Şebnem İşigüzel'in Duygu Asena Kadının Hâlâ Adı Yok roman ödüllü kitabı GÖZYAŞI KONAĞI Ada
1876 'hüzünlü ama derin karanlığı olmayan' bir aşk hikâyesi.
Osmanlı’da özgürleşme
adımlarının atıldığı 1. Meşrutiyet’in ilanının hemen öncesinde geçen roman,
saray artığı, yalı çıkması bir anne, üç kızı, hala ve evin emektar kalfası
üzerinden kapalı ve muhafazakar bir toplumda kadın olma hâlini anlatıyor. Özel
olan anlatılırken arka planda dönemin siyasi ve toplumsal çalkantıları da
başarıyla yansıtılıyor ve aradan geçen 141 yıla rağmen erkek egemen toplum,
çevre baskısı, otorite, özgürlük gibi pek çok meselede kayda değer bir değişim
olmadığı gözler önüne seriliyor.
Roman, anlatıcı ve olayların ana kahramanı Vuslat Emine’nin ağzından şu
cümlelerle başlıyor:
“1876 yılı baharında gayrimeşru
bebeğimi doğurmak üzere evin erkeklerinden habersiz Büyükada’ya gönderildim.
Yanıma Bedriye Kalfa’yı verdiler. Evin kadınları baba ve ağabeyime küçük bir
hikâye takdim ettiler.”
Vuslat Emine, varlıklı, saraya borç para veren bir
tüccarın üç kızından birisi. Evin kadınları tarafından hamile olduğu anlaşılıp
apar topar Büyükada’ya gönderilmeden önce hayatının en parlak günlerini yaşıyor.
İyi bir eş bulabilmesi için evde eğitim almasına müsaade ediliyor, piyano
çalıyor, Fransızca konuşabiliyor, annesi ve kız kardeşleriyle sık sık dışarı
çıkıyor, evlerinin duvarlarını yağlı boya tablolar süslüyor, fotoğraf
çektiriyor, İtalyan sefiresiyle komşuluk yapıyor, yaz günleri Büyükada’da gizli
koylarda ecnebiler gibi yüzüyor, devrin kadınlarına göre daha özgür, daha rahat
bir hayat sürüyor. Bir gece merak duygusuyla erkeklerden sakınılmayan
cinselliği tadıyor ve hamile kalınca zorunlu sürgün hayatı başlıyor. Bebeğin
doğumunun ardından başına neler geleceğinden habersiz, endişe içinde adaya
giden, hayata tutunmanın, yeniden başlamanın yollarını arayan genç kadının
yaşadıklarını, başına gelenleri, aile yaşantısını, evin bireylerinin özellikle
de kadınlarının birbirinden ilgi çeken ve merak uyandıran hikâyelerini genç
kadının tuttuğu günce üzerinden okuyoruz. Hamileliğin ortaya çıkmasıyla dayak
yiyen, tehdit edilen nihâyet evden uzaklaştırılan genç kadını adada da zor günler
bekliyor. Tecrit olanca hükmüyle sürüyor, zaman zaman kilit altında tutuluyor,
ölüm korkusu ve tehditi altında yaşamaya devam ediyor. Emine Vuslat, tüm bu
olumsuz şartlara rağmen, umut etme ve
hayata bağlanma dürtüleri güçlü, birey olma konusunda ayak direten, kendisine
reva görülenlere dayanan genç bir kadın olarak karşımıza çıkıyor ve hiç
ummadığı bir anda aşkı tadıyor. Siyasi nedenlerle kaçak olarak adada saklanan Mehmet
içtenlikle Emine Vuslat ve yeni doğan bebekle bir aile kurmak istese de kahramanın geri dönebileceği bir evi
ve ailesi olamayacağı, yerine yenisinin kurulamayacağını seziyoruz.
İşlerin yolunda gitmeyeceğinin ilk habercisi köşkün
saçaklarını mesken tutan kırlangıçların yuvalarının sökülüp atılması oluyor.
Kırlangıçlar çaresizce yuvasını ararken Vuslat Emine ile Bedriye Kalfa arasında
geçen şu diyalog, içimize şüphe tohumlarını ekiyor.
“Onların
yuvalarını sen bozdun!”
“Olmayacak iş yapmışlardı çünkü
sizin gibi.” s.35
Vuslat Emine'nin akıbetinin kırlangıçlardan farklı olmayacağının, aniden karşısına
çıkan Mehmet'in kilit rol üstlenerek hikâyeyi mutlu sona çeviremeyeceğinin
ipuçlarını görmek mümkün.
“Ben kimseye saadet getirmedim Mehmet. ... Senin
denizin ortasında, o güzelim dalyan kulübesinde kurduğun gizli saklı hayatı
yıkmaktan korkuyorum. Kaçak olduğunu öğrendikten sonra o kulübe gözüme
İstanbul’un bağrında yükselen Kız Kulesi gibi göründü.” s. 104
“Belki de bir sepette üzümlerin arasına saklanmış
gelen yılanın, felaketin benim? Kim bilir?” s.105
GÖZYAŞI KONAĞI Ada 1876 bize ilk satırlarından itibaren mutlu bir hikâye anlatmayacağını ima ediyor ancak içinde yakıcı bir karanlık da barındırmıyor. Zira Vuslat Emine devrin kadınlarının hayli ötesinde bilinçli, sorgulayan, özgürlüğünü arayan, en müşkül durumunda dahi birey olma, kendi olma çabasını elden bırakmayan, yaşama sevinci coşkun, yılmayan bir karakter. Yaşadıklarını, başından geçenleri irdeleme, toplumun kadınlar üzerinde oluşturduğu baskıyı, kadının kadına yaptığını doğru okuyabilen ve eleştirebilen bir karakter.
“Şu hayatta zamanla erkeklere
benzeyen kadınlar kadar felaket şey yoktur. Bir erkek gibi düşünür ve düşkün
bir kadın karşısında gerçek bir erkek gibi hareket ederler. Bunlar öyleydi
işte. Erkeklerin en büyük kötülüğü kadınları kendilerine benzetmeleridir. Oysa
kadın kendi cinsi içinde, kadın gibi kadın olarak hür ve serbest olmalı. Kafam
yumurta gibi kırılmamıştı anlaşılan. Yoksa bütün bunları düşünemezdim.” s. 125
Yazar, kahramanının genç yaşına ve içinde yaşadığı
kapalı topluma rağmen bunları yapabilme imkânını görece eğitimli olması, aldığı
Fransızca, piyano, kompozisyon derslerinin yanı sıra annelerinden iyi birer
zevce olmak için aldığı nasihatlere bağlayarak kahramanını inandırıcı kılmaya
çalışıyor.
“İçimde okumaya, öğrenmeye karşı hep
bir merak olmuştur. Hatta anlatmaya, yazmaya! Hoyrat ellerin yazdıklarımı
bulup, yakıp yırtıp yok etmeyeceğini bilsem yazardım. Çünkü tek bir insanın
bile şu âlemde yaşadıkları unutulmamalı. Yaşadıklarımız ne olursa olsun hatırlanmalı.
Yaşadıklarımız bilinmeli. Bizim göremeyeceğimiz zamanlarda bile bu dünyadaki
fani maceramız dile gelmeli. Bizden sonrakiler ne yaşadığımızı bilmeli.” s. 134
“Annem güzel sohbet etmemizi
isterdi. Bunu iyi bile kadınlardan bize ders aldırmıştı. Buna rağmen sohbet
etmeyi bilmezdik. Şimdi bir su gibi çağlayıp anlatırken fark ediyorum bunu.
Meğer ahenkli sohbet için karşındakini sevmek, beğenmek, değer vermek, ilgi
duymak, merak etmek gerekirmiş.” s.189
“… annem ‘Daldan dala konar gibi
anlatmayın, ipek dokur gibi anlattıklarınızı birbirine bağlayın,’ derdi.” s. 198
Finale doğru giderken, sırrın açığa çıktığı,
Emine Vuslat'ın hikâyesinin dilden dile dolaştığı, zamanında mevki ve
para sayesinde açılan kapıların bir bir yüzüne kapandığını görüyoruz.
Toplumun iki yüzlülüğünün, kadının üzerindeki baskının, bu baskıya ortak
olan erkekleşen kadınların anlatıldığı bu bölümlerde yazar, anlatıcının içinde bulunduğu topluma göre daha eğitimli bir birey olduğu, sezgilerinin yüksek olduğu ima etse de anlatıcıdan şüphe duymamıza, zihnimizde “Kim konuşuyor burada?” sorusunun uyanmasına engel olamıyor. Anlatıcının sesine yazarın sesinin karıştığı bu bölümlerde dahi, anlatıdan alınan keyif azalmıyor. Merak duygusu, giderek çözülen düğümler, 1. tekil
şahsın içten ve güçlü anlatımı, bizi sıkı sıkı avcunun içine alıyor, erkeklerin gölgesine ve erkekleşmek zorunda kalan kadınlara direnen genç bir kadının özgürleşme ve hayatını yeniden inşa etme çabasını hayranlıkla izliyor, Emine Vuslat'ı güçlü kadın kahramanlar arasına yerleştiriyoruz.
* Bu yazı 8/6/2017 tarihinde Ekmek ve Gül web sitesinde yayımlanmıştır.
* Bu yazı 8/6/2017 tarihinde Ekmek ve Gül web sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder