23 Nisan 2023 Pazar

Hacer Kılcıoğlu ile söyleşi*

 

    Sizinki hep çocuklarla iç içe geçmiş bir hayat. 20 yıl İngilizce öğretmenliği, ardından kurduğunuz çocuk evi ve çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlığı... Çocuklarla uzun yıllar yakın ilişkide bulunmanın yazarlığınıza etkileri ile başlayalım isterseniz.

 

Çocuklarla ve gençlerle yakın yaşadım hep. Özellikle duygu yoğun çocuklardan beslenip yazmaya başladım. Hayatı sade, basit ama coşkulu yaşayışları, hayatın geri kalanına kayıtsız oluşları bana yeniden kendi neşeli çocukluğumu anımsattı. Çocukluğa, o altın ülkeye dönmek şahaneydi. İçinizde bir yazar varsa onu er ya da geç ortaya çıkarıyorsunuz.

   Everest Yayınları’ndan çıkan ilk iki kitabınız “Ben Eskiden Çocuktum” ve “Jale’yle Konuşmak”ta çocukluk ve gençlik anılarınız yer alıyor. Bir sonraki kitap “Perşembeleri Çok Severim” sizi Günışığı Kitaplığı ile buluşturan roman. Nasıl başladı bu yolculuk? Bir de sizden dinlesek.

Küçük bir kasabada, masal gibi geçen bir çocukluk benimkisi. Sokak ülkeydi bizim için. Hayatımızdaki her şey basit ve doğaldı. İnsanoğlu doğayı doğallıktan çıkarmamıştı henüz. Arkadaşlarımı kendimi sever gibi severdim. Oyunlar... Evcilikte adımı Jale olarak değiştirirdim. Beğenmezdim kendi adımı. Ve ben büyürken Jale ayrılmadı benden, içimde taşıdım hep onu. Jale çocukluğum demekti. Hayatımızın yönünü iç dünyamız belirliyor ya Jale çocukça yönetti beni. Mutlu çocukluğumu hayatımın üstüne serpmeme fırsat tanıdı. Yazmaya başladım bu güzel çocukluğu. “Ben Eskiden Çocuktum” çıktı Everest Yayınları’ndan. Ardından “Jale’yle Konuşmak” geldi. Sonra, “Haydi başka çocuklarla tanışacağız,” dedi Jale. Günışığı ailemle tanıştık. “Perşembeleri Çok Severim”, ardından peş peşe kitaplar. On birinci kitap “Bas Pedala Luna”ya kadar sürdü bu yolculuk.

     Kitaplarınızda yolculuk ve büyümek göze çarpan kavramlar. “Bas Pedala Luna” için de bir yol ve büyüme hikâyesi diyebiliriz. Yola çıkmak ve büyümek kavramlarının sizdeki, çocuk okurdaki karşılığı nedir?

Yola çıkmak her anlamda heyecanlandırır beni. Valiz gördüğümde bile yola çıkma isteği duyarım. İçime yaptığım yolculuklar da çok kıymetlidir. Kendimi bulmama yarar. Çünkü hayatta en önemli görevimiz kendimizi yönetmek, nasıl bir insan olacağımıza karar vermek. Çocuk için farklı anlamı var bu iki kavramın. Hemen büyümek ister çocuk. Kaç yaşında olduğunu sorsanız, illa ki bir yaş büyük söyler. Adına hayat dediğimiz o uzun yolda sabırsızca ilerlemek ister. Dünya uçsuz bucaksız bir tarladır onun için, özgürce koşmak ister. Oysa hayat dediğin böyle bir şey değil, büyüme yolculuğu uzun ve zorlu. Ayakkabınızın içine girmiş minik bir taşla yürüdüğünüzü düşünün. Yürürsünüz ama huzursuzca. Bildiğim bir şey varsa o da şudur, büyüme yolculuğu emek ve çaba ister. Tatlı, yemeğin sonunda geliyor.

    “Bas Pedala Luna” Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’nun kurucusu Sema Gür’ün de kurgu karaktere dönüştüğü bir yol ve yolculuk hikâyesi anlatıyor bize. Kitapta da değinildiği gibi yola çıkmak kaybolmayı da göze almak, demek. Bununla beraber yola çıkmadan, kaybolmadan kendine varmak da mümkün değil. Her kitabın yazar için de bir yol ve yolculuk olduğunu düşünürsek siz nerelerde kayboldunuz? Kaybolduğunuz yerlerden nasıl ve hangi bilgilerle çıktınız?

Yolculuk hikâyeleri yazmayı seviyorum. Hikâyeler yeni arkadaşlar kazandırıyor. Bu kitabımda da güzel insan Sema ve sevgili Urim ile kesişti yollarımız. İyi ki. Kaybolmak dersek... Türkiye kalbimi kırıyor. Kötü yönetiliyoruz ve sanat, edebiyat gibi bizi biz yapan değerler karşılığını bulmuyor. Coğrafi şanssızlıklarımız da cabası. Acılara boğuluyoruz. Ama kaçıp gideceğimiz başka Türkiye yok. Toplumsal ve kişisel nedenlerle ben de sık sık kayboluyorum. Duygularım gerçekliğe uyum sağlayamıyor. Neyse ki kısa sürüyor bu durum. Hayat geri gelecek diyor, umuda sarılıyorum. Çünkü trajik olandan kaçmanın kendisi trajik. Ne derler aklın bahar olursa fikrin çiçek açar.

   Yolculukların en büyük kazanımı farklı kültürden insanları bir araya getirmesi, ön yargıları, klişe kalıpları kırarak kalpten iletişime açık hâle getirmesi. Okumak da bize oturduğumuz yerden bunu sağlıyor. Dolayısıyla kitapta en sevdiğim bölüm, Luna ve annesinin, Niko’nun ailesinin bahçesine sığınması ile başlayan kısım. Farklı kültürden, dilden, dinden iki aileyi buluştururken siz hangi unsurları gözettiniz?

Dünya büyülü bir yer. Ne var ki zaman zaman hayat bazı kavramların içini boşaltıp, birçok şeyi yerinden oynatıyor ve bazen dünya deliriyor. Savaşlar! Cehennem. Sartre, “Cehennem başkalarıdır,” demiş. Evet, cehennem başkalarıdır. Oysa insanlar arkadaş olmak, barış içinde, huzurla birlikte yaşamak istiyor. Aristoteles yüzyıllar önce, “İnsanoğlunun en vazgeçemediği şey arkadaşlıktır,” demiş. Bu durumu sık sık düşünürüm ve kitaplarımda herkesi kardeş, arkadaş olmaya çağırırım. “Bas Pedala Luna” kitabımda Luna ve Niko’yu, hatta iki bambaşka aileyi arkadaş etmek için epey çabaladım doğrusu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder