Okuduğum o öyküyü uzun yıllar
unutamadım. Daha ilk satırında vurulduğum, sarsıldığım, bende yazma isteği
yaratan o öyküyü. Eski, yırtık iki kapak arasında, karalanmış, sararmış
sayfaların birinde. Yazarının adını aklıma mıh gibi çaktığım. Anton Çehov. Daha
on dört yaşındayım. Ortaokul bunalımlarıyla geçen bir yıl. Evde, eskilerin
arasında elime geçen, okunmak için yaz tatilini bekleyen bir kitap. Çehov
öyküleri seçkisi. İçinde, Köpeğiyle Dolaşan Kadın adlı bir öykü. Okumaya
doyamadığım.
Aslında, düşününce,
unutamadığımın o öykü olmadığını anlıyorum. Onun konusu, kahramanları, nasıl
yazıldığı falan değildi unutulmayan. Bende başlattığı okuma, yazma, yaratma
hazzıydı. İşte ben o hazzın, giderek tutkuya dönüşen o sevdanın peşinden koştum
yıllar boyunca.
Ne oldu o öyküyü okuyunca?
Daha ilk okumada, neydi onda beni bunca etkileyen? Neden ben o öyküden sonra
yazmaya, dahası öykü yazmaya sevdalandım? Bu soruların bir yanıtı yok. Bunlar
açıklanabilecek şeyler değil. Tek bildiğim, onunla başlayan yangının başka
öykülere sıçrayarak bugün bile devam ettiğidir.
Arkasından Sait Faik geldi. İpekli Mendil. Sırılsıklam
aşk dedikleri belki de bununla başladı. Türkçe öğretmenimizin ispirto kokulu
teksir kağıdına bastığı, mor mürekkeple yazılı o öyküyü satır satır ezberleyene
dek okuduğum zaman. Sonra Yaşar Kemal’in
Pis Hikaye’si. Refik Halit Karay’ın Yatık Emine’si. Sabahattin Ali’den Hanende
Melek… Yarım kalan ders defterlerinin sayfalarına okuduklarıma benzetmeye
çalıştığım öyküler yazmamla başladı belki de öyküyle olan fırtınalı aşk hikâyem.
Yazmak… Hem kendinin dışında
bir yapıyı inşa etmek sözcük sözcük hem içine kendini ve dünyaya dair bildiğini
sandığın her şeyi katmak. Hem içinde var olmak hem dışında var etmek o muazzam
yapıyı.
Yazmak…Sesin yetmediği her
anda yazıya dönüşmek. Parmak uçlarından başlayıp tüm bedenini sözcüklere
bulamak. Küçücük boyunla ve yetişmeyen ifadenle devleştiğini sanmak büyülü bir
aynada.
Yazmak… Boğulur gibi olduğunda
dünyanın kör katı gerçekliğinde, düşten, rüyadan, sanrıdan yepyeni bir dünya
yaratmak ve en az yaşadığın dünya kadar gerçek olduğunu görmek hayretler
içinde.
Belki de tutulduğum buydu. Bu
coşkun sele kaptırdım kendimi ve uzun yıllar sadece yazdım. Sonra nasıl oldu
da, dosya içlerinde, defter sayfalarında kabaran öyküler basılıp çoğaltılarak gözler önüne
serildi? Belki biraz da bundan söz edebilirim.
İlk öykülere duyulan sınırsız
güven ve ilk gençliğin gözü karalığı olmasa bu serüven de başlamazdı herhalde.
Yazdıklarımın eksiğini gediğini bilmeden, ne olduğuna dair hiçbir fikrim
olmadan, öykü gönderdiğim dergilerden gelen yanıtlarla kendime bir yol açmaya
çalıştığımı hatırlıyorum. Sayfalarda adımı görememenin yarattığı hayal
kırıklığını da. Bir yerlerde bir şeyler
aksıyordu ama neydi?
Bunu bulmanın yolu yazmaya
devam etmekten geçiyordu. Birkaç kez daha bir yerlere çarpıp geri dönmekten.
Aslında her defasında bir adım daha atmış oluyordum ileriye doğru. Sözcüklerim,
üzerlerindeki acemilik zarını yırtmaya, olgunlaşıp gövermeye başlamıştı
sanırım. Öyküler olması gereken kıvama neredeyse kendiliğinden geliyor,
anlatmak istediğimi söylemenin farklı yollarını bulmakta daha keskin bir zihne
sahip olmaya başladığımı fark ediyordum. Ustalaşmaya doğru giden yol diyorlardı
buna. Yazdıklarımı, usta işi, diyerek sanırım övüyorlardı. Ben bu söylenene çok
da kulak asmıyorum.
Bir işte ustalaşmak mümkündür
elbette. Ama bu iş yazmak olunca bunun çok daha zor olması gerektiğini
düşünürüm hep. Aklımda durmadan biçim değiştiren, ele gelmez, tanımlanamaz,
civa gibi kaygan yapısıyla bir öykü duruyorken, ben her defasında onu kağıda
sözcük sözcük işlemenin zorluğu karşısında acemi duyuyorum kendimi. Yazdığım öykülerin dergilerde görünür olmaya
başlamasından bu yana geçen yirmi küsur yıla, yayımlanmış dört öykü kitabına
rağmen nasıl yazar oldum başlığındaki yazar sözcüğü beni tedirgin ediyor. Hele
oldum sözcüğü başlı başına sıkıntılı bir durumu ifade ediyor benim için. Çünkü ben, yazar olmayı istediğim, bu hayalle
yatıp kalktığım zamanlardaki heyecanımı, bu hedef için canla başla çabalama
enerjimi kaybetmedim. Biliyorum ki
yaptığım ve yapmaya devam edeceğim o hal her ne ise, ancak bu itkiyle
devam edebilecek. Yazar oldum, dediğim anda biten bir düşü ve gerçekleşen her
düşün payına düşen hayal kırıklığını katmak istemiyorum bu yolculuğa.
Yazar olmak varılacak bir
menzil değilmiş zaten, yıllar sonra bunu anladım. Hiç bitmeyen bir hayalin
sürdürdüğü bir yol haliymiş. Üstelik yürümeye çalıştığınız düz bir yol da
değil. İnişlerinin, çıkışlarının, engellerinin ve sapaklarının olduğu zorlu bir
yol. Böyle olduğu için de o yolda olma hali her geçen gün büyük bir tutkuya
dönüşüyor. Aşmak ve varmak için de çok daha fazla uğraşa gereksinim duyuluyor.
Ben bu hayali ve bu uğraşı seviyorum.
Bir şeyler olduysa,
olabiliyorsa, adım ne olursa olsun öykü denen o eşsiz yapı beni de içine
alabildiyse bu elbette okuduğum kitaplar, yazılmış başka öyküler sayesinde
oldu.
BERNA DURMAZ
BERNA DURMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder