Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in devamı niteliğinde yazdığım öykü dosyasını aylar sonra yeniden okuyorum. Çehov'un kulakları çınlasın. Okur demez mi "Be kadın madem o tüfeği duvara astın o halde neden patlamadı?" Öykünün başında beliren konuk çocukların bir daha belirmemesini bir sorun olarak görmem için editörün okuması ve uyarması şart mı? Olmamalıydı elbette. Efendimiz acemilik!
Üç kardeşten biri sürece dahil oldu. Diğerleri henüz giremedi. Bir yol bulacağım elbette. Hazır yeniden okurken gereksiz kelime atma, yakın yerlerde kullanılan aynı fiiller yerine yenilerini seçme... Bitmeyecek gibi duran bir iş. Bazen bunun bir sonu var mı diye düşünmeden edemiyor insan. Her defasında silmek, eklemek mümkün galiba. Sözlü edebiyatın zenginliğinin aksine sonsuza kadar aynı kelimelerle kısıtlamak metni, arzu ettiğin kusursuzluğa ulaştıramadan.
Kusursuzluk, ufuk çizgisi gibi bir şey aslına bakarsak. İnsana bir hedef gösteriyor ama ipin ucu kaçtı mı, fena şey. Fibromijaljilerin, mide ağrılarının, yanmalarının, yüksek tansiyonun, kanserin daha pek çok hastalığın da davetçisi. Çünkü kusursuzluk belli bir ortalamanın üstünde iş çıkarmaktan ibaret değil. Dile gelmek istediği gibi çıkamayan kelimeler, davranışlar, reaksiyonlar, görünümün, sahip oldukların, olmadıkların, hepsini içine alan kocaman bir beklenti balonu, şiştikçe şişen.
Geçenlerde bir arkadaşımla oturmuş çay içerken, şiddetsiz iletişim üzerine sohbet ederken, hatalarına karşı suçluluk, pişmanlık, kızgınlık duymadan bakabilmeye dair de konuştuk. Bazen farklı türde iletişim kurmanın mümkün olduğu bilgisine sahip olmanın da içimizden çıkmak isteyen kızgınlıkları, hayal kırıklıklarını bastırdığını, bunun da doğal olmadığını konuştuk. İlişkilerde yap hep ya hiç diye bir şey olmadığını, bazen bir çuval inciri berbat etsek de, yeniden başlanabileceğini kabule çalıştık. Sırtımızda yük etmeden, onu yaşandığı anda bırakarak, belki karşılanmayan ihtiyaçlarımızın trajik bir ifadesi olarak kabul ederek, utancın, kendimize duyduğumuz kızgınlığın ya da pişmanlığın orada duyulmayı bekleyen duygu ve ihtiyacı örtbas etmesine izin vermemekten bahsettik. Arkadaşımın heybesinde neler kaldı o sabahtan bilmiyorum ama beni rahatlattığı kesin. Ancak etkisi uzun sürmüyor.
Bazen yalnızca sessizliğe ihtiyaç duyduğum anlarda etrafında gelişen olayların, kontrolüm dışında ivmelenmesi, anafora dönmesi ve beni de içine çekip yutması kendimi Sisifos gibi hissettiriyor. Hadi bugünü de, bu ânı da kurtardım derken hop en aşağıdayım. Her şey yeniden başlıyor.
Yeniden başlamak her zaman kolay değil. Bazen insanı kolayca bıkkınlığa sürükleyebiliyor. Anahtar düşünce "elimden geleni yaptım" anlayışı galiba. Sürekli neyi başka türlü yapabileceğinin yollarını aramak bazen insanüstü bir çaba gibi duruyor. Kastettiğim elimden geleni yapıyorum kolaycılığı değil. Buna kapılmadan elimden geleni yapıyorum kabulüne, anlayışına, şefkatine sahip olabilmek. Denemeye değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder