18 Ekim
Bilgisayarı açtım. Boş sayfayla bakışıyorum. Okuma listesine gidiyorum. Takip ettiğim bloglarda yayımlanan yazıları okuyorum, kimine hızlıca göz gezdiriyorum. Bazılarına yorum yazmak istiyorum. Düşündürtüyor zira. Vazgeçiyorum. İçimde boşluk mu desem, ağırlık mı, ne yapacağını bilemeyen bir hal. Eh bunu yazayım en iyisi. Kalemi bir yerden sivriltmek gerek.
Bu gece geliri kız çocuklarının eğitimine bağışlanacak bir konsere gidecektik arkadaşımla. Son dakikada giyinirken milli yas nedeniyle iptal edildiğini öğrendik. Siyahlarımızı çıkartıp (davetiyede dress code yazıyordu pek benlik olmayan olaylar ya neyse) kotumuzu geçirdik, buluşalım da kahve içelim, dedik. Kahve planını duyan kızım ben de geleyim, orada yaparım ödevimi dedi. Üniversiteli gençlerin yan yana ödev yaptığı köşeye geçti. Kulaklıklarını taktı. Kahvesini yudumlarken ödevlerini yapmaya koyuldu. Bazen dışarıda olmanın kendisi bir ödül ve motive edici galiba. Ben de temmuzun ilk haftasına kadar uzayan finallerim için ders çalışma mekânı olarak Koşuyolu Öğretmen Evi'nin bahçesini, Fethipaşa Korusu'nu kullanırdım kimileyin. Evde pineklemekten daha keyifli gelirdi. Sıcakla mücadele etmek de kolaylaşırdı. Mezun olalı neredeyse yirmi üç yıl oluyor. Dile kolay. Okula ilk girdiğim yıllarda bu meslek yirmi yıldan fazla yapılmaz demiştim. Yanılmışım. Bal gibi de yapılıyormuş. Yeter ki hevesi kaçmasın insanın.
19 Ekim
Ateşten Gömlek'in ardından Handan'ı dinlemeye başladım. Mektuplardan oluşan bir roman. Roman Refik Cemal'in arkadaşı Server'e Neriman ile evleneceği haberini vermesiyle başlıyor. Refik Cemal'den Server'e, Server'den Refik Cemal'e, Refik Cemal'den Neriman'a, Neriman'dan Refik Cemal'e... Roman boyunca, roman kişileri birbirine mektup yollayıp duruyor. Mektup demek ben kişisi demek. Ben anlatıcı demek kahramanın düşüncelerini, hislerini aracısız görmek demek. Neticede bir romanı yalnızca olay örgüsü için okumuyoruz. Oluş halinden çok insanların ne deneyimlediğini, bu deneyimden nasıl etkilendiğini, ne çıkardığını, nasıl dönüştüğünü görmek için okuyoruz. Ben anlatıcıyı da tam bu sebeple seviyoruz. Tanıklığı, deneyimi araya kimseyi sokmadan gösterdiği için, bunu mümkün kıldığı için.
20 Ekim
Bir aralar her yıl başı öncesi kendime bir Metis ajanda alıyordum. Hem tasarımını, içeriğini sevdiğim için hem de günlük notlarımı yazayım, bir şeyleri unutmayayım hem de bir yıl dökümü gibi, kişisel almanak gibi saklarım diye düşünüyordum. Bu yıl almadım. Akıllı telefonlar, google takvim pek çok seçenek var zaten. Günlük hayatla ilgili mevzularda hafızama güveniyorum. Bu geceki zoom toplantısını neredeyse unutuyordum. İşten çıktım. Pizza aldım. Ablama gittim. Saat dokuza yakın içgüdüsel bir şekilde kalktım. Ben eve gideyim, dedim. Toplantının t'si bile yok aklımda. Bizim sokağa döndüm ve dank etti. Hızla eve girdim, çalışma odasına daldım ve telefondan bağlandım. Tam zamanında! Günümüz insanının en büyük sorunu belki de bu. Çok fazla uyarana maruz kalıyoruz. Onları sindirecek zamanı bulamadan yenileri boca ediliyor üstümüze. Arınmak ve bir kısmını salmak, yeni güne, yeni haftaya başlamak için kimi meşgaleler bulmak, kimi ritüeller yaratmak şart. Yazmak, benim için bunun yollarından biri. Bir irini akıtmak gibi, içimin şişmesini engellemek ister gibi yazıyorum. Sular kesildikten sonra musluğu açarsın, pis bir su akar hani, kahverengi, puslu... Mecbur açık tutarsın, tortusu gitsin, berraklığına kavuşsun diye. İşte içimdeki suların kiri, pası gitsin, yeniden berraklaşsın diye yazıyorum. Dikkatimi dağıtan pek çok şey varken, dikkatimi yalnızca yazdığım metin üzerinde toplayabilmekten hoşlandığım için yazıyorum. Silkelenmek için yazıyorum. Günlerim, aylarım nasıl geçmiş anlamak için yazıyorum. Yalnızca bloğa yazmak yetmiyor galiba. Yeni yılda yeniden Metis ajandası almalıyım belki de.
Yazmak güzel ama daha çok zihinle ilgili. Oysa bir de beden var. Beni taşıyan, ruhumu, zihnimi kaplayan, kapsayan. Onu unutuyorum. Haftada bir ormanın kalbine gitmem şart değil. Bir parça ağaçlık alan bulsam, yürüsem, derinlerine gitmesem bile başımı göğe çevirdiğimde onların taç utangaçlığına şahit olsam, taçlarının arasından süzülen gün ışığına baksam. Ne güzel olur.
21 Ekim
Hava iki gündür mis. Pastırma yazı dediklerinden. Öğle saatlerinde yaz bitmemiş gibi hissettiriyor. Hele koştururken, bonenin, maskenin, eldivenlerin, gözlüklerin altında terlerken "Şimdi deniz kenarında olsam yüzerdim," dedirtiyor. Mübalağa tabi. Ekimde Çanakkale'de denize girmişliğim yok. Üşürüm muhtemelen. Yazın bile öyle cumburlop giremiyorum suya. Yine de güneşi görmek güzel. Hala tişörtle gezebilmek güzel. Bugün güneşli havanın tadını çıkardım. Güne erken başladım. Hep erken uyanıyorum gerçi. Bu kez sokağa da erken çıktım. Kasım ayında düzenleyeceğimiz sempozyumun gerçekleşeceği otelde randevumuz vardı. 9'da orada olacaktık. Deniz kenarında simit çay yapar öyle giderim, dedim. Çedarlı simit ve duble çayla kahvaltımı ettim. Otelde son ayrıntıları konuştuk. Muayenehaneye gittim. Yoğun bir iş gününün ardından 1,5 saat gecikmeyle kendimi sokağa attım. Medikalciye gidip tıbbi atık kovası aldım. Bankamatiğe para yatırmak üzereyken tanıdığım bir çifte rastladım. Aynalı çarşının oralarda yeni açılan bir burgerciye gidiyorlarmış. Beraber gittik. Övdükleri kadar varmış. İsmi 1890. Adını Aynalı çarşının yapım yılından alıyor. Yemeğin ardından bir arkadaşıma kahve içmeye gittim. Kurabiye almak için Meydani'ye girdim. Kasadayken sevdiğim bir başka arkadaşıma rastladım. Bana şu satırları yazdıran arkadaşıma. Bu aralar bir akşam yemeğe bize gelmesi için konuşmuştuk. Rastlaşmak iyi oldu.
22 Ekim
Pazar sabahı. Güne Sani'nin afacanlığıyla başladım. Mama istemek ve dışarı çıkma arzusunu gerçekleştirmek için bildiği iki yol var. Bana diş geçirmek ya da bir şeyleri yere itmek suretiyle ses çıkarmak. Alıştım artık. Kalktım, mama verdim, su verdim, pencereyi açtım. Alacakaranlıkta yatağa girdim. Bir podcast açtım. Sesler beni sardı sarmaladı yeniden uykuya daldım. Önümde uzunca bir yapılacaklar listesi var bugün. Evden çıkma zamanım da geldi. Bu yazıyı salıp gideceğim. Yukarıda sormayı unuttum. Yazarsanız sevinirim. Sizin arınma yollarınız ne? Günün, haftanın yorgunluğunu atmak için, yeni güne, yeni haftaya hazırlanmak için siz neler yapıyorsunuz?
Son cümleniz yazmak için öyle çok nedeni düşündürüyor ki insana; Güneşin yeni bir güne merhabasını gözleyebilmek, yeni güzellikleri keşfedebilmek için küçük hamleler yapmak, "ağaçların taç utangaçlığını " farklı bir bakış açısıyla izlemek, acaba insanlar da doğadan, ağaçlardan, çiçeklerden, karıncalardan, kuşlardan örnekler alarak değişip gelişirler mi? sorusuna kafa yormak, derin nefesler alarak iç çekişleri biraz azaltmak... Gün batımına daha bir dolu zaman var. Ama zaman acımasızca ilerliyor. Elde kalanlar'ı iyi değerlendirmek lâzım.
YanıtlaSilEnerjiniz bol olsun. Sevgiyle.
İç çekmek için neden çok belki ama elde kalanları değerlendirebilmek için iyi ki'lere odaklanmayı tercih edebiliriz. Yüzümüzü oraya çevirebiliriz. Evet, evet öyle yapalım :) İyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Sevgiler benden :)
Sil