akapunktur tedavisine başladım. İlk seans nöral terapi ve damardan magnezyum uygulaması yaptı doktorum. Üzerine üç seans akapunktur. Son akapunktur seansı epey ızdıraplı geçti aslında. Tıkanıklığın açıldığını söylediğinde bu ızdırap benim için hâlâ ağrılı bir deneyim olmasına karşın katlanır hâle geldi. Şu an kulağımda kalıcı akapunktur iğneleri var. Bu hafta tekrar gideceğim. Bu arada bacaklarımdaki kasılmanın gevşediğini hissediyorum. 
Hareketiz yaşamıma bir hareket katmak için dünden beri sandalye yogası yapıyorum. Sabahları otuz dakikahiç yormayan, her yaşa ve beden tipine uygun ama bedeni kesinlikle uyandıran bir seri... Yapmak iyi hissettirdi. 
Bunların yanı sıra dışarıdan magnezyum takviyesi alıyorum. 
Kış için okuyabileceğim pek çok güzel kaynağım var. Şiddetsiz iletişim, şefkat, empati temalı... 
Şiddetsiz İletişim alıştırma grubumla iki alıştırma akşamı düzenledim. Üçüncü için içerik oluşturmak üzere çalışmaya başlayacağım.
Benim alet çantamda bunlar var. Seninkiler nasıl? Sana iyi gelen kaynaklarından bahsetmek ister misin?

12 Kasım 2024 Salı

Yenilenme zamanı

Yeter artık noktasına (çoktan) geldiğim halde bakışlarım, duruşum sessiz, bir o kadar da kararlı. Öfke, kızgınlık hep içime içime... Bir perde gibi çekiyorum arkasından hayal kırıklığı, üzüntü, bıkkınlık beliriyor. Hayat, bu aralar beni özen ve güven üzerinden sınıyor. Bir daha bir daha. Ben ne ara dağ gibi güçlü oldum bilmiyorum. Bir 20 yılı var belki. Sabah bu düşünceler yoklayınca içimi Lao Tzu'dan rastgele bir sayfa açtım.

"Direnme ki yenesin
Eğil ki doğrulasın.
Boş ol ki dolasın
Yıpran ki yenilenesin.
Tasarruf et ki kazanasın.
Az arzulayan kazanır,
Fazlasını arzulayanın aklı karışır.
Bundandır ki bilgeler birliği kucaklar,"
Ezcümle bu aralar yenilenmeye ihtiyacım var. Buna da soyadımla başlayacağım. Çok pratik nedenlerle (kısalığı, telaffuz kolaylığı, kızımla aynı soyadı olması gibi) tercih ettiğim yazar soyadını arkamda bırakıyorum. Yenilenmek için güzel bir ilk adım bence.