"Cuma günleri ilkbahar ılıklığında gelmiyor artık."
Yerinden kalktı. Başını buz gibi cama dayadı. Bir çınar ağacıyla göz göze geldi. Sarı, kahverengi seyrelmiş yaprakların ardından pamuk beyazı bulutlar geçiyordu. Tek seferde doğum günü pastasının üzerindeki tüm mumları söndürme hevesindeki çocuk gibi, var gücüyle hohladı pencereye. Yarı buğulanmış cam, yetmedi sonbahar güzelliklerini örtmeye. Sımsıkı yumdu gözlerini. Bekledi.
"Sinirlerin bozuldu. Hafta sonu bir kaplıcaya gidelim. Masaj da yaptırırsın."
Göbek taşına yatmış düşledi kendini, sıcak buharın etkisiyle tüm gözeneklerinin açıldığını... Ruhunun boş bulduğu yerlerden sıvışacağına emindi. Başını iki yana salladı.
"Hayır! Rahatlamak istemiyorum. Sonuna kadar yaşayacağım bu acıyı."
"Sen bilirsin."
Kapı sessizce kapandı. Geri gelmeyeceğine emindi. İşini kolaylaştırmak için telefonlarını açmam, ters bir mesaj yazarım, olur biter diye düşündü.
Güneşte kalmaktan solmuş, kırmızı kadife kaplı berjere çöktü. Memesinden geri kalanı yokladı. Şimdiye kadar konuşanın ruhu olduğunu düşünüyordu. Asıl konuşanın bedeni olduğunu fark etmek onu şaşırttı.
Boş bir sayfaydı şimdi. Bedeninden gelen cümlelerle yavaş yavaş dolacaktı.
Memesi sızlıyordu, bir parçasını kaybettiği için. Omuzları ve boynu kaybettikleri için yorgundu. Kalbi telaşla çarpıyordu, sonunda sesi duyulduğu için. Cildi kuruydu, kıl ve saç kökleri güçsüz. Ucu gevşemiş çivinin tuttuğu tablo misali, eğreti sallanıyordu boşlukta. Ha düştü ha düşecek...
Boş bir sayfaydı şimdi. Bedeninden gelen cümlelerle yavaş yavaş dolacaktı.
Memesi sızlıyordu, bir parçasını kaybettiği için. Omuzları ve boynu kaybettikleri için yorgundu. Kalbi telaşla çarpıyordu, sonunda sesi duyulduğu için. Cildi kuruydu, kıl ve saç kökleri güçsüz. Ucu gevşemiş çivinin tuttuğu tablo misali, eğreti sallanıyordu boşlukta. Ha düştü ha düşecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder