YAZININ DAİMİ ACEMİSİ
“Nasıl yazar oldum,” sorusuna
cevap vermek yerine yazmaya nasıl başladığımı anlatabilirim. Ben üç dört
yaşındayken televizyonda “Alacakaranlık Kuşağı” diye bir program vardı. Bu
yayın kuşağında korku filmleri olurdu. İzin verilmediği için, yattığım odanın
salona açılan ve direkt televizyonu gören kapısının aralığından gizlice
izlerdim. Çok korkardım, korkmayı severdim de. Sonra da karmaşık, uzun, bazen
de rahatsız edici rüyalar görürdüm. Ev ortamından da beslenen bu rüyalar
giderek kâbusa dönüşüp dayanılmaz bir hâl almaya başladı sonra. Her gece
ağlayarak uyanıyordum ve yeterince ayılmadan yeniden uyursam kâbuslar devam
ediyordu. Yazmayı görece erken bir yaşta öğrenmiştim. Annem bana eski bir ece
ajandası verip kâbuslarımı yazmamı önerdi. Beş yaşımdan dokuz yaşıma kadar o
ajandaya önce beni rahatsız eden kâbusları, sonra da ilginç gelen düşleri
yazdım. Yazarken iyi hatırlamadığım yerleri uydurdum, roman yazıyorum diyerek rüyaları
birbirine bağladım. Adını da “Mavi İlacın Yaratıcıları” koymuştum.
Sonraki yıllarda üniversiteye
girene dek düzenli olarak günlük tuttum. Günlüklerimde de kurgusal yanlar,
kendime bile bile söylediğim ufak yalanlar vardı. Ne de olsa geleceğin geçmişini
kuruyordum yazarken. Ve onu biraz değiştiriyordum. Lise yıllarında kurgusal
metinler yazmaya da başladım. Bunların ilkleri özyaşamöyküsel oluyordu, hafiften
kurgusal olana evriliyordu. Sonra kendi hikâyemi anlatma hevesinden neyse ki
biraz sıyrıldım, en azından o kadar açık etmedim bunu. Üniversiteye başladığım
yıllarda meselem edebiyatın kendisi oldu. Ne yazdığımı, nasıl ve neden
yazdığımı düşünmeye başladım. İlk öyküm 2003 yılında, o sıralar ODTÜ’de çıkan,
benim de bir süre ekibinde yer aldığım Nikbinlik’te yayımlanmıştı. Sonraki beş
altı yıl kuramsal okumalara da ağırlık verdim. Siyaset tarihi, sosyoloji ve
felsefi düşünce tarihinden haberdar oldum. Edebiyat kuramcılarını okudum
anladığımca. En önemlisi sinemaya ilgim arttı. Bazı günler birden fazla film
izliyor, bunlarla ilgili kendime küçük notlar alıyordum. Bu sayede öyküde
atmosfer ve görselliğin önemini sezinledim. Keyifli bir kapanmaydı. 2008
yılında bir arkadaşımın yönlendirmesiyle Perşembe Grubu toplantılarına
katılmaya başladım. (Ankara’da her perşembe toplanan bir okur yazar grubu) Burada
yazdıklarım disiplinli şekilde bir araya geldi. Büyük dergilere öykü gönderdim,
bir öyküm 2009 Ocak ayında Varlık’ta yayımlandı. Sanırım ondan daha büyük bir
heyecan ve sevinç yaşamadım daha sonraları. Yine Perşembe’deki arkadaşların
yönlendirmesiyle ilk kez bir dosya oluşturmayı düşündüm. Yayın dünyasından
kimseyi tanımadığım için el yordamıyla ilerliyordum. Aynı yıl Perşembe
toplantılarını izlemeyi bıraktım. 2010’da “Deli Bal” adlı öykü dosyamla Yaşar
Nabi Nayır ödülüne katıldım. Amacım hiçbir yayınevinin kapısına gitmeden kitap
yayımlatmaktı açıkçası. Ödüle değer bulunan dosyayı basıyordu Varlık. “Deli
Bal” ödüle değer bulundu ve basıldı. Gönül borcu duyduğum yazarlardan
ulaşabildiklerime birer kitap göndermiştim. Hasan Ali Toptaş da bu yazarlar
arasındaydı. Kitabın baskısı tükenmişti. Bu sırada Can Yayınlarına kitabımı
önerdiğini duydum. Elimde kalan iki kopyadan birini Faruk Duman’a gönderdim.
Bir süre bekledikten sonra ikinci dosyamı da görmek istediklerini
söylediklerinde telaşa düştüm. Artık sürekli yazmam mı gerekecekti? Benim için
dosya oluşturmak onlarca öykü yazıp içinden on kadarını seçmekti. Pek üretken
olmadığım da düşünülürse gözüm korkmuştu. Elimdeki öykülerden hoşuma gidenleri
derleyip ikinci dosya olarak gönderdim. Uzun bir süre bekledikten sonra yayın
kurulunun kitaplarımı beğendiğini ve basacaklarını öğrendim. Kitapların çıkışıyla eş zamanlı doğum yaptım. Kızım Leyla ile yaşadığım büyü beni edebiyattan biraz
uzaklaştırdı. Onunla akıp giden mucizevi dünyaya kapılmıştım, buna uyum
sağladığımda ise biraz tembelleşmiştim ve zamanımı yönetemiyordum. Daha sonra
ikinci kitabım “Kanatları Ölü Açıklığında” çok sevdiğim ve bir şekilde özdeşlik
kurduğum bir yazarın adına verilen ödüle layık görüldü, Selçuk Baran öykü
ödülüne. Bu ödül beni sürdürmeye yüreklendirdi. Şimdilerde üçüncü dosyamı
hazırlıyorum.
Bunları anlatarak yazmaya nasıl
başlayıp genel olarak nasıl sürdürdüğümü, nelerden güç aldığımı söylemiş oldum
sadece. Yine bu yoğunlukta sürmesini dilerim yazma uğraşımın. Ve yazının daimi
acemisi olmayı, hiçbir zaman “olmamayı” dilerim. Teşekkürler
Pelin Buzluk
Pelin Buzluk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder