21 Mart 2016 Pazartesi

MERCAN YURDAKULER ULUENGİN İLE ZEHİRSİZ EV ÜZERİNE SÖYLEŞİ*


Mercan Yurdakuler Uluengin’i, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin düzenlediği “Gerçek Temizlik” eğitimlerinden ve bildiklerini, öğrendiklerini paylaştığı “Zehirsiz Ev” adlı web sitesinden tanıyoruz. Takipçileri olarak bloğunda 4 yıldır paylaştıklarının neredeyse bir kitap bütünlüğüne ulaştığını düşünüyorduk ki Zehirsiz Ev kitabının müjdesi geldi. Mercan ile Modus Kitap’tan yayımlanan Zehirsiz Ev kitabı ve çevirdiği çocuk kitapları üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
 

Mercan, Zehirsiz Ev yayımlandı. Tebrik ederim. Okuru, kıymet bileni çok olsun. Kendi evini zehirsiz bir eve dönüştürme, bildiklerini paylaşma ve nihayetinde kitaplaşma süreci nasıl başladı, gelişti?

Çok teşekkürler, Tuğba. Aslında yola çıkarken aklımda ne blog ne de kitap vardı. Başta sadece sağda solda okuyup kendi kendime denediğim, kendi ihtiyaçlarıma uygun hâle getirip kullandığım temizlik ürünü tarifleri vardı. Anne olduktan sonra satın aldığım her şey gözüme fazla, içerik etiketleriyse fazla kalabalık gelmeye başlamıştı. Daha sade, daha doğal alternatifler çekiyordu beni. 5-6 yıl zarfında evde kullandığım ürünlerde epey bir dönüşüm oldu. Önüme gelene anlattığım bu tarifleri daha geniş paylaşıma açma fikri ancak ondan sonra aklıma geldi. İtiraf edeyim çok kısa bir süre “Keşke bir kitap hazırlasam,” diye geçti içimden. Ama ben kimdim ki? Hangi yayınevi durup dururken neden basmak istesindi böyle bir şeyi, insanlar neden satın alsındı? Tam o sırada eşim bir blog açmamı önerdi. Zehirsizev.com 4 yıl önce kuruldu. Siteyi açarken ne kadar takipçisi olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Zamanla okuyucularla çok güzel paylaşımlara zemin sağlayan, farkındalık artıran bir çeşit başvuru kaynağı çıktı ortaya. Sonra atölyeler, Buğday Derneği eğitimleri başladı. Zehirsiz Ev, bilgisayar ekranından dışarı taştı. Derken, artık kitap fikrini hatırlamadığım bir noktada, bir arkadaşım vasıtasıyla Modus Kitap’tan bir teklif geldi. Gönlümüzden samimiyetle geçirdiğimiz şeyler dönüp dolaşıp bir gün oluyor, buna çok inanıyorum. Ama ancak zamanı gelince...

Zehirsiz Ev, bellek ve anımsama üzerine bir kitap. Okur, hem son yıllarda hızla unutulan, hafızalardan silinen çevre sağlığına ve kendi sağlığına zararı olmayan reçetelere ulaşıyor hem de hazır ürünlerin içeriğindeki zararlı maddeler hakkında bilgi ediniyor. Ben en çok yeniden anımsama, doğal reçeteleri toplama sürecini merak ettim. Bu kaynaklara nasıl ulaştın?

Ne güzel dedin! Gerçekten bellek ve anımsama üzerine... Ben de hep “Tekerleği yeniden keşfediyoruz,” diyorum. Bloğun veya kitabın altına imzamı atmak da bana pek doğru gelmiyor zaten. Bu formüllerin hiçbiri bana ait değil. Tek yaptığım derlemek. İnternet sitelerinden, bloglardan, kitaplardan, eskilerin anlattıklarından, reçeteleri deneyenlerin yorumlarından... Bir oturuşta yapılmış bir derleme veya bir araştırma projesi de değil, biraz önce anlattığım gibi. Bizim evdeki yıllara yayılan dönüşümün bir belgesi. Hazır ürünlerin yerine deneye yanıla, teker teker yenilerini koyduğum, “Çamaşır deterjanı yapabiliyorsam diş macunu da yapabilir miyim?” diye ilerlediğim bir macera.

Giderek dünyanın gidişatından daha çok kaygı duyan bireylere dönüşüyoruz. Kitabın bu anlamda umut da veriyor. Bize, organik sertifikalı ürünlerin takıntılı bir şekilde tüketicisi olmadan da “ekolojik anne-baba” olabileceğimizi fısıldıyor. Evlerimizi ve kendimizi değiştirmeye nereden başlayabiliriz?

Bunu Buğday rehberinin bir sayısındaki Ekolojik Anne köşesi için de yazmıştım: “Bugün kim olduğumuz nasıl kullandığımız ürün, hizmet ve markalarla tanımlanıyorsa, “ekolojik anne”lik bile her şeyden çok satın alma tercihlerimizle tanımlanıyor sanki: Organik sebze-meyveden şaşmamak; zor bulunan, özel sertifikalı temizlik ve bakım malzemeleri kullanmak; yurtdışından, internetten, oradan buradan güvenli, doğa dostu tasarımlar bulup getirtmek... Bir trend, bir furya, bir heves... Evet, kısmen yukarıdaki gibi tercihleri de barındırabiliyor ekolojik annelik, ama bence olmadık zahmetlere girip fazladan bir şeyler yapmaktan çok, belli bazı şeyleri de yapmamayı seçmek anlamına geliyor. Yani küçülmek, yetinmek, sadeleşmek... Ne yapacağımızı bilemediğimizde dönüp, doğada nasıl oluyordu diye bakmak...”

Bence ilk adım, oturup nelerden vazgeçebileceğimize ciddi ciddi bir bakmak, temel ihtiyaçlarımızın ne olduğunu dürüstçe belirlemek. Bir diğer kestirme yol, evimizden çıkan çöpü azaltmaya çalışmak. Öyle hızlı sadeleştiriyor, aslına döndürüyor ki insanı. Daha ileriki bir adım, permakültür gibi, doğayı onarıcı yöntemleri öğrenmek olabilir.

 

Amerikalı doğabilimci John Burroughs, “Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz. Fakat sevgi önce gelirse bilgi kesinlikle arkasından gelecektir,” diyor. Çocuklarımızı doğaya saygı duyan bireyler olarak yetiştirebilmek için biz ebeveynlerin öncelikli görevi, erken dönemde bu doğa sevgisini verebilmek. Çocukları apartman, kreş, AVM üçgeninden kurtarıp doğayla yakın bir bağ kurabilmeleri için neler yapabiliriz?

Bu çocuğa dırdır etmekle olacak şey değil. Kendi davranışlarımızla, tercihlerimizle örnek olmaktan başka çaremiz yok. Ben sürekli paketli gıda yiyorsam çocuğuma neden yememesi gerektiğini açıklayamam; sebze-meyvesini yetiştiren insanların emeğine, ürününe saygı duymasını sağlayamam; mevsim döngülerini öğretemem. Boş zamanlarımı televizyon karşısında ya da AVM’de geçiriyorsam, “Yavrum, bugün hava çok güzel, hadi dışarıda oyna,” diyemem. İnandırıcı olmaz. Bu çok önemli bir soru ve sorun. Dediğin gibi doğadan öyle kopuk yaşıyoruz ki, kuma bastığı zaman veya eli toprağa değdiği zaman ağlayan, böcek gördüğü zaman çığlık çığlığa kaçışan çocuklar var. Ağaçtan elma koparıp versen şüpheyle bakıyorlar ama marketten alınmış ilaçlı elmaları seve seve yiyorlar. Hatta sevgili İlknur Urkun Kelso’nun çevirdiği Ekofobiyi Aşmak diye çok güzel bir kitap da var bu konuyla ilgili. Çocuklara algılayamayacakları çevre sorunlarından bahsedip, dünya elden gidiyor diye yükü küçücük omuzlarına bırakmaktansa doğayla gerçek bir bağ kurmalarını sağlamanın yollarından söz ediyor. O bağ bir kez kurulduktan sonra ellerinden ne geliyorsa zaten yapıyorlar. Benim oğullarım bebekliklerinden beri yazın kahvaltılarına üşüşen arılardan kaçmayı ya da onları öldürmeyi akıllarına getirmiyorlar mesela. Çünkü böyle bir şeyi hayatlarında görmediler. Sadece diş macunu yapan bir annenin belki buna da bir çaresi vardır umuduyla “Bunları bir süre uzaklaştıracak bir iksir yapabilir misin?” diye soruyorlar. Böyle çocukların dünyadaki arı popülasyonunun önemini kavraması ve ileride bu konuda bir şeyler yapması daha olası mesela. Şehirde yaşayanlarımız için bu bağ kurma meselesi gerçekten zorlu. Çünkü doğayla buluşabilmek için fosil yakıt yakan bir arabaya doluşmak, trafikte saatler geçirmek gibi bir durum var. Yine de şehirli çocukları böceklerle, ağaçlarla tanıştıran pek çok etkinlik yapılıyor. Henüz denememiş olanların Doğa Oyunları Evi’nin Doğa Arkadaşımın Kutusu oyununu takip etmesini tavsiye ederim mesela. Oyunu oynamasanız bile oyunun ilkelerinden, Facebook sayfasındaki paylaşımlardan inanılmaz çok şey öğreniyorsunuz.

Yeşil Gazete okurları seni daha çok Zehirsiz Ev bloğundan ve verdiğin “Gerçek Temizlik” eğitimlerinden tanıyor ancak sen aynı zamanda çocuk kitapları da çeviriyorsun. Çocuk kitaplarının renkli, büyüleyici dünyasına nasıl giriş yaptın?

Yurtdışında yaşadığım dönem, bir bilgisayar firmasının kullanma kılavuzlarını Türkçe’ye çeviriyordum. Çocuk kitaplarına gelene kadar bol bol teknik çeviri yaptım senin anlayacağın. Sonra Türkiye’ye dönünce editörlük yapan çok yakın bir arkadaşım bir çocuk kitabı dizisi çevirmeyi denemek isteyip istemediğimi sordu. Geçişte biraz bocaladım ama çok keyif aldım. Giriş o giriş...

Sence çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin taşıması gereken üç özellik nedir?

Çevirmen, bir dilde yazılmış bir metni başka bir dilde yeniden yazan kişidir. Evet, çevirmen yazar değildir ama yaptığı iş de A dilindeki sözcüğü alıp B dilindeki karşılığını yazmaktan ibaret de değildir. Çok okumak (ki utanarak söylüyorum, benim durumum son yıllarda içler acısı), kaynak dilden ziyade hedef dile hâkim olmak ve bitmiş metni defalarca yeniden, yeni gözlerle okumak, bence bu işin olmazsa olmazları.

Hangi kitabı çevirmek isterdin?

Bu hiç beklediğin yanıt olmayacak: Bir tanecik bestseller (çoksatar mı demeliydim? J) çevirmek isterdim. O kendi kendine yeniden basılsın dursun, ben de o arada daha az kişiye dokunacak, tekrar baskı yapma ihtimali düşük, leziz kitaplar çevireyim.

Yaptığın çeviriler sende kurmaca metinler yazma isteği uyandırıyor mu?

Uyandırmaz mı? Çok hevesleniyorum ama sanırım o istek sadece zihnimde. Henüz kalbimde bir “İşte bunu yazmalıyım!” kıpırtısı olmadı. Veya bir öykü bana kendini yazdırmaya başlamadı...

Şu anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsun? Okurla ne zaman buluşacak?

Klasiklerden Siyah İnci’nin çocuklar için basitleştirilmiş ve kısaltılmış bir hâlini çevirdim daha yeni. Sanırım birkaç aya çıkar. Sırada anne-babalara yönelik, ergenlerdeki yeme bozukluklarıyla ilgili bir kitap var. Yeni başlıyorum. Teşekkür ederim.
* Bu söyleşi Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.


 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder