Son günlerde yapmam gereken işler çoğaldı. Kafamın içi kaynayan bir kazan gibi, desem abartmış olmam. Okuduğum metinlere ilgimi bir balık gibi ancak kısa süreyle yoğunlaştırabildiğim için daha çok eski dergileri karıştırıyorum. Notos Öykü, Haziran-Temmuz 2007 tarihli dördüncü sayısında, yazmaya yeni başlayanların içinden çıkamadığı bir konuyu, yayımlatabilme meselesini ele almış. Semih Gümüş'ün "Yazar olabilir miyim?" denemesi, genç yaşta ilk kitapları yayımlanan Nedim Gürsel ve Selim İleri'nin birinci ağızdan ilk kitaplarına dair aktardıkları, yazarlardan yazma önerileri ve genç yazarlarla hangi yolu izlediklerine dair söyleşiler, yaratıcı yazarlık kursu bilgileri ile içeriği dolu, ilgi çeken bir dosya. Derginin yayımlandığı dönem Everest yayınlarının editörlüğünü yapan Sırma Köksal ile yapılan söyleşi dikkat çekici. Bir yayınevinden içeriye girmenin ön şartı o yayınevinin editörüne dosyayı beğendirmek olduğuna göre, yazar adayları Sırma Köksal'ın sözlerine kulak vermeli.
Genç yazarların Everest yayınları gibi büyük yayınevlerinin kapısından içeri girmesinin koşulları nelerdir? Zor mudur kapıyı açtırmaları?
Genç yazarların herhangi bir yayınevinin kapısından içeri girmesinin ilk koşulu yazdıkları metne gönlünü verecek bir editördür. Eğer dosyanızı yolladığınız yayınevinin editörü o dosyayı beğenmezse, o dosyayı sahiplenmezse pek bir şansınız kalmaz. Bu kapıları hem zorlaştıran hem de kolaylaştıran bir durum. Eğer dosyanızı yollarken, o yayınevinin yayımladığı özellikle genç yazarların yazdıklarına dikkat ederseniz daha doğru hamleler yapmanız, sizin edebiyat görüşünüze daha yakın bir editörü seçmeniz kolaylaşır ki bu da şansınızı artırır. Eğer bu anlamda kişisel görüşümü belirtmem gerekirse, bir metinde ilk aradığım şey atmosfer duygusudur. Eğer bir metin okurda sadece o metne ait bir dünyaya dahil olma duygusu uyandırmıyorsa, ne konunun ne başka bir şeyin önemi kalıyor. Çünkü bir metnin dili, olay örgüsündeki sarkmalar her şey düzeltilebilir ama bir metne yazarının katamadığı atmosfer duygusu eklenemez. O olmadan da hiçbir anlatı edebiyat değildir, çünkü edebiyat bir olayın nakledilmesi meselesi değildir. En azından benim edebiyata ilişkin fikrim bu. Bu kapının zor ya da kolay olmasının bir yüzü. Diğer bir yüzü de, genç yazarlara yer açan bir yayınevi olduğunuzda bir çok dosya alıyorsunuz okurlardan ve bu bir yığılmaya yol açıyor. Bir diğer zorluk da, yayınevi büyüdükçe yayın programı yoğunlaşıyor ve çok daha titiz bir seçmeye zorlanıyorsunuz. Bunun için pek kolay bir kapı değil ama iyi bir metin için her zaman yer bulunur. Yoksa editörlük çok sıkıcı bir iş olurdu, kimse de kitap okuyup keyif çatmak dururken böyle bir işkencenin içine girmezdi.
Dipnot: Notos Öykü'ye gönderilen ve yayımlanmayan kimi öykülerin değerlendirildiği "Atölye" bölümünü bilirsiniz. Yolu atölyeden geçen, yürüyüşüne devam eden, basılı kitapları okurla buluşan öykücüler kimmiş gibi kişisel bir merak nedeniyle eski sayıları karıştırırken (Çünkü bir dergiyi asla baştan sona alıp okumuyorum. Yıllara yayılan bir karıştırma benimkisi) Atölye'ye bakmayı da âdet edindim. Dördüncü sayıda bakın kimler var: Aysun Kara, Gamze Güller, Murat Taş, Şenay Eroğlu Aksoy.
Bu da Halim Yazıcı'nın ilk kitap hikayesi: http://parsomen13.blogspot.com.tr/2015/06/kagttan-film-olmamst-che-henuz-ilk.html
YanıtlaSilGüzel hikâye. Paylaştığın için teşekkür ederim Onur.
Sil