22 Ekim 2025 Çarşamba

Bir tuzak olarak "Kim haklı?" sorusu

Bu aralar blogta sessizim. Şuraya gittim, buraya vardım, öyle ettim, böyle ettim demek dışında bir şey yazamayacaktım. Kendim hakkında da gevezelik etmek istemediğimden burası böyle boş kaldı, bomboş. Neredeyse ay bitiyor. Bir ikinci yazı gelip eteğini tutamıyor ilkinin. 

Sessizim ama gergin ya da depresif değilim. Hayat bildiğiniz gibi. Bazen hızlı ve yoğun. Bazen yavaş ve sıkıcı. Bazen neşeli, bazen monoton. Öyle, her zaman olduğu gibi akıyor. Bana hiç sormadan, haber vermeden. 

İşte yine öyle kendi bildiği gibi akıp dururken 25 koca yıl geçmiş mezuniyetimin üzerinden. İlkokul değil tabi, üniversite. Ben neredeyse yirmi beş yıldır bıkmadan usanmadan küçük fasılalar haricinde aksatmadan mesleğimi icra eyleyip durmuşum. Bu vesileyle bir kutlama yapalım dedik ve iki hafta önce İstanbul'da buluştuk. 80 kişi girdiğimiz sınıfımızdan 30 kişi de kalktı geldi, sağ olsun. Laf lafı açtı. Güldük eğlendik. Buluşmanın hemen öncesinde yurt dışında yaşayan bir arkadaşımla yazışıyordum. 25. yılı duyunca sana yaşın üzerinden ucuz espri yapmaya bayılıyorum, dedi. Yaşımı göstermediğime bir kez daha kanaat getirip sohbete devam ettik. Uzlaşmak güzel şey. 

Bu aralar kafam uzlaşmalar, anlaşmalar ile meşgul. Bu yaşa kadar egoları çarptırıp kim haklı oyununa girdik de ne oldu? Mevlana'yı hatırla!

"Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana. 

Mevlana'nın bu sözü Şİ literatüründe sıklıkla karşımıza çıkar. Kimi zaman haklı ve haksızın ötesinde olarak. Ego sahiden çok seviyor "Kim haklı?" oyununu. Haklı olmayı mutlu olmaya tercih ediyor çoğu zaman. Bugün "Kim haklı?" tuzağının farkına varabilir miyiz? Egoları çarpıştırmak, haklılığımızı ispat etmek yerine bir seçim olarak uzlaşmayı, anlaşmayı, bu olasılığı hatırlayabilir miyiz? 

Niye bunu hatırlayarak başladım güne. Anlatayım. Bu sabah hava aydınlık, güneşli. Sonbahar havası elbette. Aman aman sıcak değil ama pekâla montla bir saat kadar açık havada oturulabilir. O kıvamda işte. Sabah kızımı okula bıraktım. Sabah kalkalı çok zaman olmamış. Bacaklarım biraz açılmak istiyor. Sahile yürüdüm. Simit sandviç aldım. Yolun karşısına geçtim. Deniz çarşaf gibi. Benim gibi mesai öncesi hızlı kahvaltı, çay molası vermek isteyenler, çocuklarını okula bırakan ebeveynler oturuyor hep. Çay siparişi vereceğim, simit çay keyfi yapacağım ve işe döneceğim. Ne oldu peki? 

Garsonların masaya gelmesini beklemek istemediğim için çay ocağına gittim, derdimi anlatamadan sipariş masada alınıyor şeklinde matbu, ruhsuz, duygusuz, karşılıklı bağlardan uzak bir yanıt aldım, şuradaki masaya bir büyük çay diye yineledim, yine aynı cevabı aldım, kızdım, ayh yaptım dışımdan çok abartmadan ve gittim. Yürürken muayenehaneyi aradım, asistanımdan çayı demlemesini rica ettim. Aslında zamanım olduğu halde niye sabredemedim? Bilmiyorum. Muhtemelen geçmiş deneyimlerden. Belki dinlemeden geçiştirilmekten. Velhasıl kendimi sabah deniz kenarında sakince güne başlama ihtimalinden alıkoydum. Buna sabredemeyecek ne vardı? Sahiden hiç bilmiyorum. Her gün, yavaş olmak, anda kalmak, ihtiyaçlarla bağlantı kurmak, karşımdakinin davranışlarından tetiklenmemeyi seçmek, bunları bir niyet, amaç olarak hatırlamak gerekiyor. İşte o yüzden şiddetsiz iletişim alıştırma gruplarını, orada tavsiye edilen empati badiliği sistemini önemsiyorum. 

Bu söz, bu davranış bende rahatsız edici düşünceler uyandırdı. Farkına dahi varmadan bu ne düşüncesizlik dedim muhtemelen. Bunu fark etmek, park etmek ve bir sonraki eylemi fıt diye yapmamak,  araya bir mesafe sokmak çok kıymetli. Hep hatırlanası.

İşte böyle dostlar. Fark ettim, park ettim ve sizinle de paylaştım. Sizi de bir tuzak olarak "Kim haklı?" oyununu fark etmeye, park etmeye davet ediyorum. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder