Mercan
Yurdakuler Uluengin’i, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin
düzenlediği “Gerçek Temizlik” eğitimlerinden ve bildiklerini, öğrendiklerini
paylaştığı “Zehirsiz Ev” adlı web sitesinden tanıyoruz. Takipçileri olarak
bloğunda 4 yıldır paylaştıklarının neredeyse bir kitap bütünlüğüne ulaştığını
düşünüyorduk ki Zehirsiz Ev kitabının
müjdesi geldi. Mercan ile Modus Kitap’tan yayımlanan Zehirsiz Ev kitabı ve çevirdiği çocuk kitapları üzerine keyifli bir
söyleşi yaptık.
Mercan,
Zehirsiz Ev yayımlandı. Tebrik ederim. Okuru, kıymet bileni çok olsun.
Kendi evini zehirsiz bir eve dönüştürme, bildiklerini paylaşma ve nihayetinde
kitaplaşma süreci nasıl başladı, gelişti?
Çok
teşekkürler, Tuğba. Aslında yola çıkarken aklımda ne blog ne de kitap vardı.
Başta sadece sağda solda okuyup kendi kendime denediğim, kendi ihtiyaçlarıma
uygun hâle getirip kullandığım temizlik ürünü tarifleri vardı. Anne olduktan
sonra satın aldığım her şey gözüme fazla, içerik etiketleriyse fazla kalabalık
gelmeye başlamıştı. Daha sade, daha doğal alternatifler çekiyordu beni. 5-6 yıl
zarfında evde kullandığım ürünlerde epey bir dönüşüm oldu. Önüme gelene
anlattığım bu tarifleri daha geniş paylaşıma açma fikri ancak ondan sonra
aklıma geldi. İtiraf edeyim çok kısa bir süre “Keşke bir kitap hazırlasam,”
diye geçti içimden. Ama ben kimdim ki? Hangi yayınevi durup dururken neden
basmak istesindi böyle bir şeyi, insanlar neden satın alsındı? Tam o sırada
eşim bir blog açmamı önerdi. Zehirsizev.com 4 yıl önce kuruldu. Siteyi açarken
ne kadar takipçisi olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Zamanla okuyucularla çok
güzel paylaşımlara zemin sağlayan, farkındalık artıran bir çeşit başvuru
kaynağı çıktı ortaya. Sonra atölyeler, Buğday Derneği eğitimleri başladı.
Zehirsiz Ev, bilgisayar ekranından dışarı taştı. Derken, artık kitap fikrini
hatırlamadığım bir noktada, bir arkadaşım vasıtasıyla Modus Kitap’tan bir
teklif geldi. Gönlümüzden samimiyetle geçirdiğimiz şeyler dönüp dolaşıp bir gün
oluyor, buna çok inanıyorum. Ama ancak zamanı gelince...
Zehirsiz
Ev, bellek ve anımsama
üzerine bir kitap. Okur, hem son yıllarda hızla unutulan, hafızalardan silinen
çevre sağlığına ve kendi sağlığına zararı olmayan reçetelere ulaşıyor hem de
hazır ürünlerin içeriğindeki zararlı maddeler hakkında bilgi ediniyor. Ben en
çok yeniden anımsama, doğal reçeteleri toplama sürecini merak ettim. Bu
kaynaklara nasıl ulaştın?
Ne
güzel dedin! Gerçekten bellek ve anımsama üzerine... Ben de hep “Tekerleği
yeniden keşfediyoruz,” diyorum. Bloğun veya kitabın altına imzamı atmak da bana
pek doğru gelmiyor zaten. Bu formüllerin hiçbiri bana ait değil. Tek yaptığım
derlemek. İnternet sitelerinden, bloglardan, kitaplardan, eskilerin
anlattıklarından, reçeteleri deneyenlerin yorumlarından... Bir oturuşta
yapılmış bir derleme veya bir araştırma projesi de değil, biraz önce anlattığım
gibi. Bizim evdeki yıllara yayılan dönüşümün bir belgesi. Hazır ürünlerin
yerine deneye yanıla, teker teker yenilerini koyduğum, “Çamaşır deterjanı
yapabiliyorsam diş macunu da yapabilir miyim?” diye ilerlediğim bir macera.
Giderek dünyanın gidişatından daha çok
kaygı duyan bireylere dönüşüyoruz. Kitabın bu anlamda umut da veriyor. Bize,
organik sertifikalı ürünlerin takıntılı bir şekilde tüketicisi olmadan da
“ekolojik anne-baba” olabileceğimizi fısıldıyor. Evlerimizi ve kendimizi
değiştirmeye nereden başlayabiliriz?
Bunu Buğday rehberinin bir
sayısındaki Ekolojik Anne köşesi için de yazmıştım: “Bugün kim olduğumuz nasıl kullandığımız ürün, hizmet ve markalarla
tanımlanıyorsa, “ekolojik anne”lik bile her şeyden çok satın alma
tercihlerimizle tanımlanıyor sanki: Organik sebze-meyveden şaşmamak; zor
bulunan, özel sertifikalı temizlik ve bakım malzemeleri kullanmak;
yurtdışından, internetten, oradan buradan güvenli, doğa dostu tasarımlar bulup
getirtmek... Bir trend, bir furya, bir heves... Evet, kısmen yukarıdaki gibi
tercihleri de barındırabiliyor ekolojik annelik, ama bence olmadık zahmetlere
girip fazladan bir şeyler yapmaktan çok, belli bazı şeyleri de yapmamayı seçmek
anlamına geliyor. Yani küçülmek, yetinmek, sadeleşmek... Ne yapacağımızı
bilemediğimizde dönüp, doğada nasıl oluyordu diye bakmak...”
Bence ilk adım, oturup nelerden
vazgeçebileceğimize ciddi ciddi bir bakmak, temel ihtiyaçlarımızın ne olduğunu
dürüstçe belirlemek. Bir diğer kestirme yol, evimizden çıkan çöpü azaltmaya
çalışmak. Öyle hızlı sadeleştiriyor, aslına döndürüyor ki insanı. Daha ileriki
bir adım, permakültür gibi, doğayı onarıcı yöntemleri öğrenmek olabilir.
Amerikalı doğabilimci John Burroughs,
“Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz. Fakat sevgi önce gelirse bilgi kesinlikle
arkasından gelecektir,” diyor. Çocuklarımızı doğaya saygı duyan bireyler olarak
yetiştirebilmek için biz ebeveynlerin öncelikli görevi, erken dönemde bu doğa
sevgisini verebilmek. Çocukları apartman, kreş, AVM üçgeninden kurtarıp doğayla
yakın bir bağ kurabilmeleri için neler yapabiliriz?
Bu
çocuğa dırdır etmekle olacak şey değil. Kendi davranışlarımızla,
tercihlerimizle örnek olmaktan başka çaremiz yok. Ben sürekli paketli gıda
yiyorsam çocuğuma neden yememesi gerektiğini açıklayamam; sebze-meyvesini
yetiştiren insanların emeğine, ürününe saygı duymasını sağlayamam; mevsim
döngülerini öğretemem. Boş zamanlarımı televizyon karşısında ya da AVM’de
geçiriyorsam, “Yavrum, bugün hava çok güzel, hadi dışarıda oyna,” diyemem.
İnandırıcı olmaz. Bu çok önemli bir soru ve sorun. Dediğin gibi doğadan öyle
kopuk yaşıyoruz ki, kuma bastığı zaman veya eli toprağa değdiği zaman ağlayan,
böcek gördüğü zaman çığlık çığlığa kaçışan çocuklar var. Ağaçtan elma koparıp
versen şüpheyle bakıyorlar ama marketten alınmış ilaçlı elmaları seve seve
yiyorlar. Hatta sevgili İlknur Urkun Kelso’nun çevirdiği Ekofobiyi Aşmak diye çok güzel bir kitap da var bu konuyla ilgili.
Çocuklara algılayamayacakları çevre sorunlarından bahsedip, dünya elden gidiyor
diye yükü küçücük omuzlarına bırakmaktansa doğayla gerçek bir bağ kurmalarını
sağlamanın yollarından söz ediyor. O bağ bir kez kurulduktan sonra ellerinden
ne geliyorsa zaten yapıyorlar. Benim oğullarım bebekliklerinden beri yazın
kahvaltılarına üşüşen arılardan kaçmayı ya da onları öldürmeyi akıllarına
getirmiyorlar mesela. Çünkü böyle bir şeyi hayatlarında görmediler. Sadece diş
macunu yapan bir annenin belki buna da bir çaresi vardır umuduyla “Bunları bir
süre uzaklaştıracak bir iksir yapabilir misin?” diye soruyorlar. Böyle
çocukların dünyadaki arı popülasyonunun önemini kavraması ve ileride bu konuda
bir şeyler yapması daha olası mesela. Şehirde yaşayanlarımız için bu bağ kurma
meselesi gerçekten zorlu. Çünkü doğayla buluşabilmek için fosil yakıt yakan bir
arabaya doluşmak, trafikte saatler geçirmek gibi bir durum var. Yine de şehirli
çocukları böceklerle, ağaçlarla tanıştıran pek çok etkinlik yapılıyor. Henüz
denememiş olanların Doğa Oyunları Evi’nin Doğa Arkadaşımın Kutusu oyununu takip
etmesini tavsiye ederim mesela. Oyunu oynamasanız bile oyunun ilkelerinden,
Facebook sayfasındaki paylaşımlardan inanılmaz çok şey öğreniyorsunuz.
Yeşil Gazete okurları seni daha çok
Zehirsiz Ev bloğundan ve verdiğin “Gerçek Temizlik” eğitimlerinden tanıyor ancak
sen aynı zamanda çocuk kitapları da çeviriyorsun. Çocuk kitaplarının renkli,
büyüleyici dünyasına nasıl giriş yaptın?
Yurtdışında
yaşadığım dönem, bir bilgisayar firmasının kullanma kılavuzlarını Türkçe’ye
çeviriyordum. Çocuk kitaplarına gelene kadar bol bol teknik çeviri yaptım senin
anlayacağın. Sonra Türkiye’ye dönünce editörlük yapan çok yakın bir arkadaşım
bir çocuk kitabı dizisi çevirmeyi denemek isteyip istemediğimi sordu. Geçişte
biraz bocaladım ama çok keyif aldım. Giriş o giriş...
Sence çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin
taşıması gereken üç özellik nedir?
Çevirmen,
bir dilde yazılmış bir metni başka bir dilde yeniden yazan kişidir. Evet, çevirmen yazar değildir ama yaptığı iş
de A dilindeki sözcüğü alıp B dilindeki karşılığını yazmaktan ibaret de değildir.
Çok okumak (ki utanarak söylüyorum, benim durumum son yıllarda içler acısı),
kaynak dilden ziyade hedef dile hâkim olmak ve bitmiş metni defalarca yeniden,
yeni gözlerle okumak, bence bu işin olmazsa olmazları.
Hangi kitabı çevirmek isterdin?
Bu hiç
beklediğin yanıt olmayacak: Bir tanecik bestseller
(çoksatar mı demeliydim? J)
çevirmek isterdim. O kendi kendine yeniden basılsın dursun, ben de o arada daha
az kişiye dokunacak, tekrar baskı yapma ihtimali düşük, leziz kitaplar
çevireyim.
Yaptığın çeviriler sende kurmaca metinler
yazma isteği uyandırıyor mu?
Uyandırmaz
mı? Çok hevesleniyorum ama sanırım o istek sadece zihnimde. Henüz kalbimde bir
“İşte bunu yazmalıyım!” kıpırtısı olmadı. Veya bir öykü bana kendini yazdırmaya
başlamadı...
Şu anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsun?
Okurla ne zaman buluşacak?
Klasiklerden
Siyah İnci’nin çocuklar için basitleştirilmiş
ve kısaltılmış bir hâlini çevirdim daha yeni. Sanırım birkaç aya çıkar. Sırada
anne-babalara yönelik, ergenlerdeki yeme bozukluklarıyla ilgili bir kitap var.
Yeni başlıyorum. Teşekkür ederim.
* Bu söyleşi Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder