23 Eylül 2021 Perşembe

Kızıyorum, okuyorum

Çift doz aşıların yaygınlaşmasıyla normalleşmeye dönüyoruz. Ama hiçbir şey tam olarak eskisi gibi değil. Okulların açılması, çocukların tam gün okula gitmesi hepimiz için hem rahatlatıcı, olmasını istediğimiz hem de tedirgin edici bir durum. Deniz'in okulunun değişmesi, süreci tanımadığım, aşina olmadığım kişilerle yürütmek beni zorluyor galiba. Cumartesi günkü online veli toplantısı bilgi edinmememe, dolayısıyla güven kazanmama vesile olacaktır ama hissettiğim şey rahatlama değil, kızgınlık.
Okulun toplantı ilanını üç, dört gün önceden duyurmayı yeterli görmesine kızıyorum. Cumartesi günleri, ebeveynlerin çalışmadığı ön kabulüyle alınıyor sanki bu kararlar. Cumartesi dört ile beş arası  herkes müsaittir, en azından anneler evdedir, çalışmıyordur varsayımının sonucunda çalışma saatlerimde son dakika değişiklikleri yapmak zorunda olmaya kızıyorum. Annelerin çocuklarla ilgilenmesinin bireysel seçim olarak görülmesine kızıyorum. Her sabah servise çocuğunu maskesiz götüren anneyi gördüğümde kızıyorum. Birini muayene ederken yanında gelen kişilerin evdeki, mahalledeki birilerinin sorunlarına tedavi planı ve bütçe çıkarmamı beklemesine kızıyorum. Aynı anda konuşan insanlara kızıyorum. Karşısındaki insana söz hakkı tanımayan insanlara kızıyorum. Konuşma iştahına kapılarak karşısındakinin ruh hâlini okumayan, umursamayan insanlara kızıyorum. Hep bir kurtarıcı bekleyenlere kızıyorum. Hep şikayet edenlere kızıyorum. Ruhumu sıkanlara kızıyorum. Kızdığım şeylerin listesi uzar gider. Biraz da iyi şeylere bakmalı, beni neşelendiren, rahatlatan, heyecan veren şeylere. Yeniden sonbaharın gelmesi örneğin. Okuma, yazma mevsiminin başlaması. Yaz döneminde kapıldığım rehavet, bitirememek, odaklanamamak güzün gelmesiyle geçip gidecektir diye düşünüyorum. Yeniden okumak, yazmak, yazdıklarım üzerinde çalışmak, onları toparlamaya başlamak, hevesle bekliyorum. Okumalara Deniz'in okulunun verdiği okuma listesiyle başladım. Okuduklarım üzerine kısa kısa notlarım ise şöyle: 



Greta'nın Thunberg'in hikâyesi, çocukları küresel iklim krizi hakkında bilgilendirmekle kalmıyor, onun kararlılığı ve adanmışlığını bir örnek olarak sunuyor; büyük şeyler yapmak için çok küçük olmadıklarını hatırlatıyor ve eyleme geçmeye çağırıyor. Çocuktan çocuğa güçü bir davet bu. Sınıf ortamında birlikte okumalarının doğuracağı eylemliliği şimdiden merak ediyorum. 




Sınıftan Yükselen Sesler'i severek okudum. Aynı sınıfı paylaşan hepsi kendi içinde birtakım sırlar, sıkıntılar barındıran, kabuğunun içine saklanan, bazen aksi davranan çocukların sınıflarına yeni ve yenilikçi bir öğretmenin gelmesinin ardından sırayla dile gelerek ilerlettikleri hikâye hem merak unsuru barındırıyor, akıcı bir tonda ilerliyor, hem de yazarı bu kitabı yazmaya iten meseleyi hiç sıkmadan, didaktizme düşmeden okurun kucağına bırakıyor. Paylaşmak, birbirinin ardını kollamak, olumsuz etiketlerin ardına bakarak oradaki hikâyeyi öğrenmek, güzelliği keşfetmek üzerine tatlı bir kitap. Serinin devam kitaplarını da almayı düşünüyorum. 




Oh Ne Ala Memleket, Sınıftan Yükselen Sesler ile benzer bir temayı ele alıyor. Kitabın dili akıcı. Yer yer mizahi ögeler de var. Okulu hiç sevmeyen bir grup öğrenci, hasbelkader müdürün yerine geçiyor ve karar alma mekanizmasına sahip oluyor. Ancak işler hiç de umulduğu gibi ilerlemiyor. Çocukların lehine, oy birliğiyle alınan her kararın sonucu bir felakete dönüşüyor. Çocuklar eski, bildik yöntemlerin ve kuralların bir sebebi olduğunu anlarken hikâye yeni ve yenilikçi, çocukların hâlinden anlayan bir müdürün gelmesiyle bitiyor. Hakkında çok olumlu yorumlar okudum ancak benim okuma deneyimim benzer sonuçlanmadı. Çocuğa yetişkin dünyasını, yetişkine çocuk dünyasını anlatmayı, göstermeyi amaçlamış gibi hissettiren, çocuk tarafından baksa da doğal bulamadığım, çok uçucu bir tat bıraktı bende. 




Bir hayal kırıklığı daha. Vladimir Tumanov'un dilimize çevrilen diğer kitaplarını okumuş, hatta Asılı Dağ'ın Kahini üzerine bir yazı da yazmıştım. Onun fantastik unsurlarla çevirili kurgusuna aşinayım. Sorgulamıyorum. Tumanov'un kahramanı çocuklar birdenbire kendilerini bir belanın ortasında buluyor, çoğu kez zamana karşı bir yarışla çözüm arayışına giriyor. Fantastik olaylar yaşıyor. Maceranın dozu giderek yükseliyor ve kurtuluş geliyor. Haritada Kaybolmak kitabının devamı olarak yazılan ve yayınevi tarafından "Gizemli Haritalar" dizisinin ikinci kitabı olarak sunulan kitapta kimi kelime tercihleri beni rahatsız etti. Örneğin; yüzey ya da çeper yerine cidar, geri dönüşüm yerine geri kazanım kelimeleri gibi. Onun dışında çocuklar dozu çok yüksek bir macera yaşasa da, sıkıştıkları her anda bir kurtarıcının, birdenbire onları çözüme ulaştıracak araç, gereçlerin belirmesi pek de hoşuma gitmedi. Kitabın küresel iklim değişikliğiyle ilgili iletmek istediği bir mesaj olduğu aşikar. Çocukların yaşadığı felaket, suların yükselmesi, bazı kara parçalarının sular altında kalması, deniz akıntılarındaki ve iklimdeki değişiklikler, küresel ısınmayı 1,5 C ile sınırlayamadığımızda olacakların bir projeksiyonu. Bununla beraber bunu gidermeye yönelik bir çözüm önerisi sunmuyor. Bir haritada beliren bilmecelere doğru cevap verilmesiyle suların çekilmesinden öte bir söz söylemesini bekledim sanırım. Gerçeğin bilgisinden yola çıkarak kurmaca yapıtı eleştirmek ne kadar doğru emin değilim. Belki de çocuk okur, yalnızca maceraya kapılıp gidecek, eğitimci küresel iklim krizi hakkında bir sohbeti başlatabilecektir. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder