8 Ekim 2025 Çarşamba

Fırtınayı hissettiğinde

Ekim geldi. Resmi olarak sonbaharın içindeyiz. Ev içlerinin en soğuk olduğu zamanlar... Akşamları ıhlamur kaynatmaya da başladık. Ayaklara çorap giydiğimiz, uzun kollu penyelerle kolları örttüğümüz, yetmeyip hırkalara büründüğümüz o zamanlar geldi çattı. Televizyon battaniyesi de ortalıkta. Yorgana sarınarak uyumanın en güzel zamanı. Kalorifer çalışmadığı için dışarının serinliğinden, hiç üzerini açmadan, yorganın ağırlığını üzerinde hissederek mışıl mışıl uyuyabiliyorsun. 

Sonbahar, sonbaharlığını yapıyor. Cuma günü uzun zaman sonra ilk kez yağmur yağdı. Sonra doluya çevirdi. Kedim o esnada dışarıdaydı. Dolu bitince onu aramaya çıktım. Eve dönmediyse yeri belli. Eski evin oralarda geziniyor. Arabanın sesini duyduğu anda koşarak fırladı. Arka koltuğa geçti. Mamasını yedi ve sabaha kadar gıkı çıkmadan uyudu. Üşümüş ve korkmuş olduğunu düşündüm. Cumartesi günü dışarı çıkmak için en ufak hamle yapmadı. Pazar kaldığı yerden devam. Dün de kuru, aydınlık ve güneşli olunca başladı miyavlamaya... Çıktı da nitekim. 

Dün akşam meteoroloji Çanakkale için turuncu alarm verdi. Öyle olunca hızla eve gideyim, ev ahalisini ivedilikle çatı altında toplayayım dedim. Sorun patili olana ulaşmakta tabi. Eve giderken eski evin oradan geçtim ve baktım. Yoktu. Arabayı kapalı garaja aldım. Yukarı çıkarken eve kendiliğinden dönmesini ve yağmurda dışarı çıkmak zorunda kalmamayı umdum. Umut, fakirin ekmeği derler. Mutfak kapısını açtım. Gözlerimi kısıp uzaktaki sarman benimki mi, değil mi diye bakarken bacağıma bir kuyruk süründü. Kapıyı açmamla ok gibi içeri fırlamış meğer. Fırtınayı hisseden kedi evine dönermiş. 

Tüm gün sokakta hoplayıp zıplamanın sonucu olarak mama kabına gömüldü. Suyunu içti. Halının orta yerine geçti. Başladı yalanmaya. Ben Zoom'dan Berrak Yurdakul'un Gerçeğe Uyanış oturumlarının ikincisini dinlerken halimiz böyleydi. Ara ara bacaklarıma yanaştı, kıvrıldı, uyukladı. Ara ara dışarı çıkmak için hamleler yaptı. Ama havalar soğudu artık. Kırsın dizini, otursun aşağı. Burnu soğuk, bir patisi yaralıydı zaten. Kim bilir nerede yaraladı kendini. Yaranın üstüne hemen hipokloröz asit sıktım. Takibe aldım. Bunları yaparken zihnim dersten kaçtı. Öyledir zaten, aklımızı yaşadığımız anın içinde tutmak, dikkati odaklamak güç. Çaba istiyor, farkındalık istiyor, pratik yapmak istiyor. Zihnin içinden kendini çıkarmak, otomatik pilottan sıyrılmak, iyi-kötü, seviyorum-sevmiyorum, haklı-haksız ikiliklerine düşmeden bir yaşam deneyimi sürmek mümkün mü, işte bunların yollarını arıyoruz derslerde. Benim de peşine düştüklerim bunlar yıllardır. Ben düşüncelerim değilim, ben düşündüklerimden ibaret değilim. Hadi getir kendini şimdiye ve idrak et. 

Bu aralar ilgim, dikkatim, zamanım, emeğim hep buralarda. Bu öğretilerle hemhal oldukça eskiden beni çıldırtan olayların, davranışların üzerimdeki etkisinin giderek azaldığını fark ediyor ve minnet duyuyorum. Aynı düşünceleri zihnimin içinde geviş getirir gibi tekrarlamıyorum, bana ha, bana da mı demiyorum. Yani çoğunlukla. Kişisel almadıkça özgürleşiyor insan zihninden, hayat daha güzel bir yere dönüşüyor. Buraya varmak, hep kalmak mümkün değil. Niyetini sık sık hatırlamak gerekiyor. Kendinle bağlantıyı ihmal etmemek, rotanı yeniden yeniden hesaplamak gerekiyor. İşte bu yüzden ilgim, özenim, enerjim hep buralara akıyor, bu aralar. Aksın da. Yoksa dünya ağrısı her şeyin üzerine çöküyor.  

Benim fırtınayı hissettiğimde yaptıklarım bunlar. Ya siz, siz ne yapıyorsunuz?

2 yorum:

  1. ben maalesef şok oluyorum, donuyorum ve sonra da felaket senaryoları içinde boğuluyorum bu sıralar :/
    anda kalma meditasyonları, spor, varoluşçuluk falan, bu sıra vız geliyor... bu da böyle bir zaman demek ki. geçiş zamanları ve belirsizlik hissi ile barış yapamıyorum bir türlü...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Senin de dediğin gibi, bu da böyle bir dönem demek ki. Yeterince bekleyince bu da geçer, herhalde. Sarılıyorum sana.

      Sil