Bu yıl Denizle okuduğumuz kitapları kaydetmeye karar verdik. Bu motivasyonla yıla iyi bir giriş yaptım. İşte bu ay okuduğum kitaplar:
Sessizce Şarkı Söylüyorduk (Aysun Kara/ Ayizi Yayıncılık öykü)
Kıymık (Aysun Kara/ Ayizi Yayıncılık öykü)
Bu iki kitabı Çanakkale Diş Hekimleri Odası Kadın Diş Hekimleri Komisyonu etkinliği için yeniden okudum. Etkinliği izlemek için buraya söyleşi formunda okumak içinse buraya lütfen.
Osman (Ayfer Tunç Can Yayınları roman)
Geçen senenin bu çok sevilen ve konuşulan romanını ben de çok sevdim. Osman, bağımsız okumak mümkün olsa da Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi'nin devamı niteliğinde. Ben üçlemeye sondan başlamış oldum. Osman, etkileyici bir özyıkım hikâyesi sunuyor okura. Hayata Nişantaşı'nda varlıklı bir ailenin çocuğu olarak başlayan, iyi eğitim almış, çalışmakta hiç gözü olmayan, gün gün yıkıma sürüklenen, bu gidişata bir türlü dur diyemeyen, zamana uyum sağlayamayan, sahip olduğu değerlerin yeni Türkiye'de hükmü kalmayan bir adamın Osman'ın hikâyesi. Bu özyıkımı en çarpıcı kılan şey, hiç müdahale edemiyor, pasif kalıyor olması galiba. Osman ellili yaşlarda, tüm mal varlığını, eski alışkanlıklarını yitirip ayrıldığı ancak parasızlık nedeniyle kendi düzenini kuramadığı için eski sevgilisiyle yaşamaya devam ederken piyano çaldığı kulüpten çıkıp bir kamyonun altında kalır. Ölümünün ardından günlükleri bir yazarın eline geçer. Bu özyıkım hikâyesinden etkilenen yazar, günlüklerde adı geçen, Osman'ı tanıyan insanlarla bir bir görüşmeye başlar. Tüm roman günlükler ve bu insanlarla yapılan röportajlardan oluştuğu için aradan yazar çekilmiş de biz tamamen belgelere bakıyor, oradan kendi izlenimlerimizi oluşturuyoruz gibi hissettiriyor.
Yeşil Peri Gecesi (Ayfer Tunç/ Can Yayınları roman)
Osman'ı çok sevince üçlemeyi tersinden yürüdüm. Osman'dan tanıdığım, hikâyesini bölük pörçük dinlediğim Şebnem'in ağzından kendi hikâyesini dinledim. Şebnem'in hikâyesi de çocukluktan başlayarak travmalarla dolu bir yaşam öyküsü. Her şey yolunda giderken şantiyede yaralanan, kolunu kaybeden baba, onu amcasıyla aldatan ve kaçan çok güzel bir anne, ihmal edilen bir çocuk... Yıkılan ve bir daha yoluna koyulamayan bir hayat... Şebnem'in hikâyesi de bir özyıkım ama o Osman gibi pasif bir izleyici değil, adeta pimlerini çektiği el bombalarını ata ata ilerliyor yaşam yolculuğunda. Şaşırtıcı, cesur bir kahraman Şebnem. Onun hikâyesinin sonu belirsiz ama Osman'dan daha iyi bir seyir izlediği izlenimine kapılıyor insan. Nihayet tüm bu kaosun içinden, küllerinden yeniden doğacağına dair umutlu bir sonla bitiyor.
Bana Evimizi Anlat, Anahid (Katerina Poladjan çeviri: Zehra Aksu Yılmazer Nebula Kitap roman)
İki ayrı zamanda akan bir hikâye. Günümüzde geçen bölümde, annesi Rusya'dan Almanya'ya göç etmiş bir Ermeni olan Helen'in Erivan'a gitmesi, orada eski kitapları restore etmesi, geçici olarak görevlendirildiği enstitüde yaşadıkları, kendi soy bağını bulmasının hikâyesi anlatılıyor. Burada hikâye daha kesik kesik ilerliyor. Bağlantıları, bölümler arası geçişleri, dili pek sevmedim.
100 yıl önce Ordu'da, babaanemlerin de evinin olduğu mahallede başlayan anlatı benim daha çok ilgimi çekti. Anahid ve Hrant, Ordulu bir Ermeni ailenin çocuklarıdır ve annesi başlarına gelecek felaketten kaçıp kurtulmaları için onları bir Rum komşuya yollar. Rum kasap onları bir gece dükkânda saklar ve başına bir iş gelmesin diye onları yollar. İki kardeş ormanın içinde gizlenerek ilerlemeye çalışır. Yanlarında aile yadigarı bir İncil vardır. Helen'in yüz yıl sonra Erivan'da restore ettiği İncil de bu İncil'dir. Hrant ve Anahid'in yolu deniz kenarında bir evde ayrılır. Hrant yorgundur ve yaşça küçüktür. Anahid evin sahibi gelecek korkusuyla oradan ayrılmak isterken Hrant orada kalmak, bu evi kendisine yuva kılmak istemektedir. Nitekim Anahid uzaklaşırken evin sahibi kadın gelir, Hrant'ın orman içinde birkaç gün önce gödüğü Ermeni kardeşlerden biri olduğunu anlar ve sevecen bir tavırla onu içeri alır. Bu hikâye bana Yeşim Ustaoğlu'nun Bulutları Beklerken filmini hatırlattı. Roman yalnızca bu iki kardeş üzerinden ilerleseydi sanırım daha çok sevecektim.
Dünya Bu Kadar (Mahir Ünsal Eriş Can Yayınları roman)
Üç bölümden oluşan kısa bir sayılabilecek bir roman. Her bölüm "Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi" ile başlıyor, Güneş'in anne babasından, dedesine, dedesinin arkadaşından, ucunu kaçırdığınız pek çok insanın hikâyesiyle genişliyor, sonra da yavaş yavaş toplanıyor, birbirine bağlanıyor ve finale varıyor. Romanın en çok bu genişleyen ve daralan yapısını, zamanın döngüsel kullanımını, zengin olay örgüsü ağını, sağlam kurgusunu sevdim.
Çözüm Bakanlığı (Sanne Rooseboom çeviri Hasan Türksel Can Çocuk roman)
Keşke ben yazsaydım dedirten bir çocuk kitabı. Her şey Nina'nın postacı babasına gelen ve Çözüm Bakanlığı'na yollanan bir mektupla başlar. Böyle bir bakanlık olmadığı için mektup iade edilecektir ancak Nina merakına karşı koyamaz ve mektubu yazanın akran zorbalığına uğrayan bir çocuk olduğunu anlayınca arkadaşı Alfa ile çocuğu bulmaya ve ona yardım etmeye karar verir. Bu girişim onları yıllar evvel lağvedilmiş bir gizli örgüte yani Çözüm Bakanlığı'na dair bilgilere ulaştırır. Okurlara akran zorbalığıyla baş etmek, ötekileştirilen ve yalnız bireylerin birbiriyle bağ kurması için şahane öneriler sunan, boyun eğmek yerine eyleme geçmeye teşvik eden eğlenceli bir roman. Umarım devam kitapları da en kısa sürede dilimize çevrilir.
Bugünlerde Herkesin Adı Affedersin (Bart Moeyaert çeviri Mustafa Özen Can Çocuk roman)
Bu, bir büyüme hikâyesi. Kitabın kahramanı ve anlatıcısı Bianca, boşanmış bir ailenin çocuğu. Erkek kardeşi Alan kalbinden rahatsız olduğu için annesinin ilgisi çoğunlukla ona dönük. Babası ise Bianca'nın öfkeli ve hırçın olduğunu düşünüyor ve onu yeni sevgilisiyle birlikte yaşadığı evde her hafta sonu ağırlamak istemiyor, iki haftada bir görüşmenin yeterli olacağını düşünüyor. Bir gün içinde geçen romanda Bianca en sevdiği dizinin baş rol oyuncusu Billie King ile kendi evinde karşılaşıyor. Billie'nin oğlu ve Alan arkadaş. İki çocuğun oynaması için gelen Billie ile geçirdiği birkaç saat Bianca'nın kendi hayatını da gözden geçirmesine, duygu ve düşüncelerini daha doğrudan ifade etmesine ve babasının sevgilisine karşı daha nazik davranmaya karar vermesine yol açan önemli bir eşiğe dönüyor. Büyümek galiba en çok verdiğiniz hasarı telafi etme becerisiyle ilgili bir konu. Bianca'nın hikâyesi buna güzel bir örnek teşkil ediyor.
Gülümse (Raina Telgemeler çeviri Arif Cem Ünver Desen Yayınları çizgi roman)
Raina Telgemeler'in gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak yazılmış bir çizgi roman. Türkçeye çevrilirken telaffuz hatası olmaması için kahramanın ismi Anna olarak değiştirilmiş. Anna altıncı sınıfta dişlerindeki çapraşıklık nedeniyle tel takması gerekirken düşme sonucu ön iki dişi yerinden çıkar. Avulse dişler yerine takılır ancak tedavinin seyri hep en kötü seçeneğe evrilir. İki dişini kaybeden Anna'yı çok uzun bir diş tedavisi bekler. Diş telleri, kayıp dişlerin yerine takılan protez, bir yanda büyüme sancısı, öbür yanda alay eden arkadaşlar... Anna sonunda yalnız kalma pahasına onunla alay eden arkadaşlarına dur deme cesareti gösterir. Zorluklarla mücadele etme, korkularla yüzleşme, akran zorbalığı üzerine cesaret veren bir anlatı. Çizgi roman olduğu için okuması da hızlı ve renkli.
Hamburgere Dönüşen Anne ve Kanepeye Dönüşen Baba (Fatih Erdoğan çocuk roman)
Fatih Erdoğan'ın yazıp resimlediği kitaplar, iri puntosu, akıcı dili ve şaşırtıcı seyriyle özellikle kitap okumaktan çok da hoşlanmayan 7-8 yaşlarındaki çocuklar için uygun bence. Her iki kitap da öğrenilmiş, kanıksanmış kadınlık ve erkeklik rol modelleri üzerine düşündürten ironik bir dile sahip. Aman dikkat! Evde iş bölümüne gidilmezse annenizin hamburgere, babanızın kanepeye dönüşmesi işten bile değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder