Okullar kapandı. Sezonluk tutulan barakaya ilk eşyalar atıldı. Bekliyoruz, havaların ısınmasını, her nereden geliyorsa şu soğuk hava akımının, yağmur bulutlarının gitmesini, deniz suyu sıcaklığının artmasını...
Bu arada güneşin yüzünü gösterdiği her an, yaz gelmiş gibi yapmaya devam ediyoruz. Çünkü âdettendir, deniz kenarında yaşıyorsanız, en geç okulların kapandığı ilk hafta sonu, yüzme sezonunu açmış olmanız gerekir. Bu bir kıskandırma hâli değildir aslında, bir tür şükretme, uzun, sıkıcı ve rüzgârlı kıştan sonra kendine yüksek ve güçlü sesle "İyi ki döndüm," diyebilme ânıdır. Farklı sebeplerle yolunuzu ayırdığınız İstanbul'dan kopmak öyle kolay değildir, ruhunuza sızar, burnunuzun direğini sızlatır sonra yaz gelir. Bundandır, hiç üşenmeden her akşam iş çıkışı Deniz'i alıp park, bahçe, deniz kenarı dolaşmalarım.
Bu gezintilere keyifli sohbetler de eşlik eder. Birbirimize sıkıntılarımızı, ihtiyaçlarımızı, hayallerimizi anlatırız. Çoğu dinlerim. Giderek daha az konu açmam gerekir çünkü dört yaşındaki kızım kendiliğinden sohbet konusu açmada şimdiden benden daha iyidir.
Şiddetsiz İletişim Eğitimi'nin hemen ardından Deniz'e yaptığımız bir alıştırmayı anlattım. Ve ona ihtiyaç duyduğum şeylerden bahsettim. Biri de yazı yazarken sessizliğe ve yalnızlığa duyduğum ihtiyaçtı.
"Tamam," dedi Deniz, "sen yazı yazarken ben seni yalnız bırakırım. Bunu baboşa da söyleyelim." Kendimi daha iyi hissettim. Ve sordum.
"Senin nelere ihtiyacın var?"
"Yüzmeyi öğrenmeye, kâğıtları koparıp üstlerine bir şey yazıp oynamaya ve resim yaparken kaç renk kullanacağımı ya da hangi renk kullanacağımı karıştırmamak için sessizliğe ihtiyacım var."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder