1 Haziran 2017 Perşembe

NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM?(36)



 Sahilde Beyaz Köpeğiyle Bir Kadın Dolaşıyordu 

Okuduğum o öyküyü uzun yıllar unutamadım. Daha ilk satırında vurulduğum, sarsıldığım, bende yazma isteği yaratan o öyküyü. Eski, yırtık iki kapak arasında, karalanmış, sararmış sayfaların birinde. Yazarının adını aklıma mıh gibi çaktığım. Anton Çehov. Daha on dört yaşındayım. Ortaokul bunalımlarıyla geçen bir yıl. Evde, eskilerin arasında elime geçen, okunmak için yaz tatilini bekleyen bir kitap. Çehov öyküleri seçkisi. İçinde, Köpeğiyle Dolaşan Kadın adlı bir öykü. Okumaya doyamadığım.
Aslında, düşününce, unutamadığımın o öykü olmadığını anlıyorum. Onun konusu, kahramanları, nasıl yazıldığı falan değildi unutulmayan. Bende başlattığı okuma, yazma, yaratma hazzıydı. İşte ben o hazzın, giderek tutkuya dönüşen o sevdanın peşinden koştum yıllar boyunca.
Ne oldu o öyküyü okuyunca? Daha ilk okumada, neydi onda beni bunca etkileyen? Neden ben o öyküden sonra yazmaya, dahası öykü yazmaya sevdalandım? Bu soruların bir yanıtı yok. Bunlar açıklanabilecek şeyler değil. Tek bildiğim, onunla başlayan yangının başka öykülere sıçrayarak bugün bile devam ettiğidir.
Arkasından  Sait Faik geldi. İpekli Mendil. Sırılsıklam aşk dedikleri belki de bununla başladı. Türkçe öğretmenimizin ispirto kokulu teksir kağıdına bastığı, mor mürekkeple yazılı o öyküyü satır satır ezberleyene dek okuduğum zaman. Sonra  Yaşar Kemal’in Pis Hikaye’si. Refik Halit Karay’ın Yatık Emine’si. Sabahattin Ali’den Hanende Melek… Yarım kalan ders defterlerinin sayfalarına okuduklarıma benzetmeye çalıştığım öyküler yazmamla başladı belki de öyküyle olan fırtınalı aşk hikâyem.
Yazmak… Hem kendinin dışında bir yapıyı inşa etmek sözcük sözcük hem içine kendini ve dünyaya dair bildiğini sandığın her şeyi katmak. Hem içinde var olmak hem dışında var etmek o muazzam yapıyı.
Yazmak…Sesin yetmediği her anda yazıya dönüşmek. Parmak uçlarından başlayıp tüm bedenini sözcüklere bulamak. Küçücük boyunla ve yetişmeyen ifadenle devleştiğini sanmak büyülü bir aynada.
Yazmak… Boğulur gibi olduğunda dünyanın kör katı gerçekliğinde, düşten, rüyadan, sanrıdan yepyeni bir dünya yaratmak ve en az yaşadığın dünya kadar gerçek olduğunu görmek hayretler içinde.
Belki de tutulduğum buydu. Bu coşkun sele kaptırdım kendimi ve uzun yıllar sadece yazdım. Sonra nasıl oldu da, dosya içlerinde, defter sayfalarında kabaran  öyküler basılıp çoğaltılarak gözler önüne serildi? Belki biraz da bundan söz edebilirim.
İlk öykülere duyulan sınırsız güven ve ilk gençliğin gözü karalığı olmasa bu serüven de başlamazdı herhalde. Yazdıklarımın eksiğini gediğini bilmeden, ne olduğuna dair hiçbir fikrim olmadan, öykü gönderdiğim dergilerden gelen yanıtlarla kendime bir yol açmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sayfalarda adımı görememenin yarattığı hayal kırıklığını  da. Bir yerlerde bir şeyler aksıyordu ama neydi?
Bunu bulmanın yolu yazmaya devam etmekten geçiyordu. Birkaç kez daha bir yerlere çarpıp geri dönmekten. Aslında her defasında bir adım daha atmış oluyordum ileriye doğru. Sözcüklerim, üzerlerindeki acemilik zarını yırtmaya, olgunlaşıp gövermeye başlamıştı sanırım. Öyküler olması gereken kıvama neredeyse kendiliğinden geliyor, anlatmak istediğimi söylemenin farklı yollarını bulmakta daha keskin bir zihne sahip olmaya başladığımı fark ediyordum. Ustalaşmaya doğru giden yol diyorlardı buna. Yazdıklarımı, usta işi, diyerek sanırım övüyorlardı. Ben bu söylenene çok da kulak asmıyorum.
Bir işte ustalaşmak mümkündür elbette. Ama bu iş yazmak olunca bunun çok daha zor olması gerektiğini düşünürüm hep. Aklımda durmadan biçim değiştiren, ele gelmez, tanımlanamaz, civa gibi kaygan yapısıyla bir öykü duruyorken, ben her defasında onu kağıda sözcük sözcük işlemenin zorluğu karşısında acemi duyuyorum kendimi.  Yazdığım öykülerin dergilerde görünür olmaya başlamasından bu yana geçen yirmi küsur yıla, yayımlanmış dört öykü kitabına rağmen nasıl yazar oldum başlığındaki yazar sözcüğü beni tedirgin ediyor. Hele oldum sözcüğü başlı başına sıkıntılı bir durumu ifade ediyor benim için.  Çünkü ben, yazar olmayı istediğim, bu hayalle yatıp kalktığım zamanlardaki heyecanımı, bu hedef için canla başla çabalama enerjimi kaybetmedim. Biliyorum ki  yaptığım ve yapmaya devam edeceğim o hal her ne ise, ancak bu itkiyle devam edebilecek. Yazar oldum, dediğim anda biten bir düşü ve gerçekleşen her düşün payına düşen hayal kırıklığını katmak istemiyorum bu yolculuğa.
Yazar olmak varılacak bir menzil değilmiş zaten, yıllar sonra bunu anladım. Hiç bitmeyen bir hayalin sürdürdüğü bir yol haliymiş. Üstelik yürümeye çalıştığınız düz bir yol da değil. İnişlerinin, çıkışlarının, engellerinin ve sapaklarının olduğu zorlu bir yol. Böyle olduğu için de o yolda olma hali her geçen gün büyük bir tutkuya dönüşüyor. Aşmak ve varmak için de çok daha fazla uğraşa gereksinim duyuluyor. Ben bu hayali ve bu uğraşı seviyorum.
Bir şeyler olduysa, olabiliyorsa, adım ne olursa olsun öykü denen o eşsiz yapı beni de içine alabildiyse bu elbette okuduğum kitaplar, yazılmış başka öyküler sayesinde oldu. 
BERNA DURMAZ

             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder